Bilinçli Taksirle Ölüme Neden Olma

Bilinçli Taksirle Ölüme Neden Olma - Kayseri Ceza Avukatı - Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Bilinçli Taksirle Ölüme Neden Olma

Alanında yetkin Kayseri Ceza Avukatı kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Bürosu olarak, savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin etmek için gerçek ve tüzel kişilere yönelik her türlü suç isnadı, cezai şikâyet, kovuşturma, soruşturma ve diğer ceza davası konularında müvekkillerimize avukatlık ve hukuki danışmanlık hizmetleri sunmaktayız.

Türk Ceza Kanunu’nda taksir; “basit” ve “bilinçli” taksir olarak ikili bir ayrıma tabi tutulmuş, 22. maddesinin üçüncü fıkrasında bilinçli taksir; “kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi” şeklinde tanımlanmış, bilinçli taksir hâlinde taksirli suça ilişkin cezanın üçte birden yarıya kadar arttırılacağı öngörülmüştür. Basit taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayırt edici ölçüt; taksirde failin öngörülebilir nitelikteki neticeyi öngörmemesi, bilinçli taksir hâlinde ise bu neticeyi öngörmüş olmasıdır.

Failin gerçekleştirdiği bir eylemde, kastettiğinden daha ağır veya başka bir sonucun meydana gelmesi hâlinde, sorumlu tutulabilmesi için, netice bakımından en azından taksirle hareket etmiş olmasının kabulü gerekmektedir. Fail, bu sonucun meydana gelmesinden taksirle bile sorumlu tutulamıyorsa, objektif sorumluluğun kaldırılmasının doğal bir sonucu olarak, sadece nedensellik bağının bulunuyor olması, neticeden sorumlu tutulması için yeterli olmayacaktır.

Yargılama sırasında herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için güncel mevzuat ve Yargıtay kararlarının takip edilmesi önem arz etmektedir. Gerekli başvuru veya itirazların zamanında ve usulüne uygun yapılması ve herhangi bir hak kaybı yaşanmaması açısından alanında uzman bir avukattan hukuki yardım almaları faydalı olacaktır.

Kayseri Ceza Avukatı kadromuzdan olası kastla adam öldürme suçu ile ilgili dava süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile dava ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz.

Bilinçli Taksirle Ölüme Neden Olma Halinde Haksız Tahrik Uygulanabilir mi?

Yargıtay Ceza Genel Kurulu

Esas No: 2015/695 Karar No: 2019/128

Kararı Veren Yargıtay Dairesi: 1. Ceza Dairesi

Mahkemesi: Ağır Ceza Mahkemesi

Özet: Öldürme fiilinin taksirle de işlenebilen bir suç olması, sanığın olay tarihinde tartıştığı ölenin göğsüne vurması şeklindeki hareketinin iradi bir hareket olması, sanığın ölüm neticesini istediğine dair bir tespitin yapılamaması, sanığın hareketi ile ölüm sonucu arasında nedensellik bağının bulunması hususları ile 55 yaşında olan sanığın yaşam tecrübesi gözetilip ortak tecrübeler de dikkate alındığında; sanığın 24.08.2010 tarihli oturumda da bizzat ifade ettiği şekilde önceden tanıdığı ve kalp rahatsızlığı olduğunu bildiği 44 yaşındaki bir kişinin göğsüne vurulması neticesinde ölüm sonucunun meydana gelebileceğini öngörmesi gerektiği, bu şekilde sanığın istemediği, ancak öngördüğü ölüm sonucunun meydana gelmesine yol açan eyleminin, bilinçli taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir.

İçtihat Metni

Sanık … hakkında kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda, sanığın eyleminin bilinçli taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçunu oluşturduğu kabul edilerek 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 22/3, 86/2. maddeleri delaletiyle aynı Kanun’un 85/1 ve 62. maddeleri uyarınca 2 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin … 1. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 10.11.2010 tarihli ve … sayılı hükmün, sanık müdafisi ve katılanlar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 18.10.2011 tarih ve 5099-6082 sayı ile;

“… A) Taraflar arasında aynı olay içinde meydana geldiği ileri sürülen yaralama, mala zarar verme, 6136 sayılı Kanun’a aykırılık suçlarından açılan ve Kartal 4. Asliye Ceza Mahkemesinin 2008/102 esas sırasında kayıtlı bulunan dava dosyasıyla bu dava dosyasının birleştirilmesi, dosyada karar verilmiş ve kesinleşmiş ise söz konusu dosyanın Yargıtay denetimine esas olacak biçimde dosya içine konulması, kanıtların birlikte değerlendirilmesi, sonucuna göre sanıkların hukuki durumlarının saptanması gerektiğinin düşünülmemesi,

B) Dairemizce de benimsenen Ceza Genel Kurulunun 08.06.2010 gün 2010/1-35-140 sayılı kararında da belirtildiği üzere aynı olayda yargılanan sanıklar ….., ….. ve…. arasında menfaat uyuşmazlığı bulunduğu anlaşıldığı hâlde, sanıkların aynı müdafiler tarafından savunmalarının yapılması suretiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 152 ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 38. maddelerine aykırı davranılması,”

isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.

Bozmaya uyularak dosyaların birleştirilmesiyle yapılan yargılama sonucunda dosyanın devredildiği … 1. Ağır Ceza Mahkemesince 19.02.2013 tarih ve … sayı ile; sanığın bilinçli taksirle ölüme neden olma suçundan TCK’nın 22/3 ve 86/2. maddeleri delaleti ile aynı Kanun’un 85/1, 22/3 ve 62. maddeleri uyarınca 3 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmedilmiş, bu hükmün de sanık müdafisi ve katılanlar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 23.12.2014 tarih ve 3743-6484 sayı ile onanmasına karar verilmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın İtirazı

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 27.04.2015 tarih ve … sayı ile;

“…Uyuşmazlığın taraflarından U… ailesi ile maktulün mensup olduğu B… ailesinin özel halk otobüsü işletmeciliği yaptıkları ve birbirlerini tanıdıkları, olay günü U… ailesine ait otobüsün …’a ait evin kapısının önüne park edilmesi nedeniyle her iki aile üyeleri arasında tartışma ve bilahare kavga meydana geldiği, araya tanıdık kişilerin de girmesiyle sanık …’ın meydana gelen husumeti ortadan kaldırmak maksadıyla tanık … ve … ile birlikte B… ailesine mensup kişilerin yazıhanesine gittikleri meydana gelen kavga olayını görüştükleri, bu sırada yazıhanenin dışında her iki aile mensuplarının toplanmış olduğu, dışarıda bulunan U… ailesine mensup …’ın, B… ailesine destek amacıyla olay yerine gelen … isimli şahsa ‘Sen olaya karışma’ dediği ve Y…’a kafa vurması üzerine, yazıhane dışında bulunan her iki aile mensupları arasında kavga meydana geldiği anlaşılmaktadır. Oluşa da uygun düşen Mahkemenin kabulüne göre, sanık … bu kavgayı yatıştırmaya çalışmış, ancak başarılı olamamış, kavga sırasında … tabanca ile yakın mesafeden ateş ederek …’ı öldürmüş, sanık … ise yine tabanca ile …’a ateş ederek hayati tehlike geçirecek şekilde yaralamıştır. Bunun üzerine sanık …, öldürme ve öldürmeye teşebbüs suçunun sanıklarıyla aynı safta kavgaya iştirak eden …’un göğüs bölgesine vurmak suretiyle TCK’nın 86/2. maddesi kapsamında kalacak şekilde yaralamış, …, kendisinde var olan kronik kalp damar hastalığının yaralamanın etkisi ve olayın efor ve stresiyle aktif hâle gelmesi sonucu ölmüştür.

Mahkeme, sanık …’ın haksız tahrik altında atılı suçu işlediğini kabul etmiş, ancak olası kast hükümleriyle haksız tahrik hükümlerinin birlikte uygulanamayacağı gerekçesiyle sanık hakkında haksız tahrik hükümlerini uygulamamıştır. Oysa, sanık meydana gelen ölüm neticesi bakımından taksiri nedeniyle sorumlu tutulmakta ise de sanığın temel eyleminin kasten yaralama olduğu dikkate alınarak, yukarıda özetlenen şekilde başlayan, gelişen ve sonuçlanan olayda sanık hakkında haksız tahrik hükümlerinin uygulanması gerekmektedir. (Yüksek Yargıtay 1. Ceza Dairesi de sanığın TCK’nın 86/2 ve 22/2. maddeleri yollamasıyla TCK’nın 85/1. maddesi uyarınca cezalandırıldığı olayda sanık hakkında haksız tahrik hükümlerinin uygulandığı bir hükmü bu sebeple hukuka aykırı görmemiştir. Yargıtay 1. CD 18.9.2012, 2009/6031 E, 2012/6559 K.; Ayrıca bkz. Seydi Kaymaz, Kasten Yaralama Sonucu Ölüme Neden Olma (Neticesi Sebebiyle Ağırlaşan Yaralama, Adalet Yayınevi, Ankara 2009, s.140.) Mahkemece temel suç olan kasten yaralama dikkate alınarak sanık hakkında haksız tahrik hükümlerinin uygulanması yerine esasen olayda uygulanma yeri bulunmayan olası kast hükümleriyle haksız tahrik hükümlerinin birlikte uygulanamayacağı şeklindeki gerekçe ile sanık hakkında haksız tahrik hükümlerinin uygulanmamasının usul ve yasaya aykırı olduğu,”

görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 1. Ceza Dairesince 01.07.2015 tarih ve 2591-4212 sayı ile itiraz nedeninin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

İtirazın kapsamına göre inceleme sanık … hakkında bilinçli taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçundan kurulan mahkûmiyet hükmü ile sınırlı olarak yapılmıştır.

Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; bilinçli taksirle bir kişinin ölümüne neden olan sanık hakkında haksız tahrik hükmünün uygulanma koşullarının bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkin ise de uyuşmazlık konusunun görüşülmesi sırasında bir kısım Ceza Genel Kurulu Üyeleri tarafından talep edilmesi üzerine Ceza Genel Kurulu Başkanı tarafından uyuşmazlık, sanığın eyleminin bilinçli taksirle mi yoksa basit taksirle mi bir kişinin ölümüne neden olma suçunu oluşturduğu, ölenden sanığa yönelen haksız tahrik oluşturan bir davranış bulunup bulunmadığı, şeklinde yeniden belirlenmiş olup uyuşmazlık konuları bu doğrultuda değerlendirilmiştir.

İncelenen dosya kapsamından;

02.09.2007 tarihli olay yeri inceleme raporunda; İstanbul ili, … Mahallesinde ikamet eden ve sahip oldukları otobüs ve dolmuşlarla yolcu taşımacılığı yapmalarından kaynaklanan iş rekabeti nedeniyle aralarında anlaşmazlık bulunan U… ve B… aileleri arasında, 02.09.2007 tarihinde saat 20.00 sıralarında çıkan ve çok sayıda kişinin katıldığı kavga sırasında taş, sopa ve ateşli silahların kullanıldığı, kavga sırasında sanık …’ın yeğeni …’ın ateşli silah yaralanması sonucu hayatını kaybettiği, olay yerinde 10 adet boş kovana rastlanıldığının,

Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Kartal Adli Tıp Şube Müdürlüğünce düzenlenen adli raporlarda; sanığın oğlu …’ın sol bacağına isabet eden ateşli silah mermi çekirdeği ile 5. derecede yaşamsal fonksiyonlara etkili kemik kırığı oluşacak şekilde, sanığın yeğenlerinden …’ın sağ bacak diz altına, …’ın ise sol bacağına isabet eden ateşli mermi çekirdekleri ile basit bir tıbbi müdahale ile giderilemez şekilde, …’ın bel kısmından aşağısında oluşan parapleji nedeniyle iyileşme olanağı bulunmayan bir hastalık doğuracak ve yaşamsal tehlike geçirecek şekilde ateşli silah mermi çekirdeği ile yaralandıklarının,

Ölen hakkında 03.09.2007 tarihinde Delta Hospital tarafından düzenlenen raporda; sağ bacağından darp nedeni ile Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesine götürülen ölende, acil serviste kardiyak arrest geliştiğinin, ölene CPR uygulandığı, orotrakeal yol ile entübe edildiği, mekanik ventilasyon gereken ölenin şuurunun kapalı olduğunun, ağrılı uyaranlara yanıt vermediğinin, solunum seslerinin kaba, ağız içinde bol sekresyon bulunduğunun,

Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesince düzenlenen 07.12.2007 tarihli otopsi raporunda; 164 cm boyunda, 77 kg ağırlığında, 45-50 yaşlarındaki erkek cesedinde, sağ bacak orta ön bölümde 3 cm uzunluğunda sütüre kesi, her iki dirsek iç büklümde ve her iki el sırtında etrafı ekimozlu iğne izleri bulunduğu, bunun dışında ölenin vücudunda başkaca travmatik değişim görülmediği, 02.09.2007 tarihinde meydana gelen kavga sırasında göğsünden yumrukla darbedilip yere düşen ve akabinde kaldırıldığı hastanede kalp krizi geçirdiği belirlenen ve tedavi gördüğü hastanede olaydan beş gün sonra 07.09.2007 tarihinde öldüğü bildirilen ölenin ölüm sebebi hakkında Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulundan görüş alınmasının,

Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulunca düzenlenen 17.12.2007 tarihli raporda; 02.09.2007 tarihinde karıştığı kavgada göğsüne yumrukla vurulduğu, kaldırıldığı hastanede öldüğü bildirilen ölen hakkındaki adli ve tıbbi belgelerdeki veriler değerlendirildiğinde, otopside sağ bacakta tanımlanan travmatik lezyonun ölüme neden olabilecek nitelikte olmayıp kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olduğunun, kişide kronik bir kalp damar hastalığı bulunduğu ve ölümün kendinde mevcut kronik kalp damar hastalığının sorulduğu üzere göğüs bölgesine denk gelen küt travma ve/veya karıştığı olayın efor ve stresi ile aktif hâle geçmesine bağlı dolaşım, solunum durmasının sonucunda beynin oksijensiz kalması ve bundan gelişen komplikasyonlar sonucu meydana gelmiş olduğunun, olay ile ölüm arasında illiyet bağı bulunduğunun ancak alt bacakta tanımlanan travmatik değişimin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte bulunduğunun,

Sanık hakkında Kartal Adli Tıp Şube Müdürlüğünce düzenlenen 19.09.2007 tarihli raporda; sanığın sol omzunda, göğüs duvarında ağrı ve ekimoz, sol omuzda şişlik ve ağrı, yumuşak doku kontüzyonu mevcut olduğu, sanıktaki yaralanmanın kişinin yaşamını tehlikeye sokmadığı ve basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte hafif olduğunun,

Belirtildiği anlaşılmıştır.

Katılan … Cumhuriyet Başsavcılığında ve Mahkemede; ölenin eşi olduğunu, olay günü saat 19.30 sıralarında silah sesleri duyduğunu, aşağı indiğinde ellerinde taş, sopa ve patlayıcı maddeler bulunan kalabalık bir grup gördüğünü, kalabalığın kulübeye saldırdığını, öleni yaralı hâlde …’un yazıhanesinin önünde gördüğünü, kötü hâldeki eşi kendine geldiğinde kendisine kimin vurduğunu sorduğunu, eşinin “… ve yeğenleri vardı” şeklinde cevap verdiğini, olay yerinin çok kalabalık olduğunu, ölenin şeker hastası olduğunu, kalp rahatsızlığının bulunmadığını, eşini öldürenlerden şikâyetçi olduğunu,

Katılan … Cumhuriyet Başsavcılığında; ölenin kızı olduğunu, olayı görmediğini, hastanede gördüğü babasının kendisine “Omzuma, bacağıma, göğsüme vurdular.” dediğini, kimin vurduğunu söyleyemeden komaya girdiğini, mahkemede; hastanede gördüğü babasının, sanık …’ın sopayla ayağına vurduğunu söylediğini, ilk ifadesinde şaşırdığı için o şekilde beyanda bulunduğunu,

Katılanlar A.. ve … Cumhuriyet Başsavcılığında benzer şekilde; ölenin kızları olduklarını, olay sırasında 6-7 kişinin öleni aralarına almış tekme, tokat ve sopa ile vurarak darbettiklerini, vuran kişileri ismen tanımadıklarını, …

İfade etmişlerdir.

Sanık müdafisi 22.10.2010 tarihli dilekçesinde; ölenin ırsi olarak şeker hastası olduğunu, yıllardan beri kalp ve damar hastalığı bulunduğunu, bu nedenle minibüsçülüğü bırakarak stressiz bir iş olan Tekel büfesi işletmeye başladığını ileri sürmüş,

Sanık … kollukta; olay günü sabah saat 11.00 sıralarında oğlu …’ın kendisini telefonla aradığını, “B… ailesine mensup kişilerce darbedildiğini” söylediğini, olay yerine giderek karşı tarafla anlaştıklarını ve olayı kapattıklarını, akşam tekrar görüşüp barışmayı kararlaştırdıklarını, saat 19.00 sıralarında B…’lara ait büroya gittiğini, oğullarını ise “İşaret ettiğimde gelip barışırsınız” diyerek yandaki kahvehaneye gönderdiğini, B…’ların bürosunda kendisine ikram edilen çayı içtiğini, barışmak maksadıyla bekleyen çocuklarına gelmeleri için işaret verdiği sırada … ile …’un silahlarını çıkararak yeğeni Umut’a ateş ettiklerini, toplam beş silahtan ateş edildiğini, oğlu Murat’a sopalarla vurulduğunu, yerdeki oğlunu korumak için üzerine kapandığını, yaralandığını, B…’ların kendi bürolarına taş ve sopa ile zarar verdiklerini, Cumhuriyet Başsavcılığında; olay sırasında kimseye sopayla vurmadığını, mahkemede; ölenin kavga mahalline gelemeden evine 50 metre mesafede kalp krizi geçirdiğini duyduğunu, ölene vurulduğunu da görmediğini, 24.08.2010 tarihli oturumda; minibüsle yolcu taşımacılığı yapan öleni tanıdığını, ölenin kalp hastası olduğunu önceden duyduğunu,

10.11.2010 tarihli oturumda; suçsuz olduğunu savunmuştur.

Uyuşmazlık konularında isabetli bir hukuki çözüme ulaşılabilmesi bakımından, ilgili yasal düzenlemelerin incelenmesinde yarar bulunmaktadır.

765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda objektif sorumluluk esasına dayanan düzenlemelere yer verilmiş iken, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda objektif sorumluluk esası benimsenmemiştir. Suçu, “kanunda tanımlanmış bir haksızlık” olarak öngören yeni suç teorisinde, bir hareketi yapan kişi, bu hareketin tüm sonuçlarından her şartta sorumlu tutulmamakta, bir başka anlatımla “kusursuz sorumluluk” terk edilmiş olmaktadır. (İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8. Bası, s.161.)

(Mülga) 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’ndaki objektif sorumluluk esasının yerine 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda haksızlığın bir gerçekleştirilme şekli olarak kast-taksir kombinasyonuna, yani netice sebebiyle ağırlaşmış suçlara yer verilmiştir. Bu nedenle uyuşmazlığın çözümü için, 5237 sayılı TCK’nın hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde, suçun manevi unsurları arasında gösterilen kast-taksir kombinasyonu, yani netice sebebiyle ağırlaşmış suç üzerinde durulmalıdır.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Netice sebebiyle ağırlaşmış suç” başlıklı 23. maddesinde yer alan düzenlemeye göre;

“(1) Bir fiilin, kastedilenden daha ağır veya başka bir neticenin oluşumuna sebebiyet vermesi hâlinde, kişinin bundan dolayı sorumlu tutulabilmesi için bu netice bakımından en azından taksirle hareket etmesi gerekir.”

Buna göre; failin gerçekleştirdiği bir eylemde, kastettiğinden daha ağır veya başka bir sonucun meydana gelmesi hâlinde, sorumlu tutulabilmesi için, netice bakımından en azından taksirle hareket etmiş olmasının kabulü gerekmektedir. Fail, bu sonucun meydana gelmesinden taksirle bile sorumlu tutulamıyorsa, objektif sorumluluğun kaldırılmasının doğal bir sonucu olarak, sadece nedensellik bağının bulunuyor olması, neticeden sorumlu tutulması için yeterli olmayacaktır.

Öğretide, neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçun, gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç ve görünüşte ya da gerçek olmayan neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç olarak iki farklı şeklinin bulunduğu kabul edilmektedir. Gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlarda, failin hareketi sonucunda kastettiğinden daha ağır bir netice ortaya çıkmakta olup, gerçekleşen aşırı netice dolayısıyla bağımsız bir suç tipi ortaya çıkmaktadır. Örneğin, yaralama suçunda mağdurun ölmesi, gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç hâlidir. Görünüşte neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlarda ise, failin hareketi sonucunda suçun oluşması için aranan neticeden başka, niteliği de farklı olan daha ağır bir netice ortaya çıkmakta olup, gerçekleşen aşırı netice dolayısıyla temel suç niteliği aynı kalmakla beraber yalnızca ceza ağırlaştırılmaktadır. Örneğin, cinsel saldırı suçunda mağdurun bitkisel hayata girmesi, görünüşte neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç hâlidir. (Hamide Zafer, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayınevi, 5. Bası, İstanbul 2015, s.286 vd.; Mehmet Emin Artuk, ….. Gökcen, A.Caner Yenidünya, TCK Şerhi, Turhan Kitabevi, Ankara 2009, c.3, s.2484 vd.)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 23. maddesinde düzenlenmiş bulunan neticesi sebebiyle ağırlaşmış suça ilişkin genel kuralın, özel hükümler arasında kendisine yer bulduğu maddelerin başında gelen TCK’nın 87. maddenin 4. fıkrası; “Kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmişse, yukarıdaki maddenin birinci fıkrasına giren hallerde sekiz yıldan oniki yıla kadar, üçüncü fıkrasına giren hallerde ise oniki yıldan onaltı yıla kadar hapis cezasına hükmolunur” şeklindedir. TCK’nın 87. maddesinin dördüncü fıkrasının uygulanabilmesi bakımından ayırıcı ölçüt yaralanmanın ağırlığı olup ölüm neticesini meydana getiren yaralanmanın TCK’nın 86. maddesinin birinci fıkrası kapsamında bir yaralanma olması gerekmektedir. Bu nedenle TCK’nın 86. maddesinin ikinci fıkrası kapsamındaki kişi üzerindeki etkisi basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olan kasten yaralama fiilinin işlenmesi sırasında aynı maddenin üçüncü fıkrasının da ihlal edilmesi ve fiil sonucu ölüm neticesinin meydana gelmesi ihtimalinde TCK’nın 87. maddesinin dördüncü fıkrasının uygulanma imkânı bulunmamaktadır.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Taksirle Öldürme” başlıklı 85. maddesinin birinci fıkrasında yer alan düzenlemeye göre;

“Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

Bu aşamada uyuşmazlığın sağlıklı bir hukuki çözüme kavuşturulabilmesi bakımından taksir ve unsurları üzerinde de durmak gerekecektir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde “kanunda tanımlanmış haksızlık” olarak ifade edilen suç; kural olarak ancak kastla, kanunda açıkça gösterilen hâllerde ise taksirle de işlenebilir. İstisnai bir kusurluluk şekli olan taksirde, failin cezalandırılabilmesi için mutlaka kanunda açık bir düzenleme bulunması gerekmektedir.

5237 sayılı TCK’nın 22/2. maddesinde taksir; “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın, suçun yasal tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi” şeklinde tanımlanmıştır. Toplumsal yaşamda belli faaliyetlerde bulunan kimselerin başkalarına zarar vermemek için birtakım önlemler alma ve bazı davranış kurallarına uyma zorunlulukları bulunmaktadır. Bu kurallar toplum olarak yaşama mecburiyetinden doğabileceği gibi, Devletin müdahalesiyle de ortaya çıkabilmektedir. Taksirli suç, bu kuralların ihlal edilmesi sonucu belirmekte, fail; dikkatli, tedbirli ve öngörülü davranmamış olduğu için cezalandırılmaktadır. Bu bakımdan sorumluluğun nedeni, öngörebilme imkân ve ödevinin varlığına rağmen, sonuca iradi bir hareketle neden olmaktan kaynaklanmaktadır.

Ceza Genel Kurulunun birçok kararında vurgulandığı ve öğretide de benimsendiği üzere taksirli suçlarda aranması gereken hususlar;

1. Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması,

2. Hareketin iradi olması,

3. Sonucun istenmemesi,

4. Hareket ile sonuç arasında nedensellik bağının bulunması,

5. Sonucun öngörülebilir olmasına rağmen öngörülmemiş olması,

Şeklinde kabul edilmektedir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nda taksir; “basit” ve “bilinçli” taksir olarak ikili bir ayrıma tabi tutulmuş, 22. maddesinin üçüncü fıkrasında bilinçli taksir; “kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi” şeklinde tanımlanmış, bilinçli taksir hâlinde taksirli suça ilişkin cezanın üçte birden yarıya kadar arttırılacağı öngörülmüştür.

Basit taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayırt edici ölçüt; taksirde failin öngörülebilir nitelikteki neticeyi öngörmemesi, bilinçli taksir hâlinde ise bu neticeyi öngörmüş olmasıdır.

Bilinçli taksirde gerçekleşen sonuç, fail tarafından öngörüldüğü hâlde istenmemiştir. Gerçekten neticeyi öngördüğü hâlde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta kendi beceri veya bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin tehlikelilik hâli, bunu öngörememiş olan kimsenin tehlikelilik hâli ile bir tutulamayacaktır. Neticeyi öngören kimse, ne olursa olsun bu sonucu meydana getirecek harekette bulunmamakla yükümlüdür.

Öte yandan tahrik kelimesi, sözlüklerde hareket hâlinde olmayan bir şeyi harekete geçirme, kımıldatma, kışkırtma olarak tanımlanmıştır. (Türk Dil Kurumu Güncel Sözlüğü, Kubbealtı Lügati)

İnsanın dış dünyaya yansıyan davranışlarını esas alan ceza hukuku, onun davranışlarında iç dünyasının, o anki ruh hâlinin ve genel psikolojik özelliklerinin önemi bulunduğunu kabul ederek bu psikolojik durumlara belli bir hukuki değer vermektedir. Bu itibarla modern ceza hukuku sadece işlenen suçu değil, suçun işlenmesinde etkili olan nedenleri göz önünde bulundurarak cezalandırma yoluna gitmektedir. (Devrim Aydın, Yeni Türk Ceza Kanunu’nda Haksız Tahrik, AÜHFD, 2004, C. 54, s.225.)

Haksız hareketin kişi üzerinde ve onun psikolojik aleminde bir tepki doğuracağını kabul eden modern ceza hukuku, failin bu durumunu değerlendirmekte, cezai sorumluluğunu azaltan bir sebep olarak görmektedir. Failin bu subjektif durumuna önem veren çeşitli ülkelerin ceza kanunlarında, failin cezasında belli oranlarda indirim yapılması esası kabul edilmiştir. (M. Muhtar Çağlayan, Yargıtay İçtihatları Işığında Haksız Tahrik üzerine Bir İzah Denemesi, Adalet Dergisi, Ocak –Şubat, 1982, S.1, s.14.)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 29. maddesinde de haksız tahrik, ceza sorumluluğunu azaltan bir neden olarak hüküm altına alınmıştır;

“Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onsekiz yıldan yirmidört yıla ve müebbet hapis cezası yerine oniki yıldan onsekiz yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hâllerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir.”

Ceza sorumluluğunu azaltan bir neden olarak düzenlenen haksız tahrik, kişinin haksız bir fiilin kendisinde meydana getirdiği hiddet ya da şiddetli elemin etkisi altında suç işlemesi durumunda kusur yeteneğindeki azalmayı ifade etmektedir. Bu hâlde fail, suç işleme yönünde önceden bir karar vermeden, dışarıdan gelen etkinin ruhsal yapısı üzerinde meydana getirdiği karışıklığın neticesi olarak bir suç işlemeye yönelmektedir. Bu yönüyle haksız tahrik, kusurun irade unsuru üzerinde etkili olan nedenlerden biridir. Başka bir anlatımla, haksız tahrik hâlinde failin iradesi üzerinde zayıflama meydana gelmekte, böylece haksız fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altındaki kişinin suç işlemekten kendisini alıkoyma yeteneği önemli ölçüde azalmaktadır.

Ceza Genel Kurulunun istikrar kazanmış kararları ile öğretide de kabul gören görüşler doğrultusunda haksız tahrik hükmünün uygulanabilmesi için;

Tahriki oluşturan haksız bir fiil bulunmalı,

Fail öfke veya şiddetli elemin etkisi altında kalmalı,

Failin işlediği suç bu ruhsal durumunun tepkisi olmalı,

Haksız tahrik teşkil eden eylem mağdurdan sâdır olmalıdır.

01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda, 765 sayılı Kanun’da yer alan “ağır – hafif tahrik” ayırımına son verilerek; tahriki oluşturan eylem, somut olayın özelliklerine göre hâkim tarafından değerlendirilip, sanığın iradesine etkisi göz önünde bulundurulmak suretiyle, maddede gösterilen iki sınır arasında belirlenen oranda cezasından makul bir indirim yapılacağı hüküm altına alınmıştır.

Haksız tahrik hükmünün uygulanabilmesi açısından, failin suçu ilk haksız fiilin doğurduğu öfke veya şiddetli elemin etkisiyle işleyip işlememesi önemlidir. Mağdur ya da ölenden gelen haksız hareketin psikolojik etkisinin devam ettiğinin kabulünde zorunluluk bulunan hâllerde, haksız tahrik hükmünün uygulanması gerekmektedir.

Karşılıklı tahrik oluşturan eylemlerin varlığı hâlinde, fail ve mağdurun yek diğeri yönünden tahrik oluşturan bu haksız davranışları birbirlerine oranla değerlendirilmeli, öncelik-sonralık durumları ile birbirlerine etki-tepki biçiminde gelişip gelişmediği göz önünde tutulmalı, ulaştıkları boyutlar, vahamet düzeyleri, etkileri ve dereceleri gibi hususlar dikkate alınmalı, buna göre; etki-tepki arasında denge bulunup bulunmadığı gözetilerek, failin başlangıçtaki haksız davranışına gösterilen tepkide aşırılık ve açık bir oransızlık saptanması hâlinde, failin haksız tahrik hükümlerinden yararlandırılması yoluna gidilmelidir.

Bu açıklamalar ışığında, uyuşmazlık konularının sırasıyla değerlendirilmesinde fayda bulunmaktadır.

1) Sanığın eyleminin bilinçli taksirle mi yoksa basit taksirle mi bir kişinin ölümüne neden olma suçunu oluşturduğu;

Sanık …’ın İstanbul ili, Kartal ilçesi, … Mahallesinde ikamet ettiği ve sahip olduğu araçlarla şehir içi yolcu taşımacılığı yaptığı, oğulları, akrabaları ve yakın çevresinden kişileri de bu araçlarda şoför, muavin ve biletçi gibi çeşitli işlerde çalıştırdığı, ölen …’un mensubu olduğu B… ailesinin de sanık gibi sahip oldukları araçlarla yolcu taşımacılığı yaptıkları, bu nedenle U… ve B… ailelerine mensup kişiler arasında iş rekabetinden kaynaklanan anlaşmazlıklar bulunduğu, olay günü sabah saatlerinde sanığa ait bir otobüsün ölenin mensup olduğu B… ailesine ait fertlerin ikamet ettiği B… Apartmanının önüne park edilmesi nedeniyle sanığın akraba ve çalışanları ile ölenin akrabaları arasında tartışma çıktığı, tartışmanın kavgaya dönüşmesi üzerine olaya müdahale eden kolluk kuvvetlerinin telkiniyle ve olay yerine çağrılan sanık …’ın B… ailesine mensup kişilerle görüşmesi sonucu olayın yatıştırıldığı, sanık …’ın aradaki anlaşmazlığı sonlandırmak için olay akşamı B… ailesi mensupları ile barışmanın sağlanmasına yönelik görüşmeyi kararlaştırdıkları, olay günü saat 19.00 sıralarında … Mahallesinde bulunan ve B… ailesince yazıhane olarak kullanılan yere gelen sanık …’ın, oğulları, akrabaları ve çalışanlarından oluşan gruba yakınlarda beklemelerini söyleyerek tanık … ile birlikte yazıhaneye girdiği, burada kendisine ikram edilen çayı içerek barışmaya yönelik olarak ….., …..,…. ve … ile yaklaşık on dakika kadar görüştüğü, görüşmenin sonlarına doğru …’ın yanına çağırdığı …’e hakaret edip Yılmaz’ı darp etmesi ile her iki aileye mensup dışarıda bekleyen kalabalık gruplar arasındaki gerilimin kavgaya dönüştüğü, kavga sırasında U… Ailesine mensup kişilerin sopa ve taşlarla B…’lara ait yazıhaneye zarar vermeye başladıkları, yazıhanenin dışına çıkan ….., ….. ve …’un taşıdıkları silahları çıkararak ateş ettikleri, açılan bu ateş sonucu sanık …’ın yeğeni …’ın ateşli silah yaralanması sonucu hayatını kaybettiği, oğlu …’ın sol bacağına isabet eden ateşli silah mermi çekirdeği ile yaşamsal fonksiyonlarını ağır derecede etkileyecek nitelikteki kemik kırığı şeklinde yaralandığı, sanığın yeğeni …’ın ise meydana gelen nörolojik tablo sonucu iyileşme olanağı bulunmayan bir hastalık niteliğinde ve yaşamsal tehlikeye yol açacak şekilde yaralandığı, Tekel bayisi işleten ölen …’un da olayı duyarak akrabalarının taraf olduğu kavganın meydana geldiği yere gittiği, her iki aileye mensup onlarca kişinin karıştığı kavga sırasında sanık …’ın olay yerinde bulunan ve önceden kalp rahatsızlığı bulunduğunu bildiği, 44 yaşındaki ölen …’un göğsüne vurduğu, kronik kalp damar hastalığının ölenin göğüs bölgesine denk gelen bu küt travma ve/veya karıştığı olayın efor ve stresi ile aktif hâle geçmesine bağlı dolaşım, solunum durmasının sonucunda beynin oksijensiz kalması ve bundan dolayı gelişen komplikasyonlar sonucu …’un hayatını kaybettiği, olay ile ölüm arasında illiyet bağının bulunduğu, ölenin vücudundaki travmatik değişimin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olduğu anlaşılan olayda; öldürme fiilinin taksirle de işlenebilen bir suç olması, sanığın olay tarihinde tartıştığı ölenin göğsüne vurması şeklindeki hareketinin iradi bir hareket olması, sanığın ölüm neticesini istediğine dair bir tespitin yapılamaması, sanığın hareketi ile ölüm sonucu arasında nedensellik bağının bulunması hususları ile 55 yaşında olan sanığın yaşam tecrübesi gözetilip ortak tecrübeler de dikkate alındığında, sanığın 24.08.2010 tarihli oturumda da bizzat ifade ettiği şekilde önceden tanıdığı ve kalp rahatsızlığı olduğunu bildiği 44 yaşındaki bir kişinin göğsüne vurulması neticesinde ölüm sonucunun meydana gelebileceğini öngörmesi gerektiği, bu şekilde sanığın istemediği ancak öngördüğü ölüm sonucunun meydana gelmesine yol açan eyleminin, bilinçli taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir.

2) Ölenden sanığa yönelen haksız tahrik oluşturan bir davranış bulunup bulunmadığı;

Bir numaralı uyuşmazlık konusunda anlatıldığı şekilde gerçekleşen olayda; yakınlarının da taraf olduğu kavganın yapıldığı mahale giden ölenin olay yerinde bulunanlara vurduğuna, hakaret ettiğine, kavgaya katıldığına veya haksız fiil oluşturabilecek herhangi bir davranışta bulunduğuna ilişkin hiçbir tanık beyanı veya delil bulunmadığının anlaşılması karşısında ölenden kaynaklanan ve sanığa yönelen herhangi bir haksız fiil bulunmayan sanık hakkında haksız tahrik hükmünün uygulanma koşullarının oluşmadığı kabul edilmelidir.

Bu itibarla, haklı nedene dayanmayan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.

Somut olayda ölenden kaynaklanan ve sanığa yönelen herhangi bir haksız fiil bulunmadığı, bu nedenle sanık hakkında haksız tahrik hükmünün uygulanma koşullarının mevcut olmadığı sonucuna ulaşıldığından, taksirli suçlarda haksız tahrik hükmünün uygulanıp uygulanmayacağının, ayrıca tartışılmasına gerek görülmemiştir.

Kayseri Ceza Avukatı

Alanında yetkin Kayseri ceza avukatı kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz; ceza yargılamalarında savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek taraflara avukatlık ve hukuki danışmanlık hizmeti vermektedir.

Ceza davalarında gerekli başvuru veya itirazların zamanında ve usulüne uygun yapılması açısından alanında uzman bir Kayseri ceza avukatı veya ağır ceza avukatından hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Yargılama sırasında herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için güncel mevzuat ve Yargıtay kararlarının takip edilmesi önem arz etmektedir. 

Alanında yetkin Kayseri Avukat kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz, savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde taraflara hukuki yardım sunmaktadır. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde herhangi bir mağduriyete veya hak kaybına uğramamak için gerekli başvuruların zamanında ve usulüne uygun yapılması büyük önem arz etmektedir. Bu süreçte, alanında uzman bir avukattan hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Zülküf Arslan Hukuk Bürosu olarak; Yalçınkaya Kararı başta olmak üzere AİHM kararlarının Türkçe çevirilerini yapan Eski AİHM Hukukçusu Dr. Orhan Arslan koordinatörlüğünde müvekkillerimize Anayasa Mahkemesi ve AİHM başvurusunun yanı sıra emsal AYM ve AİHM Kararları çerçevesinde yeniden yargılama başvurusu hususunda da hukuki destek vermekteyiz.

Kayseri ceza avukatı veya Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’ne başvuru yapmak ve süreci takip etmek için bir avukat arıyorsanız 15 yılı aşkın deneyimi ile avukat kadromuzdan dava süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile başvuru ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz.