Doktor veya Sağlık Memurunun Görev ve Yetkisini Kötüye Kullanarak Gerçeğe Aykırı Belge Düzenlemesi

Doktor, Eczacı veya Sağlık Memurunun Görev ve Yetkisini Kötüye Kullanarak Gerçeğe Aykırı Belge Düzenlemesi - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Ağır Ceza Avukatı - Zülküf Arslan Hukuk Bürosu 0352 222 1661

Doktor, Eczacı veya Sağlık Memurunun Görev ve Yetkisini Kötüye Kullanarak Gerçeğe Aykırı Belge Düzenlemesi

Yargıtay Ceza Genel Kurulu

Esas No: 2014/196 Karar No: 2016/2107 Karar Tarihi: 20.12.2016

Kararı Veren Yargıtay Dairesi: 11. Ceza Dairesi

Mahkemesi: Asliye Ceza Mahkemesi

Sanık hakkında resmi belgede sahtecilik suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucu, eylemin 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu’nun 354. maddesi kapsamında kaldığı kabul edilerek 765 sayılı TCK’nın 102/4 ve 104/2. maddeleri gereğince gerçekleşen dava zamanaşımı nedeniyle kamu davasının ortadan kaldırılmasına ilişkin, … Asliye Ceza Mahkemesince verilen 01.07.2010 gün ve 277-611 sayılı hükmün katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 11. Ceza Dairesince 07.10.2013 gün ve 3682-14502 sayı ile;

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 225. maddesi uyarınca hükmün konusu, duruşmanın neticesine göre iddianamede gösterilen fiilden ibaret olup, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 27.03.2009 tarihli iddianamesinde sahte reçete düzenlediğinin iddia olunması ve katılan kuruma bu reçetelerin ibraz edildiğine ilişkin bir anlatımın da bulunmadığı cihetle tebliğnamedeki düşünceye iştirak edilmemiştir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 7. maddesi ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 9. maddesi hükmü karşısında; yüklenen ‘özel sağlık kuruluşunda çalışan doktorun gerçeğe aykırı reçete düzenlemesi suçunun cezasının türü ve üst sınırı itibarıyla tabi olduğu ve sanık lehine olan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 102/4 ve 104/2. maddelerinde öngörülen dava zamanaşımının, suçun işlendiği 17.04.2002 tarihinden hüküm tarihine kadar gerçekleştiği gerekçeleri gösterilerek mahkemece kabul ve takdir kılınmış olduğundan katılan vekilinin zamanaşımının gerçekleşmediğine ilişen ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükmün onanmasına”

oyçokluğuyla karar verilmiştir.

Karşı Oy Gerekçesi

Daire Üyesi M. Budak;

“İncelenen dosyada sayın çoğunlukla aramızdaki görüş farklılığı, sanığın eyleminin ‘gerçek kişinin resmi belgede sahteciliği’ suçunu oluşturacağı gerekçesi ile bozulması gerektiğine ilişkindir.

Sanık … hakkında; Özel İstanbul Kızılay Bosna Tıp Merkezi’nde hekim olarak görev yapmakta iken, … Eczanesi sahibi ve mesul müdürü olan eczacı … ile ilaç mümessilleri tarafından kendisine getirilen üç adet değişik kişiye ait sağlık karnelerine muayeneye dayanmayan yüksek meblağlı reçete yazarak bu reçeteler üzerine Dr. M. Çöl’ün kaşesini basıp poliklinik kayıtlarının da sağlanması suretiyle gerçeğe aykırı rapor düzenlendiğinden bahisle hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 210/2. delaletiyle 204/1, 43/1. maddelerinde cezalandırılması talebi ile dava açılmış, mahkemece yapılan yargılama neticesinde eyleminin 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 354/1, 350/1-3. maddeleri kapsamında kaldığı ve aynı Yasanın 102/4, 104/2. maddelerindeki zamanaşımı süreleri gerçekleştiğinden bahisle kamu davasının düşmesine karar verilmiştir.

Dairemizce yapılan temyiz incelemesi neticesinde ise sayın çoğunluk tarafından mahkemece yapılan suçun nitelendirilmesi isabetli kabul edilerek onama kararı verilmiştir. Bu karar aşağıda belirtilen nedenlerden dolayı yasaya ve Dairemizin yerleşik içtihatlarına aykırıdır:

1- Öncelikle mahkemece ve sayın çoğunluk tarafından sanık doktorun eyleminin vasıflandırılmasında hata bulunmaktadır.

Şöyle ki; mahkemece sanık dokturun özel bir sağlık polikliniğinde çalışması nedeniyle üç ayrı hasta adına ‘resmi belge’ olduğunda bir tereddüt bulunmayan suç tarihi itibarıyla Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü’nce bastırılarak verilen sağlık karnelerindeki reçetelere karne sahiplerinin bilgisi dışında, muayene etmeden, yüksek meblağlı ve karne sahipleri tarafından alınıp kullanılmayan ilaçlar yazmak şeklindeki eylemi, hatalı olarak vasıflandırılarak 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 354. maddesi kapsamında kabul edilmiştir. Halbuki 765 sayılı TCK’nun 354. maddesi ‘Sahte rapor vermek ve kullanmak’ başlıklı olup maddede ‘hekim, eczacı ve sıhhiye memurunun hatıra binaen rapor düzenlemesi, bu kimseler tarafından verilmiş olan bu şekildeki bir sahte raporun kullanılması bu kimseler tarafından, bu şekilde bir sahte raporun verilmesi için para veya çıkar vaad ve sağlanması halleri düzenlenmiştir. Somut olayımızda; sahte rapor düzenlenmesi söz konusu olmayıp üç adet sahte reçete düzenlenmiştir. Halbuki 354. madde ‘gerçeğe aykırı rapor düzenlenmesi’ ile ilgili olup, dosyadaki eylemlere uymamaktadır.

Ayrıca suça konu reçeteler Türk Ceza Kanunu’nun 350. maddesi kapsamında kalan belgelerden de değildir. Çünkü somut olayımızda sağlık karnesinde bulunan reçetelere muayene etmeden, gerçeğe aykırı ve yüksek meblağlı ilaçlar yazılıp poliklinik kayıtlarında resmileştirmek suretiyle, suça azmettirdiği ileri sürülen eczacı sanık tarafından Emekli Sandığı Kurumu’ndan tahsil edilmiştir. Bu tür eylemlerin tamamı bir bütün olarak bugüne kadar Dairemizce ‘resmi belgede sahtecilik suçu’ olarak tavsif edilmektedir. Örneğin; Dairemizin 01.04.2008 gün ve 2007/1425 2008/2321 sayılı kararında “Emekli Sandığına tabi hastalardan değişik bahanelerle alarak gönderdiği sağlık karnelerine, 21.08.2000-13.11.2000 tarihleri arasında hasta muayene etmeden toplam 33 adet reçeteyi düzenleyip, poliklinik defterinde reçete tarihleri ile protokol numaralarının birbirini izleyen tarih ve protokol numarası şeklinde olması gerektiği halde bu hususa da riayet etmeden tenakuzlu şekilde suça konu reçetelerle ilgili bilgileri poliklinik defterine bizzat kaydedip reçete prosedürünü tamamlayarak resmileştirmek suretiyle yüklenen ‘resmi belgede sahtecilik’ suçlarını işlediği gözetilmeden, isabetsiz gerekçe ile yazılı şekilde görevi kötüye kullanmak suçundan mahkûmiyetine karar verilmesi,’ şeklindeki ve benzer bir çok kararında sağlık karnelerindeki reçetelere muayene etmeden ilaç yazılması eylemlerini ‘resmi belgede sahtecilik’ suçu olarak kabul edilmiştir.

Nitekim somut olayımızda da; özel bir klinikte doktor olarak görev yapan sanığımıza isnat olunan eylem ‘usulsüz bir rapor vermek’ değil ‘muayene etmeden gerçeğe aykırı reçete düzenlemek’ olup bu eylemi de 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu’nun 350 veya 354. maddesindeki suçu değil resmi kurumda görevli doktor olmadığından aynı Yasanın 342/1. maddesindeki (5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 210/2. madde delaletiyle 204/1.) suçu oluşturmaktadır.

Zaten 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu döneminde işlenen suçlarda artık 210. maddenin 2. fıkrasının son cümlesi uyarınca resmi bir kurumda çalışmayan sağlık görevlilerince düzenlenen belge ile haksız bir yarar sağlanması veya kamunun veya kişilerin zararına bir sonuç gerçekleşmiş olması hallerinde ‘resmi belgede sahtecilik’ hükümlerine göre cezaya hükmolunacağı hüküm altına alınmıştır.

2- Ayrıntıları Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 27.04.2010 gün ve 2009/11-174 Esas, 2010/92 sayılı kararında da açıklandığı ve Dairemizce de istikrarlı bir şekilde uygulandığı üzere, karne sahiplerini özel muayenehanesinde ve başka bir yerde muayene ettikten sonra reçete düzenlenmesi ve bu reçetenin poliklinik kayıtlarına intikalinin sağlanması şeklinde gerçekleşen eylemlerin ‘görevi kötüye kullanma’ suçunu, ancak hiçbir şekilde karne sahibini görüp muayene etmeden reçete düzenlenmesi eylemlerinin ise her ne kadar reçete gerçek olup üzerinde silinti, kazıntı veya karalama gibi tahrifat yapılmadan düzenlenmiş olsa bile içerik itibarıyla sahte olduğundan yani ‘fikri sahtecilik’ gerçekleşmiş olduğundan ‘resmi belgede sahtecilik’ suçunu oluşturacağı kabul edilmektedir.

Bu gerekçelerle; sanık olan doktorun üç ayrı karne sahibini muayene etmeden ve hastalıkları hakkında bilgi sahibi olmadan suça konu reçeteleri düzenlemesi şeklindeki eyleminin; sağlık karnesi sahiplerinin müfettiş huzurundaki; reçetelerde yazılı ilaçları almadıkları ve böyle bir hastalıklarının da bulunmadığına dair beyanları ile suça konu reçetelerdeki yazıların kendisi tarafından yazıldığına dair sanığın ikrarı da dikkate alınmak suretiyle ‘memur olmayan gerçek kişinin resmi belgede sahteciliği’ suçunu oluşturduğunun kabulü ve bağlantılı olan sanık eczacı ….’nın da yargılandığı Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/120 Esas sayılı dosyası ile birleştirilmesi gerektiğinden yerel mahkemenin kararının bozulması gerektiği”

düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının İtirazı

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 19.12.2013 gün ve 21776 sayı ile;

“Sanık …’nın Özel İstanbul Kızılay Bosna Tıp Merkezi’nde doktor olarak görev yapmakta iken, … Eczanesi sahibi ve mesul müdürü olan eczacı …. ile ilaç mümessilleri tarafından kendisine getirilen üç adet değişik kişiye ait sağlık karnelerine muayeneye dayanmayan yüksek meblağlı reçete yazarak bu reçeteler üzerine Dr. M. Çöl’ün kaşesini basıp poliklinik kayıtlarının da sağlanması suretiyle gerçeğe aykırı rapor düzenlendiği şeklinde kabul edilen eyleminde, gerçeğe aykırı olarak düzenlenen bu belgelerin niteliği itirazımızın özünü oluşturmaktadır.

Konunun açıklığa kavuşması bakımından resmi belge özel belge ayrımına değinmekte yarar vardır.

Kanunumuzda sahtecilik suçları, resmi ve özel belge ayrımına dayandırılmış; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 204-206, 210/1. maddeler resmi belgeleri; 207, 208. maddeler özel belgeleri suç saymıştır. Bu ayrımda, resmi belgelerin kanıt gücünün yüksek bulunmasından ve kamu idaresinin işleyiş düzeninin ihlal edilmesinden hareketle, eylem daha yüksek bir yaptırımla karşılanmıştır. Belirtelim ki resmi belgeler de kanıt gücü bakımından kendi arasında farklılık içermektedir. Örneğin hukuk usulünde bazı resmi belgeler, sahteliği sabit olana kadar geçerli resmi belge (HUMK m.295) sayılmış, bazıları da aksi sabit olana kadar geçerli resmi belge olarak kabul edilmiştir. Diğer taraftan, resmi belgede sahtecilik suçu bakımından sahtecilik fiili yeterli görülmüş, özel belgede sahtecilik suçunun oluşması için ise sahte özel belgenin düzenlenmesi ile gerçek bir özel belgede sahtecilik yapılması arasında fark yaratılmış, ikinci tür eylem için kullanma koşulu aranmıştır.

Kanunda resmi belge kavramı tanımlanmamış, kavramın tanımı ve açıklanması doktrin ve içtihada bırakılmıştır.

Doktrinde resmi belgenin temel unsurları; kamu görevlisi tarafından düzenlenmesi, görevi gereği düzenlenmesi ve öngörülmüşse, usul ve şekil kurallarına uyulması, şeklinde açıklanmaktadır.

Resmi belgenin varlığı için zorunlu bu unsurları;

1- Kamu görevlisince düzenlenmesi:

Resmi belgeyi belirleyen en temel özellik, onun bir kamu görevlisince düzenlenmesidir. Düzenleyen kişinin kamu görevlisi olmaması durumunda, o belge resmi belge olarak kabul edilemez. Kamu görevlisi kavramı, Türk Ceza Kanunu 6/1-c maddesinde tanımlanmıştır. Ayrıca bu tanım kapsamına girmese dahi, ilgili özel yasasında yer alan hükümler dolayısıyla da bir kişinin görev dolayısıyla kamu görevlisi sayılması mümkün olabilir. Örneğin KİT personeli hakkındaki 399 sayılı KHK 11/b maddesindeki hüküm bu şekildedir.

2- Görev gereği düzenlenmesi:

Belgeyi düzenleyenin kamu görevlisi olması, her durumda yeterli bir ölçüt olmamaktadır. Kamu görevlisinin kamu göreviyle ilgisiz bir belge düzenlemesi durumunda, özel belgeden söz edilir. Bu nedenle kamu görevlisinin, bu belgeyi görevi gereği düzenlemiş olması da aranmalıdır. Bu husus 204/2. maddede; ‘görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmi bir belgeyi…’ sözleriyle açıklanmıştır. Dolayısıyla 2. fıkra bakımından belgenin, kamu görevlisinin görev ve yetki alanıyla ilgili bulunması zorunludur. Yargıtay, 765 sayılı Türk Ceza Kanunu döneminde bu zorunluluğun, görevle belge arasında illiyet bağı ilişkisi şeklinde aranması gerektiğini belirtmekteydi. Şu halde görevlinin yetkisi dışında, başka deyişle yetkisini aşarak düzenlediği belge, görevlinin resmi belgede sahtecilik suçunun (204/2) maddi konusu olarak kabul edilemez. Kanunda, resmi belge hakkındaki sahteciliğin kamu görevlisi olmayan fail tarafından işlenmesi 204/1. madde ile, kamu görevlisinin resmi belgede sahteciliği ise ikinci fıkrada düzenlenmiştir. Kanun koyucu, resmi belge niteliğini taşımasa dahi, bir resmi belgeyi sahte olarak düzenleme fiilini de resmi belge üzerindeki sahtecilikle birlikte cezalandırmıştır. Bu tür bir eylemin failinin düzenlemeye yetkili kamu görevlisi olması 2. fıkra, sivil kişi veya yetkisiz kamu görevlisi olması halinde ise 1. fıkra uygulanmaktadır.

3- Usul ve şekil şartlarına uyulması:

Resmi belgenin mutlaka belirli bir şekle uygun olması veya bazı unsurları taşıması şartı yoktur. Fakat, mevzuat gereği belirli usul ve şekil şartlarının aranması söz konusu olabilir. Örneğin resmi vasiyetnamenin kanunda belirtilen şekle uygun olarak düzenlenmesi zorunludur (MK. m. 532-536). Bu takdirde belirtilecek unsurların yer almaması, belgenin resmi belge sayılmasını önleyebilir. Belgenin usul ve şekil koşullarına uygun olması gerektiği bir kararda da açıklanmıştır. Buna karşın, görevlinin yetkisi kapsamında düzenlenmiş olan resmi belgenin birtakım unsurları olmadığı halde, varmış gibi gösterilmesi halinde de, resmi belgede sahtecilikten söz edilir. Yine, belgenin birden fazla görevli tarafından imzalanması gerekli ise (örneğin kurul halinde verilen karar veya raporların tüm üyelerce imzalanması gereklidir), imza eksikliği, belge sayılmasını önleyecektir.

Noterlerce düzenlenen belgeler; düzenleme (Noterlik Kanunu m.84 vd.) belgeler ve onay işlemler olarak ikiye ayrılmaktadır. Düzenleme belgeler, içeriği de bizzat noterce düzenlendiğinden, bu belgenin herhangi bir yönüyle ilgili sahtecilik, resmi belgede sahtecilik olarak kabul edilmektedir. Buna karşın, onay işlemi şeklindeki belgelerde, onay kısmını kapsamayan, içerik sahteciliğinde resmi belge öğesinin oluşmayıp, özel belgede sahtecilik suçunun işlendiği kabul edilmektedir.

Resmi belgeler ispat gücü bakımından; ‘sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli belge’ ve ‘aksi sabit olana kadar geçerli belge’ şeklinde ikiye ayrılmaktadır. Bu ayrım 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu’nun da yapılmış ve 339/1, 342/2,4. maddelerinde cezalandırmada farklılıklar yaratılmıştı. Benzeri bir ayrıma 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 204/3. maddede de yer verilmiş, ispat gücü yüksek olan belgeler bakımından cezanın artırılması öngörülmüştür.

Unsurları bakımından resmi belge sayılması olanaklı olmadığı halde, bazı özel belge türleri yasa tarafından özel olarak resmi belge düzeyinde korumaya alınmıştır. Bu tür belgeler Türk Ceza Kanunu’nun 210/1. maddede gösterilmiştir. Bunlar; hamile yazılı kambiyo senedi, tahvil, hisse senedi, emtiayı temsil eden belge ve vasiyetnamedir. Belirtilen türdeki belgelerin, resmi belge sayılabilmesi için, kanunda öngörülen usul ve şekil şartlarının bulunması zorunludur.

Türk Ceza Kanunu‘nun 210/2. maddede belirtilen, kamu görevlisi olmayan veya görevi gereği hareket etmeyen sağlık mesleği mensuplarının gerçeğe aykırı belge düzenleme suçu, özel nitelikli özel belgede sahtecilik suçu vasfındadır. Fakat cezalandırma yönünden resmi belgede sahtecilik hükümlerine atıf yapılmıştır.

Özel belgeler, resmi belge sayılmasını gerektiren unsurları taşımayan belgelerdir. Ancak, özel belgenin de belge niteliğinin, yani belge sayılması için gereken öğelerin bulunması aranmalıdır. Başka bir anlatımla; yazılı bir evrakın, hukuki sonuç doğurmaya elverişli bir biçimde kamu görevlisi olmayan belirli bir kimse tarafından düzenlenmesi durumunda özel belgenin varlığı söz konusu olur. Örnek verirsek; bir bankanın hesap bilgileri hakkındaki yazısı, kredi sözleşmesi, teminat mektubu, adi senet, fatura, mal beyanı, vergi beyanı, gümrük beyanı, sigorta giriş bildirimi, mektup, özel bir vaka hakkında ilgililerince düzenlenen tutanak, kira sözleşmesi, tahliye taahhüdü, dilekçe, ihbar yazısı, vb. belgeler özel belge sayılmaktadır.

Kimi özel belgelerin (hisse senedi, kambiyo senedi, tahvil vs.) kanun tarafından resmi belge gibi kabul edildiğini (m.210/1) hatırlamak gerekir. Fakat, resmi belge sayılan belgelerdeki unsur eksikliği nedeniyle bu niteliğini kaybetmesi durumunda, özel belge sayılmaktadır. Örneğin bono veya çekin yasal öğelerinin eksik bulunması durumunda özel belge kabul edilmektedir.

Kamu görevlisi tarafından düzenlense dahi, göreviyle ilgisi olmayan belgeler de özel belge sayılır. Özel belgenin suça konu olması için, doğrudan hukuki sonuç doğurması gerektiği kabul edilmektedir.

Resmi belgede sahtecilik suçu için, suçun maddi konusunun resmi belge olması (gerçek bir resmi belgede sahtecilik veya resmi belgenin sahte üretilmesi) gerekmektedir. Fakat, kimi durumlarda özel bir belgenin resmi belgede sahteciliğe vücut vermesi olanaklıdır.

Özel belgenin resmi daireye sunulması üzerine kayda alınması, üzerine kayıt kaşesi veya havale imzası atılması, kayda almayla ilgili işlemler olup, özel belgeyi resmi belge haline dönüştürücü nitelikte değildir. Buna karşın özel belge resmi bir makam tarafından onaylanmışsa, onay kısmı itibarıyla resmi belge sayılır. Bu tür bir belgenin içeriğinde sahtecilik özel belgede, onay kısmında sahtecilik ise resmi belgede sahtecilik sayılır.

Yine, sahte bir özel belgenin resmi bir belgenin dayanağı olması nedeniyle resmi belgenin de gerçekliğine zarar verildiğinden, failin resmi belgede sahtecilik suçunu işlediği kabul edilmektedir. Örneğin Yargıtay, hasta sevk kağıtlarına sahte ilaç kupürü ekleyip, sahte fatura düzenleyerek ilaç bedeli alınması eylemini resmi belgede sahtecilik olarak kabul etmiştir. Bir başka olayda, özel belge olan sahte satış sözleşmesi sunularak mahkeme yanıltılıp, gerçeğe aykırı ilam elde edilmesi nedeniyle failin resmi belgede sahtecilik suçundan cezalandırılması gerektiği belirtilmiştir.

765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu’nun 354. (5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 210/2) maddesinde; kamu görevlisi sıfatıyla çalışmasalar bile; tabip, diş tabibi, eczacı, ebe, hemşire veya diğer sağlık mensubu kişilerin, görevlerinin gereği olarak gerçeğe aykırı belge düzenlemeleri ayrı bir suç olarak hükme bağlanmıştır. Burada sayılanlar serbest meslek sahibidirler. Düzenlenen belgenin kişiye haksız bir menfaat sağlaması ya da kamunun veya kişilerin zararına bir sonuç doğurucu nitelik taşıması halinde, resmi belgede sahtecilik hükümlerine göre cezaya hükmolunacaktır. Bu suçla korunmak istenilen yarar kamu güvenidir.

Konuya ilişkin Yargıtay uygulamasına bakıldığında;

Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 17/11/2011 gün ve 2008/17376 Esas, 2011/21793 Karar sayılı ilamında;

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 210. maddesinin ikinci fıkrasındaki düzenlemeye paralel olan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 354. maddesi, memur olmayan ya da özel yasalarına göre memur gibi cezalandırılmaları gerekmeyen doktor, eczacı veya sağlık memurunun resmî makamlara sunulmak üzere özel nitelikte sahte rapor düzenleyip vermesi ve verilen bu sahte raporların kullanılması suçlarını tanımlayıp yaptırıma bağlamıştır. Memur olan ya da özel yasasına göre memur sayılan doktor, eczacı veya sağlık memurunun resmî görev ve yetkisini kötüye kullanarak sahte rapor düzenlemesi eylemleri, bu maddelerin kapsamına girmeyecek olup, suç tarihinde devlet hastanesinde doktor olarak görev yapan sanığın, …. isimli kişiye ‘Retrobulber Neoit’ hastalığı teşhisi koyarak, tanıya yönelik muayene metotlarına bakılmaksızın 04.07.2003 gün ve 1703 sayılı fenne uygun olmayan sağlık raporu verdiği, keza sanığın aynı kişiye 18.08.2003 tarihinde 3894 sayılı sevk kâğıdına istinaden ayakta yapılan muayene sonunda ‘Retrobulber Neoit’ tanısı koyup, bu hastalığın tedavisinde istirahatın yeri olmadığı halde 20 gün rapor verdiği, böylece gerçeğe aykırı sağlık raporu düzenlemek suçunu işlediğinin iddia ve kabul edilmesine göre; eylemin suç tarihinde yürürlükte olan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 339 (5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 204/2) maddesinde yazılı ‘memurun resmi belgede sahteciliği’ suçunu oluşturup oluşturmayacağına ilişkin delilleri takdir ve değerlendirme görevinin üst dereceli ağır ceza mahkemesine ait olduğu gözetilerek, görevsizlik kararı verilmesi gerekirken duruşmaya devamla yazılı şekilde hüküm kurulması…’,

Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 14/10/2010 gün ve 2010/12672 Esas, 2010/11190 Karar sayılı ilamında;

‘Sanığın THK Çok Hafif Hava Araçları Okulu’na Fethiye Devlet Hastanesi’nce düzenlenmiş gibi suça konu 06.05.2002 tarihli sağlık kurulu raporunu ibraz ederek kaydını yaptırdığının iddia ve kabul olunması karşısında; fiilinin 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 342/1. (5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 204/1.) madde ve fıkrasında yaptırıma bağlanan memur olmayan kimsenin resmi belgede sahteciliği suçunu oluşturacağının gözetilmemesi karşı temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.’

Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 29/11/2012 gün ve 2012/12689 Esas, 2012/20638 Karar sayılı ilamında;

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 210. maddesinin ikinci fıkrasındaki düzenlemeye paralel olan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 354. maddesi, memur olmayan ya da özel yasalarına göre memur gibi cezalandırılmaları gerekmeyen doktor, eczacı veya sağlık memurunun resmî makamlara sunulmak üzere özel nitelikte belge (sahte reçete) düzenleyip vermesi ve verilen bu belgelerin (sahte reçetelerin) kullanılması suçlarını tanımlayıp yaptırıma bağlamıştır. Memur olan ya da özel yasasına göre memur sayılan doktor, eczacı veya sağlık memurunun resmî görev ve yetkisini kötüye kullanarak görevi gereği sahte reçete düzenlemesi eylemleri, bu maddelerin kapsamına girmemekte olup, suç tarihinde Beykoz Devlet Hastanesinde doktor olarak görev yapan sanıkların ….. ve ….. isimli hastaları görmeden ve muayene etmeden ODYO-MED isimli firmanın getirdiği sağlık karnelerine, doktor …..’ın reçete yazdığı, doktor…..’ın da reçeteleri onayladığı ve bu reçeteler ile ….. isimli hastaya iki adet işitme cihazı yazıldığı halde bir adet teslim edildiği, diğer hasta …..’e de iki adet cihaz yazıldığı halde hiç cihaz teslim edilmediği ancak, bu kişilere ilişkin faturalarda ikişer adet cihaz teslim edildiğinin belirtildiği ve böylece sanıkların adı geçen hastaları görmeden ve muayene etmeden reçete yazıp ODYO-MED firması vasıtasıyla katılan kurumun dolandırılması suçuna iştirak ettiklerinin iddia edilmesine göre; adı geçen sanıkların sahte reçete düzenlemek şeklindeki sahtecilik eylemlerinin sübutu halinde suç tarihinde yürürlükte olan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 339/1, 80 (5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 204/2, 43/1.) maddelerinde öngörülen ‘zincirleme olarak görevli memurun resmi belgede sahteciliği’ suçunu oluşturduğu ve olağanüstü dava zamanaşımının gerçekleşmediğinin gözetilmemesi ve her iki sanığın da hastaları görerek reçete yazdıklarını, reçetelerin sahte olmadığını savunmaları, sanık Doktor…..’ın bu beyanının yanında, ayrıca reçeteleri onaylama görevinin olmadığını ve iddianamede iddia edildiği gibi diğer sanık tarafından düzenlenen reçeteyi onaylamadığını beyan etmesi karşısında; gerçeğin kuşkuya yer bırakmayacak şekilde belirlenmesi bakımından; gerek ismi geçen hastaların, gerekse hastahanede çalışan görevlilerin ve ODYO-MED şirketi adına bu hastahaneye gelen çalışanların dinlenip, gerektiğinde suça konu reçetelerdeki onaylama mahiyetindeki imzanın aidiyeti hususunda bilirkişi incelemesi yaptırılarak, sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken isabetsiz gerekçe ile yazılı şekilde, eylemin sübutu halinde 765 sayılı TCK’nın 354. maddesinde düzenlenen suçu oluşturduğundan bahisle, davanın zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına karar verilmesi…’,

Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 04/10/2012 gün ve 2011/11898 Esas, 2012/16518 Karar sayılı ilamında;

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 210. maddesinin ikinci fıkrasındaki düzenlemeye paralel olan 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu’nun 354. maddesi, memur olmayan ya da özel yasalarına göre memur gibi cezalandırılmaları gerekmeyen doktor, eczacı veya sağlık memurunun resmî makamlara sunulmak üzere özel nitelikte sahte rapor düzenleyip vermesi ve verilen bu sahte raporların kullanılması suçlarını tanımlayıp yaptırıma bağlamıştır. Memur olan ya da özel yasasına göre memur sayılan doktor, eczacı veya sağlık memurunun resmî görev ve yetkisini kötüye kullanarak sahte rapor düzenlemesi eylemleri, bu maddelerin kapsamına girmeyecek olup, suç tarihinde TCDD Yakacık Hastanesinde dahiliye doktoru olarak görev yapan sanığın, Abdullah D. ve Aysel A. isimli kişileri görmeden ve muayene etmeden, muayene etmiş ve tetkikleri yapılmış gibi protokol defterine kayıtlarını yapıp taslak sağlık kurulu raporu hazırlamak suretiyle Sağlık Kurulunu yanıltması sonucunda anılan kişiler hakkında sağlık kurulu raporlarının düzenlenmesine sebebiyet verdiği, böylece sanığın gerçeğe aykırı sağlık kurulu raporları düzenlemek suçunu işlediğinin iddia olunması karşısında; eylemin sübutu halinde suç tarihinde yürürlükte olan 765 sayılı TCK’nın 339 ve 80. (5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 204/2 ve 43/1.) maddelerinde yazılı zincirleme şekilde ‘memurun resmi belgede sahteciliği’ suçunu oluşturup oluşturmayacağına ilişkin delillerin takdir ve değerlendirme görevinin üst dereceli ağır ceza mahkemesine ait olduğu gözetilerek, görevsizlik kararı verilmesi gerekirken duruşmaya devamla yazılı şekilde hüküm kurulması…’,

Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 08/05/2012 gün ve 2011/8892 Esas, 2012/7904 Karar sayılı ilamında;

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 210. maddesinin ikinci fıkrasındaki düzenlemeye paralel olan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 354. maddesi, memur olmayan ya da özel yasalarına göre memur gibi cezalandırılmaları gerekmeyen doktor, eczacı veya sağlık memurunun resmî makamlara sunulmak üzere özel nitelikte sahte rapor düzenleyip vermesi ve verilen bu sahte raporların kullanılması suçlarını tanımlayıp yaptırıma bağlamıştır. Memur olan ya da özel yasasına göre memur sayılan doktor, eczacı veya sağlık memurunun resmî görev ve yetkisini kötüye kullanarak sahte rapor düzenlemesi eylemleri, bu maddelerin kapsamına girmeyecek olup, suç tarihinde sanığın resmi kurum olan Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinden gerçeğe aykırı rapor düzenlettirip kullandığı iddia ve kabul edilmesine göre; eylemin suç tarihinde yürürlükte olan 765 sayılı TCK’nın 339. (5237 sayılı TCK’nın 204/2) maddesinde yazılı ‘memurun resmi belgede sahteciliği suçuna iştirak’ suçunu oluşturup oluşturmayacağına ilişkin delilleri takdir ve değerlendirme görevinin üst dereceli ağır ceza mahkemesine ait olduğu gözetilerek, görevsizlik kararı verilmesi gerekirken duruşmaya devamla yazılı şekilde hüküm kurulması…’,

Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 13/02/2013 gün ve 2010/15714 Esas, 2013/2354 Karar sayılı ilamında;

‘Boğazlıyan Özel Hayat Polikliniği sahibi ve mesul müdürü olan ve aynı zamanda doktorluk mesleğini icra eden sanığın, Özel Sağlık Kurum/Kuruluşları Tedavi Protokolünün IV-A -3. maddesi 2. fıkrasında öngörülen ‘bu protokol kapsamında hasta kabul edilebilmesi için özel polikliniklerde mesul müdür dahil en az bir hekimin tam zamanlı olarak istihdam edilmesi zorunludur’ hükmündeki yasal şartı karşılayabilmek için istihdam ettiği Dr. S. Savaşan’a ait kaşeyi kullanmak ve yerine imza atmak suretiyle muayene ettiği hastalara reçete ve eklerini tanzim ettiğinden bahisle açılan davada; sanığın atılı suçu kabul etmemesi, hastaların usulüne uygun muayene edilip adlarına reçete düzenlendiğini savunması, şikayetçinin aşamalarda çelişkili ifadeler vermesi, … tarafından düzenlenen soruşturma raporu ve ekleri karşısında, şikayetçinin habersiz kaşesinin kullanıldığı ve imzasının atıldığını belirttiği reçetelerde hasta olarak görülen kişiler dinlenerek, suç tarihlerinde şikayetçi tarafından muayene edilip edilmedikleri, reçetelerin kim tarafından düzenlendiğinin sorulup gerektiğinde hastalarla sanık ve şikayetçinin yüzleştirmesinin yapılması ve suç tarihinde görev yapan hastane çalışanlarının da bilgisine başvurulması, suça konu belgelerdeki yazı ve imzalar üzerinde, hastane kayıtları ile ödeme belgeleri de dikkate alınarak uzman bilirkişi tarafından inceleme yaptırılması, tüm deliller değerlendirilip, herhangi bir kişi veya kurumun zararının oluşup oluşmadığı da tespit edildikten sonra eylemin Türk Ceza Kanunu’nun 210/2. maddesindeki suçun unsurları da gözetilerek sonucuna göre sanığın hukuki durumunu takdir ve tayini gerekirken eksik incelemeye dayanarak yazılı şekilde hüküm kurulması…’

isabetsizliklerinden hükümleri bozmaktadır.

Somut olay değerlendirildiğinde;

Sanık doktorun reçete yazdığı karneler Emekli Sandığı Kurumu’na aittir ve resmi belge olduğu hususunda tereddüt yoktur. Ayrıca yazılan reçeteler Emekli Sandığına ibraz edilerek bedelleri tahsil edilmiştir. Ayrıca sanık doktorun eylemi usulsüz rapor vermek değil, muayene etmeden gerçeğe aykırı reçete düzenlemektir. Bu eylem resmi belgede sahteciliktir. Bu nedenle yerel mahkemenin sanığın eylemini 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 354. maddesi kapsamında kabul ederek zamanaşımı nedeniyle düşme kararı vermesi ve Yüksek Dairenin bu hükmü onamasının yerinde olmadığı, sanığın eyleminin resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturması nedeniyle yerel mahkeme hükmünün bozulması gerektiği”

görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 11. Ceza Dairesince 17.02.2014 gün, 2-2642 sayı ve oyçokluğuyla itirazın yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık hakkında resmi belgede sahtecilik suçundan açılmış bir kamu davasının bulunup bulunmadığı, resmi belgede sahtecilik suçundan açılmış bir kamu davasının bulunduğunun kabulü halinde sanığın eyleminin hukuki niteliğinin belirlenmesi ve buna bağlı olarak yerel mahkemenin hüküm kurduğu tarihte dava zamanaşımının dolup dolmadığının tespitine ilişkindir.

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 27.03.2009 gün ve 11959-7301 sayılı iddianamede,

“….. Eczanesi sahibi ve mesul müdürü şüpheli …. ve diğer şüpheliler ….. ….. ve …. haklarında 2002-2005 yıllarında reçetelerde tahrifat yaptıkları, sağlık karnesi, hasta ve reçete temin ettikleri, sağlık kuruluşlarından muayene olmayan kişiler adına reçeteler düzenledikleri, düzenlettikleri iddiasıyla suç işlemek için örgüt kurmak, örgüte üye olmak, sosyal güvenlik kurumunu zarara uğratmak suretiyle dolandırıcılık ve resmi belgede sahtecilik suçlarından dolayı 28.07.2008 tarih 2008/31782 esas sayılı iddianame ile Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesine dava açılmıştır (Kamu davası 15. Ağır Ceza Mahkemesinin 2008/159 esasında kayıtlıdır.)

Bu olaylarla ilgili olarak reçetelerde isimleri bulunan, reçeteleri düzenledikleri iddia edilen doktorlar hakkında ise evrak tefrik edilmiş ve 4483 sayılı Kanun hükümlerine göre soruşturma yapılması için İstanbul Valiliğine gönderilmiştir.

Tefrik edilen bu evraka, hakkında soruşturma yürütülen şüpheli Dr. …’nın da dahil olduğu ve aynı olaylarda sözü edilen reçetelerden …… adına düzenlenmiş 22.03.2002 tarih 1166-02 sayılı; Sevgi Yıldırım adına düzenlenmiş 17.04.2002 tarih 1515/02 sayılı ve ….. adına düzenlenmiş 17.04.2002 tarih 1555/02 sayılı ve Kızılay Bosna Tıp Merkezine ait gözüken reçetelerle ilgili olarak, reçetelerde ismi geçen kişilerin hiç muayene olmadıkları, söz konusu reçetelerle ilgilerinin bulunmadığı, beyanlardan ve soruşturma içeriğinden ortaya çıkmaktadır.

Olay tarihlerinde Kızılay Bosna Tıp Merkezinde doktor olarak görevli bulunan şüpheli …, reçetelerdeki ilaç yazımı ile ilgili yazıların kendisine ait olduğunu, ancak kaşe ve imzaların kendisinin olmadığını savunmuş, reçetelerdeki imza sahibi olarak gözüken doktor ……de imzaların kendisine ait olmadığını beyan etmiştir.

Sağlık Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığınca düzenlenen 28.10.2008 tarihli inceleme raporunda Uz. Dr. ……hakkında herhangi bir işlem tesisine yer olmadığı, Uz. Dr. … hakkında ise genel hükümlere göre işlem yapılması gerektiği belirtilmiş olup, Sağlık Kurulu Teftiş Kurulu Başkanlığının 169/24 sayılı yazısı ile gönderdiği evrak üzerine doktor …’ya hasren yürütülen soruşturmada, yukarıda belirtilen delillere (Reçetelerde isimleri yazılı kişilerin beyanları, daha önce düzenlenen iddianame içeriği ve tüm soruşturma kapsamı) göre şüpheli …’nın muayene olmayan bu kişilerin adına reçete düzenleyerek (İmzalar ona ait olmasa da) gerçeğe aykırı evrak düzenlediği anlaşılmaktadır.

Haklarında daha önce kamu davası açılan şüphelilerin söz konusu reçetelerle (ve diğer reçetelerle), kurumu zarara uğratmış olmaları nedeniyle şüpheli …’nın iddianame konusu üç reçete ile ilgili olarak suç tarihi itibarıyla 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 7/2. maddesi gözönünde tutularak 5237 sayılı TCK mad. 210/2 gereğince ve yollamasıyla resmi evrakta zincirleme sahtecilik suçunu işlediği ortaya çıkmaktadır.

Şüpheli hakkında dolandırıcılık ve örgüt üyeliği suçlarından dolayı suç tarihi göz önüne alınarak zamanaşımı nedeniyle, rüşvet alma suçu yönünden delil durumu yönüyle ek kovuşturmama kararı verilmiştir.

Bu nedenlerle şüphelinin üzerine atılı suçlardan yargılamasının yapılarak cezalandırılmasına karar verilmesi”

açıklamalarıyla sanık hakkında kamu davası açılmıştır.

Ceza muhakemesi hukukumuzda mahkemelerce bir yargılama faaliyetinin yapılabilmesi ve hüküm kurulabilmesi için, yargılamaya konu edilecek eylemle ilgili, usulüne uygun olarak açılmış bir ceza davası bulunması gerekmektedir. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 170/1. maddesi uyarınca ceza davası, dava açan belge niteliğindeki icra ceza mahkemesine verilen şikâyet dilekçesi, son soruşturmanın açılması kararı gibi ayrık hükümler bulunmakla birlikte, kural olarak Cumhuriyet savcısı tarafından düzenlenecek bir iddianame ile açılır. Anılan Kanunun 170. maddesinin 4. fıkrasında da; “iddianamede, yüklenen suçu oluşturan olaylar, mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklanır” düzenlemesine yer verilmiştir.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 225. maddesinde yer alan; “Hüküm, ancak iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve faili hakkında verilir. Mahkeme, fiilin nitelendirilmesinde iddia ve savunmalarla bağlı değildir” şeklindeki düzenleme gereğince de hangi fail ve fiili hakkında dava açılmış ise ancak o fail ve fiili hakkında yargılama yapılarak hüküm verilebilecektir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 6/3-a maddesine göre de; “bir suç ile itham edilen herkesin kendisine karşı yöneltilen suçlamanın niteliği ve sebebinden en kısa sürede, anladığı bir dilde ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek” hakkı bulunmaktadır. İsnadın sebebi yargılama konusu fiildir, mahiyeti ise hukuki vasıflandırılmasıdır. İsnat hem yargılamanın konusunu hem de sınırını teşkil etmektedir.

Anılan bu düzenlemeler uyarınca iddianamede açıklanan ve suç oluşturduğu ileri sürülen eylemin dışına çıkılması, dolayısıyla davaya konu edilmeyen fiil veya olaydan dolayı yargılama yapılması ve açılmayan davadan hüküm kurulması yasaya açıkça aykırılık oluşturacaktır.

Öğretide “davasız yargılama olmaz” ve “yargılamanın sınırlılığı” olarak ifade edilen bu ilke uyarınca hâkim, ancak hakkında dava açılmış bir fiil ve kişi ile ilgili yargılama yapabilecek ve önüne getirilen somut uyuşmazlığı hukuki çözüme kavuşturacaktır.

Bu bağlamda davasız yargılama olmaz ilkesinin bir anlam ifade edebilmesi için isnadın dava açan belgede açıkça ve etraflıca açıklanması ve mahkemenin de dava açan bu belgedeki fiil ve fail ile bağlı olması gerekir. Aksi takdirde davasız yargılama olmaz ilkesinin ihlal edilerek dava konusu yapılmayan bir fiil ve fail hakkında yargılama yapılıp karar verilmesi durumunda iddia edenle yargılayan aynı makamda birleşmiş olacağından yapılan yargılamanın adil bir yargılama olduğundan da söz edilemez.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 226. maddesinde yer alan düzenlemeye göre;

“Sanık, suçun hukukî niteliğinin değişmesinden önce haber verilip de savunmasını yapabilecek bir hâlde bulundurulmadıkça, iddianamede kanunî unsurları gösterilen suçun değindiği kanun hükmünden başkasıyla mahkûm edilemez.

Cezanın artırılmasını veya cezaya ek olarak güvenlik tedbirlerinin uygulanmasını gerektirecek hâller, ilk defa duruşma sırasında ortaya çıktığında aynı hüküm uygulanır.

Ek savunma verilmesini gerektiren hâllerde istem üzerine sanığa ek savunmasını hazırlaması için süre verilir.

Yukarıdaki fıkralarda yazılı bildirimler, varsa müdafie yapılır. Müdafii sanığa tanınan haklardan onun gibi yararlanır”

Ancak kanun koyucu bu düzenlemeyle; iddianamede anlatılan eylem değişmemiş olmakla birlikte, o eylemin hukuksal niteliğinde değişiklik olmasını anılan ilkeye aykırı görmemiş, bu gibi hâllerde sanığa ek savunma hakkı verilerek değişen suç niteliğine göre hüküm kurulmasına imkan sağlamıştır. Bu düzenlemenin bir sonucu olarak mahkeme, eylemin hangi suçu oluşturacağına ilişkin nitelendirmede iddia ve savunmayla bağlı değildir. Örneğin iddianamede hırsızlık olarak nitelendirilen eylemin, suç eşyasının kabul edilmesi suçunu oluşturacağı görüşünde olan mahkeme, sanığa ek savunma hakkı vermek suretiyle suç eşyasının kabul edilmesi suçundan hüküm kurabilecektir. İddianamede anlatılan olayın dışında bir fail ve fiilin yargılanması söz konusu olduğunda ise, suç duyurusunda bulunulması ve yeni bir iddianame ile dava açılması halinde de gerekli görüldüğünde her iki iddianame ile açılan davaların birleştirilmesi yoluna gidebilecektir.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen iddianamede; özel bir tıp merkezinde doktor olarak görev yapan sanığın, muayene etmediği şahıslar adına sahte reçete düzenlediği, daha önce haklarında suç işlemek için örgüt kurmak, örgüte üye olmak, sosyal güvenlik kurumunu zarara uğratmak suretiyle dolandırıcılık ve resmi belgede sahtecilik suçlarından dava açılan şüphelilerin ise sanığın düzenlediği bu reçeteler ve başka reçeteleri kullanarak katılan … zarara uğrattıklarının belirtilmesi karşısında; sanık hakkında zincirleme şekilde resmi belgede sahtecilik suçundan kamu davası açıldığı kabul edilmelidir.

Özel bir tıp merkezinde doktor olarak görev yapan sanığın sahte olarak düzenlediği reçetelerin, katılan kuruma ibraz edilerek resmi belgeler oluşturulduğu, bu belgelere dayanılarak ödeme yapılmasının sağlandığı ve bu suretle katılan kurumun zarara uğratıldığı iddiasıyla kamu davası açılmış olması karşısında, sanığa isnat olunan eylemin sübutu halinde, suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 342/1 ve 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 210/2. maddesinde düzenlenen suç oluşacak, 5237 sayılı TCK’nın 210/2. maddesinde, gerçeğe aykırı olarak düzenlenen belgenin kişiye haksız bir menfaat sağlaması ya da kamunun veya kişilerin zararına bir sonuç doğurucu nitelik taşıması halinde, resmi belgede sahtecilik hükümlerine göre cezaya hükmolunacağı belirtildiğinden, sanık hakkında aynı Kanunun 204/1. maddesinin uygulanması gerekecektir.

765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 342/1. maddesinde düzenlenen resmi belgede sahtecilik suçunun yaptırımı iki yıldan sekiz yıla kadar ağır hapis cezası olarak öngörülmüş olup, aynı Kanunun 102/3. maddesi uyarınca bu suçun asli dava zamanaşımı süresi on yıl, 104/2. maddesi göz önünde bulundurulduğunda kesintili dava zamanaşımı süresi ise onbeş yıldır.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 204/1. maddesinde düzenlenen resmi belgede sahtecilik suçunun yaptırımı iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası olarak öngörülmüş olup, aynı Kanunun 66/1-e maddesi gereğince asli dava zamanaşımı süresi sekiz yıl, 67/4. maddesi göz önünde bulundurulduğunda kesintili dava zamanaşımı süresi ise oniki yıldır.

Bu itibarla, sanığa atılı eylemin 765 sayılı TCK’nın 342/1. maddesi ile 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 210/2. maddesi delaletiyle 204/1. maddesi kapsamında değerlendirilmesinin gerektiği ve öngörülen cezaların üst sınırına göre her iki kanun açısından da suç tarihi olan 17.04.2002 ile yerel mahkemenin hüküm tarihi olan 01.07.2010 tarihleri arasında dava zamanaşımının gerçekleşmediği anlaşıldığından, yerel mahkeme hükmü ile bu hükmün onanmasına ilişkin Özel Daire kararı isabetsizdir.

İtiraz nedeni konusunda varılan bu sonuç karşısında, inceleme günü itibarıyla dava zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediği konusunun da değerlendirilmesi gerekmektedir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26.06.2012 gün ve 978-250 sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararında açıkça vurgulandığı gibi, yargılama yapılmasına engel olup, davayı düşüren hallerden biri olan dava zamanaşımının yargılama sırasında gerçekleşmesi durumunda, yerel mahkeme ya da Yargıtay, resen zamanaşımı kuralını uygulayarak kamu davasının düşmesine karar verecektir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 21.06.2011 gün ve 94-133; 22.11.2011 gün ve 203-238 sayılı kararlarında; Yargıtay ilgili Ceza Dairesince bir mahkûmiyet hükmü onanmakla kesinleşeceğinden, kesinleşme anına kadar işleyen dava zamanaşımının bu aşamada sona ereceği, bu karara karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazı üzerine yapılan incelemede, Ceza Genel Kurulunca itirazın kabulü halinde, Özel Daire onama kararı ile Ceza Genel Kurulunun karar tarihi arasında geçen sürenin, dava zamanaşımının hesaplanmasında göz önünde bulundurulmayacağı, ancak itirazın kabulü üzerine dosyanın derdest hale gelmesi nedeniyle yargılamaya devam edildiğinde, Ceza Genel Kurulunca itirazın kabulü tarihinden itibaren geçerli olmak üzere sürenin işlemeye devam edeceği ve dava zamanaşımının buna göre hesaplanması gerektiği belirtilmiştir. İncelemeye konu dosyada ise, Özel Dairece onanmasına karar verilen hüküm, mahkûmiyet hükmü olmayıp düşme hükmü olduğundan, bu hükmünün kesinleşmesinin zamanaşımını kesen, durduran veya sona erdiren bir sebep olarak değerlendirilemeyeceği kabul edilmelidir.

Belirtilen nedenlerle, suçun işlendiği 17.04.2002 tarihi itibarıyla sanığın lehine olan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 66/1-e ve 67/4. maddeleri uyarınca oniki yıllık kesintili dava zamanaşımı süresi, yerel mahkemenin hüküm tarihinde dolmamış ise de, Ceza Genel Kurulunun inceleme tarihinden önce 17.04.2014 tarihinde dolmuş bulunmaktadır.

Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire onama kararının kaldırılmasına, yerel mahkeme hükmünün, suçun nitelendirilmesinde hataya düşülerek dava zamanaşımının gerçekleştiğinden bahisle kamu davasının ortadan kaldırılmasına karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına, ancak yukarıda açıklanıp değerlendirilen sanığın fiili için 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 66/1-e ve 67/4. maddelerinde öngörülen dava zamanaşımı süresinin Ceza Genel Kurulunun inceleme tarihinden önce dolduğu anlaşıldığından, 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi gereğince karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak, sanık hakkındaki kamu davasının 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 66/1-e, 67/4 ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 223/8. maddeleri uyarınca düşmesine karar verilmelidir.

Sonuç: Açıklanan nedenlerle,

1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,

2- Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 07.10.2013 gün ve 3682-14502 sayılı onama kararının KALDIRILMASINA,

3- Bakırköy 17. Asliye Ceza Mahkemesinin 01.07.2010 gün ve 277-611 sayılı hükmünün, suçun nitelendirilmesinde hataya düşülüp buna dayalı olarak dava zamanaşımının gerçekleştiğinden bahisle kamu davasının ortadan kaldırılmasına karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,

Ancak, atılı suç için 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 66/1-e ve 67/4. maddelerinde öngörülen dava zamanaşımı süresinin Ceza Genel Kurulunun inceleme tarihinden önce dolduğu anlaşıldığından, 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi gereğince karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak, sanık hakkındaki kamu davasının 5237 sayılı TCK’nın 66/1-e, 67/4 ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 223/8. maddeleri uyarınca DÜŞMESİNE,

4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 06.12.2016 günü yapılan ilk müzakerede yasal çoğunluk sağlanamadığından, 20.12.2016 tarihinde yapılan ikinci müzakerede birinci uyuşmazlık yönünden oyçokluğu, ikinci uyuşmazlık yönünden ise oybirliğiyle karar verildi.

Alanında yetkin Kayseri Ceza Avukatı kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz; ceza yargılamalarında savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek taraflara avukatlık ve hukuki danışmanlık hizmeti vermektedir.

Ceza davalarında gerekli başvuru veya itirazların zamanında ve usulüne uygun yapılması açısından alanında uzman bir Kayseri ceza avukatı veya ağır ceza avukatından hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Yargılama sırasında herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için güncel mevzuat ve Yargıtay kararlarının takip edilmesi önem arz etmektedir. 

Kayseri ceza avukatı veya ağır ceza avukatı arıyorsanız 15 yılı aşkın deneyimi ile avukat kadromuzdan dava süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile dava ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz.