Yapılan İhbar ve Şikayetin Asılsız Çıkması Halinde İftira Suçundan Ceza Verilebilir mi?

Maddi Vakalara Dayanarak Yapılan İhbar ve Şikayetin Asılsız Çıkması Halinde İftira Suçundan Ceza Verilebilir mi? - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Ağır Ceza Avukatı - Zülküf Arslan Hukuk Bürosu 0352 222 1661

Maddi Vakalara Dayanarak Yapılan İhbar ve Şikayetin Asılsız Çıkması Halinde İftira Suçundan Ceza Verilir mi?

Yargıtay Ceza Genel Kurulu

Esas No: 2016/193 Karar No: 2019/351 Karar tarihi: 30.04.2019

Kararı veren Yargıtay Dairesi: 16. Ceza Dairesi

Mahkemesi: Asliye Ceza Mahkemesi

Yargıtay Kararı

İftira suçundan sanık …’nın 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 267/1, 62 ve 53. maddeleri uyarınca 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231/5. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ve 5 yıl denetim süresine tabi tutulmasına ilişkin … Asliye Ceza Mahkemesince verilen 24.09.2008 tarihli ve 3-34 sayılı kararın kesinleşmesinden sonra, sanığın denetim süresi içerisinde kasten yeni bir suç işlemesi nedeniyle dosyayı ele alan … Asliye Ceza Mahkemesince 28.05.2013 tarih ve 45-79 sayı ile, açıklanması geri bırakılan hükmün açıklanması suretiyle sanığın TCK’nın 267/1, 62, 50/1-a ve 52/2-4. maddeleri uyarınca 6000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve taksitlendirmeye ilişkin hükmün, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 16. Ceza Dairesince 24.03.2015 tarih ve 501-282 sayı ile;

“Oluşa, dosya kapsamına, mahkemenin karar gerekçesine göre; sanığın, makbuz kesmeden köylüden fazla para topladığı, kendisine kesim alanı dışında ormandan satmak üzere odun hazırlattığından bahisle muhtar olan katılandan şikayetçi olduğu, sanığın şikayeti üzerine görevi kötüye kullanma suçundan başlatılan soruşturmada atılı suçun işlenmediği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilen olayda, suçun sübutunun varlığı kabul edilerek, sanık hakkında mahkumiyet hükmü kurulmasında isabetsizlik görülmediğinden tebliğnamede şikayet hakkının kullanıldığından bahisle beraat kararı verilmesi yolundaki bozma düşüncesi benimsenmemiştir.

İftira suçundan yargılandığı davada hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen sanığın denetim süresi içinde işleyerek mahkum olduğu kasıtlı suç nedeniyle CMK’nın 231/11. maddesi uyarınca açıklanan hükümdeki cezanın seçenek yaptırımlara çevirilmesine yasal olanak bulunmadığı, aynı fıkranın ikinci cümlesi uyarınca cezanın kısmen infazı, ertelenmesi veya seçenek yaptırımlara çevrilmesine karar vermenin ancak yükümlülüklerini yerine getiremeyen sanıklar yönünden mümkün bulunduğu gözetilmeden, hükmolunan kısa süreli hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesine karar verilmesi aleyhe temyiz bulunmadığından bozma nedeni yapılmamıştır…”

eleştirisi ve açıklamasıyla onanmasına karar verilmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının İtirazı

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca ise 24.06.2015 tarih ve 285247 sayı ile;

“Dosya kapsamından sanığın aynı zamanda muhtar olan katılan hakkında 04.09.2007 tarihinde Ladik Cumhuriyet Başsavcılığına vermiş olduğu dilekçe ve beyanında ‘Orman köylüsüne yakacak ihtiyacı olarak yıllık odun verildiğini, kendi ailesine düşen miktarın 10 ster olduğunu, odun teslim alınmadan önce orman işletme şefliğine 29.5 YTL. ödeme yapılması gerektiği halde muhtar olan sanığın tüm köylülerden 30 YTL. toplayıp artan 0.5 YTL’yi harcama olarak gösteren belge ibraz etmediği gibi toplanan paralar için de herhangi bir makbuz kesmediğini, yine kendi işinde kullanmak için kesim alanı dışında tahminen 30 ton civarında odun hazırlatarak görevini kötüye kullandığını’ beyan ederek ihbar ve şikayette bulunduğu, yapılan idari soruşturma sırasında 02.10.2007 tarihli beyanında ise iddialarını tekrarla ’30 ster odunu her ne kadar orman işletme şefliği kabullense de muhtar tarafından satmak amaçlı köy işçilerine hazırlatıldığını’ beyan ettiği, hakkında iftira suçundan yapılan soruşturma sırasında Ladik C. Başsavcılığına vermiş olduğu 24.01.2008 tarihli savunmasında ise ‘Kendisinin yokluğunda orman işletme şefliği tarafından 10 ster odun aldığına dair nakliye tezkeresinin kesildiğini, söz konusu odunları almadığını, tezkeredeki ismi altında yer alan imzanın kendisine ait olmadığını, imzayı kimin attığını bilmediğini, adının kullanılarak odun getirildiği düşüncesine kapıldığını, kesilen 30 ster odunun orman idaresine ait olamayacağını, kesim yeri ile odunun toplandığı yerin çok uzak olduğunu, bu işte muhtarın parmağı olabileceğini düşündüğünü, muhtar tarafından köy karar defterinde fazladan toplanan paranın köye gelir kaydedileceğine dair bir ibare bulunmadığından ve bu paranın değişik işlerde kullanıldığını düşündüğünden, görevini kötüye kullanan muhtar hakkında şikayetçi olduğunu’ beyan ettiği anlaşılmıştır.

Sanığın şikayeti üzerine yapılan soruşturma neticesinde jandarma görevlileri tarafından 04.09.2007 tarihinde düzenlenen olay yeri, görgü, tespit tutanağı ile teslim tesellüm tutanağı adı altında ‘Çatalca mevkiinde sıralı halde yaklaşık 30 ster damgasız odunların bulunarak orman muhafaza memurlarına teslim edildiğine’ ilişkin tutanakların düzenlendiği, ‘söz konusu yaklaşık 30 ster odunun orman işletme şefi … tarafından kendisine ve işçilerine yaptırıldığını, odunların orman idaresinin teslim edeceği miktarda meydana gelen açıktan kaynaklandığına’ ilişkin olarak 04.09.2007 tarihinde … isimli şahsın bilgisin alındığı, 05.09.2007 tarihli tutanaktan orman muhafaza memurlar olduğu anlaşılan… ve …’in yaklaşık 500 ster kesimden kalan yaklaşık 30 ster kesilmiş odunların orman işletme müdürlüğüne ait olduğuna ilişkin tutanak, Ladik Orman İşletme Şefliğinin 06.09.2007 tarihli üst yazılarından zati ihtiyaç için hane başı 29,50 YTL’nin makbuz karşılığında tahsil edildiğinin yazılı olduğu ancak ekindeki orman işletme şefliği sayman mutemedi alındısında fiyatın 2,50 YTL olarak üst yazıdan farklı bir miktarın yazılı olduğu, yine zati yakacak ihtiyaçları tespit tutanağında sanık ve …isimleri karşısında düşünceler kısmındaki imzaların aynı olduğu, sanığın imzasına ait olmadığının daha sonra katılan ve tanık beyanlarınca da doğrulandığı, sanığın o tarihlerde il dışında olduğuna dair belgeyi de dosyaya ibraz ettiği, 05.07.2007 tarihli köy karar defterinde hane başına 30 YTL alınıp makbuz karşılığında orman idaresine yatırılacağının yazılı olduğu, yakacak kül parasından arta kalan 97 haneden toplanan 0.50×97: 48.50 YTL’ye ilişkin köy tahsilat makbuz tarihinin ise şikayet tarihinden sonraki 07.09.2007 olduğu, Kaymakamlık makamı tarafından soruşturma izni verilmemesine üzerine Ladik C. Başsavcılığı ve sanık tarafından anılan karara itiraz edilmeyerek 4483 sayılı Kanun’un 15/1. maddesi gereğince kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar verilerek sanık hakkında iftira suçundan kamu davası açıldığı, açılan kamu davasında söz konusu odunların orman idaresine ait olup olmadığı hususunda orman işletme şefliğini temsile yetkili herhangi bir kişi dinlenmeden ve söz konusu durum ilgili idareden sorulmadan yetkili memur olmadığı anlaşılan orman muhafaza memuru …’in odunların orman idaresine ait olduğuna ilişkin beyanı esas alınmak suretiyle hüküm kurulduğu anlaşılmıştır.

Bu durumda sanığın dilekçe ve beyanlarındaki;

1- Hane başı 29.50 YTL toplanması gereken paranın 30 YTL olarak toplandığı hususunun doğru olduğu,

2- Aradaki 0.50 YTL’nin gelir kaydedileceğine ilişkin herhangi bir karar alınmadığı hususunun da doğru olduğu, şikayet tarihinden daha sonraki bir tarihte aradaki farkın köy tahsilat makbuzu ile kayıt altına alındığı ancak nereye harcanacağı hususunda da herhangi bir kaydın bulunmadığı,

3- Muhtar olan katılanın 30 ster odunu kendisi için kestirdiğine ilişkin iddiasının ise yukarıda izah edilen delillerin toplanmaması karşısında tam olarak açığa çıkarılmadığı, ancak sanığın ihbar ve şikayeti üzerine söz konusu damgasız odunların jandarma görevlileri tarafından tespit edildiği,

4- Sanığın odunları teslim almadığına, yerine atılan imzanın kendisine ait olmadığına ilişkin iddiasının da doğrulandığı anlaşılmıştır.

Tüm bunların ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

İftira suçunun oluşabilmesi için, yetkili makamlara ihbar veya şikayette bulunarak işlemediğini bildiği halde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat edilmesinin gerektiği,

Sanığın iddialarının yukarıda ayrıntısı ile arz ve izah edildiği üzere maddi vakalara dayandığı ve eyleminin suç işlemediğini bildiği kimseye suç atmak biçiminde olmayıp anayasal şikayet ve ihbar hakkını kullanma niteliğinde bulunduğu, katılan hakkında 4483 sayılı Kanun hükümlerine göre yapılan inceleme neticesinde soruşturma izni verilmemesi üzerine ‘inceleme yapılmasına yer olmadığına’ ilişkin karar yerine hatalı bir biçimde hakkında delil yetersizliğine dayalı olarak verilen kovuşturma yapılmasına yer olmadığına ilişkin kararının da sanığın iftira suçundan cezalandırılmasına yeterli somut kanıt niteliğinde olmadığı, sanığın Anayasa‘nın 74. maddesi ile garanti altına alınan ‘anayasal dilekçe-şikayet hakkı’nı kullandığı anlaşılan olayda, hukuka aykırılık öğesinin gerçekleşmemesi nedeniyle yüklenen suçtan beraat kararı verilmesi gerekirken hatalı gerekçe ile yazılı şekilde mahkûmiyet hükmü kurulması isabetli bulunmamıştır.

Sanığın iddia ettiği bir kısım hususların tam olarak ortaya çıkarılamamış olması ise eksik incelemeden kaynaklanmaktadır. Aksinin kabulü halinde bile sanığın anayasal ihbar ve şikayet hakkını maddi olaylar kapsamından kullandığı gerçeği de değiştirmeyecektir. Çünkü maddi vakalara dayalı olarak yapılan ihbar ve şikayetin asılsız çıkması halinde iftira suçunun oluştuğunu kabul etmek kişilerin özellikle kamu gücünü kullanan kişi ya da kurumlara yönelik ihbar ve şikayet hakkını kullanmalarında ciddi bir çekince oluşturacak bu durum ise maddi gerçeğin ortaya çıkmasına engel oluşturacaktır.

Yine somut olayda olduğu gibi iddia edilen hususların doğru olup olmadığının araştırılması ve sonrasında ihbar ve şikayet hakkının kullanılması ise her olayın özelliğine göre değişmekle beraber basit bir araştırmayla ortaya çıkabilecek hususlar ayrık olmak üzere, somut olaydaki gibi sanığın ihbarı ile bir çok hususun ortaya çıktığı durumlarda ise böyle bir mükellefiyet yüklemenin Anayasanın ve kanunun ilgili maddesinin özüne ve ruhuna aykırı olduğu izahtan varestedir…”

düşüncesiyle itiraz kanun yoluna başvurulmuştur.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 16. Ceza Dairesince 01.12.2015 tarih ve 5176-4594 sayı ile, itiraz nedeninin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eyleminin iftira suçunu oluşturup oluşturmadığının belirlenmesine ilişkin olup Yerel Mahkemece verilen mahkûmiyet hükmünün Özel Dairece onanmasından sonra 26.08.2016 tarihinde öldüğü anlaşılan sanığın, Özel Daire onama kararının isabetli olmadığı sonucuna ulaşılması hâlinde hukuki durumunun belirlenmesi gerekmektedir.

İncelenen dosya kapsamından;

Sanık … 04.09.2007 tarihinde şikâyetçi sıfatıyla Ladik Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği dilekçesi ve bu dilekçesini açıklayan beyanında; Büyükkızoğlu Köyü muhtarı olan katılan …’ın köylüden 29,50 TL kesim parası toplaması gerekirken fazladan kişi başına 0,50 TL para topladığını ve söz konusu paraları nereye harcadığını gösteren makbuzu ibraz etmediğini, ayrıca katılanın Çatalca mevkinde şahsi olarak 30 ster odun hazırlattığını belirtip şikâyetçi olması üzerine Ladik Cumhuriyet Başsavcılığınca katılan hakkında soruşturma başlatıldığı, yapılan soruşturma neticesinde şikâyete konu odunların Ladik Orman İşletme Şefliğine ait olduğu, fazladan toplandığı iddia edilen 0,50 TL paraya ilişkin olarak makbuz kesilip köye gelir kaydedildiği gerekçeleriyle katılan hakkında 18.01.2008 tarih ve 309-20 sayı ile kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar verildiği, bunun üzerine sanık hakkında iftira suçundan soruşturmaya başlanıldığı,

05.07.2007 tarihli “Zati Yakacak İhtiyacı” başlıklı tutanağa göre; 2007 yılı köy keseneği için alınan karar doğrultusunda hane başına 30 TL’nin makbuz karşılığında orman dairesine yatırılacağı, odunun kesilip star yapılması için 10 star için 210 TL’nin kesim yapan işçilere ödenmesine karar verildiği,

04.09.2007 tarihli teslim tesellüm tutanağına göre; Ladik Cumhuriyet Başsavcılığına verilmiş olan şikâyet dilekçesine istinaden yapılan inceleme ve araştırmada, kesim sahasında 30 siter civarında gürgen ve meşe karışımı 8-23 kuturlarında karışık vaziyette duran ve durumu tespit edilemeyen odunların orman muhafaza memurlarına teslim edildiği,

04.09.2007 tarihli olay yeri görgü ve tespit tutanağına göre; yapılan araştırma ve inceleme neticesinde, Çakırgümüş Köyünden Büyükkızoğlu Köyüne doğru 2 km mesafede Çatalca mevki olarak geçen bölgede, yolun gidiş istikametinin sağ tarafında yaklaşık 30 ster olabileceği değerlendirilen orman envalinin bulunduğu, ağaç motoru ile kesilen ağaçların damgasız olduğu, olay yerinde ağaç kesimiyle ilgili iz ve emarenin bulunmadığı,

Vezirköprü Orman İşletme Müdürlüğü Ladik Orman İşletme Şefliğinin 06.09.2007 tarihli ve “Kesim Alanı” konulu yazısında; orman köylüsüne zati yakacak ihtiyacı için hane başına 10 ster odun verildiğinin, bir ster odun bedeli KDV dahil 2,95 TL olmak üzere toplamda hane başından 29,50 TL tahsil edildiğinin belirtildiği,

03.10.2007 tarihli muhakkik raporunda, köy muhtarı olan … hakkında soruşturma izni verilmesine gerek olmadığına karar verilmesi gerektiği görüşüne yer verildiği,

Ladik Kaymakamlığı’nın 08.10.2007 tarihli kararı ile Ladik Büyükkızoğu Muhtarı … hakkında soruşturma izni verilmemesine karar verildiği,

Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) kullanılarak çıkartılan güncel nüfus kayıt örneğinde, sanık …’nın, mahkûmiyet hükmünün Özel Dairece onanmasından sonra; onama ilamına yönelik Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının Ceza Genel Kurulunca incelenmesinden önce 26.08.2016 tarihinde öldüğü bilgisinin yer aldığı,

Anlaşılmıştır.

Katılan …; Büyükkızoğlu Köyü muhtarı olduğunu, bir önceki muhtar olan sanığın muhtarlığı kaybettikten sonra kendisiyle ilgili asılsız şikâyetlerde bulunmaya başladığını, en son olarak orman idaresine ait Çatalca mevkindeki 30 ster odunu, kaçak olarak hazırlattığını, köylülerden keyfi olarak fazla para topladığını iddia ederek kendisi hakkında şikâyette bulunduğunu, ancak yapılan araştırma neticesinde suçsuz olduğunun anlaşıldığını, sanığın kendisine iftira attığını,

Tanık …; sanığın ifadesinde geçen ve Çatalca mevkinde bulunan 30 ster odunun, Ladik Orman İşletme şefliğine ait olduğunu, bu odunların Vezirağaç’a gönderilmek üzere hazırlandığını, odunların arazi üzerinde araçların yanaşabildiği en müsait noktalara toplandığını, Çatalca mevkinde bulunan 30 ster odunun da bu nedenle belirtilen bölgeye bırakıldığını, odunların kesimci olarak görev yapan tanık …’e hazırlatıldığını,

Tanık …; sanığın şikâyet dilekçesinde geçen ve şikâyet tarihi itibarıyla Çatalca mevkinde bulunduğu belirtilen odunların, şeflikçe Vezirköprü Vezirağaç fabrikasına gönderilmek üzere Ladik Orman İşletme Şefliğince hazırlatıldığını, sanığın iddialarının doğru olmadığını, odunların orman işletme müdürlüğü talimatı ile tanık Ekrem tarafından hazırlandığını,

Tanık …; orman işletme şefi …’un Çakırgümüş Köyü üretim sahasında odun kesmesini söylediğini, bunun üzerine 30 ster odun hazırladığını, bu odunların orman dairesinin teslim edeceği miktarda meydana gelen açıktan dolayı yapıldığını,

Beyan etmişlerdir.

Sanık …; Ladik Belediyesinde bekçi olarak çalıştığını, 30.08.2007 ve 04.09.2007 tarihleri arasında belediyeden izin alarak İstanbul’a gittiğini, bu tarihlerde Ladik ilçesinde olmamasına rağmen orman işletme şefliğince hakkında 10 ster odun aldığına ilişkin nakliye tezkeresi kesildiğini, nakliye tezkeresinin belirtilen tarihlerde geçerli olması nedeniyle odununu getiremediğini, daha sonra nakliye tezkeresi talebinde bulunduğunu ancak hava şartları müsait olmadığı için odununu alamadığını, hatta hâlen ormanda olduğunu, nakliye tezkeresinde isminin altına atılmış olan imzayı kimin attığını bilmemesi nedeniyle kendi adı kullanılarak odun getirildiği düşüncesine kapıldığını, bu nedenle orman idaresinin usulsüz işlem yaptığına ve katılana 30 ster civarında odun hazırlatıldığına yönelik şikâyetçi olduğunu, bu odunların orman idaresine ait olamayacağını düşündüğünü, kesim yapılan alan ile odunun toplandığı alanın mesafesinin çok fazla olduğunu, ayrıca orman alanlarının bölüm bölüm olduğunu, buna makta makta ayrılmış alan denildiğini, bir alanda kesilen odunun yakın alanda toplanması gerektiğini, bu işte katılanın parmağının olacağını düşündüğünü, bunun dışında köy karar defterinde katılan tarafından fazladan toplanan paranın köye gelir kaydedileceğine dair bir ibare bulunmadığından, bu paranın muhtar olan katılan tarafından değişik işlerde kullanıldığı düşüncesine kapıldığını, ancak paranın nerede kullanıldığını tam olarak bilemediğini, katılanın görevini kötüye kullandığını düşündüğünü, kimseye iftira atmadığını, her ne kadar tanıklar beyanlarında Çatalca mevkinde arazinin engebeli olması nedeni ile odunların uzak mesafeye bırakıldığını belirtmişlerse de, aradaki mesafe çok uzun olduğundan araçların daha yakın noktalara yanaşabileceklerini, bu nedenle aleyhe olan beyanları kabul etmediğini savunmuştur.

Uyuşmazlığın isabetli bir hukuki çözüme kavuşturulabilmesi için, öncelikle konuyla ilgili kavramlar ve bu kavramlara ilişkin yasal düzenlemelerin üzerinde durulması gerekmektedir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun “Adliyeye Karşı Suçlar” bölümünün “İftira” başlıklı 267. maddesinin 1. fıkrasında yer alan düzenlemeye göre;

“(1) Yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği hâlde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idarî bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

İftira suçu, failin, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için, bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat etmesidir. İftira suçunun konusunu hukuka aykırı fiil oluşturur. Bu fiilin suç oluşturması şart değildir. Disiplin yaptırımını veya başka bir idari yaptırımı gerekli kılan fiiller de iftira suçunun konusunu oluşturabilir. Hukuka aykırı bir eylemin gerçekleştirildiğine yönelik isnat yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunmak suretiyle yapılabileceği gibi basın ve yayın aracılığıyla da yapılabilir.

Özgü suç olarak düzenlenmediği için herkes tarafından işlenebilen iftira suçunda, hukuka aykırı fiil isnadının belli bir kişiye yönelik olması gerekir. Ancak isnada muhatap kişinin yapılacak bir araştırma sonucunda kimliğinin belirlenebilir olması yeterli olup isminin açıkça belirtilmesi zorunlu değildir.

İftira suçu failinin, isnat ettiği fiil gerçekte hiç işlenmemiş olabileceği gibi, işlenmiş olmakla birlikte kendisine isnatta bulunulan kişi tarafından işlenmemiş olabilir. Yine, kendisine isnatta bulunulan kişi tarafından hukuka aykırı bir fiil işlenmiş bulunmakla birlikte; iftira suçunun faili, bu fiilin karşılığında isnatta bulunulan kişiye verilecek yaptırımı ağırlaştıracak bazı eklemelerde bulunmuş olabilir. Bu durumlarda da iftira suçunun oluştuğunu kabul etmek gerekir.

Öte yandan, iftira suçunun oluşabilmesi için, iftira suçu failinin, hukuka aykırı fiil isnat ettiği kişinin bu fiili işlemediğini bilmesi gerekmektedir. Bu açıdan, iftira suçu ancak doğrudan kastla işlenebilir. Ancak bu suçun oluşabilmesi için, doğrudan kast tek başına yeterli olmayıp; ayrıca failin hukuka aykırı fiil isnat ettiği kimse hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir müeyyideye maruz kalmasını sağlamak amacıyla hareket etmesi gerekir. Bu nedenle, iftira suçu açısından failde kastın ötesinde belirtilen amacın varlığı, bir başka deyişle özel kastın bulunması gerekmektedir. Dolayısıyla; failin, belirli olay veya olgulardan yola çıkarak, isnat ettiği fiilin mağdur tarafından işlendiği inancı ve şüphesi ile ihbarda bulunması hâlinde iftira suçunun unsurları oluşmayacaktır.

Yine, içeriği kanıtlanamasa dahi, gerçekleştirilen ihbar veya şikâyetin bir anayasal hakkın kullanılması olarak değerlendirilebildiği hâllerde, bir hukuka uygunluk nedeninin varlığı söz konusu olacaktır. Anayasa’mızın 36. maddesinde, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu, 40. maddesinde, Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkesin, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkının bulunduğu, 74. maddesinde, vatandaşların ve karşılıklılık bulunması koşuluyla Türkiye’de oturan yabancıların, kendileriyle veya kamu ile ilgili hususlarda dilek ve şikâyet haklarının bulunduğu vurgulanmıştır. Bireylere tanınan bu anayasal hak, onların idare ve diğer bireylerle ilişkilerinde gerek “çıkarlarını koruması”, gerek “özgürlüklerini kısıntısız” kullanabilmesi bakımından, devlet organlarına başvurmasını gerekli kılar. Bu başvuru, bireyin kendisi, üçüncü kişi veya kamuyla ilgili olabilir. Başvurulabilecek devlet organları da, yasama, yürütme ve yargıdır. Dilekçe hakkının yargısal alanda başlıca ortaya çıkış biçimi ise, ihbar ve şikâyet hakkının kullanılmasıdır.

Bu aşamada sanığın ölmesi durumunda yapılacak işlemlere değinilmesinde de fayda bulunmaktadır.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 64. maddesinde; sanığın ölümü durumunda kamu davasının düşürüleceği, sadece niteliği itibarıyla müsadereye tâbi olan eşya ve yararlar hakkında yargılamaya devam olunacağı, hükümlünün ölümü hâlinde ise cezanın ortadan kaldırılmasına karar verilmekle birlikte müsadere ve yargılama giderine ilişkin hükmün infaz edileceği belirtilmek suretiyle hükümlü ile sanığın ölümüne farklı sonuçlar yüklenmiştir.

Buna göre; kamu davası açılmadan önce şüphelinin ölmesi durumunda kovuşturma imkânının bulunmaması nedeniyle “kovuşturmaya yer olmadığına”, kamu davası açıldıktan sonra sanığın ölmesi hâlinde ise yerel mahkemece “davanın düşmesine” karar verilecektir. Ölümün ceza ilişkisini sadece ölen kişi bakımından sona erdirmesi nedeniyle iştirak hâlinde işlenen suçlarda diğer sanıklar hakkında davaya devam edilecek, sanığın ölümü, niteliği itibarıyla müsadereye tâbi olan eşya ve maddi menfaatler hakkında davaya devam olunarak müsadere kararı verilmesine engel olmayacaktır.

Sanığın ölümü ceza ve infaz ilişkisini düşürürken, hakkındaki mahkûmiyet hükmü kesinleşmiş olan hükümlünün ölümü sadece hapis ve henüz infaz edilmemiş adli para cezalarının infaz ilişkisini ortadan kaldıracaktır. Buna bağlı olarak, ölümden önce tahsil edilmiş olan para cezaları mirasçılara iade edilmeyecek, buna karşın tahsil edilmemiş bulunan para cezaları mirasçılardan istenmeyecek, bunun yanında müsadereye ve yargılama giderine ilişkin hükümler ölümden önce kesinleşmiş olmak kaydıyla infaz olunacaktır.

Görüldüğü gibi, suç teşkil eden bir fiilin işlenmesiyle fail ile devlet arasında doğan ceza ilişkisi, bu fiili işleyen sanığın ya da hükümlünün ölümüyle cezaların şahsiliği ilkesi nedeniyle başkası sorumlu tutulamayacağından düşmektedir. Ölüm, bir vakıa olan suçu ortadan kaldırmayacak, suçtan sorumlu tutulacak kişi olmadığından, devletin suçla birlikte ortaya çıkan cezalandırma sorumluluk ve yetkisini sona erdirecektir.

Temyiz aşamasında sanığın öldüğüne ilişkin bir iddianın ortaya çıkması ya da UYAP (Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi) vasıtasıyla alınan güncel nüfus kaydında öldüğü bilgisinin yer alması gibi hâllerde, ölümün kamu davasının düşmesini gerektiren bir neden olduğu göz önüne alınarak, ölüm nedeniyle düşme kararının temyiz merciince dosya üzerinde yapılan inceleme sırasında verilmesi yerine, ölüm bilgisi nedeniyle diğer yönleri incelenmeyen hükmün bozulması ve yerel mahkemece mahallinde yapılan araştırma sonucunda sanığın öldüğünün kesin olarak saptanmasından sonra düşme kararı verilmesi daha isabetli olacaktır.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Sanığın, Büyükkızoğlu Köyü muhtarı olan katılanın, köylüden 29,50 TL kesim parası toplaması gerekirken 30 TL alıp fazladan kişi başına 0,50 TL para topladığını ve söz konusu parayı nereye harcadığını gösteren makbuzu ibraz etmediğini, ayrıca katılanın Çatalca mevkinde şahsi olarak 30 ster odun hazırlattığını belirterek şikâyette bulunması üzerine katılan hakkında Ladik Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatıldığı, Kaymakamlık makamı tarafından soruşturma izni verilmemesi üzerine Ladik Cumhuriyet Başsavcılığınca katılan hakkında 4483 sayılı Kanunun 15/1. maddesi gereğince kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar verildiği, bu kararın itiraz edilmeksizin kesinleşmesi üzerine iddialarına istinaden sanık hakkında iftira suçundan cezalandırılmasıyla istemiyle kamu davası açıldığı olayda;

Sanığın, hane başına 29,50 TL para toplanması gerekirken katılan tarafından 30,00 TL toplandığı iddiasına yönelik yapılan araştırmada, Ladik Orman İşletme Şefliğinin 06.09.2007 tarihli üst yazısında, zati ihtiyaç için hane başı 29,50 TL’nin tahsil edildiğinin belirtildiği, 05.07.2007 tarihli köy karar defterinde ise hane başına 30 TL alınıp makbuz karşılığında orman idaresine yatırılacağının yazılı olduğu, söz konusu bu kararın da şikâyet tarihinden sonra köy defterine işlendiği, ayrıca sanığın bir diğer iddiası olan Çatalca mevkinde 30 ster odun hazırlatıldığına ilişkin şikâyetinin ise 04.09.2007 tarihli olay yeri görgü ve tespit ile aynı tarihli teslim ve tesellüm tutanaklarında da belirtildiği üzere maddi vakalara dayandığı anlaşılmıştır.

İftira suçunun oluşabilmesi için, sanığın hukuka aykırı fiil isnat ettiği kişinin bu fiili işlemediğini bilmesi gerekmekte olup, belirli olay veya olgulardan yola çıkarak isnat ettiği fiilin katılan tarafından işlendiği inancı ve şüphesi ile ihbarda bulunan sanığın maddi vakalara dayandığı anlaşılan iddialarının, Anayasa’nın 36, 40 ve 74. maddeleri kapsamında ihbar ve şikâyet hakkı niteliğinde olduğu, bu bağlamda anayasa ile güvence altına alınmış bir hakkını kullanan sanığın suç kastı ile hareket ettiğinden de söz edilemeyeceği anlaşıldığından, sanığa atılı iftira suçunun unsurları itibarıyla oluşmadığı kabul edilmelidir.

Öte yandan, Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) kullanılarak alınan güncel nüfus kayıt örneğinde, sanığın, mahkûmiyet hükmünün Özel Dairece onanmasından sonra; onama ilamına yönelik Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının Ceza Genel Kurulunca incelenmesinden önce, 26.08.2016 tarihinde öldüğü bilgisi yer aldığından, ölümle ilgili mahallinde araştırma yapılarak karar verilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.

Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının kabulüne, Özel Dairenin onama kararının kaldırılmasına verilmelidir.

Sonuç:

1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının KABULÜNE,

2- Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 24.03.2015 tarihli ve 501-282 sayılı onama kararının KALDIRILMASINA,

3- Ladik Asliye Ceza Mahkemesinin 28.05.2013 tarihli ve 45-79 sayılı hükmünün, sanığın eyleminin Anayasa’nın 36, 40 ve 74. maddeleri kapsamında ihbar ve şikâyet hakkı niteliğinde olduğu gözetilmeden beraati yerine mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden, yine güncel nüfus kayıt örneğinde sanığın 26.08.2016 tarihinde öldüğü bilgisinin yer alması karşısında, bu konuda gerekli araştırmanın mahallinde yapılarak, sonucuna göre 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 64 ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 223. maddeleri uyarınca hüküm verilmesi gerektiğinden BOZULMASINA,

4- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 30.04.2019 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.

Kayseri Ceza Avukatı

Alanında yetkin Kayseri ceza avukatı kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz; ceza yargılamalarında savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek taraflara avukatlık ve hukuki danışmanlık hizmeti vermektedir.

Ceza davalarında gerekli başvuru veya itirazların zamanında ve usulüne uygun yapılması açısından alanında uzman bir Kayseri ceza avukatı veya ağır ceza avukatından hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Yargılama sırasında herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için güncel mevzuat ve Yargıtay kararlarının takip edilmesi önem arz etmektedir. 

Alanında yetkin Kayseri Avukat kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz, savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde taraflara hukuki yardım sunmaktadır. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde herhangi bir mağduriyete veya hak kaybına uğramamak için gerekli başvuruların zamanında ve usulüne uygun yapılması büyük önem arz etmektedir. Bu süreçte, alanında uzman bir avukattan hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Zülküf Arslan Hukuk Bürosu olarak; Yalçınkaya Kararı başta olmak üzere AİHM kararlarının Türkçe çevirilerini yapan Eski AİHM Hukukçusu Dr. Orhan Arslan koordinatörlüğünde müvekkillerimize Anayasa Mahkemesi ve AİHM başvurusunun yanı sıra emsal AYM ve AİHM Kararları çerçevesinde yeniden yargılama başvurusu hususunda da hukuki destek vermekteyiz.

Kayseri ceza avukatı veya Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’ne başvuru yapmak ve süreci takip etmek için bir avukat arıyorsanız 15 yılı aşkın deneyimi ile avukat kadromuzdan dava süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile başvuru ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz.