Trafik Kazası Sonucu Akrabaların Ölümüne Neden Olma Halinde Şahsi Cezasızlık Hükmü Uygulanır mı

Trafik Kazası Sonucu Taksirle Akrabaların Ölümüne Neden Olma Halinde Şahsi Cezasızlık Hükmü Uygulanır mı - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Ağır Ceza Avukatı - Av. Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Trafik Kazası Sonucu Taksirle Akrabaların Ölümüne Neden Olma

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu

Taksir – Madde 22

(1) Taksirle işlenen fiiller, kanunun açıkça belirttiği hallerde cezalandırılır.

(2) Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir.

(3) Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır; bu halde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır.

(4) Taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek olan ceza failin kusuruna göre belirlenir.

(5) Birden fazla kişinin taksirle işlediği suçlarda, herkes kendi kusurundan dolayı sorumlu olur. Her failin cezası kusuruna göre ayrı ayrı belirlenir.

(6) Taksirli hareket sonucu neden olunan netice, münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmışsa ceza verilmez; bilinçli taksir halinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir.

Taksirle öldürme – Madde 85

(1) Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu

Esas No: 2015/239 Karar No: 2018/321 Karar Tarihi: 03.07.2018

Kararı Veren Yargıtay Dairesi: 12. Ceza Dairesi

Mahkemesi: Ağır Ceza Mahkemesi

Özet: Sebebiyet verdiği kaza nedeniyle annesi, kızı, iki kardeşi, yeğeni, halası ve kardeşinin eşinin öldüğü olayda, sanığın ölenler ile yakınlığı, ekonomik durumu ve ailevi yükümlülükleri gözetildiğinde, annesi, kızı ve kardeşlerinin ölümü nedeniyle münhasıran kişisel ve ailevi bakımdan ceza verilmesini gerektirmeyecek derecede mağdur olduğunda tereddüt bulunmasa da, üçüncü derece kan hısımları olan ve aynı evde ikamet etmeyen, bakım ve gözetim sorumluluğu altında bulunmayan halası ve yeğeni ile ikinci derecede sıhri hısmı olan ve kardeşi ile yaptığı evlilikten önce kendisini tanıdığına dair dosyaya yansıyan bir delil bulunmayıp aynı ailenin üyesi de sayılmayan yengesinin ölümleri nedeniyle 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 22/6. maddesi kapsamında bir mağduriyetten söz edilemeyeceği, bu ölümlerin, sırf ölümün gerçekleşmesi nedeniyle duyulacak doğal üzüntünün çok üstünde önemli derecede bir üzüntüye ve buna bağlı olarak ayrı bir mağduriyete yol açmayacağı, bu kapsamda sanığın, halası, yeğeni ve kardeşinin eşinin ölümünden dolayı bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede zarar görmediği anlaşıldığından, sanık hakkında TCK’nın 22/6. maddesinin uygulanma imkânı bulunmadığı kabul edilmelidir.

İçtihat Metni

Taksirle birden fazla kişinin ölümüne neden olma suçundan sanık …’nun 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 85/2, 22/3, 22/6, 62 ve 53/6. maddeleri gereğince 2 yıl 2 ay 20 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve 3 ay süre ile sürücü belgesinin geri alınmasına ilişkin Malatya 1. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 15.05.2012 gün ve 65-192 sayılı hükmün, Cumhuriyet savcısı ve sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 12. Ceza Dairesince 23.10.2014 gün ve 25796-20753 sayı ile;

“…Sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;

1- Sanığın idaresindeki minibüs ile gece vakti, aydınlatması bulunmayan meskun mahal dışındaki, düz ve eğimsiz tek yönlü yolda seyri sırasında direksiyon hakimiyetini kaybederek karşı yön şeridine girip aracı soldan yol dışına çıkarıp yol dışındaki elektrik direğine çarpıp aracın yanmasıyla 7 kişinin ölümü ile neticelenen olayda, sanığın aşamalardaki ifadelerinde uykusuz olmadığını, 17.09.2010 tarihinde öğleden sonra Samsun’un Terme ilçesinden Şanlıurfa iline gitmek üzere yola çıktıklarını, Adıyaman iline kadar aracı kullandığını, Adıyaman’dan Şanlıurfa iline kadar ölen abisi …’in kullandığını, 18.09.2010 günü sabah 06:00 sıralarında Şanlıurfa’ya vardıklarını, gün içinde 2-3 saat uyuyarak dinlendiğini, akşam saat 22:30 sıralarında yola çıktıklarını ve saat 02:00 sıralarında mola verdiklerini, yola çıktıktan 5 dakika sonra gümleme sesi duyduğunu ve direksiyon hakimiyetini kaybettiğini, lastiğin patladığını beyan ettiği, mola verilen benzinlikte çalışan tanık Kaffar Işık’ın da, sanık ve yanındakilerin 15 dakika kadar benzinlikte mola verdiklerini beyan ettiği dosya kapsamı itibariyle de savunma ve bu beyanın aksine kanıt bulunmadığı nazara alınmadan, hatalı değerlendirme ile sanığın iki gün sürekli araç kullandığından bahisle yorgun, dalgın ve uykusuz olduğu gerekçesi ile bilinçli taksirin oluştuğunun kabulü ile TCK’nın 22/3. maddesinin uygulanması suretiyle fazla ceza tayini,

2- TCK’nın 22/6-1. cümlesinin uygulanabilmesi için, taksirle hareket sonucu neden olunan neticenin, münhasıran sanığın kişisel ve ailevi durumu bakımından artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açması gerektiği, sanığın, kızı, annesi, iki kardeşi, yeğeni, kardeşinin eşi ve halasının öldüğü olayda, sanığın kızı, annesi ve iki kardeşi dışındaki ölenlerin, yeğeni, kardeşinin eşi ve halası olması nedeniyle tek başına anılan hükmün uygulanmasını gerektirmeyeceği gözetilmeden, sanık hakkında TCK’nın 22/6 maddesinin uygulanması”

isabetsizliklerinden ceza süresi itibarıyla CMUK’un 326. maddesi uyarınca sanığın kazanılmış hakkı ve müteakip uygulamalar nazara alınarak TCK’nın 50. maddesinin değerlendirilebileceği kaydıyla bozulmasına karar verilmiş,

Karşıoy Gerekçesi

Daire Üyeleri İ. Ergün ve A. Yağcı;

“Sanık ifadelerinde uykusuz olmadığını beyan etmişse de, yine sanığın beyanından, 17.09.2010 tarihinde öğleden sonra yola çıktıkları, Terme’den Adıyaman’a kadar aracı sanığın kullandığı, 18.09.2010 tarihinde sabah 06:00’da Ş.Urfa’ya geldikleri, 3 saat kadar uyuduktan sonra Siverek’e gidip geldiği, çarşıda alışveriş yaptıkları, akşam düğün töreninden sonra saat 10:30’da yola çıktıkları, aracı sanığın kullandığı, 02:00 sıralarında mola verdikleri, moladan kısa süre sonra direksiyon hakimiyetini kaybeden sanığın kullandığı minibüsün karşı yöne geçerek, karşı tarafta yolun kenarında bulunan beton direğe çarparak, beton elektrik direğini yıktığı, direğin yıkılmasıyla yere düşen yüksek gerilim hattı tellerinin, çarpılan ve takla atan minibüse teması sonucu aracın yandığı, araçta bulunan 7 kişinin öldüğü, dosya kapsamından sanığın dinlenmeden uzun süre araç kullandığı ve lastik patlamasına ilişkin bir iz olmadığı anlaşıldığından, mahkemenin bilinçli taksir kabulünün doğru olduğunu düşündüğümüzden, bilinçli taksirin oluşmadığına ilişkin (1) numaralı çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.”

düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının İtirazı

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 10.01.2015 gün ve 288080 sayı ile;

“Sanığın 17.09.2010 tarihinde öğleden sonra yola çıkarak kazanın olduğu 19.09.2010 tarihinde saat 02.30’a kadar 3 saat kadar uyuduğu olayda 15.03.2012 tarihli Adli Tıp Kurumu raporuna göre asli kusurlu olduğu, yolda lastik patlamasına ve kazaya ilişkin herhangi bir iz de tespit edilemediği, sanığın bu kadar yorgun ve uykusuz bir şekilde araç kullanmaması gerektiğini bildiği halde kendine güvenerek kullanmaya devam ettiği olayda bilinçli taksirle hareket ettiğinin kabulü gerektiği, yine yukarda açıklandığı üzere kazada ölenlerin sanığın kızı, annesi, iki kardeşi, yeğeni, kardeşinin eşi ve halası olduğu, ölenlerin tamamının sanığın aile bireylerinden oluştuğu, fail ile mağdur arasındaki yakınlığın hangi düzeyde olması ve olay nedeniyle failin hangi ölçüde zarar görmesi gerektiği hususları doktrinde ve yargı kararlarında tartışmalı olmakla birlikte, kanun koyucu da sanığın ‘kişisel ve ailevi durumu bakımından’ diyerek hem yasa hükmünde hem de gerekçesinde bu yakınlığın derecesi ile ilgili bir sınırlama getirmemiştir. Bunun derecesi olaya göre hâkim tarafından takdir edilecektir. Somut olayımızda da sanığın ailesinden farklı yakınlık derecesinde 7 kişi ölmüştür. Bu durumda sanığın kişisel ve ailevi durumu bakımından mağdur olmadığından söz edilemeyeceği açıktır. Bu nedenlerle bilinçli taksirle hareket eden sanık hakkında TCK 22/6. madde ve fıkrasının da uygulanması gerektiği”

düşüncesiyle itiraz kanun yoluna müracaat edilmiştir.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Özel Dairece, 29.01.2015 gün, 797-1555 sayı ve oy çokluğuyla, itirazın yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;

1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının lehe mi aleyhe mi olduğu,

2- Sonucu itibarıyla lehe olduğu kabul edilirse;

a- Kızı, annesi, iki kardeşi ile yeğeni, kardeşinin eşi ve halasının ölümüne neden olan sanık hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 22. maddesinin 6. fıkrasının uygulanma şartlarının bulunup bulunmadığı,

b- Sanığın eylemini taksirle mi yoksa bilinçli taksirle mi gerçekleştirdiği,

c- Sanığın eylemini bilinçli taksirle gerçekleştirdiği sonucuna ulaşılırsa; sanığa ek savunma hakkı verilmeden TCK’nın 22. maddesinin 3. fıkrasının uygulanmasının 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 226. maddesine aykırılık oluşturup oluşturmadığı,

Hususlarının belirlenmesine ilişkindir.

1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının lehe mi aleyhe mi olduğu;

İncelenen dosya kapsamından;

Yerel mahkeme hükmünün Özel Daire tarafından 23.10.2014 gün ve 25796-20753 sayı ile bozulduğu, Özel Daire ilamının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına 25.11.2014 tarihinde teslim edildiği, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 10.01.2015 tarihinde sanık aleyhine 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 22. maddesinin 3. fıkrasının, lehine ise TCK’nın 22. maddesinin 6. fıkrasının uygulanması gerektiği belirtilerek Özel Daire ilamına karşı itiraz kanun yoluna başvurulduğu anlaşılmaktadır.

Müzakere sırasında bir kısım Ceza Genel Kurulu üyelerinin itiraz konusu edilen hususların ayrı ayrı mı yoksa bir bütün hâlinde mi değerlendirilerek itirazın lehe mi yoksa aleyhe mi olduğunun tespit edilmesinden sonra, ulaşılan sonuca göre bu kanun yoluna süresinde müracaat edilip edilmediğinin belirlenmesi gerektiğini ileri sürmeleri üzerine öncelikle bu husus ele alınmıştır.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının itiraz yetkisi, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun olağanüstü kanun yollarının yer aldığı “Altıncı Kitap”, “Üçüncü Kısım”, “Birinci Bölüm”de 308. maddede düzenlenmiştir;

“(1) Yargıtay ceza dairelerinden birinin kararına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, re’sen veya istem üzerine, ilâmın kendisine verildiği tarihten itibaren otuz gün içinde Ceza Genel Kuruluna itiraz edebilir. Sanığın lehine itirazda süre aranmaz.

(2) İtiraz üzerine dosya, kararına itiraz edilen daireye gönderilir.

(3) Daire, mümkün olan en kısa sürede itirazı inceler ve yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderir.”

Bu düzenleme ile, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının ilamın kendisine verildiği tarihten itibaren 30 gün içinde ceza daireleri kararlarına karşı itiraz kanun yoluna başvurabileceği öngörülmüş, ancak sanık lehine itirazlarda süre aranmayacağı kuralı benimsenmiştir. Buna göre, sanık aleyhine sonuç doğuracak şekilde belirlenen aykırılıklarla ilgili olarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tanınan ve olağanüstü bir kanun yolu olan itiraz 30 günlük bir süre ile sınırlandırılmış olup bu süre Özel Daire kararının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına verildiği tarihten itibaren başlayacaktır. Süre geçtikten sonra sanık aleyhine itiraz yoluna gidilemeyecektir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca birden fazla hukuka aykırılık nedeniyle itiraz kanun yoluna başvurulması ve bu nedenlerden bir kısmının sanığın lehine bir kısmının ise aleyhine olması hâlinde, aleyhe olan nedenlerin 30 günlük süre içerisinde ileri sürülmesi gerektiğinden değerlendirme yalnızca sanığın lehine olan itiraz konusu bakımından yapılmalıdır. (Bahri Öztürk-Durmuş Tezcan-Mustafa Ruhan Erdem-Özge Sırma-Yasemin F. Saygılar Kırıt-Özdem Özaydın-Esra Alan Akcan-Efser Erden, Nazari ve Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, Seçkin, 11. Baskı, Ankara, 2017, s. 753; Yener Ünver-Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, Adalet, Ankara, 10. Baskı, 2015, s. 875; Ahmet Gökcen-Murat Balcı-M. Emin Alşahin-Kerim Çakır, Ceza Muhakemesi Hukuku-II, Adalet, Ankara, 2017, s.468)

Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Sanığın taksirle birden fazla kişinin ölümüne neden olma suçundan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 85/2, 22/3, 22/6, 62 ve 53/6. maddeleri gereğince mahkûmiyetine ilişkin hükmün, sanık müdafii ve Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine inceleme yapan Özel Dairece, sanığın eyleminde TCK’nın 22. maddesinin 3 ve 6. fıkralarının uygulanma koşullarının bulunmadığı gerekçesi ile bozulmasına karar verilmesinden sonra Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca, sanık aleyhine TCK’nın 22. maddesinin 3. fıkrasının, lehine ise TCK’nın 22. maddesinin 6. fıkrasının uygulanması gerektiği görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurulduğu anlaşılmaktadır.

Sanık aleyhine olduğunda şüphe bulunmayan bilinçli taksirin uygulanma koşullarının bulunduğu yönündeki itiraz nedeninin 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 308. maddesi uyarınca 30 günlük süreye tâbi olduğu, dosya içeriğine göre 26.11.2014 tarihinde başlayan itiraz süresi 25.12.2014 tarihinde sona erdiği hâlde, itiraz kanun yoluna Özel Daire ilamının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiinden yaklaşık 45 gün sonra 10.01.2015 tarihinde başvurulduğu anlaşıldığından, 30 günlük kanuni süreden sonra yapılan sanık aleyhindeki itiraz nedeninin Ceza Genel Kurulunca görüşülmesi mümkün değildir. Ancak sanık lehine olan TCK’nın 22. maddesinin 6. fıkrasının uygulanması gerektiğine dair itiraz nedeninin incelenmesi gerekmektedir.

Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının TCK’nın 22. maddesinin 3. fıkrasının uygulanması gerektiğine ilişkin itiraz konusunun kanunun öngördüğü 30 günlük süre içinde yapılmaması nedeniyle reddine karar verilmelidir.

2- Kızı, annesi, iki kardeşi ile yeğeni, kardeşinin eşi ve halasının ölümüne neden olan sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nın 22. maddesinin 6. fıkrasının uygulanma şartlarının bulunup bulunmadığına gelince;

İncelenen dosya kapsamından;

Sanığın sevk ve idaresindeki içinde akrabalarının bulunduğu minibüsle Samsun’un Terme ilçesinden Şanlıurfa’ya gitmek üzere 17.09.2010 tarihinde öğleden sonra yola çıktığı, Adıyaman’a gelindiğinde aracı kullanmak üzere ağabeyi …’ya verdiği, …’in sevk ve idaresindeki araçla 18.09.2010 tarihinde saat 06.00 sıralarında Şanlıurfa’ya varıldığı, burada kardeşi … ile kardeşinin eşi …’nun düğünlerinin yapıldığı, aynı gün saat 22.30 sıralarında Samsun’a dönmek üzere yine akrabalarıyla birlikte yola çıkan sanığın saat 02.00 sıralarında mola verdiği, ardından aracı kullanmaya devam eden sanığın olay yerine geldiğinde direksiyon hakimiyetini kaybederek karşı yön şeridine girdiği, soldan yol dışına çıkıp elektrik direğine çarptığı ve aracın yandığı, sanığın sebebiyet verdiği kaza nedeniyle annesi …, kızı …, kardeşleri … ve …, yeğeni …, halası … ve kardeşinin eşi …’nun öldüğü,

Polis memuru olan sanığın Bursa’da, halası …ile yeğeni …’in ise Samsun’da ikâmet ettikleri,

Anlaşılmıştır.

Sanık …; kazada yakın akrabalarını kaybettiğini, manevi ve ailevi olarak ağır bir travma yaşadığını savunmuştur.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 22. maddesinin 6. fıkrasında yer alan düzenlemeye göre;

Taksirli hareket sonucu neden olunan netice, münhasıran failin kişisel ve ailevî durumu bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmışsa ceza verilmez; bilinçli taksir hâlinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir.”

Fıkranın gerekçesinde yer verilen açıklamalara göre de;

“Ülkemizde, özellikle kırsal bölgelerde rastlandığı üzere taksirli suçlarda failin meydana gelen netice itibarıyla bizzat kendisi ve aile bireylerinin ağır derecede mağduriyete uğradıkları görülmektedir. Söz gelimi köylü kadınların gündelik uğraşları ve hayat zorlukları itibarıyla sayısı çok kere üç dörtten fazlasına varan küçük çocuklarına gerekli dikkati ve itinayı gösterememeleri sonucu çocukların yaralandıkları veya öldükleri görülmektedir. Aynı şekilde meydana gelen trafik kazalarında da benzer olaylara rastlanmaktadır. Bu gibi hâllerde ananın taksirli suçtan dolayı kovuşturmaya uğraması ve cezaya mahkûm edilmesi esasen suçtan dolayı evladını kaybetmesi sonucu uğradığı ızdırabı şiddetlendirmekle kalmamakta, ayrıca ailenin tümüyle ağır derecede mağduriyete düşmesine neden olmaktadır.

Söz konusu fıkraya göre, hâkim suçlunun durumunu takdir ile ceza vermeyebilecektir. Elbette hâkim bu hususta takdirini kullanırken suçlunun ekonomik durumunu, aile yükümlerini, söz gelimi diğer çocukların bakımını göz önünde bulunduracak, ona göre hüküm kuracaktır. Ancak dikkat edilmelidir ki, bu fıkranın uygulanabilmesi için fiilden dolayı münhasıran failin kişisel ve ailevî durumu itibarıyla zararlı netice meydana gelmiş bulunmalıdır. Böyle bir netice ile birlikte söz konusu durumlara ilişkin bulunmayan başka bir netice de meydana gelmişse fıkra uygulanmayacaktır.”

Buna göre, taksirli hareketi sonucu meydana gelen neticenin münhasıran failin şahsi ve ailevi durumu bakımından artık bir cezaya hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açması hâlinde faile ceza verilmeyecektir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 22. maddesinin 6. fıkrasında taksirli suçlar bakımından kendine özgü bir “şahsi cezasızlık hâli” düzenlenmiştir. Şahsi cezasızlık hâlinin bulunduğu durumlarda aslında ortada bir suç vardır; bunun yanında failin kusurlu olduğu kabul edilebilir, ancak kanun koyucu izlediği suç siyaseti gereği bu durumu cezasızlık sebebi saymış, buna bağlı olarak da 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 223. maddesinin 4. fıkrasının (a) bendinde; “ceza verilmesine yer olmadığına” karar verileceğini hüküm altına almıştır.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 22. maddesinin 6. fıkrasında yer alan hükmün kapsamının belirlenmesi bakımından uygulamada değişik sorunlarla karşılaşıldığı, bu konudaki tartışmaların genel olarak “fail ile mağdur arasındaki yakınlığın hangi düzeyde olması ve olay nedeniyle failin hangi ölçüde zarar görmesi gerektiği” konularında yoğunlaştığı görülmektedir.

Kanuni düzenlemeye bakıldığında, somut olay açısından ayrıca değerlendirilmesi gereken şahsi cezasızlık nedeninin uygulanabilmesi için iki temel şartın varlığı aranmaktadır.

1- Taksirle işlenmiş suç bulunmalıdır. 22. maddenin 6. fıkrasının ilk cümlesinde; “Taksirli hareket sonucu neden olunan netice”den bahsediliyor olması, anılan şahsi cezasızlık sebebinin yalnızca taksirle işlenen suçlarda uygulanabileceğini göstermektedir. Doğrudan kast, olası kast ile işlenen suçlarda bu hüküm uygulanamayacaktır. Bilinçli taksirin varlığı durumunda ise aynı fıkranın “bilinçli taksir hâlinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir” şeklindeki son cümlesi uyarınca bu şahsi cezasızlık hâli değil, “cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsi sebep” söz konusu olabilecektir.

2- Meydana gelen netice “münhasıran failin kişisel ve ailevî durumu bakımından” etkili olmalıdır. Buna göre, failin taksirli hareketiyle neden olduğu netice hem kendisine acı ve ızdırap vermeli, hem de cezalandırılmasına karar verilmesi kendisi ve ailesi bakımından artık bir cezaya hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağduriyete yol açmalıdır. Görüldüğü gibi bu şart, kendi içerisinde üç ayrı hususu barındırmaktadır.

Öğretide de benimsendiği üzere bunlardan ilki; “failin taksirli eyleminden ağır düzeyde etkilenmiş olması”, başka bir deyişle failin kendi fiilinin mağduru durumuna düşmesidir. Failin uğradığı mağduriyet, maddi olabileceği gibi manevi de olabilir. Hangi mağduriyetin bir cezaya hükmedilmesini gereksiz kılacağı ise her somut olaya göre belirlenmelidir. (Veli Özer Özbek, Türk Ceza Kanunu İzmir Şerhi, Türk Ceza Kanununun Anlamı, Seçkin Yayınevi, Ankara, c. 1, 4. Baskı, s. 284)

İkincisi, failin taksirli eyleminden “ailevî durumu” itibarıyla etkilenmesidir. Bu şart, fail ile taksirli suçun mağduru arasında belli derecedeki yakınlığı ifade etmektedir. Bu anlamda, üzerinde durulması gereken husus akrabalığın derecesinden çok “aile” kavramıdır. Çünkü kanun koyucu belli derecede akrabalığı ifade eden herhangi bir kavramı değil özellikle “aile” ibaresini tercih etmiş ve bir manada faille mağdur arasında “aynı aileden olma ilişkisini” aramıştır. Aile ise kanunlarımızda tüm yönleriyle tanımlanmış bir kavram değildir. Bu konuyla ilgili olarak öğreti; bir yandan aile kavramının üstsoy, altsoy ve evlilik ilişkisini kapsayacak bir şekilde yorumlanması gerektiğini savunurken, diğer yandan ortada bir aile bulunup bulunmadığı değerlendirirken biyolojik gerçekten çok, toplumsal gerçekliğe ağırlık veren Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarını göz önünde bulundurmaktadır. (Zeki Hafızoğulları, Türk Ceza Kanununda Taksir, Polis Dergisi Yıl:11, S. 44, Nisan-Mayıs-Haziran 2005, s. 87; Ursula Kilkelly, Özel Hayata ve Aile Hayatına Saygı Gösterilmesi Hakkı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 8. Maddesinin Uygulanmasına İlişkin Kılavuz İnsan Hakları El Kitapları, No: 1, Avrupa Konseyi İnsan Hakları ve Hukuk İşleri Genel Müdürlüğü, Eylül 2007, s. 15)

Altıncı fıkranın uygulanması bakımından, aile kavramını geniş tutmanın sakıncalarının yanında, bir ailenin kimlerden oluşacağının sınırlı olarak sayılması da doğru değildir. Yapılması gereken, faille mağdurun aynı aileden olup olmadığının somut olaya göre değerlendirilmesidir. Zira kişilerin aynı aileden olup olmadıkları hususu sadece akrabalık derecelerine göre belirlenemez. Belli derecede akrabalık bağı bulunması her zaman altıncı fıkranın uygulanmasını gerektirmez. Örneğin, haklarında ayrılık kararı olan karı koca veya aralarında husumet bulunan kardeşlerin durumu gibi. Failin yalnızca kendisine değil, aynı ailede yer alan başka birine de zarar vermek suretiyle, “ailevî hayatının” zarar görmesi gerekmektedir. Bunun dışında taksirle gerçekleşen bir olayda, aynı aileden olmayan birisinin zarar görmesi, bazen kişinin aile hayatını derinden etkileyebilirse de bu şekildeki dolaylı bir zarar, altıncı fıkranın uygulanmasını gerektirmeyecektir. Örneğin, failin araç kullanırken kusurlu hareketiyle eşinin akrabası veya çok sevdiği bir arkadaşının ölümüne neden olmasından ötürü, eşiyle boşanmak zorunda kalmaları gibi.

Üçüncü husus, taksirli suçtan “münhasıran failin kişisel ve ailevî hayatının etkilenmiş” olmasıdır: Bu şarttan anlaşılması gereken; taksirli hareket sonucunda ailesinden birisinin zarar görmesi nedeniyle failin ziyadesiyle etkilendiği olayda, fail ile ailevi ilişkisi bulunmayan başka bir kişinin daha zarar görmemesidir. Fail ve ailesi dışında bir kişinin de zarar gördüğü olaylarda ise anılan fıkra hükmü uygulanmayacaktır. Başkalarının zarar görmesinden maksat, fail ve ailesi dışındaki üçüncü kişilerin dolaylı olarak etkilenmesi değil, olaydan bizzat zarar görmesidir. Örneğin, olay sırasında eşinin yanında, akrabası olmayan bir kişinin de öldüğü ya da yaralandığı hâllerde fail bu fıkradan yararlanamayacak, buna karşılık sadece eşinin öldüğü hâllerde, eşinin akrabalarının olay nedeniyle üzülecek olmaları failin altıncı fıkradan yararlanmasına engel teşkil etmeyecektir.

Kanun koyucunun; “münhasıran failin kişisel ve ailevî durumu”ndan söz ederek, “kişisel” ile “ailevî” kelimeleri arasına “ve” bağlacını koymuş olması, ikinci şartın gerçekleşebilmesi için, her üç hususun da birlikte bulunmasının zorunlu olduğunu göstermektedir. TCK’nın 22. maddesinin 6. fıkrasında “münhasıran failin kişisel ve ailevî durumu” ibaresinin kullanılmış olması karşısında, taksirli fiili sonucunda failin kendisi veya ailesinden birisi dışında başkalarının da zarar görmüş olması durumunda; örneğin failin bir yakınının ölmesi veya yaralanması ile birlikte başkalarının da mağduriyeti veya zarar görmesine neden olunmuşsa altıncı fıkra hükmü uygulanamayacaktır. Nitekim öğretideki görüşler de bu doğrultudadır. (Mehmet Emin Artuk- Ahmet Gökcen-Ahmet Caner Yenidünya, Türk Ceza Kanunu Genel Hükümler, 8. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara 2014 s. 357; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Kanunu Genel Hükümler, 6. Baskı, Seçkin Yayınevi, Ankara 2013, s. 230; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Kanunu Özel Hükümler, Seçkin Yayınevi, Ankara 2013, s. 154; Veli Özer Özbek-Mehmet Nihat Kanbur- Koray Doğan-Pınar Bacaksız-İlker Tepe, Türk Ceza Kanunu Genel Hükümler, 4. Baskı, Seçkin Yayınevi, Ankara 2013, s. 511; Veli Özer Özbek-Mehmet Nihat Kanbur-Koray Doğan-Pınar Bacaksız-İlker Tepe, Türk Ceza Kanunu Özel Hükümler, 5. Baskı, Seçkin Yayınevi, Ankara 2013, s. 188; Aytekin Özanlı, Failin Ailevi ve Kişisel Durumunun Taksirli Suçlar Bakımından Değerlendirilmesi, Terazi Hukuk Dergisi, Nisan 2009, s. 32; Mustafa Özen, Ceza Hukukunda Taksir, Adalet Yayınevi, Ankara 2011, s. 215)

Son olarak, bilinçli taksirle altıncı fıkra kapsamında değerlendirilebilecek bir yakınının ölümüne ya da yaralanmasına neden olan fail hakkında, anılan fıkradaki şahsi cezasızlık sebebi değil, yalnızca cezasında indirim hükümleri uygulanacaktır.

Öte yandan, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 85. maddesinin 2. fıkrasında birden ziyade kişinin ölümü ya da bir kişinin ölümüyle birlikte en az biri şikâyetçi olmak şartıyla bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına sebebiyet verilmesi, taksirle ölüme neden olma suçunun daha fazla cezayı gerektiren nitelikli hâli olarak düzenlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında düzenlenen suçta taksirli fiil tek olmakla birlikte, birden fazla kişinin ölümü ya da bir kişinin ölümüyle, en az biri şikâyetçi olmak şartıyla bir veya daha fazla kişinin yaralanması şeklinde meydana gelen iki sonuç cezalandırılmaktadır. TCK’nın 85. maddesinin 2. fıkrasında maddesinde, taksirle yaralama ve ölüm şeklinde netice ikiye bölünerek bunların biri hakkında TCK’nın 22. maddesinin 6. fıkrasının uygulanması mümkün değildir. Ancak sanık ve ölenler arasındaki akrabalık ilişkisi, temel cezanın belirlenmesinde dikkate alınabilecektir.

Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Sanığın kendi yönetiminde ve içinde akrabalarının bulunduğu minibüsle Samsun’un Terme ilçesinden Şanlıurfa’ya gitmek üzere 17.09.2010 tarihinde öğleden sonra yola çıktığı, Adıyaman’a gelindiğinde aracı kullanmak üzere ağabeyisi …’ya verdiği, …’in sevk ve idaresindeki araçla 18.09.2010 tarihinde saat 06.00 sıralarında Şanlıurfa’ya varıldığı, burada kardeşi … ile kardeşinin eşi …’nun düğünlerinin yapıldığı, aynı gün saat 22.30 sıralarında Samsun’a dönmek üzere yine akrabalarıyla birlikte yola çıkan sanığın saat 02.00 sıralarında mola verdiği, ardından yola devam eden sanığın olay yerine geldiğinde direksiyon hakimiyetini kaybederek karşı yön şeridine girdiği, soldan yol dışına çıkıp elektrik direğine çarptığı ve aracın yandığı, sanığın sebebiyet verdiği kaza nedeniyle annesi …, kızı …, kardeşleri … ve …, yeğeni …, halası …ve kardeşinin eşi …’nin öldüğü olayda; sanığın ölenler ile yakınlığı, ekonomik durumu ve ailevi yükümlülükleri gözetildiğinde, annesi …, kızı …, kardeşleri … ve …’in ölümü nedeniyle münhasıran kişisel ve ailevi bakımdan ceza verilmesini gerektirmeyecek derecede mağdur olduğunda tereddüt bulunmasa da, sanığın üçüncü derece kan hısımları olan ve aynı evde ikâmet etmeyen, bakım ve gözetim sorumluluğu altında bulunmayan halası … ve yeğeni … ile ikinci derecede sıhri hısmı olan ve kardeşi ile yaptığı evlilikten önce kendisini tanıdığına dair dosyaya yansıyan bir delil bulunmayıp aynı ailenin üyesi de sayılmayan …’nin ölümleri nedeniyle TCK’nın 22. maddesinin 6. fıkrası kapsamında bir mağduriyetten söz edilemeyeceği, bu ölümlerin, sırf ölümün gerçekleşmesi nedeniyle duyulacak doğal üzüntünün çok üstünde önemli derecede bir üzüntüye ve buna bağlı olarak ayrı bir mağduriyete yol açmayacağı, bu kapsamda sanığın, halası, yeğeni ve kardeşinin eşinin ölümünden dolayı bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede zarar görmediği anlaşıldığından, sanık hakkında TCK’nın 22. maddesinin 6. fıkrasının uygulanma imkânı bulunmadığı kabul edilmelidir.

Bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.

Kayseri Ceza Avukatı

Alanında yetkin Kayseri ceza avukatı kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz; ceza yargılamalarında savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek taraflara avukatlık ve hukuki danışmanlık hizmeti vermektedir.

Ceza davalarında gerekli başvuru veya itirazların zamanında ve usulüne uygun yapılması açısından alanında uzman bir Kayseri ceza avukatı veya ağır ceza avukatından hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Yargılama sırasında herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için güncel mevzuat ve Yargıtay kararlarının takip edilmesi önem arz etmektedir. 

Alanında yetkin Kayseri Avukat kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz, savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde taraflara hukuki yardım sunmaktadır. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde herhangi bir mağduriyete veya hak kaybına uğramamak için gerekli başvuruların zamanında ve usulüne uygun yapılması büyük önem arz etmektedir. Bu süreçte, alanında uzman bir avukattan hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Zülküf Arslan Hukuk Bürosu olarak; Yalçınkaya Kararı başta olmak üzere AİHM kararlarının Türkçe çevirilerini yapan Eski AİHM Hukukçusu Dr. Orhan Arslan koordinatörlüğünde müvekkillerimize Anayasa Mahkemesi ve AİHM başvurusunun yanı sıra emsal AYM ve AİHM Kararları çerçevesinde yeniden yargılama başvurusu hususunda da hukuki destek vermekteyiz.

Kayseri ceza avukatı veya Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’ne başvuru yapmak ve süreci takip etmek için bir avukat arıyorsanız 15 yılı aşkın deneyimi ile avukat kadromuzdan dava süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile başvuru ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz.