Haksız Tahrik Altında Kasten Öldürme Suçu ve Öfke Nedeniyle Meşru Savunmada Sınırın Aşılması
Yargıtay Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2017/414 Karar No: 2017/386 Karar Tarihi: 03.10.2017
Mahkemesi: Ağır Ceza Mahkemesi
Özet: Sanığın, kendisine yönelmiş haksız saldırıyı o anki hal ve şartlara göre, saldırıyla orantılı bir şekilde defetmek yerine, boynundaki tiroid kartilaj kemiği kırılan ve nefesi kesilerek etkisiz hâle gelen maktulün elindeki bıçağı aldıktan ve bu şekilde maktulden kaynaklanan saldırının son bulmasından sonra yeniden saldırma imkânı bulunmayan maktulü, göğüs bölgesine bıçakla birçok kez vurarak öldürmesi eyleminin, yoğun haksız tahrik altında kasten öldürme suçunu oluşturduğu gözetilmeksizin, dosya kapsamına uygun düşmeyen gerekçeler ve yanılgılı değerlendirme sonucu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 27/2 maddesi ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 223/3-c maddesine göre ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesinde isabet bulunmamaktadır.
İçtihat Metni
Sanık … hakkında kasten öldürme suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda, meşru savunma sınırının mazur görülebilecek bir heyecan, korku ve telaş nedeniyle aşıldığı kabul edilerek 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 27/2. maddesi ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 223/3-c maddesi uyarınca ceza verilmesine yer olmadığına ilişkin, Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 04.03.2014 gün ve 353-82 sayılı hükmün sanık müdafii, Cumhuriyet savcısı ve katılanlar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 09.03.2016 gün ve 2229-1139 sayı ile;
“…Oluşa ve dosya kapsamına göre, maktul …’nin sanık …’ın ablası ile evli olduğu ve anılanların aynı apartmanda farklı dairelerde oturdukları, maktulün sanığın ablası ile geçimsizlik yaşadığı, olay günü sanığın, ablası ve diğer aile bireylerini tatil için Ayvalık ilçesine götürdüğü sırada aracın arıza yapması üzerine Ankara iline geri döndüğü, gece saatlerinde sanığın alkol alıp eve gittiği esnada sanık ile maktul arasında geçen telefon görüşmesinde aralarında tartıştıkları, sanığın aracını park ettiği ve araçta bulunan bıçağını arka cebine koyduğu, bu sırada maktulün pencerede bulunduğu ve sanığı yanına çağırdığı, sanığın merdivenlerden çıktığı sırada maktulün ikamet ettiği dairenin kapısında bulunduğu ve aralarında tartışma ve itişme başladığı, itişme sırasında maktulün kendisine ait sustalı bıçakla sanığın göğüs ve batın bölgelerine toplam 8 kez vurduğu ve onu hayati tehlike geçirmesine neden olacak düzeyde yaraladığı, bu sırada maktulü durdurmak isteyen sanığın, maktulün boğazını sıkarak etkisiz hale getirmeye çalıştığı, maktulün etkisiz hale gelmesi üzerine de elindeki bıçağı ele geçirip artık eylemlerine devam etme ihtimali bulunmayan maktule bıçakla saldırdığı, maktulün sanığa elleri ve kolları ile direnmeye çalışmasına rağmen sanığın bıçakla maktulü göğüs bölgesine üç kez vurup öldürdüğü olayda; sanığın kendisine yönelmiş haksız bir saldırıyı o anki hal ve şartlara göre, saldırıyla orantılı bir şekilde defedip saldırının son bulmasına rağmen maktulden ele geçirdiği bıçakla maktulün göğüs bölgesine üç kez vurarak onu öldürmesi eyleminin yoğun haksız tahrik altında kasten öldürme suçunu oluşturduğu, bu nedenle 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 81, 29. maddeleri uyarınca cezalandırılması gerektiği gözetilmeksizin, oluşa uygun düşmeyen gerekçeler ve yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde Türk Ceza Kanunu’nun 27/2 maddesi ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 223/3-c maddesine göre ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesi…”
isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Direnme Kararı
Yerel mahkeme ise 10.11.2016 gün ve 92-213 sayı ile;
“… maktulün sanığı yanına çağırdığı, sanığın merdivenlerden çıktığı sırada maktulün ikamet ettiği dairenin kapısında bulunduğu ve aralarında tartışma ve itişme başladığı, itişme sırasında maktulün kendisine ait sustalı bıçakla sanığın göğüs ve batın bölgelerine toplam 8 kez vurduğu, bu darbelerin tamamının hayati tehlike geçirecek nitelikte olduğu, bu sırada maktulü durdurmak isteyen sanığın, maktulün boğazını sıkarak etkisiz hale getirmeye çalıştığı, maktulün etkisiz hale gelmesi üzerine de elindeki bıçağı ele geçirip kullandığı olayda, sanığın maktulün elindeki bıçağı ele geçirmiş olmasına rağmen 8 yerinden tamamı hayati tehlike geçirecek şekilde yaralanmasının etkisiyle bitkin düşmüş bir durumda olduğu, kendisini bu denli yaralayan maktulün eylemine devam etme ihtimali de bulunduğundan elinde bıçak olmasa dahi vücudunu kullanarak bu kadar yarayı almış olan sanığa yönelik eylemini tamamlama imkânına sahip olduğu bu şartlar altında zaten kendisine karşı yapılan bir saldırı ve sonrasında yenilenmesi muhtemel olan saldırı karşısında sanığın ele geçirdiği bıçağı kullanmasının yasal savunmanın sınırlarının korku ve panikle aşılacak şekilde adam öldürmeye uyduğu, bu kapsamda yasal savunma sınırının 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 27/2. maddesi anlamında aşıldığı…”
gerekçesiyle bozma kararına direnmiştir.
Bu hükmün de sanık müdafii ve katılanlar vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 21.12.2016 gün ve 397401 sayılı “bozma” istekli tebliğnamesiyle dosya, 6763 sayılı Kanunun 36. maddesiyle değişik 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 307. maddesi uyarınca kararına direnilen Daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 1. Ceza Dairesince 22.03.2007 tarih, 80-915 sayı ve oyçokluğuyla direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire çoğunluğu ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 27/2. maddesinin uygulanma şartlarının bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
28.08.2012 tarihli olay yeri inceleme ve adli muayene tutanağında; Çayyolu Polis Merkezine yapılan ihbar üzerine Ankara ili, Çankaya ilçesi, Mutlukent Mahallesinde bulunan 15 numaralı apartmanın 3. katına çıkıldığı, olayın meydana geldiği 11 numaralı dairenin odalarında herhangi bir dağınıklığın bulunmadığı, dairenin girişinde sağlık ekiplerince müdahale edilen maktulün sırtüstü yerde yattığı, girişte bulunan halının boğuşmaya bağlı olarak toplanmış olduğu, maktulün pozisyonuna göre baş ve kol hizasında, üzerinde “Samurai” ibaresi bulunan 1 adet sustalı bıçak bulunduğu, daire girişinde yoğun şekilde kan lekelerinin olduğu, sanığın 10 numaralı dairenin önünde cenin pozisyonunda yaralı şekilde yerde yatarken sağlık görevlilerince hastaneye kaldırılmış olduğu, 10 numaralı daire kapısı önünde yoğun bir kan birikintisinin bulunduğu tespitlerine yer verildiği,
29.08.2012 tarihli muhafaza altına alma tutanağında; hastaneye kaldırılan sanığın pantolonunun arka cebinde ağzı kapalı, siyah saplı, sapında “Solingen” ibaresi bulunan açılır kapanır bir bıçak olduğunun bildirildiği, bilirkişi raporunda; sanığın üzerinden çıkan 8 cm uzunluğunda, tek ağızlı, sivri uçlu, namlusu el yardımıyla açılıp kapanabilen bıçağın 6136 sayılı Kanun kapsamında olmadığının belirtildiği,
31.08.2012 ve 13.11.2013 tarihli uzmanlık raporlarında; maktulün cesedinin yanında tespit edilen Samurai marka bıçağın 10 cm uzunluğunda, tek ağızlı, uca yakın bölümü inceltilmiş, namlusunun otomatik olarak açılmasını temin eden susta mandalı ile namlunun sapa sabitlenmesini sağlayan susta kilidinin bulunduğu, söz konusu sustalı bıçağın 6136 sayılı Kanunun 4. maddesine göre yasak nitelikteki bıçaklardan olduğu belirtilerek, bıçağın kabzasından alınan kan lekesinde maktulün kan lekesi ile sanığın yaralı bulunduğu yerden alınan kan lekesinin karışık hâlde olduğunun, bıçakta parmak izi tespit edilemediğinin ifade edildiği,
Otopsi raporunda; maktulün vücudunda 4 adet kesici delici alet yarası, sağ dirsek yanında 1 adet derin kesi, sağ ve sol elde yüzeysel cilt ve cilaltı kesileri tespit edildiği, göğse isabet eden 2 adet kesici delici alet yarasının müstakilen öldürücü mahiyette oldukları, boyun sağ tarafta ekimoz ve sıyrık, tiroid kartilaj sağ boynuzunda ayrıklı kırık tespit edildiği, maktulün kanında ve idrarında alkol veya uyuşturucu-uyarıcı maddelere rastlanılmadığı belirtilerek, kişinin ölümünün kesici delici alet yaralanmalarına bağlı iç organ (sağ akciğer, perikart, kalp) kesilmesi ile gelişen iç ve dış kanama ile boyun basısına bağlı mekanik asfiksi sonucu meydana gelmiş olduğunun ifade edildiği,
Sanık hakkında düzenlenen 09.01.2013 tarihli raporda; göğüste 4, batında 4 adet olmak üzere vücudunda toplam 8 adet kesici delici alet yarasının bulunduğu, iki taraflı hemotoraks, kalp, karaciğer ve ince bağırsak yaralanmalarına neden olan kesici delici alet yaralarının her birinin kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir duruma yol açtığı bilgilerine yer verildiği,
Adli Tıp Kurumu 1. Adli Tıp İhtisas Kurulunca düzenlenen 18.12.2013 tarihli raporda; maktulün boyun bölgesindeki tiroid kartilaj kırığının ölüm olayının meydana gelmesinde etkisi olduğunun tıbbi delillerinin bulunmadığının, maktulün ölümünün kesici delici alet yaralanmasına bağlı iç kanama sonucu meydana geldiğinin, maktul ve sanığın bildirilen bu yaraları aldıktan sonra karşılıklı olarak birbirlerindeki yaralanmaları meydana getirebileceklerinin bildirildiği,
Anlaşılmaktadır.
Katılan … aşamalarda; maktulün babası olduğunu, olayı görmediğini, kendisine ait tuğla fabrikasında oğlu ile birlikte çalıştığını, ekonomik sıkıntılarının bulunmadığını, oğlu ve gelini ile 9 yıl kadar birlikte yaşadıklarını, gelininin ayrı eve çıkmak için sürekli huzursuzluk çıkardığını, 1 yıl kadar önce gelininin kendi ailesinin oturduğu apartmanın bir dairesine oğlu ile yerleştiğini, bir keresinde gelininin kendisine maktulün esrar kullandığını söylemesi üzerine oğlu ile konuştuğunu, nasihatte bulunduğunu ancak maktulü uyuşturucu kullanırken görmediğini, 27.08.2012 günü maktulün yanlarına geldiğini, eşinin ailesi ile birlikte tatile gittiğini söylediğini, maktule onlarla neden gitmediğini sorduğunda, istemediği için gitmediğini söylediğini, maktulün aidat parasını yatıracağını söyleyerek kendisinden 600 Lira para alıp olayın meydana geldiği evine gittiğini, oğlunun kimse ile bir husumetinin olmadığını, sanıktan şikâyetçi olduğunu,
Katılanlar Ömer …, … ve … mahkemede; olayı görmediklerini, sanıktan şikâyetçi olduklarını,
Maktulün ifade veremeden hayatını kaybettiği olayda, katılanlar vekilleri mahkemede ve sundukları beyan dilekçelerinde; olayda tek bıçağın kullanılmadığını, suçta kullanıldığı iddia edilen bıçakta sanığa ait kan örneğine rastlanılmadığını, yine bıçakta sanık veya maktulün parmak izlerinin de tespit edilemediğini, bıçağın sonradan olay yerine konulan uydurma bir delil olduğunu yahut olaydan sonra birileri tarafından temizlendiğini, olaya üçüncü bir kişinin müdahalesinin bulunduğunu, cinayetin sanığın ailesince planlandığını, cinayet işlenmesi için uygun ortam yaratmak için Ayvalık tatilinin düzmece olarak tertip edildiğini, olayda meşru savunma şartlarının oluşmadığını, sanığın eyleminin nitelikli öldürme suçunu oluşturduğunu,
Tanık … aşamalarda; maktul ile 2002 yılında evlendiğini, 9 yıl maktulün ailesi birlikte oturduklarını, daha sonra kendi ailesinin oturduğu apartmana taşındıklarını, maktulün sürekli esrar ve alkol kullandığını, yanında bıçak taşıdığını, maktul uyuşturucuya para harcadığı için aralarında tartışmalar çıktığını, kardeşi olan sanık ile maktul arasında olay tarihine kadar herhangi bir kavga ve tartışma yaşanmadığını, maktulün kendisini ve ailesini tehdit ettiğini, aralarındaki kavgalardan dolayı adliyeye müracaat ettiğini, uzaklaştırma kararı çıkarttığını, buna rağmen maktul ile aynı evde beraber yaşamaya devam ettiklerini, maktulün cesedinin altında bulunan Samurai marka beyaz renkli bıçağın mahkemede kendisine gösterilmesi üzerine; bıçağın eşi maktulün sürekli olarak üzerinde taşıdığı bıçak olduğunu,
Tanık … mahkemede; maktulün damadı olduğunu, sorumsuzluğu, içki ve esrar kullanması nedeniyle kızı ile maktul arasında sürekli kavgalar yaşandığını, kızının boşanmak istediğini ancak çocukları olduğu için tekrar bir araya getirdiklerini,
Tanık … aşamalarda; avukat olduğunu, olayın meydana geldiği apartmanda ikamet ettiğini, sanığı ve maktulü tanıdığını, 28.08.2012 gecesi köpeğini dolaştırmak için ikamet ettiği apartmandan dışarı çıktığını, eve dönüp kapısını açacağı sırada “Abi ölüyoruz yetiş” şeklinde aşağı kattan ses geldiğini, köpeği bırakarak alt kata indiğinde 10 numaralı dairenin önünde daha önceden tanıdığı sanığı, 11 numaralı dairenin giriş kısmında ise maktulü kanlar içinde yerde yatarlarken gördüğünü, maktulün nabzını kontrol ettiğinde öldüğünü anladığını, derhal polis ve ambulans çağırdığını, olay yerinde sanık ve maktulden başkasını görmediğini,
Tanık … aşamalarda; olayın meydana geldiği apartmanda 8 yıldır bina görevlisi olarak çalıştığını, sanığın 18 numaralı dairede anne ve babası ile birlikte ikamet ettiğini, maktulün ise olaydan 8-9 ay kadar önce ailesi ile birlikte 11 numaralı dairede yaşamaya başladığını, sanığı çok iyi tanıdığını, herhangi bir kavgasına tanık olmadığını, maktulün ise eşi ile kavgalı olduğunu bildiğini, olay gecesi saat 23.00 sırlarında eve geldiğini, herhangi bir olumsuz duruma tanık olmadığını, tanık Cihan’ın bildirmesi ile olaydan haberdar olduğunu, olay yerine geldiğinde sanığı 10 numaralı dairenin önünde inlerken, maktulü ise 11 numaralı dairenin hol kısmında yüzüstü hareketsiz şekilde yatarken gördüğünü, olay yerinde tanık Cihan dışında kimseyi görmediğini, apartmanın kapısının otomatik olduğunu, anahtar ile açılabildiğini,
Tanık … mahkemede; olayın meydana geldiği yerin alt katında ikamet ettiğini, olay gecesi “Abi yardım et” şeklinde ses duyduğunu, üst kata çıktığında sanığın yerde can çekişiyor halde olduğunu, maktulün ise hayat belirtisi göstermediğini gördüğünü, durumu polise haber verdiğini,
Tanıklar …, …ve … mahkemede; sanığı tanıdıklarını, maktulü ise tanımadıklarını, sanıkla maktul arasında husumet olup olmadığı hususunda bilgilerinin bulunmadığını,
İfade etmişlerdir.
Sanık … aşamalarda; maktulün eniştesi olduğunu, ablası …ile evli olan maktulle samimiyetinin bulunmadığını, maktul ile ablası arasında geçimsizlik olduğunu, ablasının cep telefonunun olmadığını, maktulün eşiyle annesinin cep telefonu vasıtası ile görüştüğünü, olaydan iki gün önce, 26.08.2012 günü annesi, yeğeni, ablası ve kız kardeşi ile birlikte tatil amacıyla Ayvalık’a gitmek için iki araçla yola çıktıklarını, diğer arabada halası ve oğlu ile torunlarının bulunduğunu, Sivrihisar yakınlarında aracının arıza yaptığını, aracı benzinliğe çektiğini, annesinin telefonunu alarak servisi aradığını, kendi telefonunu ise nişanlısının tatile gittiğini bilmemesi için kapattığını, annesi ve yanındakilerin halasının bulunduğu araçla Ayvalık’a doğru tekrar yola çıktıklarını, kendisinin ise çekiciyi beklediğini, çekici gelince aracını Škoda servisine bıraktığını, saat 15.00 sıralarında evine gidip bir süre istirahat ettiğini, akşam saat 21-22.00’ye kadar yattığını, o sırada cep telefonunun eniştesi maktul tarafından arandığını, maktulün eşine annesine ait bu telefonla ulaştığını bildiğinden telefonu açmadığını, kendisine de dönmediğini, saat 22.00 sıralarında çorbacıya gittiğini, eve gelip yattığını, 27.08.2012 günü aracını servisten alarak ortak çalıştırdığı kuruyemiş dükkânına gittiğini, saat 17-18.00 sıralarında dükkânda yemek yiyip 3-4 duble rakı içtiğini, buradan çıkarak nişanlısının dayısı ile Ayaş yolu üzerinde boş bir araziye gittiğini ve bira içtiklerini, bu esnada maktulün kendisini tekrar aradığını, maktulün eşine ulaşmak için aradığını tahmin ederek telefonu açmadığını, zira maktulün görüşmek için telefonla kendisini aramadığını, dükkâna döndüğünde karşı apartmanda oturan nişanlısı ile aralarında tartışma çıktığını, yüzüğü kendisine vererek nişanı bozduğunu, dükkânı kapatıp aracı ile evine dönerken yolda maktulün kendisini tekrar aradığını, bu kez telefonu açtığını, “Alo” der demez telefonun kapandığını, maktulü aradığını, sesini duyar duymaz maktulün bağırıp çağırmaya başladığını, “Niye telefonu açmıyorsun” diyerek telefonu yüzüne kapattığını, alkolün etkisi ile telefonda maktul ile ne konuştuğunu tam hatırlamadığını, gece saat 01.00 sıralarında eve gelip aracını park ettiğini, sigarasını, çakmağını ve bıçağını arabadan aldığını, bu sırada aklında maktul ile ilgili hiçbir düşünce bulunmadığını, kendisinin apartmanın beşinci katında, maktul ve ablasının ise üçüncü katta oturduklarını, siteye girdiğinde maktulün kendisine dairesinin penceresinden, “Gel buraya” diye seslendiğini, bunun üzerine maktul ile görüşmek için asansörü kullanmaksızın, ne konuşacak diye düşünerek ağır ağır merdivenlerden çıktığını, 3-5 basamak kala maktulün kapıyı açtığını, göz göze geldiklerini, “Ne var” dediği anda maktulün kendisini iteklediğini, aralarında itekleşme olduğunu, bu arada maktulün herhangi bir şey söylemediğini, ilk anda maktulün elinde herhangi bir şey olduğunu fark edemediğini, itekleşme sırasında maktulün kendisini bıçakladığını anladığını, fark eder etmez sol eli ile maktulün bıçak bulunan sağ elini dirsek kısmından tuttuğunu, sağ eli ile de maktulü boynundan tutarak geriye doğru ayakkabı dolabına doğru ittirdiğini, olayın başlangıcının daire kapısının hemen önünde olduğunu, sol eli ile maktulün sağ elini tutuyor olmasına ve sağ eli ile maktulün boynunu ayakkabı dolabına yaslamasına rağmen, maktulün kendisini göğüs kısmından bıçaklamaya devam ettiğini, sağ elini maktulün boynundan çekip elindeki bıçağı sol eline aldığını, rastgele sallamaya başladığını, 3 kez vurduktan sonra maktulü bıçaklamayı bıraktığını, her iki elini ileri doğru uzatarak maktulün üzerine gelmesini engellediğini, yaralarının tesiri ile dizlerinin üstüne düştüğünü, elindeki bıçağın da yere düştüğünü, maktulün bu sırada ayakta olduğunu, yerden bıçağı alan maktulün kendisini tekrar bıçaklayacağını düşünerek “Abi ne olur yapma” diye yalvarmaya başladığını, bu sözü üzerine maktulün arkasını dönüp ayakkabı dolabına yöneldiğini, kendisine saldırmayacağını düşünerek kalkıp karşı daireye yardım istemek amacıyla gittiğini, karşı dairenin kapısını açan olmadığını, bunun üzerine kapıcıya sesini duyurmak için “Ayhan ambulans” diye seslendiğini, bu sırada maktulün yere düştüğünü gördüğünü, bağırması üzerine üst komşusu Cihan’ın geldiğini, “Tamam, ambulansı arıyoruz” dediğini, kendisinden geçtiğini, maktule öldürme kastıyla vurmadığını, kendisini koruduğunu, savunmuştur.
Meşru savunma, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 25. maddesinin 1. fıkrasında; “Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.” şeklinde bir hukuka uygunluk nedeni olarak düzenlenmiştir.
Anılan düzenlemeye göre, meşru savunmanın kabulü için saldırının “korunmaya değer nitelikteki herhangi bir hakka yönelmiş olması“ yeterli görülmüştür.
Öğretide; “Bir kimsenin, kendisini veya başkasını hedef alan bir tecavüz, saldırı karşısında, savunma amacına matuf olarak ve bu saldırıyı defedecek ölçüde kuvvet kullanması” (İzzet Özgenç, Türk Ceza Kanunu Gazi Şerhi, Adalet Bakanlığı Yayınları, 3. Bası, Ankara, 2006, s. 364); “Bir kimsenin kendisine veya başkasına yöneltilen ağır ve haksız bir saldırıyı uzaklaştırmak amacıyla gösterdiği zorunlu tepki” (Kayıhan İçel, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayınları, İstanbul, 2014, s. 307); “Kişilerin saldırıya karşı verdikleri kendini veya diğer bir insanı koruma içgüdüsünden kaynaklanan doğal tepkinin hukuken meşru görülmesi” (Osman Yaşar-Hasan Tahsin Gökcan-Mustafa Artuç, Yorumlu Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, Adalet Yayınevi, 2. Bası, Ankara, 2014, s. 697) şeklinde, 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararlarında “Bir kimsenin ağır ve haksız bir tecavüzü kendisinden veya başkasından uzaklaştırmak amacı ile gösterdiği zorunlu tepki” olarak tanımlanan meşru savunma; bir kimsenin, gerek kendisine gerek başkasına ait bir hakkı hedef alan, gerçekleşen ya da gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı, saldırı ile eş zamanlı olarak hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde, kendisinden veya başkasından uzaklaştırmak mecburiyetiyle saldırıda bulunan kişiye karşı işlediği ve hukuk düzenince meşru kabul edilen fiillerdir.
Gerek öğretide, gerekse Yargısal kararlarda vurgulandığı üzere; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 25/1. maddesinde düzenlenen ve hukuka uygunluk nedenlerinden birini oluşturan meşru savunma, hukuka aykırılığı ortadan kaldırmakta ve bu nedenle eylemi suç olmaktan çıkarmaktadır.
Bir olayda meşru savunmanın oluştuğunun kabul edilebilmesi için saldırıya ve savunmaya ilişkin şartların birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir:
1- Saldırıya ilişkin şartlar:
a) Bir saldırı bulunmalıdır.
b) Bu saldırı haksız olmalıdır.
c) Saldırı meşru savunma ile korunabilecek bir hakka yönelik olmalıdır. Bu hakkın, kişinin kendisine veya bir başkasına ait olması arasında fark yoktur.
d) Saldırı ile savunma eş zamanlı bulunmalıdır.
2- Savunmaya ilişkin şartlar:
a) Savunma zorunlu olmalıdır. Zorunluluk ile kastedilen husus, failin kendisine veya başkasına ait bir hakkı koruyabilmesi için savunmadan başka imkânının bulunmamasıdır.
b) Savunma saldırana karşı olmalıdır.
c) Saldırı ile savunma arasında oran bulunmalıdır.
Savunmanın, meşru savunma şartlarının bulunduğu sırada başladığı, ancak orantılılık ilkesinin ihlal edilmesi nedeniyle meşru savunmanın gerçekleştiğinin kabul edilmediği durumlarda, “sınırın aşılması” söz konusu olabilmektedir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun “Sınırın aşılması” başlıklı 27. maddesinde yer alan düzenlemeye göre;
“(1) Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması halinde, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, taksirli suç için kanunda yer alan cezanın altıda birinden üçte birine kadarı indirilerek hükmolunur.
(2) Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez.”
Hukuka uygunluk nedeninin bulunması, eylemin suç olmasını engelleyeceğinden, fail hakkında 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 223. maddesinin 2. fıkrasının (d) bendi uyarınca beraat kararı verilecektir. Buna karşın, “sınırın aşılması” bir hukuka uygunluk nedeni olmayıp Türk Ceza Kanunu’nun 27. maddesinin 1. fıkrasındaki durum itibarıyla kusurluluğu azaltan, 27. maddesinin 2. fıkrasındaki durum itibarıyla da kusurluluğu ortadan kaldıran nedenlerden bir tanesidir. Başka bir deyişle, hukuka uygunluk nedenlerinde sınırın kast olmaksızın aşılması halinde “beraat” kararı değil, anılan maddenin 1. fıkrasına göre indirimli ceza veya 2. fıkrasına göre Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 223. maddesinin 3. fıkrasının (c) bendi gözetilerek “ceza verilmesine yer olmadığı” kararı verilecektir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 27. maddesinin 1. fıkrasında, fail bir hukuka uygunluk nedeninin sınırını aşmakta ise de, bunu bilerek ve isteyerek yani kasten yapmamaktadır. Ancak, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılabiliyorsa, fail sınırı kast olmaksızın aşmış olması dolayısıyla taksirinden sorumlu tutulmaktadır.
Türk Ceza Kanunu’nun 27. maddesinin 2. fıkrasında, hukuka uygunluk nedenlerinden sadece meşru savunmada sınırın aşılmasına ilişkin özel bir düzenleme öngörülmüştür.
Meşru savunmada sınırın aşılmasına ilişkin hükmün uygulanabilmesi için;
1- Meşru savunma ile korunabilecek bir hakkın bulunması,
2- Saldırıya ilişkin şartların var olması,
3- Savunmaya ilişkin şartlardan “ölçülülük ya da orantılılık” şartının, savunma lehine ihlal edilmesi suretiyle sınırın aşılması,
4- Sınırın aşılmasının mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmesi gerekmektedir.
Tüm bu şartların birlikte gerçekleşmesi halinde, meşru savunmada sınırı aşan faile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 223/3-c maddesi uyarınca ceza verilmeyecektir. Bu durumda, kişinin, maruz kaldığı saldırı karşısında içine düştüğü heyecan, korku veya telaş dolayısıyla davranışlarını yönlendirme yeteneğinin ortadan kalkması söz konusu olacağından, meşru savunmada sınırın aşılmasından dolayı kusurlu sayılmayacağı kabul edilir. Dolayısıyla, belirleyici olan maruz kalınan saldırının kişiyi içine düşürdüğü psikolojik durumdur. Zira kişi sırf maruz kaldığı saldırının etkisiyle, “heyecan, korku veya telaşa kapılarak” meşru müdafaada sınırlarını aştığında bu maddeden yararlanabilecek, buna karşılık saldırının etkisinin yanında, saldırıdan kaynaklanmış olsa bile, öfke gibi nedenlerle sınır aşıldığında ise aynı korumadan faydalanılması söz konusu olmayacaktır. Başka bir deyişle, failin amacı, saldırının defedilmesinden çok, kin duygusunu tatmine yönelik ise meşru savunmada sınırın aşılması değil, ancak haksız tahrik söz konusu olabilecektir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Maktulün, sanığın ablası ile evli olduğu, yaklaşık 9 yıl boyunca kendi babasının evinde, eşi ile birlikte yaşadığı, bu yüzden maktul ile eşi arasında bir kısmı adli makamlara da yansıyan tartışmalar yaşandığı, maktulün eşi tarafından mahkemeden koruma kararı ve maktulün ortak konuttan uzaklaştırılması yönünde karar alındığı, buna rağmen ailelerin araya girmesi ile maktul ve eşinin birlikte yaşamaya devam ettikleri, maktul ve eşinin suç tarihinden yaklaşık 9 ay önce sanığın ve ailesinin ikamet ettiği apartmanın 11 numaralı dairesine yerleştikleri, olay gecesi sanık ile maktulün önce telefonda tartıştıkları, sanığın evine gelip aracını park ettiği sırada, pencereye çıkan maktulün sanığa seslenerek yanına çağırdığı, araçta bulunan çakısını pantolonunun arka cebine koyan sanığın maktul ile görüşmek için merdivenlerden çıkmaya başladığı, aynı gün nişanlısından ayrılmasının verdiği kızgınlık ve gün boyu almış olduğu alkolün tesiri altındaki sanıkla, eşi ve oğlundan iki gündür haber alamayan maktul arasında maktulün ikamet ettiği daire önünde itişme yaşandığı, dairenin holünde devam eden itişme sırasında maktulün hamili bulunduğu sustalı çakı ile sanığın göğüs ve batın bölgesine her biri yaşamsal tehlikeye neden olacak şekilde 8 kez vurarak sanığı ağır şekilde yaraladığı, bu sırada maktulün saldırısını durdurmak isteyen sanığın, maktulün boğazını sıkarak etkisiz hale getirmeye çalıştığı, boynundaki tiroid kartilaj kemiği kırılan ve nefesi kesilen maktulün etkisiz hale gelmesi üzerine, sanığın maktulün elindeki bıçağı ele geçirip artık eylemlerine devam etme ihtimali bulunmayan maktule bıçakla saldırdığı, maktulün elleri ve kolları ile direnmeye çalışmasına rağmen, sanığın 3’ü göğüs bölgesine olmak üzere birçok kez bıçakla vurarak maktulü öldürdüğü olayda; sanığın, kendisine yönelmiş haksız saldırıyı o anki hal ve şartlara göre, saldırıyla orantılı bir şekilde defetmek yerine, boynundaki tiroid kartilaj kemiği kırılan ve nefesi kesilerek etkisiz hale gelen maktulün elindeki bıçağı aldıktan ve bu şekilde maktulden kaynaklanan saldırının son bulmasından sonra yeniden saldırma imkânı bulunmayan maktulü, göğüs bölgesine bıçakla birçok kez vurarak öldürmesi eyleminin, yoğun haksız tahrik altında kasten öldürme suçunu oluşturduğu gözetilmeksizin, dosya kapsamına uygun düşmeyen gerekçeler ve yanılgılı değerlendirme sonucu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 27/2 maddesi ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 223/3-c maddesine göre ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesinde isabet bulunmamaktadır.
Bu itibarla, sanık hakkında ceza verilmesine yer olmadığına dair yerel mahkeme direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
İlgili Yasal Düzenlemeler
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu
Kasten öldürme – Madde 81
(1) Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.
Madde Gerekçesi
Maddede kasten öldürme suçunun temel şekli tanımlanmıştır.
Maddede yapılan düzenlemeyle, 765 sayılı Türk Ceza Kanunundan farklı olarak, suçun temel şekli açısından müebbet hapis cezası öngörülmüştür. Bu düzenlemeyle, kişinin hayat hakkına verilen önem vurgulanmıştır.
Meşru savunma ve zorunluluk hali – Madde 25
(1) Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.
(2) Gerek kendisine gerek başkasına ait bir hakka yönelik olup, bilerek neden olmadığı ve başka suretle korunmak olanağı bulunmayan ağır ve muhakkak bir tehlikeden kurtulmak veya başkasını kurtarmak zorunluluğu ile ve tehlikenin ağırlığı ile konu ve kullanılan vasıta arasında orantı bulunmak koşulu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.
Madde Gerekçesi
Maddenin birinci fıkrasında bir hukuka uygunluk nedeni olarak meşru savunma düzenlenmiştir.
Meşru savunma bakımından Tasarı şu koşulları saptamıştır:
Bir kere her türlü hakka yönelik haksız bir saldırıya karşı meşru savunmanın söz konusu olduğu belirtilmiş ve böylece kurumun, bazen anlamsız ve sosyal gereklere aykırı düşecek derecede dar tutulmasının önüne geçilmesi istenilmiştir.
Esasen, kanunlarımızda mala karşı saldırılarda da meşru savunmayı kabul eden hükümlere yer verilmiş olması kurumun bu şekilde düzenlenmesini gerekli kılmaktadır.
Ayrıca, şu husus da belirtilmelidir ki, kişileri suç işlemekten caydıracak en etkin araçlardan birisi, suç işlediklerinde karşılık görebilecekleri endişesi olduğundan, meşru savunma hakkının böylece genişletilmesi, kriminolojik yönden caydırıcı etki de yapabilecektir.
İkinci olarak meşru savunmanın “haksız saldırı” koşulu bakımından, “gerçekleşen haksız saldırı” ile “gerçekleşmesi muhakkak haksız saldırı” veya “tekrarı muhakkak haksız saldırı” aynı sayılmıştır. Böylece kişilerin haksız saldırılara karşı kendilerini korumaları olanağı daha da genişletilmiş olmaktadır.
Savunmanın “saldırı ile orantılı biçimde” olması, yani saldırıyı defedecek ölçüde olması, meşru savunmanın temel koşullarından birisi olarak kabul edilmiştir. Saldırıya uğrayan kişi, ancak bu saldırıyı etkisiz kılacak ölçüde bir davranış gerçekleştirdiği takdirde, meşru savunma hukuka uygunluk nedeninden yararlanacaktır.
Maddenin ikinci fıkrasında, kusurluluğu ortadan kaldıran bir neden olarak zorunluluk (zaruret, ıztırar) hâli düzenlenmiştir: Zorunluluk hâlinde, kişinin, kendisinin veya başkasının sahip bulunduğu bir hakka yönelik bir tehlikeyi gidermek amacıyla gerçekleştirdiği davranış dolayısıyla, ceza sorumluluğu yoktur. Meşru savunmadan farklı olarak, zorunluluk hâlinde bir saldırı değil tehlike söz konusudur. Zorunluluk hâlinin kabulü için, kişinin tehlikeye bilerek neden olmaması, tehlikeden suç olan bir harekete başvurmadan kurtulmanın olanaklı bulunmaması ve tehlikenin ağır ve muhakkak olması da araştırılacaktır.
Ayrıca, tehlikenin ağırlığı ile konu ve kullanılan araç arasında “orantılılık ilkesi” kabul edilmiştir.
Sınırın aşılması – Madde 27
(1) Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması halinde, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, taksirli suç için kanunda yazılı cezanın altıda birinden üçte birine kadarı indirilerek hükmolunur.
(2) Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez.
Madde Gerekçesi
Madde ile ceza sorumluluğunu ortadan kaldıran nedenlerin hepsini kapsamına alacak surette sınırın kast olmaksızın aşılması hâli düzenlenmiştir.
Sınır kasten aşıldığında, örneğin, meşru savunmada bulunan kişi vaki saldırıyı defetmek için saldırganı öldürmenin şart olmadığını bile bile ve sırf tecavüze uğramış olması fırsatından yararlanarak saldırganı öldürdüğü takdirde hukuka aykırılığın kalkmayacağı ve failin bu maddedeki herhangi bir ceza indiriminden yararlanamayacağı şüphesizdir. Bu nedenle madde sınırın kast olmaksızın aşılması hâlini kapsamaktadır.
Yukarıda verilen örnekte fail, maruz kaldığı saldırı dolayısıyla ve içinde bulunduğu durum itibarıyla esasta gerekli olandan fazla bir savunmada bulunmuş olabilir. Sınırın aşılmasındaki bu taksir kendisinin cezalandırılmasına yol açabilirse de, bunun için işlenen suçun taksirle işlendiği takdirde de cezalandırılabilen bir fiil olması zorunludur. Demek oluyor ki, bu gibi hâllerde işlenen suçun niteliğine bakılacak ve sadece kast bulunduğu takdirde cezalandırılabilen bir suç söz konusu ise faile ceza verilmeyecek buna karşılık, suç taksirle işlendiği takdirde de cezalandırılabilen fiillerden birini oluşturduğunda, maddede öngörülen biçimde cezadan indirim yapılarak faile taksirli suçtan dolayı ceza verilecektir.
Maddenin ikinci fıkrasında meşru savunma hakkına ilişkin özel bir sınırın aşılması hâli düzenlenmiştir. Buna göre, meşru savunmada sınırın aşılması, fail bakımından mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise, faile ceza verilmeyecektir.
Haksız tahrik – Madde 29
(1) Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onsekiz yıldan yirmidört yıla ve müebbet hapis cezası yerine oniki yıldan onsekiz yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hallerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir.
Madde Gerekçesi
Maddede ceza sorumluluğunu azaltan bir neden olarak haksız tahrik hâli düzenlenmiştir.
Haksız tahrikin ana koşulu, yapılan haksız hareketin fail üzerinde bir hiddet veya şiddetli elem meydana getirmesi ve suçun işlendiği anda failin bu durumda bu etki altında bulunması olduğundan, madde söz konusu psikolojik hâlleri belirtecek biçimde kaleme alınmıştır. Gazap, aslında hiddetlenmeyi ifade eder; şedit bir elem deyimi psikolojik bakımdan aslında hareketsizliğe, pasifliğe yöneltici bir ruh hâli ise de, burada söz konusu olan hiddete yönelten bir elemdir. Bu itibarla sadece hiddet sözcüğünün kullanılması bu hâli de kapsar idi. Ancak uygulamada duraksamalara neden olmamak için metinde her iki sözcüğün kullanılması uygun sayılmıştır.
Hiddet veya şiddetli elemin haksız bir fiil sonucu ortaya çıkması gerekir. Maddeye bu ibarenin eklenmesinin amacı, ülkemizde özellikle “töre veya namus cinayeti” olarak adlandırılan akraba içi öldürme suçlarında haksız tahrik indiriminin yanlış biçimde uygulanmasının önüne geçmektir.
Maddedeki düzenleme nedeniyle bir suçun mağduruna yönelik olarak gerçekleştirilen fiiller dolayısıyla fail haksız tahrik indiriminden yararlanamayacaktır. Örneğin cinsel saldırıya maruz kalmış kadına karşı babanın veya erkek kardeşin işlediği öldürme fiilinde, haksız tahrike dayalı olarak ceza indirimi yapılamayacaktır. Maddedeki haksız fiil terimi, bir davranışın hukuk düzenince tasvip edilmediği anlamına gelmektedir. Ancak böyle bir haksız fiili yapan kişiye karşı yönelik fiilin varlığı durumunda maddenin uygulanması söz konusu olabilecektir.
Bu düzenlemede ayrıca 765 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan adi ve ağır tahrik ayırımı kaldırılmıştır. Tahrik hâlinde verilecek ceza bakımından aşağı ve yukarı sınırlar kabul edilmek suretiyle olayın özelliğine göre uygulamada takdir olanağı tanınması amaçlanmıştır. Hâkim tahrikin ağırlık derecesine göre yapılacak indirimi saptayabilecektir. Ancak bu inirimin yapılabilmesi için haksız fiilin bir hiddet veya şiddetli elem etkisi doğurabilecek ağırlıkta olması gerekir. Bu nedenle böyle bir etkiyi meydana getirebilecek ağırlıkta olmayan haksız fiiller bakımından hükmün uygulanması söz konusu olmayacaktır.
Kayseri Ağır Ceza Avukatı
Alanında yetkin Kayseri ağır ceza avukatı kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz; ceza yargılamalarında savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek taraflara avukatlık ve hukuki danışmanlık hizmeti vermektedir.
Ceza davalarında gerekli başvuru veya itirazların zamanında ve usulüne uygun yapılması açısından alanında uzman bir Kayseri ceza avukatı veya ağır ceza avukatından hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Yargılama sırasında herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için güncel mevzuat ve Yargıtay kararlarının takip edilmesi önem arz etmektedir.
Alanında yetkin Kayseri Avukat kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz, savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde taraflara hukuki yardım sunmaktadır. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde herhangi bir mağduriyete veya hak kaybına uğramamak için gerekli başvuruların zamanında ve usulüne uygun yapılması büyük önem arz etmektedir. Bu süreçte, alanında uzman bir avukattan hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Zülküf Arslan Hukuk Bürosu olarak; Yalçınkaya Kararı başta olmak üzere AİHM kararlarının Türkçe çevirilerini yapan Eski AİHM Hukukçusu Dr. Orhan Arslan koordinatörlüğünde müvekkillerimize Anayasa Mahkemesi ve AİHM başvurusunun yanı sıra emsal AYM ve AİHM Kararları çerçevesinde yeniden yargılama başvurusu hususunda da hukuki destek vermekteyiz.
Kayseri ağır ceza avukatı veya Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’ne başvuru yapmak ve süreci takip etmek için bir avukat arıyorsanız 15 yılı aşkın deneyimi ile avukat kadromuzdan dava süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile başvuru ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz.