Çocuğun Soybağını Değiştirme Suçu
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu
Çocuğun soybağını değiştirme – Madde 231
(1) Bir çocuğun soybağını değiştiren veya gizleyen kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Özen yükümlülüğüne aykırı davranarak, sağlık kurumundaki bir çocuğun başka bir çocukla karışmasına neden olan kişi, bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Madde Gerekçesi
Madde, bir çocuğun soybağının değiştirilmesini veya gizlenmesini suç hâline getirmiştir. Bu netice, yetkili mercilere gerekli bilgileri vermemek veya yanlış bilgiler vermek suretiyle gerçekleştirilecektir.
Kişilerin aileleriyle olan ilişkileri, doğum, evlât edinme, tanıma veya babalığa hükmolunması yolları ile hukuken oluşur. Doğumla meydana gelen ilişkinin maddede belirtilen suretlerle değiştirilmesi suç hâline getirilmiştir.
Suçun oluşması için failde, çocuğu soybağını değiştirme veya gizleme kastının varlığı esastır.
Maddenin ikinci fıkrasında ise, bu fiillerin taksirle işlenmesi suç olarak tanımlanmıştır. Bu suçun, sağlık kurumu bünyesinde kurum görevlileri tarafından işlenebileceğinin gözden uzak tutulmaması gerekir.
Resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan – Madde 206
(1) Bir resmi belgeyi düzenlemek yetkisine sahip olan kamu görevlisine yalan beyanda bulunan kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.
Madde Gerekçesi
Madde, doktrinde “fikrî sahtecilik” olarak adlandırılan bir suç tipini düzenlemektedir. Kişi, kendi beyanıyla, sahte bir resmî belgenin düzenlenmesine neden olmak hakkına sahip değildir. Kişinin açıklamaları üzerine düzenlenen resmî belgenin bu beyanın doğruluğunu ispat edici bir güce sahip olması suçun oluşması için gereklidir. Aksi takdirde düzenlenen belge, yapılan beyanın doğruluğunu ispat edemeyeceğinden, kişi kendi beyanı ile böyle bir belgenin düzenlenmesine etmen olmuş sayılamaz ve kendisinin bu madde uyarınca cezalandırılmasının neden ve hikmeti kalmaz. O hâlde bakılacak husus şudur: Beyanın doğruluğu düzenlenen resmî belgeyle ispat edilecek ise, madde uygulanacaktır; buna karşılık beyanı alan memur, beyanın doğruluğunu tahkik edip, buna kanaat getirdikten sonra resmî belgeyi düzenlemek durumunda ise yani resmî belge sadece kişinin beyanı üzerine değil de, memurca yapılacak inceleme sonucuna göre meydana getirilmekte ise, bu maddedeki suç oluşmaz. Nitekim, kişiyi çok geniş bir surette “doğruyu söylemek”le yükümleyen İtalyan Ceza Kanununun 483 üncü maddesi de aynı esası kabul etmiş ve İtalyan Yargıtayının yerleşmiş içtihadı da bu yönde olmuştur.
Bu nedenle, gümrük muayene memuruna, belirli bir malı ithal veya ihraç edeceği yolunda yalan beyanda bulunan kişi, bu maddedeki suçu işlemiş olmaz; zira beyanı alan gümrük muayene memuru sırf bu beyanla yetinmeyip, beyanın doğruluğunu incelemekle yükümlüdür.
Resmî belge ile doğruluğu ispat edilecek olayların ne olduğu, belgenin niteliğine göre belirir.
Hâkime, değişik olaylar karşısında, yalan beyanın niteliğine göre temel cezayı belirlemek bakımından takdir yetkisi sağlamak maksadıyla maddedeki ceza üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası olarak saptanmıştır.
5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu
Gerçek dışı beyan – Madde 67
(1) Gerçeğe aykırı yerleşim yeri veya cüzdan talep belgesi veren köy veya mahalle muhtarları ile herhangi bir işlem sebebiyle nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunanlar ve bunlara tanıklık edenler altı aydan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Adrese ilişkin yükümlülükleri yerine getirmeyen ve yasaklara aykırı hareket eden kamu görevlileri 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun kamu idaresinin güvenirliğine ve işleyişine karşı suçlara ilişkin hükümlerine göre cezalandırılır.
Madde Gerekçesi
Madde, sahteciliğin ve dolayısıyla işlemlerde yapılacak yanlışlıkların önlenebilmesi amacıyla, yeterli inceleme yapmaksızın gerçeğe aykırı ikâmetgâh veya cüzdan talep belgesi veren köy veya mahalle muhtarları ile herhangi bir işlem sebebiyle nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunanlar ve bunlara tanıklık eden kişilere cezai hükümler uygulanmasına imkan sağlanmaktadır.
Adrese ilişkin yükümlülükleri yerine getirmeyen ve yasaklara aykırı hareket eden kamu görevlilerinin 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun kamu idaresinin güvenirliliğine ve işleyişine karşı suçlara ilişkin hükümlere göre cezalandırılması düzenlenmiştir.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu
Genel olarak soybağının kurulması – Madde 282
Çocuk ile ana arasında soybağı doğumla kurulur.
Çocuk ile baba arasında soybağı, ana ile evlilik, tanıma veya hâkim hükmüyle kurulur.
Soybağı ayrıca evlât edinme yoluyla da kurulur.
Madde Gerekçesi
Yürürlükteki Kanunda mevcut olmayan bu madde yazılırken, kaynak İsviçre Medenî Kanununda yapılan 1976 tarihli değişiklik örnek alınmıştır (md.252). Hüküm, çocuk ile ana ve baba arasındaki soybağının hukuken nasıl kurulacağını düzenleyen ve ayrıca evlât edinen ile evlât edinilen arasında da sözleşmeden doğan bir soybağının kurulabileceğine işaret eden, genel bir giriş hükmüdür.
Maddenin birinci fıkrası, aslında doğal ve hukukî bir gerçeği dile getirmekle birlikte, bir medenî kanunun soybağını düzenleyen hükümlerinde, çocuk ile baba arasında olduğu gibi, çocuk ile ana arasındaki soybağının da nasıl kurulduğunu açıklayan bir hükmün bulunması gerekliliğini yerine getirmektedir. Maddenin kenar başlığı da zaten “Genel olarak soybağının kurulmasıdır ve bu genel hükümde, çocuk ile baba arasındaki soybağının nasıl kurulduğu meselesinden önce, çocuk ile ana arasındaki soybağının nasıl kurulduğu meselesinin açıklanması uygun görülmüştür. Böylece birinci fıkra, “çocuğun anası, onu doğuran kadındır” şeklindeki doğal hukuk ilkesinin Kanunun soybağına ilişkin hükümlerinin en başında açıkça ifade edilmesini sağlamaktadır. Bu ilke, yürürlükteki Kanunda, “sahih olmayan nesep” açısından 290 inci maddede zikredilmektedir.
İkinci fıkrada, çocuk ile baba arasındaki soybağının kurulmasını sağlayan hukukî olaylar sayılmaktadır. Buna göre, çocuk ile babası arasındaki soybağının hukuken doğmasına veya kurulmasına kaynaklık eden hukukî olaylar, seçenek olarak, evlilik, tanıma veya hâkim kararıdır. Fıkradaki “evlilik” terimi, hem çocuğun doğduğu sırada ana ile baba (veya babalığı karine olarak kabul edilen koca) arasında mevcut olan evliliği, hem de çocuk doğduktan sonra ana ve baba arasında yapılan evliliği kapsamakta ve “Kocanın Babalığı” başlığını taşıyan ikinci Ayırımda düzenlenmektedir. Baba ile çocuk arasında soybağının kurulmasını sağlayan diğer hukukî olaylar, bir başka ifadeyle tanıma ve hâkim kararı (babalık hükmü) ise Üçüncü Ayırımda düzenlenmektedir.
Maddenin üçüncü fıkrasında ise, sözleşmeden doğan (akdî) soybağının kurulmasını sağlayan “evlât edinme”, soybağının kurulmasını sağlayan bir başka kaynak olarak zikredilmektedir.
Çocuğun Soybağını Değiştirme Suçu: Evlilik Dışı Doğan Çocuğun Nikahlı Eşten Olmuş gibi Nüfusa Kaydettirilmesi
Yargıtay Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2015/412 Karar No: 2015/286 Karar Tarihi: 29.09.2015
Mahkemesi: Asliye Ceza Mahkemesi
Resmi belgede sahtecilik suçundan açılan kamu davasının yapılan yargılaması sonucunda sanığın eyleminin çocuğun soybağını değiştirme suçunu oluşturduğu kabul edilerek 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 231/1, 62, 50/1-a ve 52. maddeleri uyarınca 6.000 Lira adli para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin, …. Asliye Ceza Mahkemesince verilen … gün ve … sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay … Ceza Dairesince … gün ve… sayı ile;
“Sanığın, gayri resmi evliliğinden doğan çocuğunu, annesi resmi nikâhlı eşi … olarak nüfusa tescil ettirmekten ibaret eyleminin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 231. maddesindeki soybağını değiştirme suçunu oluşturması nedeniyle mahkemenin kabul ve takdirinde bir isabetsizlik bulunmadığından tebliğnamedeki bozma isteyen düşünceye iştirak olunmamıştır.”
açıklamasıyla onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının İtirazı
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 23.03.2015 gün ve 92487 sayı ile;
“Sanığın, gayri resmi evliliğinden doğan çocuğunu, annesi resmi nikahlı eşi … olarak nüfusa tescil ettirmekten ibaret eyleminin resmi belgede sahtecilik suçunu mu, yoksa soybağını değiştirme suçunu mu oluşturacağı hususu itirazımızın özünü oluşturmaktadır.
Konunun açıklığa kavuşması bakımından resmi belgede sahtecilik ve soybağını değiştirme suçlarına kısaca değinmekte yarar vardır.
Kanunumuzda sahtecilik suçları, resmi ve özel belge ayrımına dayandırılmış; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 204-206, 210/1. maddelerinde resmi belgede sahtecilik; 207 ve 208. maddelerinde özel belgede sahtecilik suçları sayılmıştır. Bu ayrımda, resmi belgelerin kanıt gücünün yüksek bulunmasından ve kamu idaresinin işleyiş düzeninin ihlal edilmesinden hareketle, eylem daha yüksek bir yaptırımla karşılanmıştır. Belirtelim ki resmi belgeler de kanıt gücü bakımından kendi arasında farklılık içermektedir. Örneğin hukuk usulünde bazı resmi belgeler, sahteliği sabit olana kadar geçerli resmi belge (HUMK m.295) sayılmış, bazıları da aksi sabit olana kadar geçerli resmi belge olarak kabul edilmiştir. Diğer taraftan, resmi belgede sahtecilik suçu bakımından sahtecilik fiili yeterli görülmüş, özel belgede sahtecilik suçunun oluşması için ise sahte özel belgenin düzenlenmesi ile gerçek bir özel belgede sahtecilik yapılması arasında fark yaratılmış, ikinci tür eylem için kullanma koşulu aranmıştır.
Kanunda resmi belge kavramı tanımlanmamış, kavramın tanımı ve açıklanması doktrin ve içtihada bırakılmıştır.
Resmi belgenin temel unsurları doktrinde;
1- Kamu görevlisi tarafından düzenlenmesi,
2- Görevi gereği düzenlenmesi,
3- Öngörülmüşse, usul ve şekil kurallarına uyulması,
şeklinde açıklanmaktadır.
Resmi belgenin varlığı için zorunlu bu unsurları sırasıyla incelediğimizde;
1- Kamu görevlisince düzenlenmesi:
Resmi belgeyi belirleyen en temel özellik, onun bir kamu görevlisince düzenlenmesidir. Düzenleyen kişinin kamu görevlisi olmaması durumunda, o belge resmi belge olarak kabul edilemez. Kamu görevlisi kavramı, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 6/1-c maddesinde tanımlanmıştır. Ayrıca bu tanım kapsamına girmese dahi, ilgili özel yasasında yer alan hükümler dolayısıyla da bir kişinin görev dolayısıyla kamu görevlisi sayılması mümkün olabilir. Örneğin KİT personeli hakkındaki 399 sayılı KHK’nin 11/b maddesindeki hüküm bu şekildedir.
2- Görev gereği düzenlenmesi:
Belgeyi düzenleyenin kamu görevlisi olması, her durumda yeterli bir ölçüt olmamaktadır. Kamu görevlisinin kamu göreviyle ilgisiz bir belge düzenlemesi durumunda, özel belgeden söz edilir. Bu nedenle kamu görevlisinin, bu belgeyi görevi gereği düzenlemiş olması da aranmalıdır. Bu husus 204/2. maddede; ‘görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmi bir belgeyi…’ sözleriyle açıklanmıştır. Dolayısıyla 2. fıkra bakımından belgenin, kamu görevlisinin görev ve yetki alanıyla ilgili bulunması zorunludur. Yargıtay, 765 sayılı Yasa döneminde bu zorunluluğun, görevle belge arasında illiyet bağı ilişkisi şeklinde aranması gerektiğini belirtmekteydi. Şu halde görevlinin yetkisi dışında, başka deyişle yetkisini aşarak düzenlediği belge, görevlinin resmi belgede sahtecilik suçunun (204/2) maddi konusu olarak kabul edilemez. Kanunda, resmi belge hakkındaki sahteciliğin kamu görevlisi olmayan fail tarafından işlenmesi 204/1. madde ile, kamu görevlisinin resmi belgede sahteciliği ise ikinci fıkrada düzenlenmiştir. Kanun koyucu, resmi belge niteliğini taşımasa dahi, bir resmi belgeyi sahte olarak düzenleme fiilini de resmi belge üzerindeki sahtecilikle birlikte cezalandırmıştır. Bu tür bir eylemin failinin düzenlemeye yetkili kamu görevlisi olması 2. fıkra, sivil kişi veya yetkisiz kamu görevlisi olması halinde ise 1. fıkra uygulanmaktadır.
3- Usul ve şekil şartlarına uyulması:
Resmi belgenin mutlaka belirli bir şekle uygun olması veya bazı unsurları taşıması şartı yoktur. Fakat, mevzuat gereği belirli usul ve şekil şartlarının aranması söz konusu olabilir. Örneğin resmi vasiyetnamenin kanunda belirtilen şekle uygun olarak düzenlenmesi zorunludur (MK. m. 532-536). Bu takdirde belirtilecek unsurların yer almaması, belgenin resmi belge sayılmasını önleyebilir. Belgenin usul ve şekil koşullarına uygun olması gerektiği bir kararda da açıklanmıştır. Buna karşın, görevlinin yetkisi kapsamında düzenlenmiş olan resmi belgenin birtakım unsurları olmadığı halde, varmış gibi gösterilmesi halinde de, resmi belgede sahtecilikten söz edilir. Yine, belgenin birden fazla görevli tarafından imzalanması gerekli ise (örneğin kurul halinde verilen karar veya raporların tüm üyelerce imzalanması gereklidir), imza eksikliği, belge sayılmasını önleyecektir.
Noterlerce düzenlenen belgeler; düzenleme (Noterlik Kanunu m.84 vd.) belgeler ve onay işlemler olarak ikiye ayrılmaktadır. Düzenleme belgeler, içeriği de bizzat noterce düzenlendiğinden, bu belgenin herhangi bir yönüyle ilgili sahtecilik, resmi belgede sahtecilik olarak kabul edilmektedir. Buna karşın, onay işlemi şeklindeki belgelerde, onay kısmını kapsamayan, içerik sahteciliğinde resmi belge öğesinin oluşmayıp, özel belgede sahtecilik suçunun işlendiği kabul edilmektedir.
Resmi belgeler ispat gücü bakımından; ‘sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli belge’ ve ‘aksi sabit olana kadar geçerli belge’ şeklinde ikiye ayrılmaktadır. Bu ayrım 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu’nda da yapılmış ve 339/1, 342/2-4. maddelerinde cezalandırmada farklılıklar yaratılmıştı. Benzeri bir ayrıma 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 204/3. maddesinde de yer verilmiş, ispat gücü yüksek olan belgeler bakımından cezanın artırılması öngörülmüştür.
Unsurları bakımından resmi belge sayılması olanaklı olmadığı halde, bazı özel belge türleri yasa tarafından özel olarak resmi belge düzeyinde korumaya alınmıştır. Bu tür belgeler Türk Ceza Kanunu’nun 210/1. maddesinde gösterilmiştir. Bunlar; emre veya hamile yazılı kambiyo senedi, tahvil, hisse senedi, emtiayı temsil eden belge ve vasiyetnamedir. Belirtilen türdeki belgelerin, resmi belge sayılabilmesi için kanunda öngörülen usul ve şekil şartlarının bulunması zorunludur.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 210/2. maddede belirtilen, kamu görevlisi olmayan veya görevi gereği hareket etmeyen sağlık mesleği mensuplarının gerçeğe aykırı belge düzenleme suçu, özel nitelikli özel belgede sahtecilik suçu vasfındadır. Fakat cezalandırma yönünden resmi belgede sahtecilik hükümlerine atıf yapılmıştır.
Özel belgeler, resmi belge sayılmasını gerektiren unsurları taşımayan belgelerdir. Ancak, özel belgenin de belge niteliğinin, yani belge sayılması için gereken öğelerin bulunması aranmalıdır. Başka bir anlatımla; yazılı bir evrakın, hukuki sonuç doğurmaya elverişli bir biçimde kamu görevlisi olmayan belirli bir kimse tarafından düzenlenmesi durumunda özel belgenin varlığı söz konusu olur. Örnek verirsek; bir bankanın hesap bilgileri hakkındaki yazısı, kredi sözleşmesi, teminat mektubu, adi senet, fatura, mal beyanı, vergi beyanı, gümrük beyanı, sigorta giriş bildirimi, mektup, özel bir vaka hakkında ilgililerince düzenlenen tutanak, kira sözleşmesi, tahliye taahhüdü, dilekçe, ihbar yazısı, vb. belgeler özel belge sayılmaktadır.
Kimi özel belgelerin (hisse senedi, kambiyo senedi, tahvil vs.) kanun tarafından resmi belge gibi kabul edildiğini (m.210/1) hatırlamak gerekir. Fakat resmi belge sayılan belgelerdeki unsur eksikliği nedeniyle bu niteliğini kaybetmesi durumunda, özel belge sayılmaktadır. Örneğin bono veya çekin yasal öğelerinin eksik bulunması durumunda özel belge kabul edilmektedir.
Kamu görevlisi tarafından düzenlense dahi, göreviyle ilgisi olmayan belgeler de özel belge sayılır.
Özel belgenin suça konu olması için, doğrudan hukuki sonuç doğurması gerektiği kabul edilmektedir .
Resmi belgede sahtecilik suçu için, suçun maddi konusunun resmi belge olması (gerçek bir resmi belgede sahtecilik veya resmi belgenin sahte üretilmesi) gerekmektedir. Fakat, kimi durumlarda özel bir belgenin resmi belgede sahteciliğe vücut vermesi olanaklıdır.
Özel belgenin resmi daireye sunulması üzerine kayda alınması, üzerine kayıt kaşesi veya havale imzası atılması, kayda almayla ilgili işlemler olup, özel belgeyi resmi belge haline dönüştürücü nitelikte değildir. Buna karşın özel belge resmi bir makam tarafından onaylanmışsa, onay kısmı itibariyle resmi belge sayılır. Bu tür bir belgenin içeriğinde sahtecilik özel belgede, onay kısmında sahtecilik ise resmi belgede sahtecilik sayılır.
Yine, sahte bir özel belgenin resmi bir belgenin dayanağı olması nedeniyle resmi belgenin de gerçekliğine zarar verildiğinden, failin resmi belgede sahtecilik suçunu işlediği kabul edilmektedir. Örneğin Yargıtay, hasta sevk kağıtlarına sahte ilaç kupürü ekleyip, sahte fatura düzenleyerek ilaç bedeli alınması eylemini resmi belgede sahtecilik olarak kabul etmiştir. Bir başka olayda, özel belge olan sahte satış sözleşmesi sunularak mahkeme yanıltılıp, gerçeğe aykırı ilam elde edilmesi nedeniyle failin resmi belgede sahtecilik suçundan cezalandırılması gerektiği belirtilmiştir .
Çocuğun soybağını değiştirme suçu ise 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 231. maddesinde hükme bağlanmıştır. İnsanların soybağlarının doğru olarak saptanıp korunmasında ve soybağının olduğu kadar medeni halinde gerçeğe uygun olar sicillerde muhafaza ve devamında hem devlete ve hem de aileye ait yararlar vardır.
Soybağı ailenin temelidir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 231. maddesinin 1. fıkrasındaki suç herkes tarafından işlenebilirken, 2. fıkradaki suçun faili sağlık kurumlarında çalışan personelidir. Suçun mağduru ise 18 yaşını bitirmemiş çocuktur.
TCK’nın 231. maddesinin 1. fıkrasındaki suç bakımından failde, çocuğun soybağını değiştirme veya gizleme kastının varlığı aranır. Failin saiki önemli değildir…
Kanaatimizce; bu tür olaylarda sanıkları hem resmi belgede sahtecilik hem de soybağını değiştirme suçundan cezalandırmak gerekmektedir. Zira her iki suçun koruduğu hukuki değer farklıdır. Dolayısıyla her iki suçun da oluştuğunu düşünmekteyiz. Nitekim 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 212. maddesi de “Sahte resmî veya özel belgenin bir başka suçun işlenmesi sırasında kullanılması hâlinde, hem sahtecilik hem de ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunur.” hükmünü içermektedir.
Somut olayda yalnızca resmi belgede sahtecilik suçundan kamu davası açıldığı için yalnızca resmi belgede sahtecilikten hüküm kurulabileceği, soybağını değiştirme suçundan açılmış bir kamu davası bulunmadığı için ve resmi belgede sahtecilik suçunun ayrı bir suç olması nedeniyle soybağını değiştirme suçuna dönüşmeyeceği için dairenin onama kararının yerinde olmadığı, hükmün bozulması gerektiği düşünülmektedir.”
görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay … Dairesince … gün ve … sayı ile; itiraz nedeninin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; evlilik dışı ilişkisinden olma çocuğunu evlilik birliği içinde resmi nikâhlı eşinden olmuş gibi doğum bildiriminde bulunarak nüfus kütüğüne tescilini sağlayan sanığın eyleminin nitelendirilmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Müşteki …’nin 31.03.2010 tarihinde … Cumhuriyet Başsavcılığına başvurarak sanık ile evlilik dışı ilişkisinden hamile kalıp 24.03.2010 tarihinde hastanede bir kız çocuğu dünyaya getirdiğini, sanığın kızını resmi nikâhlı eşi …’den doğmuş gibi nüfusa kaydettirdiğini ve bir daha da kendisine göstermediğini beyanla şikâyetçi olduğu,
… Devlet Hastanesince düzenlenen doğum raporunda; … eşi …’nin 24.03.2010 günü saat 10.00’da hastanede bir kız çocuğu dünyaya getirdiğinin belirtildiği,
Doğum bildirim formuna göre; sanığın 26.03.2010 tarihinde … Merkez Nüfus Müdürlüğüne müracaat ederek resmi nikâhlı eşi …’nin 24.03.2010 tarihinde… isminde bir kız çocuğu doğurduğunu bildirdiği, bildirimin sözlü yapılıp doğumu gösteren herhangi bir resmi belge ibraz edilmediği, söz konusu beyana dayalı olarak aynı gün nüfus kütüğüne tescil işleminin yapıldığı,
Anlaşılmaktadır.
Müşteki aşamalarda özetle; sanık ile evlilik dışı ilişkilerinden 24.03.2010 tarihinde … Devlet Hastanesinde… isminde bir kız çocuğu dünyaya getirdiğini, çocuğun annesi kendisi olmasına rağmen sanığın resmi nikâhlı eşi …’den olmuş gibi çocuğu nüfusa kayıt ettirdiğini, sanıktan şikâyetçi olduğunu beyan etmiş,
Tanık …; sanıkla 7 yıldır evli oldukları ancak çocukları olmadığını, nüfus kaydında annesi olarak gözüktüğü …’ı kendisinin doğurmadığını, gerçek annesinin … Çifçi olduğunu, kocasının …’in ile evlilik dışı ilişkisinden dünyaya geldiğini, doğumdan sonra … ve ailesinin çocuğu istemediğini, bunun üzerine kocasının çocuğu eve getirdiğini ve kendisinin de çocuğa bakmaya başladığını, nüfus işlemleri ile sanığın ilgilendiğini söylemiş,
Sanık; … ile rızasıyla birlikte olduğunu, …’in bu ilişkinden hamile kalıp bir kız çocuğu dünyaya getirdiğini, doğumdan sonra …’in çocuğa bakamayacağını, ailesinin de çocuğu istemediğini söylemesi üzerine çocuğu alıp evine getirdiğini ve nüfus müdürlüğüne giderek resmi nikâhlı eşi …’den olmuş gibi bildirimde bulunduğunu, yaptığı işlemin suç olduğunu bilmediğini savunmuştur.
Uyuşmazlığın isabetli bir biçimde çözüme kavuşturulabilmesi için resmi belgede sahtecilik, resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan, çocuğun soybağının değiştirilmesi ve nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunma suçları üzerinde durulması gerekmektedir.
I. Resmi belgede sahtecilik:
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Topluma Karşı Suçlar” kısmının “Kamu güvenine karşı suçlar” bölümündeki “Resmi belgede sahtecilik suçu” başlıklı 204. maddesinde yer alan düzenlemeye göre;
“(1) Bir resmî belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmî belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmî belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmi bir belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren, gerçeğe aykırı olarak belge düzenleyen veya sahte resmi belgeyi kullanan kamu görevlisi üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Resmi belgenin, kanun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan belge niteliğinde olması halinde, verilecek ceza yarısı oranında artırılır.”
Suçun konusu resmi belge olup, resmi belgede bir kamu görevlisi tarafından görevi gereği düzenlenen yazıyı ifade etmektedir.
Maddenin birinci fıkrasında resmi belgede sahtecilik suçu seçimlik hareketli bir suç olarak tanımlanmıştır. Birinci seçimlik hareket, resmi belgeyi sahte olarak düzenlemektir. Bu seçimlik hareketle, resmi belge esasında mevcut olmadığı halde, mevcutmuş gibi sahte olarak üretilmektedir. İkinci seçimlik hareket gerçek bir resmi belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştirmektir. Bu seçimlik hareketle, esasında mevcut olan resmi belge üzerinde silmek veya ilaveler yapmak suretiyle değişiklik yapılmaktadır. Birinci ve ikinci seçimlik hareketle bağlantılı olarak belirtmek gerekir ki; sahteciliğin, belge üzerindeki bilgilerin bir kısmına veya tamamına ilişkin olmasının, suçun oluşması açısından bir önemi bulunmamaktadır. Üçüncü seçimlik hareket ise, sahte resmi belgeyi kullanmaktır. Kullanılan sahte belgenin kişinin kendisi veya başkası tarafından düzenlenmiş olmasının bir önemi yoktur. Kullanma mütemadi suç şeklinde de gerçekleşebilir.
Maddenin ikinci fıkrasında, resmi belgede sahtecilik suçunun kamu görevlisi tarafından işlenmesi ayrı bir suç olarak düzenlenmiş ve daha ağır bir yaptırıma bağlanmıştır. Bu suçun oluşabilmesi için suçun kamu görevlisi tarafından işlenmesinin yanı sıra, suçun konusunu oluşturan belgenin kamu görevlisinin görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu bir belge olması gerekir. Kamu görevlisinin gerçeğe aykırı olarak bir olayı kendi huzurunda gerçekleşmiş veya bir beyanı kendi huzurunda yapılmış gibi göstererek belge düzenlemesi halinde, bu fıkra hükmünde tanımlanan suç oluşmaktadır.
Maddenin üçüncü fıkrasında ise, suçun konusunu oluşturan resmi belgenin, kanunun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan bir belge niteliğinde olması halinde cezanın yarı oranında artırılması hükme bağlanmıştır.
Sahtecilik suçlarının hukuki konusu kamu güveni olup, belgelerin gerçeğe aykırı olarak düzenlenmesi, gerçek bir belgeye eklemeler yapılması, tamamen veya kısmen değiştirilmesi eylemlerinin kamu güvenini sarstığı kabul edilerek, söz konusu eylemler suç olarak düzenlenmiş ve yaptırım altına alınmıştır.
Suçun mağduru toplumu oluşturan herkestir. Ancak sahtecilik eyleminin belirli bir kişinin zararına olarak işlenmesi durumunda o kişinin suçtan zarar gören olarak kabulü mümkündür.
Sahtelikten söz edebilmek için, düzenlenen belgenin gerçek bir belge olduğu konusunda kişiyi aldatıcı nitelikte olması gerekir. Aldatıcılık özelliği suçun temel unsuru olup, özel bir incelemeye tâbi tutulmadıkça gerçek olmadığı anlaşılamayan belge, sahte belge olarak kabul edilmelidir. Sahteciliğin kişileri aldatacak nitelikte (nesnel) bulunup bulunmadığının ve beş duyuyla ilk bakışta anlaşılabilir olup olmadığının şüpheye yer vermeyecek şekilde belirlenmesi gerekir.
II. Resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan:
Resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçu da 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Topluma Karşı Suçlar” kısmının “Kamu güvenine karşı suçlar” bölümünde, 206. maddesinde; “Bir resmî belgeyi düzenlemek yetkisine sahip olan kamu görevlisine yalan beyanda bulunan kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.” biçiminde düzenlenmiştir.
Resmi bir belgenin düzenlenmesi sırasında beyanda bulunacak herkesin kural olarak “doğruyu söylemek” yükümlülüğü bulunmaktadır. Kimse, kendi beyanıyla, sahte bir resmî belgenin düzenlenmesine neden olmak hakkına sahip değildir.
Ancak kişinin beyanı üzerine düzenlenen resmî belgenin, bu beyanın doğruluğunu ispatlayıcı nitelikte olması, bir başka ifadeyle beyanın doğruluğunun kamu görevlisi tarafından araştırılmasının zorunlu olmaması şarttır. Kişinin beyanı yeterli olmayıp, bu beyanın doğruluğunun kamu görevlisi tarafından araştırılması zorunluysa ve bu araştırma sonunda bildirimin gerçeğe uygun olmadığı belirlenirse, kişinin beyanına itibar edilemeyeceğinden ve kişinin beyanını içeren belge, ispat aracı olarak kullanılamayacağından, anılan maddedeki suç oluşmayacaktır.
Bu suçun oluşabilmesi için, yalan beyanın resmi belgenin düzenlemesi esnasında ve belgeyi düzenleme yetkisine sahip kamu görevlisine yazılı veya sözlü açıklama biçiminde yapılmış olması gerekmektedir.
Resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçu ile kamu görevlisinin resmi belgede sahteciliği suçu arasında benzerlik bulunmaktadır. Gerçekten her iki suçta da eylem sonucu düzenlenen resmi belge içerik olarak gerçeği yansıtmamakta olup “fikri sahtecilik” söz konusudur. Bununla birlikte kamu görevlisinin resmi belgede sahteciliği suçunda, sahtecilik bizzat kamu görevlisi tarafından yapılmakta iken, resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyanda sahtecilik özel kişi tarafından gerçekleştirilmektedir.
Resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçunun da koruduğu hukuki yarar kamu güveni olup suçun mağduru toplumu oluşturan herkestir.
Resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçu genel norm niteliğinde olup eylem ayrıca yalan tanıklık, iftira gibi başka bir suçun unsurlarını oluşturmakta ise o suçtan mahkûmiyet hükmü tesis edilmelidir. (Veli Özer Özbek-M.Nihat Kanbur-Koray Doğan-Pınar Bacaksız-İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 9. Baskı, Ankara 2015, s. 828; Mehmet Emin Artuk-Ahmet Gökçen-Ahmet Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Özel Hükümler, Adalet Yayınevi, 15. Baskı, Ankara, 2015, s. 681)
III. Çocuğun soybağının değiştirilmesi:
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Topluma Karşı Suçlar” kısmının “Aile düzenine karşı suçlar” bölümünde yer alan “Çocuğun soybağını değiştirme” başlıklı 231. maddesinde yer alan düzenlemeye göre;
“(1) Bir çocuğun soybağını değiştiren veya gizleyen kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Özen yükümlülüğüne aykırı davranarak, sağlık kurumundaki bir çocuğun başka bir çocukla karışmasına neden olan kişi, bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
Soybağı ailenin, aile de toplumun temelidir. Soybağının doğru olarak belirlenmesinde hem ilgili kişilere ait ferdi, hem de topluma ait genel fayda bulunmaktadır. Zira soybağına miras, velayet, nafaka, yurttaşlık, ceza sorumluluğu gibi birçok konuda çok ciddi hukuki sonuçlar bağlanmıştır.
Bu nedenle maddenin birinci fıkrasında, bir çocuğun soybağının kasten değiştirilmesi veya gizlenmesi suç haline getirilmiş, ikinci fıkrasında ise bu fiillerin taksirle işlenmesi suç olarak tanımlanmıştır.
Çocuğun soybağının kasten değiştirilmesinde suçun faili, çocuğun gerçek annesi ve babası dahil herkes olabilir. Soybağının taksirle değiştirilmesi suçunda ise fail ancak bir sağlık kurumunda çalışan görevli personel olabilecektir. Suçun mağduru soybağı değiştirilen veya gizlenen çocuktur. Ancak bu çocuğun sağ doğmuş ve yaşı itibarıyla kişisel durumu hakkında yeterli bilgi ve tasavvura sahip olmayan soybağı değiştirilebilecek veya gizlenebilecek bir çocuk olması gerekmektedir.
Suçun konusu soybağıdır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 282. maddesi uyarınca çocuk ile ana arasında soybağı doğumla, çocuk ile baba arasında soybağı ise ana ile evlilik, tanıma veya hakim hükmüyle kurulur. Soybağı ayrıca evlat edinme yoluyla da kurulabilir. Bu suçun konusunu oluşturan soybağının doğumla meydana gelen yani kan bağına dayanan soybağı olarak anlaşılması gerekir. Ancak doğumun evlilik içi veya evlilik dışı oluşmasının bir önemi yoktur. Nitekim madde gerekçesinde de, kişilerin aileleriyle olan ilişkilerinin doğum, evlat edinme, tanıma veya babalığa hükmolunması yollarıyla hukuken oluştuğu belirtildikten sonra, doğumla meydana gelen ilişkinin maddede belirtilen suretlerle değiştirilmesinin suç haline getirildiği ifade edilmiştir.
Maddenin uyuşmazlık konusu olan birinci fıkrasındaki suç, seçimlik hareketli olup, bu hareketler çocuğun soybağının değiştirilmesi veya gizlenmesidir. Madde metninde soybağının değiştirilmesi veya gizlenmesinin ne tür hareketlerle işlenebileceği belirtilmemiştir. Buna karşılık maddenin gerekçesinde değiştirme veya gizlemenin, yetkili mercilere gerekli bilgileri vermemek veya yanlış bilgiler vermek suretiyle gerçekleştirilebileceği ifade edilmiştir. Ancak gerekçedeki bu açıklama örnek kabilinden olup soybağının değiştirilmesi veya gizlenmesini mümkün kılan elverişli her türlü hareketle bu suç işlenebilecektir. (Özlem Yenerer Çakmut, Soybağının Belirlenmesi ve Ceza Hukukunda Çocuğun Soybağını Değiştirme Suçu, Beta Basın Yayım Dağıtım, 1. Bası, İstanbul, 2008, s.197-198)
Soybağının değiştirilmesi, bir çocuğun gerçek soybağından başka bir soybağında görünmesini sağlayan hareketlerin yapılmasıdır. Esasen bir çocuğun soybağı gerçek anlamda hiçbir zaman değiştirilemez. Çocuğun genetik anne ve babası baştan belli olup sonradan değiştirilmesi mümkün değildir. Değiştirilen husus, çocuğun hukuk düzeni içinde gözüken resmi soybağıdır. Bu nedenle soybağını değiştirme, mutlaka diğer kişilere karşı gerçek soybağı konusunda yanlış bilgi vermeye yönelik bir hareketin yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle soybağının değiştirilmesi, genellikle yetkili makamlara karşı yanlış bilgiler vermek suretiyle yapılabilir. Ancak değiştirmenin bir çocuğun yerine başkasınının konulması gibi objektif olarak çocuğun soybağının resmi olarak tespitini tehlikeye düşüren aldatıcı başka hareketlerlerle de işlenmesi mümkündür. (Mahmut Koca, Soybağını Değiştirme Suçu, V. Türk-Alman Tıp Hukuku Sempozyumu, Tıp Ceza Hukukunun Güncel Sorunları, Ankara 28 Şubat-1 Mart 2008, Türkiye Barolar Birliği, Tıp Ceza Hukukunun Güncel Sorunları, TBB Yayınları, Ankara, 2008, s. 515)
Suçun diğer bir seçimlik hareketini soybağını gizlemek oluşturmaktadır. Soybağının gizlenmesi, bir çocuğun gerçek soybağının ortaya çıkmasını engelleyen veya esaslı şekilde zorlaştıran bir duruma sebebiyet vermek demektir. Bunun için soybağının değiştirilmesinden farklı olarak her zaman bir aldatmanın varlığı gerekmez. Örneğin; çocuk doğduktan sonra, onun doğum beyannamesinin düzenlenmesine ve nüfus kütüğüne yazılmasına engel olmak, yaşadığı bilinen bir çocuğun öldüğünü ileri sürmek soybağını gizlemektir. Gizlenmesi gereken soybağı olup, çocuğun maddi anlamda gizlenmesi bu suçu oluşturmaz.
Soybağının değiştirilmesi icrai bir hareketle gerçekleştirilebilir. Buna karşılık gizlemek, hem icrai hem de ihmali hareketlerle işlenebilir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 231. maddesinin birinci fıkrasındaki suç kasten işlenebilen bir suç olup fail çocuğun gerçek soybağını bilmeli ve bunu değiştirmek veya gizlemek bilinci ile hareket etmelidir. Ancak failin hangi saikle veya amaçla hareket ettiğinin suçun manevi unsuru bakımından bir önemi yoktur.
IV. Nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunma:
Nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunma suçu 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 67/1. maddesinde; “…herhangi bir işlem sebebiyle nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunanlar … altı aydan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” şeklinde düzenlenmiştir.
Nüfus Hizmetleri Kanununun birinci maddesinde açıklandığı üzere bu kanunun genel amacı, kişinin doğumundan ölümüne kadar kişisel ve medenî durumuna, uyrukluğuna ve bunlarda meydana gelebilecek değişikliklere ait doğal ve hukukî olayların belirlenip saptanması, bu amaçla düzenlenmiş kütüklere yazılması, elektronik ortamda ulusal adres veri tabanının oluşturulması, nüfus kayıtları ile adres bilgilerinin ilişkilendirilmesini sağlamaktır.
Bu madde ile de kişilere tüm nüfus işlemlerinde nüfus müdürlüğüne doğru beyanda bulunma yükümlülüğü getirilerek doğum dâhil her türlü nüfus olayının doğru bir biçimde saptanması amaçlanmıştır. Nitekim madde gerekçesinde bu husus; “Madde, sahteciliğin ve dolayısıyla işlemlerde yapılacak yanlışlıkların önlenebilmesi amacıyla, … herhangi bir işlem sebebiyle nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunan … kişilere cezai hükümler uygulanmasına imkan sağlanmaktadır.” şeklinde açıklanmıştır.
Nüfus Hizmetleri Kanununun amacı ve kapsamı ile 67. madde gerekçesi birlikte gözetildiğinde, beyanın konusunun nüfus işlemleri ile ilgili olması gerekmektedir. Bu nedenle madde metnindeki “herhangi bir işlem” ifadesi “herhangi bir nüfus işlemi” olarak anlaşılmalıdır.
Şu halde söz konusu suçun oluşabilmesi için beyanın konusu nüfus işlemi ile ilgili olmalı, beyan da nüfus müdürlüğüne yapılmalıdır.
Resmi belgede sahtecilik, resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan, çocuğun soybağının değiştirilmesi ve nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunma suçları ile ilgili bu genel açıklamalardan sonra çocuğun soybağını değiştirmek için nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunulması halinde belirtilen suçlar arasındaki içtima ilişkisi üzerinde durulmalıdır.
.V. Çocuğun soybağını değiştirmek için nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunulması durumunda suçların içtimaı:
Çocuğun soybağını değiştirmek için nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunulması durumunda resmi belgede sahtecilik, resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan, çocuğun soybağının değiştirilmesi ve nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunma suçları arasında içtima sorunu ortaya çıkmaktadır.
Tek fiille birden birden fazla suç normunun ihlali halinde, bu normlar arasındaki içtima ilişkisi ya “farklı neviden fikri içtima” yahut da “görünüşte içtima” kapsamında kalmaktadır.
Farklı neviden fikri içtima 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 44. maddesinde; “İşlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılır.” şeklinde düzenlenmiş olup, bu hükmün uygulanabilmesi için işlenen bir fiille birden fazla farklı suçun oluşması gerekmektedir.
Kanun koyucu, işlediği bir fiille birden fazla farklı suçu işleyen failin, fiilinin tek olması nedeniyle en ağır ceza ile cezalandırılmasını yeterli görmüş, bu şekilde “non bis in idem” kuralı gereğince bir fiilden dolayı kişinin birden fazla cezalandırılmasının da önüne geçilmesini amaçlamış, “erime sistemi”ni benimsemek suretiyle, bu suçlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı ceza verilmesi ile yetinilmesini tercih etmiştir.
Görünüşte içtima ise, çeşitli normların aynı fiille ilgili görünmelerine rağmen, aslında bunlardan yalnız birinin uygulanabilmesidir. (Kayıhan İçel, Suçların İçtimaı, İstanbul, 1972, s. 167) Görünüşte içtima kanunda düzenlenmemiştir ancak ceza normlarının birbirleriyle olan ilişkisi ve bunların yorumundan aynı fiille ilgili görülen çeşitli normlardan sadece birinin uygulanabileceği sonucuna varmak mümkün olduğundan, kanun koyucunun görünüşte içtima şekillerine yer vermesi gerekmemektedir. (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, Ankara Eylül 2015, 8. Bası, s.519).
Fikri içtima ve görünüşte içtimanın ortak özelliği tek ve aynı fiilin bulunmasıdır. Ancak fikri içtima hükmünün uygulanabilmesi için görünüşte içtima hallerinden birinin bulunmaması gerekmektedir. Bu nedenle, tek fiille ilgili suç tipleri arasında öncelikle görünüşte içtima ilişkisinin bulunup bulunmadığının tespiti gerekli olup; görünüşte içtima ilişkisinin bulunması, fikri içtima hükmünün uygulanmasına engel teşkil eder. Fikri içtimanın görünüşte içtimadan en önemli farkı, fikri içtima halinde sebebiyet verilen suç tiplerine ilişkin normların hepsinin uygulanabilmesine karşılık görünüşte içtimada normlardan sadece birinin uygulanabilir olmasıdır. Başka bir deyişle, görünüşte içtima halinde gerçekte sadece bir norm ihlal edilmekte olup; diğer normların ihlali sadece görünüştedir. Çünkü suç tiplerine ilişkin normların hepsi fiilin haksızlık muhtevasını tümü ile kapsamakla beraber gerçekte uygulanacak olan norm, haksızlık muhtevası itibarı ile diğer normları da tüketmekte, tüm normlar haksızlık ilişkisi bakımından tamamen örtüşmektedir. Dolayısıyla, normlardan sadece biri gerçekte uygulanma kabiliyetine sahiptir. (Neslihan Göktürk, Fikri İçtima, Adalet Yayınevi, Ankara 2013, s. 73-74)
Görünüşte içtima hallerinde hangi kanunun uygulanması gerektiği, “özel normun önceliği”, “tüketen-tüketilen norm ilişkisi” ve “yardımcı (tali) normun sonralığı” gibi ilkelere göre belirlenmektedir.
Genel norm ile aynı hukuki yararı koruyan özel norm, genel normun tüm unsurlarını taşımakla birlikte genel normda yer almayan özel bazı unsurları da ihtiva etmektedir. Böyle bir durumda “özel normun önceliği” ilkesi uyarınca olaya genel norm değil özel norm uygulanacaktır. Özel-genel norm ilişkisi aynı kanunun normları arasında olabileceği gibi genel ceza kanunu normları ile yan ceza kanunlarının normları arasında da olabilir. (Kayıhan İçel, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Basın Yayım Dağıtım, 6. Bası, İstanbul, Nisan 2014, s.550-551) Örneğin; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda zimmet suçunu düzenleyen 247. madde hükmü genel norm niteliğinde iken 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 160. maddesinde düzenlenmiş olan zimmet suçu özel norm niteliği taşıdığından, Bankacılık Kanunu kapsamındaki bir banka görevlisinin zimmet suçunu işlemesi durumunda özel normun önceliği ilkesi gereğince Türk Ceza Kanunu’nun 247. maddesi değil Bankacılık Kanunu’nun ilgili hükmü uygulanmalıdır. Diğer taraftan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun güveni kötüye kullanma suçunu düzenleyen 155. madde de zimmet suçuna düzenleyen 247. maddeye göre göre genel norm niteliğindedir. Kamu görevlilerinin güveni kötüye kullanma hallerinde özel norm niteliğindeki 247. madde uygulanmalıdır.
Bir ceza normu bir veya daha fazla başka ceza normlarını bünyesine almış ise “tüketen-tüketilen norm ilişkisinden” söz edilir. Bu durumda normları bünyesine alan ceza normu, diğer normları tüketmektedir. Bu takdirde fiile sadece tüketen norm uygulanabilecektir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 42. maddesinde tanımlanmış olan “bileşik suç” tüketen-tüketilen norm ilişkisinin tipik görünümlerinden birisidir. Örneğin; yağma suçu, hırsızlık ve cebir/tehdit suçlarını bünyesinde barındırmakta, başka bir anlatımla o suçları tüketmektedir.
Yardımcı (tali) normlar da, asli normlarla benzer hukuki yararları koruyan normlardır. Bu tür normlar, asli normların tatbik edilemeyeceği durumlarda kanunda boşluk oluşmasını engellemek amacıyla getirilmiş düzenlemelerdir. Asli-yardımcı norm ilişkisinin olduğu durumda fiile yardımcı norm değil asli norm uygulanacaktır. Bir normun yardımcı norm mu asli norm mu olduğunun, asli normun uygulanamadığı yerlerde başvurulan bir norm olmasından anlaşılması bir yana, düzenleme içinde, “fiil daha ağır cezayı gerektiren başka bir suç oluşturmadığı takdirde”, “kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında” ve “eylemin başka bir suç oluşturmaması halinde” gibi ifadelerin yer alıp almamasına göre de belirlenmekte, bu gibi ifadelerin yer aldığı normların yardımcı norm olduğu kabul edilmektedir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 244/4, 245/3, 257 ve 261. maddelerinde de benzer ifadeler bulunduğundan bu maddelerle getirilen hükümlerin yardımcı norm niteliğinde oldukları kabul edilebilir.
Fikri içtima ve görünüşte içtima ile ilgili bu açıklamalardan sonra çocuğun soybağını değiştirmek için nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunulması durumunda resmi belgede sahtecilik, resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan, çocuğun soybağının değiştirilmesi ve nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunma suçları arasındaki içtima meselesine gelince;
Çocuğun soy bağının doğumu gösteren herhangi bir resmi belgeye dayanılmadan nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunulması suretiyle değiştirilmesi durumunda, failin sahte bir resmi belge düzenlenmesi, gerçek bir resmi belgenin başkalarını aldatacak şekilde değiştirilmesi veya sahte resmi belgenin kullanılması söz konusu olmadığından resmi belgede sahtecilik suçunun hareket unsuru oluşmaz.
Sanığın beyanı üzerine düzenlenen tutanağın ve bildirimin tescil edildiği nüfus kütüğünün resmi belge olduğu hususunda kuşku bulunmamaktadır. Ancak bu belgeler sanık tarafından değil nüfus memuru tarafından düzenlenmiş olup nüfus memurunun da suç kastı yoktur. Nüfus memuruna çocuğun soybağı hakkında gerçeğe aykırı beyanda bulunan kişinin onu hataya düşürerek içeriği itibariyle sahte resmi belge düzenlemesine neden olduğundan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 37/2. maddesi uyarınca resmi belgede sahtecilik suçundan dolaylı fail olarak sorumlu tutulması gerekeceği ileri sürülebilir ise de; 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 15. maddesi uyarınca doğum bildirimlerinin doğumu gösteren herhangi bir resmi belge ibrazına dayanmadan sözlü olarak yapılması mümkün olduğu gibi nüfus memurunca bu beyanın doğruluğunu tahkik lüzumu da bulunmamaktadır. Şu halde gerçeğe aykırı doğum bildiriminde bulunan failin kamu görevlisi üzerinde fiili hakimiyet kurduğundan söz edilemeyeceğinden resmi belgede sahtecilik suçunun dolaylı faili olduğu söylenemez. Diğer taraftan dolaylı failliğin kabul nedeni, dolaylı failin fiilinin tipikliğe uygun davranış niteliği taşımamasıdır. Oysa ki failin çocuğun soybağı konusunda nüfus müdürlüğüne karşı yaptığı yalan beyan eylemi doğrudan fail olarak sorumlu tutulabileceği biçimde ayrı bir suç olarak düzenlenmiş olup artık dolaylı failliğe gidilemez. Aksi takdirde, resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan (TCK m. 206), yalan tanıklık (TCK m. 272), yalan yere yemin (TCK m.275) gibi bir resmi belgenin düzenlenmesi esnasında yalan beyana dayalı tüm suçlarda faillerin özel suç düzenlemeleri yerine resmi belgede sahtecilikten dolaylı fail olarak sorumlu tutulmaları gibi bir sonuç ortaya çıkacaktır ki bunun kabulü mümkün değildir.
Ancak doğum bildiriminde bulunan kişi ile bildirimi tutanağa geçiren ve nüfus kütüğüne tescil eden kamu görevlisinin ortak hareket edip suçu birlikte işlemesi yani kamu görevlisinin beyanın gerçek dışı olduğunu bilerek belge düzenlemesi durumunda hem çocuğun soybağının değiştirilmesi hem de resmi belgede sahtecilik suçu işlenmiş olacaktır ve farklı neviden fikri içtima hükmü uyarınca failin özgü suça ilişkin iştirak hükümleri çerçevesinde resmi belgede sahtecilik suçundan cezalandırılması gerecektir.
Yine doğum bildiriminin doğumu gösteren sahte bir resmi belgeye dayanılarak yapılması durumunda da resmi belgede sahtecilik suçunun işlenmesi söz konusu olabilir. Örneğin; failin doğum bildirimini sahte olarak düzenlediği devlet hastanesine ait sahte doğum raporunu ibraz ederek yapması halinde, sahte raporu düzenlenmekle resmi belgede sahtecilik, bu raporu kullanarak gerçeğe aykırı doğum bildiriminde bulunmakla da çocuğun soybağının değiştirilmesi suçunu işlemiş olacaktır. Bu takdirde sahte belgenin çocuğun soybağının değiştirilmesi suçunun işlenilmesi sırasında kullanılması nedeniyle 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 212. maddesi uyarınca failin her iki suçtan cezalandırılması lazımdır.
Nüfus müdürlüğüne gerçeğe aykırı beyanda bulunmak suretiyle çocuğun soybağının değiştirilmesi durumunda hem Türk Ceza Kanunu’nun 231/1. maddesinde düzenlenen çocuğun soybağının değiştirilmesi, hem de 206. maddesinde düzenlenen resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan ve 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 67/1. maddesinde hüküm altına alınan nüfus müdürlüğüne gerçeğe aykırı beyanda bulunma suçlarından söz etmek mümkündür. Ancak fiilin belirtilen işleniş şekli bakımından her üç suç tipi arasında genel norm-özel norm ilişkisi bulunmaktadır. Gerçekten de 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 206. maddesinde genel olarak her türlü yalan beyanın, Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 67/1. maddesinde bundan daha özel biçimde nüfus işlemlerinde yalan beyanın, TCK’nın 231/1. maddesinde ise sadece çocuğun soy bağı konusundaki yalan beyanın yaptırım altına alındığı görülmektedir. Bu nedenle nüfus müdürlüğüne gerçeğe aykırı beyanda bulunularak çocuğun soybağının değiştirilmesi durumunda “özel normun önceliği” ilkesi uyarınca sadece TCK’nın 231/1. maddesi uygulanmalıdır. (Osman Yaşar, Hasan Tahsin Gökcan, Mustafa Artuç, Yorumlu-Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, Adalet Yayınevi, 2. Bası, Ankara, 2014, s.6911)
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanığın evlilik dışı ilişkide bulunduğu …’den doğan çocuğunu evlilik birliği içinde resmi nikâhlı eşi …’den olmuş gibi doğum bildiriminde bulunarak nüfus kütüğüne tescilini sağladığı olayda; sanık tarafından sahte bir resmi belge düzenlenmesi, gerçek bir resmi belgenin başkalarını aldatacak şekilde değiştirilmesi veya sahte resmi belgenin kullanılması söz konusu olmadığından resmi belgede sahtecilik suçunun unsurlarının oluşmadığı, nüfus müdürlüğüne gerçeğe aykırı beyanda bulunmak suretiyle çocuğun soybağının değiştirilmesi nedeniyle hem 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 231/1. maddesinde düzenlenen çocuğun soybağının değiştirilmesi, hem de 206. maddesinde düzenlenen resmi belgenin düzenlenmesinden yalan beyan ve 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunun 67/1. maddesinde hüküm altına alınan nüfus müdürlüğüne gerçeğe aykırı beyanda bulunma suçlarının oluştuğundan söz etmek mümkün ise de TCK’nın 206. maddesinde genel olarak her türlü yalan beyanın, Nüfus Hizmetleri Kanununun 67/1. maddesinde bundan daha özel biçimde nüfus işlemlerinde yalan beyanın, TCK’nın 231/1. maddesinde ise sadece çocuğun soy bağı konusundaki yalan beyanın yaptırım altına alındığı nazara alındığında TCK’nın 231/1. maddesinin her iki düzenlemeye göre de “özel norm” niteliğinde olup “özel normun önceliği” ilkesi uyarınca sadece TCK’nın 231/1. maddesinin uygulanmasının mümkün olduğu kabul edilmelidir.
Bu itibarla, sanığın 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 231/1. maddesi uyarınca çocuğun soybağının değiştirilmesi suçundan cezalandırılmasına karar veren yerel mahkeme hükmü ile bu hükmü onayan Özel Daire kararında bir isabetsizlik bulunmadığında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Sonuç: Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 29.09.2015 tarihinde yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.
Alanında yetkin Kayseri Ceza Avukatı kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz; ceza yargılamalarında savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek taraflara avukatlık ve hukuki danışmanlık hizmeti vermektedir.
Ceza davalarında gerekli başvuru veya itirazların zamanında ve usulüne uygun yapılması açısından alanında uzman bir Kayseri ceza avukatı veya ağır ceza avukatından hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Yargılama sırasında herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için güncel mevzuat ve Yargıtay kararlarının takip edilmesi önem arz etmektedir.
Kayseri ceza avukatı veya ağır ceza avukatı arıyorsanız 15 yılı aşkın deneyimi ile avukat kadromuzdan dava süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile dava ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz.