Banka ve Kamu Kurumunun Araç Olarak Kullanılması Suretiyle Nitelikli Dolandırıcılık Suçu
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu
Dolandırıcılık – Madde 157
(1) Hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlayan kişiye bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası verilir.
Madde Gerekçesi
Madde metninde dolandırıcılık suçu tanımlanmıştır. Dolandırıcılık, hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kişinin kendisine veya başkasına yarar sağlamasıdır. Bu bakımdan dolandırıcılık suçu, kişilerin malvarlığına karşı işlenen bir suçtur. Söz konusu suç tanımı ile, kişilerin sahip bulunduğu malvarlığı hakkının korunması amaçlanmıştır. Ayrıca, bu suçun işlenişi sırasında hileli davranışlar ile kişiler aldatılmaktadır. Aldatıcı nitelik taşıyan hareketlerle, kişiler arasındaki ilişkilerde var olması gereken iyi niyet ve güven ihlâl edilmektedir. Bu suretle kişinin irade serbestisi etkilenmekte ve irade özgürlüğü ihlâl edilmektedir.
Çok hareketli suç görüntüsü taşıyan dolandırıcılık suçunun oluşumu açısından birden fazla fiilin gerçekleşmesi gerekmektedir. Bu hareketlerden birincisini hile oluşturmaktadır.
Hile, icraî bir davranışla gerçekleştirilebileceği gibi; karşı tarafın içine düştüğü hatadan, bir konuda yanlış bilgi sahibi olmasından yararlanarak da, yani ihmalî davranışla da, gerçekleştirilebilir. Ancak, bu durumda kişinin, hataya düşen karşı tarafı bilgilendirmek konusunda yükümlülüğünün olması gerekir. Hataya düşen kişi ile hukukî ilişkide bulunulan durumlarda, böyle bir yükümlülük vardır. Ayrıca, muhatabın belli bir husustaki hatası karşısında kişinin ihmalî davranışının, örneğin susmasının, bir beyan, açıklama değerini taşıması gerekir.
Dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için, gerçekleştirilen hilenin etkisiyle, bu hileye maruz kalan kişinin veya bir üçüncü kişinin zararına olarak, fail veya bir başkası bir menfaat elde etmelidir.
Dolandırıcılık suçu, kasten işlenebilen bir suçtur. Burada söz konusu olan kast, dolandırıcılık suçunun maddî unsurlarının hepsinin fail tarafından bilinmesini ifade etmektedir. Bir başka ifadeyle, fail gerçekleştirdiği davranışların hile teşkil ettiğini, başka birini aldatıcı nitelikte olduğunu bilmelidir. Ayrıca, fail, bu hileli davranışlar sonucunda bunların etkisiyle, hileye maruz kalan kişinin veya başkasının malvarlığında bir eksilme meydana geldiğini, zarar gördüğünü ve buna karşılık, kendisinin veya sair bir kişinin malvarlığında bir artma meydana geldiğini bilmelidir. Bu itibarla, fail, mağdurun malvarlığındaki eksilmenin, mağdurun gördüğü zararın kendi hileli davranışları sonucunda meydana geldiğini bilmelidir; hile ile zarar arasındaki illiyet bağının varlığının bilincinde olmalıdır. Belirtilen hususlara ilişkin kast, doğrudan kast olabileceği gibi, olası kast da olabilir.
Dolandırıcılık suçunun işlenmesi suretiyle elde edilen yararın miktarı çoğu zaman tam olarak belirlenememektedir. Bu gibi durumlar göz önünde bulundurularak, dolandırıcılık suçundan dolayı hapis cezasının yanı sıra ayrıca adlî para cezası öngörülmüştür.
Nitelikli dolandırıcılık – Madde 158
(1) Dolandırıcılık suçunun;
a) Dinî inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle,
b) Kişinin içinde bulunduğu tehlikeli durum veya zor şartlardan yararlanmak suretiyle,
c) Kişinin algılama yeteneğinin zayıflığından yararlanmak suretiyle,
d) Kamu kurum ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının, siyasi parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerinin araç olarak kullanılması suretiyle,
e) Kamu kurum ve kuruluşlarının zararına olarak,
f) Bilişim sistemlerinin, banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle,
g) Basın ve yayın araçlarının sağladığı kolaylıktan yararlanmak suretiyle,
h) Tacir veya şirket yöneticisi olan ya da şirket adına hareket eden kişilerin ticari faaliyetleri sırasında; kooperatif yöneticilerinin kooperatifin faaliyeti kapsamında,
i) Serbest meslek sahibi kişiler tarafından, mesleklerinden dolayı kendilerine duyulan güvenin kötüye kullanılması suretiyle,
j) Banka veya diğer kredi kurumlarınca tahsis edilmemesi gereken bir kredinin açılmasını sağlamak maksadıyla,
k) Sigorta bedelini almak maksadıyla,
l) Kişinin, kendisini kamu görevlisi veya banka, sigorta ya da kredi kurumlarının çalışanı olarak tanıtması veya bu kurum ve kuruluşlarla ilişkili olduğunu söylemesi suretiyle,
İşlenmesi halinde, üç yıldan on yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur. Ancak, (e), (f), (j), (k) ve (l) bentlerinde sayılan hâllerde hapis cezasının alt sınırı dört yıldan, adli para cezasının miktarı suçtan elde edilen menfaatin iki katından az olamaz.
(2) Kamu görevlileriyle ilişkisinin olduğundan, onlar nezdinde hatırı sayıldığından bahisle ve belli bir işin gördürüleceği vaadiyle aldatarak, başkasından menfaat temin eden kişi, yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır.
(3) Bu madde ile 157 nci maddede yer alan suçların, üç veya daha fazla kişi tarafından birlikte işlenmesi hâlinde verilecek ceza yarı oranında; suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi hâlinde verilecek ceza bir kat artırılır.
Madde Gerekçesi
Madde metninde, dolandırıcılık suçunun temel şekline göre cezanın artırılmasını gerektiren nitelikli unsurları belirlenmiştir.
Birinci fıkranın (a) bendinde, dolandırıcılık suçunun dinî inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle işlenmesi, bu suçun temel şekline göre daha ağır ceza ile cezalandırılmayı gerektiren bir durum olarak kabul edilmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken husus, dinin bir aldatma aracı olarak kullanılmasıdır. Bu nitelikli unsurun gerçekleşebilmesi için, dinî inanç ve duygular, aldatma aracı olarak kötüye kullanılmalıdır. Suçun oluşabilmesi için, dinî inanç ve duyguların kötüye kullanılması suretiyle gerçekleştirilen hile ile haksız bir yarar da sağlanmış olmalıdır.
Kişinin içinde bulunduğu tehlikeli durum veya zor şartlar, başkalarına güven duymaya en fazla ihtiyaç duyduğu anlardır. Kişinin örneğin doğal bir afete veya trafik kazasına maruz kalmasından ya da hastalığı yüzünden içine düştüğü çaresizlikten yararlanılarak aldatılması daha kolaydır. Bu nedenle, birinci fıkranın (b) bendinde, dolandırıcılık suçunun kişinin içinde bulunduğu tehlikeli durum veya zor şartlardan yararlanmak suretiyle işlenmesi, bu suçun temel şekline göre daha ağır ceza ile cezalandırılmayı gerektiren bir durum olarak kabul edilmiştir.
Keza, kişinin algılama yeteneğinin zayıflığından yararlanılarak aldatılması daha kolaydır. Bu nedenle, belirtilen durum birinci fıkranın (c) bendinde, dolandırıcılık suçunun temel şekline göre daha ağır ceza ile cezalandırılmayı gerektiren bir nitelikli unsuru olarak kabul edilmiştir.
Birinci fıkranın (d) bendinde, dolandırıcılık suçunun kamu kurum ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının, siyasî parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerinin araç olarak kullanılması suretiyle işlenmesi, bu suçun bir nitelikli unsuru olarak kabul edilmiştir. Çünkü, kamu kurum veya kuruluşları, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, siyasî parti, vakıf veya dernek tüzel kişilikleri toplumda güven beslenen müesseseler olarak kabul edilmişlerdir.
Fıkranın (e) bendinde, bu suçun kamu kurum ve kuruluşlarının zararına olarak işlenmesi, bu suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâli olarak kabul edilmiştir.
Dolandırıcılık suçunun, bilişim sistemlerinin, banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle işlenmesi de, birinci fıkranın (f) bendinde bu suçun bir nitelikli unsuru olarak kabul edilmiştir. Bilişim sistemlerinin ya da birer güven kurumu olan banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması, dolandırıcılık suçunun işlenmesi açısından önemli bir kolaylık sağlamaktadır. Banka ve kredi kurumları açısından dikkat edilmesi gereken husus, bu kurumları temsilen, bu kurumlar adına hareket eden kişilerin başkalarını kolaylıkla aldatabilmeleridir.
Aynı şekilde, söz konusu fıkranın (g) bendinde, dolandırıcılık suçunun basın ve yayın araçlarının sağladığı kolaylıktan yararlanmak suretiyle işlenmesi bu suç açısından bir nitelikli unsur olarak belirlenmiştir.
Birinci fıkranın (h) bendinde, ticari faaliyeti meslek olarak icra eden kişilerin güvenilirliğini sağlamak amacıyla, dolandırıcılık suçunun tacir veya şirket yöneticisi olan ya da şirket adına hareket eden kişilerin ticari faaliyetleri sırasında; kooperatif yöneticilerinin kooperatifin faaliyeti kapsamında işlenmesi, bu suçun temel şekline nazaran daha ağır cezayı gerektiren bir nitelikli unsur olarak kabul edilmiştir.
Aynı düşüncelerle, fıkranın (i) bendinde dolandırıcılık suçunun serbest meslek sahibi kişiler tarafından, mesleklerinden dolayı kendilerine duyulan güvenin kötüye kullanılması suretiyle işlenmesi, bu suçun nitelikli bir unsuru olarak tanımlanmıştır.
Fıkranın (j) bendinde, dolandırıcılık suçunun banka veya diğer kredi kurumlarından, esasta tahsis edilmemesi gereken bir kredinin açılmasını sağlamak amacıyla işlenmesi bir nitelikli unsur olarak tanımlanmıştır. Banka veya kredi kurumundan bir kredinin temini amacıyla hileli davranışlarda bulunulması ve buna dayalı olarak kredi adı altında bir yarar sağlanması durumunda bu nitelikli unsur oluşacaktır. Kredi kurumu deyiminden banka olmamasına karşın, kanunen borç para vermeye yetkili kılınan kurumlar anlaşılır.
Fıkranın (k) bendi, sigorta edenin dolandırılmasına ilişkindir. Failin sigorta edilen veya sigorta bedelini alacak kimse olması şart değildir. Keza, sigorta edilen riskin türü de önemli değildir.
Maddenin ikinci fıkrasında, 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanununda bağımsız bir suç olarak tanımlanan “nüfuz ticareti”, dolandırıcılık suçunun bir nitelikli şekli olarak tanımlanmıştır. Bu hükme göre; kamu görevlileriyle ilişkisinin olduğundan, onlar nezdinde hatırı sayıldığından bahisle ve belli bir işin gördürüleceği vaadiyle aldatarak, başkasından menfaat temin eden kişi, dolandırıcılık suçunun nitelikli şeklinden dolayı cezalandırılacaktır.
Etkin pişmanlık – Madde 168
(1) Hırsızlık, mala zarar verme, güveni kötüye kullanma, dolandırıcılık, hileli iflâs, taksirli iflâs suçları tamamlandıktan sonra ve fakat bu nedenle hakkında kovuşturma başlamadan önce, failin, azmettirenin veya yardım edenin bizzat pişmanlık göstererek mağdurun uğradığı zararı aynen geri verme veya tazmin suretiyle tamamen gidermesi halinde, verilecek cezanın üçte ikisine kadarı indirilir.
(2) Etkin pişmanlığın kovuşturma başladıktan sonra ve fakat hüküm verilmezden önce gösterilmesi halinde, verilecek cezanın yarısına kadarı indirilir.
(3) Yağma suçundan dolayı etkin pişmanlık gösteren kişiye verilecek cezanın, birinci fıkraya giren hallerde yarısına, ikinci fıkraya giren hallerde üçte birine kadarı indirilir.
(4) Kısmen geri verme veya tazmin halinde etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanabilmesi için, ayrıca mağdurun rızası aranır.
(5) Karşılıksız yararlanma suçunda, fail, azmettiren veya yardım edenin pişmanlık göstererek mağdurun, kamunun veya özel hukuk tüzel kişisinin uğradığı zararı, soruşturma tamamlanmadan önce tamamen tazmin etmesi halinde kamu davası açılmaz; zararın hüküm verilinceye kadar tamamen tazmin edilmesi halinde ise, verilecek ceza üçte birine kadar indirilir. Ancak kişi, bu fıkra hükmünden iki defadan fazla yararlanamaz.
Madde Gerekçesi
Suç tamamlandıktan sonra kişi pişmanlık gösterebilir. Bu durumda, işlenmiş ve tamamlanmış olan suç işlenmemiş hâle artık döndürülemez. Ancak, suç tamamlandıktan sonra, pişmanlık duyarak, gerçekleştirilen haksızlığın neticeleri mümkün olduğunca ortadan kaldırılabilir.
Bu düşüncelerle, etkin pişmanlık; hırsızlık, mala zarar verme, güveni kötüye kullanma, dolandırıcılık ve karşılıksız yararlanma suçlarında cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsî sebep olarak kabul edilmiştir. Ancak, bunun için bazı koşulların gerçekleşmesi gerekir. Önce, failin veya suça iştirak eden kişinin bizzat kendisinin pişmanlık göstererek iade veya tazmini gerçekleştirmesi gerekir. Suçun işlenmesiyle kişilerin görmüş bulundukları zararın aynen iade veya mümkün olduğu kadar azaltılmak suretiyle tazmin edilmesi gerekir. Etkin pişmanlığın cezada indirim yapılması sebebi olarak kabul edilebilmesi için, zararın tamamen veya mümkün olduğu kadar aza indirilerek gerçekleştirilmesi gerekir. Kısmen geri verme veya tazminde, etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanabilmesi için, mağdurun aynen iadeye veya tazmine rıza göstermesi gerekir.
Etkin pişmanlığın kovuşturma başlamadan önce, yani işlenen suçtan dolayı kamu davası açılmadan önce gösterilmesi gerekir.
Etkin pişmanlık durumunda hâkim maddede belirlenen oranda cezada indirim yapabilir. Bu konuda, hâkime etkin pişmanlığın samimiyetine ve zararın tazmin edilen miktarına göre, takdir yetkisi tanınmıştır. Bu hükümle, işlenen suçun yağma olması hâlinde de, cezada belli oranda indirim yapılması yolu açılmıştır.
Nitelikli Dolandırıcılık Suçunun Hem Banka Hem de Kamu Kurumunun Araç Olarak Kullanılması Suretiyle İşlenmesi
Yargıtay Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2014/290 Karar No: 2015/494 Karar Tarihi: 08.12.2015
Mahkemesi: Ağır Ceza Mahkemesi
İçtihat Metni
Nitelikli dolandırıcılık suçundan sanık …’ın 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 158/1-f, 168/1, 51, 52/2 ve 62. maddeleri gereğince 10 ay hapis ve 3.420 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına ve ertelemeye ilişkin, … Ağır Ceza Mahkemesince verilen … gün ve … sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay … Ceza Dairesince … gün ve … sayı ile;
“Sanığın şikayetçinin akrabası olduğu, şikayetçiye ait … Bankasına yatırılan parayı hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen sanıklardan …’ı şikayetçi … olarak tanıtarak, şikayetçinin bir şekilde ele geçirdiği nüfus cüzdanını ibraz etmek suretiyle banka görevlisine … olduğunu inandırarak, parayı çekmek suretiyle menfaat temin ettiği olayda,
Sanığın eyleminde bankanın ödeme aracı olarak kullanıldığı, şikayetçiye ait nüfus cüzdanının kullanılması suretiyle eylemin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 158/1-d maddesinde düzenlenen ‘kamu kurum ve kuruluşlarının araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık’ suçunun oluştuğu gözetilmeden, aynı Kanunun 158/1-f maddesi gereğince sanık hakkında yazılı şekilde fazla ceza tayini”
isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının İtirazı
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise … gün ve … sayı ile;
“Sanığın eyleminin şikayetçiye ait nüfus cüzdanının kullanılması suretiyle 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 158/1-d maddesinde düzenlenen ‘kamu kurum ve kuruluşlarının araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık’ suçunu mu yoksa, aynı Kanunun 158/1-f maddesinde düzenlenen ‘bankanın araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık’ suçunu mu oluşturacağı hususu itirazımızın özünü oluşturmaktadır.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 158/1-d maddesinde, dolandırıcılık suçunun kamu kurum ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının, siyasi parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerinin araç olarak kullanılması suretiyle işlenmesi, bu suçun bir nitelikli unsuru olarak tanımlanmıştır.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 158/1-d maddesinde tanımlanan nitelikli dolandırıcılık halinin gerçekleşebilmesi için bentte sayılan kuruluşların, yani bunların tüzel kişiliklerinin araç olarak kullanılması yeterli olup bu kuruluşların ayrıca işlenen suçtan zarar görmüş olmaları zorunlu değildir. Diğer yandan bu kurum ve kuruluşların veya bunların üst birliklerinin suçta araç olarak kullanılmaları arasında suçun oluşması bakımından bir fark gözetilmemiştir. Bu kuruluşların ve üst birliklerinin, isim, kayıt, belge, flama, rozet gibi alametlerinin kullanılarak suçun işlenmesi mümkündür.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 158/1-f maddesinde, bilişim sistemlerinin ya da birer güven kurumu olan banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılmasının dolandırıcılık suçunun işlenmesi açısından önemli bir kolaylık sağlaması nedeniyle bu durumlar suçun nitelikli unsuru olarak kabul edilmiştir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 158 1-f maddesindeki banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle işlenen dolandırıcılık fiilleri 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu’nun 504/3. maddesinin karşılığı olarak aynen yeni kanun metnine alınmıştır. Burada araç olarak kullanılan kurumlar, işlenen dolandırıcılık suçundan dolayı zarar gören konumda değildirler. Banka faizle para alıp veren, kredi, iskonto, kambiyo işlemleri yapan, kasalarında değerli belge, eşya saklayan ve daha başka ekonomik etkinliklerde bulunan kuruluştur…
Sanığın şikayetçiye ait … Bankasına yatırılan parayı hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen sanıklardan …’ı şikayetçi … olarak tanıtarak, şikayetçinin bir şekilde ele geçirdiği nüfus cüzdanını ibraz etmek suretiyle banka görevlisine … olduğunu inandırarak, parayı çekmek suretiyle menfaat temin ettiği olayda, banka kayıtlarından yararlanılması ve nüfus cüzdanının kullanılması nedeniyle hem banka aracı kılarak dolandırıcılık, hem de kamu kurumu aracı kılarak dolandırıcılık suçunun oluştuğu, sanığın Türk Ceza Kanunu’nun 158/1-d-f bentleri uyarınca cezalandırılması gerektiği”
görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 15. Ceza Dairesince 28.04.2014 gün ve 8136-8236 sayı ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanıklar … ve … hakkında bankayı aracı kılmak suretiyle dolandırıcılık suçundan verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı itiraz edilmeksizin kesinleşmiş olup, itirazın kapsamına göre inceleme sanık …’ın eylemi ile sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın üzerine atılı nitelikli dolandırıcılık eyleminin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 158/1-d mi, yoksa hem 158/1-d hem de 158/1-f maddesi kapsamında mı kaldığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Sanık …’ın mağdure …’in akrabası olduğu, mağdurenin 15 yıl önce Tarlabaşı Köyünde oturduğu ve terör olayları nedeni ile köyünden ayrılarak Aralık İlçesine taşındığı, bu nedenle zarara uğrayan mağdurenin 5233 sayılı Kanun hükümleri uyarınca zararının giderilmesi için … İdaresine başvurduğu, … İdaresince mağdure ile 6.200 Lira tazminat konusunda anlaşmaya varıldığı, 03.03.2007 tarihinde … İdaresince mağdurenin tazminat parası olan 6.200 Lirayı alması için … Bankası … şubesine yazı yazıldığı, belgenin mağdure tarafından parmak izi ile imzalandığı ve komisyon başkanının imzası için valiliğe gönderildiği, yazının imzadan dönüşünü beklemeden mağdurenin … İdaresinden ayrıldığı, sanığın ise bu durumu öğrenip bir şekilde mağdurenin kimliğini ele geçirip inceleme dışı sanıklar … ve …’ı da yanına alarak 10.04.2007 günü … İdaresine gelerek mağdureye ait paranın ödenmesini içeren yazıyı istediği, mağdureye ait kimliğinin fotokopisini alan görevlinin yazı üzerindeki tarihi düzelterek sanıklara ilgili yazıyı verdiği, yazıyı alan sanıkların bankaya gidip mağdurenin kimliğini ibraz edip sanık …’ı hak sahibi mağdure olarak tanıtarak 6.200 Lira parayı çektikleri, mağdurenin kendi adına ödenmesine karar verilen tazminatı almak üzere 19.04.2007 tarihinde … İdaresine başvurduğunda tazminatın 10.04.2007 tarihinde … Bankası … şubesinden çekilmiş olduğunu öğrendiği,
Türkiye … Bankası … şubesince yapılan ödeme ile ilgili gönderilen dekont ve evrakta; … adına 5233 sayılı Kanun hükümleri uyarınca … Valiliğince verilen ödeme emri üzerine mağdure … olduğunu beyan eden bir bayana … İdaresinin 2011… nolu “Terörden Zarar Görenler” hesabından 10.04.2007 tarihinde 6.200 Liranın ödendiğinin belirtildiği,
Anlaşılmaktadır.
Mağdure aşamalarda; 15 yıl önce terör nedeniyle köyden taşınmak zorunda kaldığını, bu nedenle tazminat almak için … İdaresine başvurduğunu, hak ettiği parayı almak için 19.04.2007 tarihinde … İdaresine gittiğinde paranın çekildiğini öğrendiğini, bankadaki kamera kayıtlarından parayı çekenin akrabası … olduğunu anladığını, kimliğini bir ara oğlu Necmettin’e verdiğini, sanığın eline nasıl geçtiğini bilmediğini, paranın dört ay sonra tamamının ödendiğini, kimseden şikayetçi olmadığını beyan etmiş,
… İdaresinde çalışan tanık …; … isimli yaşlı kadının zarar tazmini için valiliğe müracaat ettiğini, zarar tespit komisyonu tarafından kendisine ödeme yapılmasına karar verildiğini, bu sebeple mağdureye ödeme yapılmasına ilişkin tanzim edilen çekin 03.03.2007 tarihinde mağdure tarafından parmak izi ile imzalandığını, çekin komisyon başkanı vali yardımcısı tarafından imzalanması için valiliğe gönderildiğini ancak mağdurenin çekin dönüşünü beklemeden gittiğini, 10.04.2007 günü iki genç erkek şahıs ve yaşlı bayanın birlikte gelerek …’e ait çeki istediklerini, kendisinin de orada olduğunu, ancak asıl ilgilenenin … isimli arkadaşı olduğunu ifade etmiş,
… İdaresinde çalışan tanık …; 10.04.2007 tarihinde iki genç erkek şahıs ile bir yaşlı bayanın geldiğini, yaşlı bayanın … olduğunu söyleyerek kendisi için tanzim edilen çeki istediğini, kimlik kartını sorduğunda … adına tanzim edilen kimliği gösterdiğini, kimliğin fotokopisini aldığını, bayanın kimlikteki resme benzediğini, çekin yazılıp imzalandığı tarihten bir aydan fazla süre geçtiği için çek üzerindeki tarihi eliyle düzeltip kaşe ve imzası ile onayladığını, bu şekilde çeki … olduğunu söyleyen bayana teslim ettiğini söylemiş,
İnceleme dışı sanık …; üzerine atılı suçlamayı kabul etmediğini, olay günü rahatsız olan annesi …’ı bankaya götürdüğünü, ilaç almak için yanından ayrıldığında sanık …’ın annesini kandırıp banka görevlilerini yanıltarak mağdurenin parasını çektiğini sonradan öğrendiğini beyan etmiş,
İnceleme dışı sanık …; bankadan üç aylık maaş aldığını, yanlışlıkla mağdurenin maaşını aldığını, sonradan durumu öğrenince parayı mağdureye iade ettiğini, suçlamayı kabul etmediğini ifade etmiş,
Sanık …; mağdurenin yaşlı ve hasta olduğunu, bankadaki parasını çekmeye gidemediğini, kendisinin de ona yardım etmek amacı ile mağdurenin bilgisi dahilinde kimliğini aldığını, sanıklardan …’ı mağdure … gibi göstererek parayı çektiğini, parayı mağdureye vermek istediğini ancak evde bulamayınca parayı çocuklarına vermek istemediğini, bankadan 6.200 Lira çektiğini, parayı çektikten 2-3 gün sonra mağdureye verdiğini, …’ı bankaya götürürken yanlarında bulunan …’a da konudan bahsettiğini, suç işleme kastının olmadığını, suçlamayı kabul etmediğini savunmuştur.
Dolandırıcılık suçunun basit şekli 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 157. maddesinde; “Hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlayan kişiye bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası verilir.” şeklinde düzenlenmiş, 158. maddesinde ise bu suçun nitelikli halleri sayılmıştır.
Uyuşmazlık konusunu ilgilendiren kamu kurum ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının, siyasi parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerinin araç olarak kullanılması suretiyle işlenen dolandırıcılık suçu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 158/1-d maddesinde düzenlenmiştir;
“Dolandırıcılık suçunun; …
d) Kamu kurum ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının, siyasi parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerinin araç olarak kullanılması suretiyle,…
işlenmesi halinde, iki yıldan yedi yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.”
Bu düzenleme ile toplumda yaşayan insanlar üzerinde güven etkisi oluşturan kurum, kuruluş ve tüzel kişiler aracı kullanılmak suretiyle kişilerin istismar edilmesinin önlenmesi amaçlanmış ve maddenin bu bölümüne ilişkin gerekçesinde yer verilen açıklamalara göre;
“Birinci fıkranın (d) bendinde, dolandırıcılık suçunun kamu kurum ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının, siyasî parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerinin araç olarak kullanılması suretiyle işlenmesi, bu suçun bir nitelikli unsuru olarak kabul edilmiştir. Çünkü, kamu kurum veya kuruluşları, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, siyasî parti, vakıf veya dernek tüzel kişilikleri toplumda güven beslenen müesseseler olarak kabul edilmişlerdir.”
Bu aşamada kamu kurumu ve kuruluşları, siyasi parti, vakıf ve dernek sözcükleri üzerinde durulmasında da yarar bulunmaktadır.
Kamu kurum ve kuruluşları, genel, katma ve özel bütçeli kurumlar, belediyeler ve bu kurumların kurdukları döner sermayeli kuruluşlar, kamu iktisadi teşekkül ve teşebbüsleri, özel kanunlarla kurulan diğer devlet teşekkülleridir. Kamu kurumu; belirli bir ya da birkaç kamu hizmetini ya da faaliyetini yürütmekle görevli, tüzelkişiliğe sahip idare teşkilatı birimidir. Kamu kurumu deyince akla; devlet tüzel kişiliği, … idareleri, belediyeler, üniversiteler, Yüksek Öğretim Kurumu, … ve Televizyon Kurumu, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Kurumu ve katma bütçeli kuruluşlar gelmektedir.
Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, Anayasanın 135. maddesiyle tanımlanmıştır. Anılan maddeye göre, belli mesleğe mensup olanların müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının birbirleriyle ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hâkim kılmak üzere meslek disiplini ve ahlakını korumak maksadı ile kanunla kurulan ve organları kendi üyeleri tarafından kanunda gösterilen hükümlere göre yargı gözetimi altında gizli oyla seçilen kamu tüzel kişileridir. Örneğin, Barolar, Noterler Birliği, Ticaret ve Sanayi Odaları, Deniz Ticaret Odaları gibi kuruluşlar, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarıdır.
Siyasi partiler, 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanununa göre faaliyetlerini sürdürmektedirler. 2820 sayılı Kanunda siyasi partiler tanımlanmış olup, anılan kanunun 3. maddesine göre; “Siyasi partiler, Anayasa ve kanunlara uygun olarak; milletvekili ve mahalli idareler seçimleri yoluyla, tüzük ve programlarında belirlenen görüşleri doğrultusunda çalışmaları ve açık propagandaları ile milli iradenin oluşmasını sağlayarak demokratik bir Devlet ve toplum düzeni içinde ülkenin çağdaş medeniyet seviyesine ulaşması amacını güden ve ülke çapında faaliyet göstermek üzere teşkilatlanan tüzel kişiliğe sahip” kuruluşlardır. Öğretide de siyasi parti, belirli bir ilkeyle programını belirleyip seçmenin desteğini almak suretiyle, yönetime gelmeyi amaçlayan sürekli ve düzenli etkinliği olan, siyasi bir topluluğun örgütü olarak tanımlanmıştır.
Dernek; kazanç paylaşma dışında, kanunlarla yasaklanmamış belirli ve ortak bir amacı gerçekleştirmek üzere, en az yedi gerçek veya tüzel kişinin, bilgi ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirmek suretiyle oluşturdukları tüzel kişiliğe sahip kişi topluluklarını,
Vakıf ise; gerçek veya tüzel kişilerin yeterli mal ve hakları belirli ve sürekli bir amaca özgülemeleriyle oluşan tüzel kişiliğe sahip, mal topluluğunu ifade eder.
Görüldüğü üzere, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 158. maddesinin 1. fıkrasının (d) bendinde, dolandırıcılık suçunun kamu kurum ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının, siyasi parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerinin araç olarak kullanılması suretiyle işlenmesi nitelikli hal olarak kabul edilirken, fıkrada sayılan tüzel kişiliklere toplumda duyulan güvenden faydalanılması ve bu güvenin bir aldatma aracı olarak kullanılması aranmıştır. Burada önemli olan, kamu kurum ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının, siyasi parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerinin araç olarak kullanılması suretiyle insanların aldatılmasıdır.
Maddede belirtilen kamu kurum ve kuruluşları, siyasi parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliğinin sadece isminin kullanılması bu bendin uygulanması için yeterli olmayıp, bunlara ait maddi varlığın veya bu tüzel kişiliklerle bağ kurulmasını sağlayan somut başka olguların kullanılması gerekir. Bu kurumlara ait kimlik belgesinin gösterilmesi, basılı evrak ve makbuzların sunulması, taşıtın kullanılması, mağdur üzerinde bentte sayılan tüzel kişiliklerden gelinildiğine veya buralardan aranıldığına dair bir düşünce oluşturulması ve mağdurun aldatılması gerekmektedir.
Öğretide de, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 158. maddesinin birinci fıkrasının (d) bendinde sayılan tüzel kişiliklere toplumda duyulan güven nedeniyle, bunların araç olarak kullanılması durumunda suçun işlenilmesinin kolaylaşması ve mağdurun araştırma eğiliminin ortadan kalkması karşısında dolandırıcılık suçunun nitelikli halinin oluşacağı belirtilmiştir. (Yaşar/Gökcan/Artuç, Türk Ceza Kanunu, c.4, 2010, s.4655-4656; Bakıcı, Ceza Hukuku Özel Hükümleri, c.I, 2008, s.451; Tezcan/Erdem/Önok, Teorik ve Pratik Ceza Hukuku, 2013, s.629; Özbek/Kanbur/ Doğan/Bacaksız/Tepe, Türk Ceza Hukuku, 2012, s.654; Parlar/Hatipoğlu, Türk Ceza Kanunu Yorumu, c.2, 2007, s.1249)
Yine uyuşmazlık konusunu ilgilendiren banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık suçu ise 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 158. maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinde düzenlenmiştir;
“(1) Dolandırıcılık suçunun;…
f-…banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle, …
işlenmesi hâlinde, iki yıldan yedi yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur. Ancak, (e), (f), (j) ve (k) bentlerinde sayılan hâllerde hapis cezasının alt sınırı üç yıldan, adlî para cezasının miktarı suçtan elde edilen menfaatin iki katından az olamaz.”
Maddenin bu bölümüne ilişkin gerekçesinde yer verilen açıklamalara göre;
“…Birer güven kurumu olan banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması, dolandırıcılık suçunun işlenmesi açısından önemli bir kolaylık sağlamaktadır. Banka ve kredi kurumları açısından dikkat edilmesi gereken husus, bu kurumları temsilen, bu kurumlar adına hareket eden kişilerin başkalarını kolaylıkla aldatabilmeleridir.”
Dolandırıcılık suçunun bu nitelikli halinin kabulü ilk defa 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ile olmamış, 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu’nun 504/3. maddesinde de aynı şekilde dolandırıcılığın banka veya kredi kurumlarının vasıta olarak kullanılması suretiyle işlenmesi cezayı ağırlaştıran bir neden olarak kabul edilmiştir. Bu ağırlaştırıcı neden 765 sayılı (mülga) TCK’na 21.11.1990 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 3679 sayılı Kanunun 16. maddesiyle eklenmiş, değişiklik gerekçesinde de; “Dolandırıcılık fiilin…banka veya kredi kurumunun…vasıta olarak kullanılması suretiyle işlenmesi halinde kandırıcı niteliği fazla olacağından, bu durum nitelikli hal olarak kabul edilmiş bulunmaktadır” açıklaması yapılmıştır.
Görüldüğü üzere gerek 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu, gerekse 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu bakımından kanun koyucu banka veya kredi kurumlarına duyulan güven nedeniyle, bunlar aracı kılınarak gerçekleştirilen eylemlerde, hilenin daha kolay gerçekleşmesi, bankaya duyulan güvenden mağdur ya da mağdurların araştırma eğiliminin azalması ya da tümü ile ortadan kalkması nedeniyle, eylemlerin aldatıcı niteliklerini göz önüne alarak nitelikli dolandırıcılık olarak düzenlemiş ve daha ağır bir yaptırıma tâbi tutmuştur.
Dolandırıcılık suçunda banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanıldığından söz edilebilmesi için de, dolandırıcılık fiili gerçekleştirilirken banka veya diğer kredi kurumunun mutad faaliyetlerinden ya da bu faaliyeti yürüten sujelerinden yararlanılması ya da banka ve kredi kurumlarının mutad faaliyetleri nedeniyle üretmiş oldukları maddi varlıkların suçta araç olarak kullanılması gerekmektedir.
Banka ve diğer kredi kurumlarının olağan faaliyet konuları 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 4. maddesinde sayılmış olup bunlara; mevduat kabul etmek, kredi vermek, çek ve diğer kambiyo senetlerinin iştirası (alım satımı), kredi kartları, banka kartları ve seyahat çekleri gibi ödeme vasıtalarının ihracı ve bunlarla ilgili faaliyetlerin yürütülmesi işlemlerini örnek olarak göstermek mümkündür.
Banka ve diğer kredi kurumlarının maddi varlıkları ise; adı geçen kurumlara ait dekont, teminat mektubu, basılı evrak, kimlik belgesi, giriş kartı, banka cüzdanı, çek, kredi kartı gibi ilgili kurumda etkin işlevi bulunan maddi varlıklardır. Kullanılan maddi varlığın belge niteliğinde bulunması şart olmayıp belge niteliğinde olanların da özel belge niteliğinde olması ile resmi belge niteliğinde olması arasında bir fark bulunmamaktadır.
Banka veya kredi kurumunun suçun işlenmesinden sonra ödeme aracı olarak kullanılması diğer bir anlatımla dolandırıcılık sonucunda elde edilen kazancın banka veya kredi kurumuna yatırılması ya da banka veya kredi kurumu aracılığı ile failin veya göstereceği başka bir şahsın hesabına transfer edilmesi bu nitelikli halin uygulanmasını gerektirmeyecektir. (Mahmut Koca, İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Adalet Yayınevi, 2. Baskı, Eylül 2015, s. 657-658)
Banka veya kredi kurumunun veya personelinin adının veya şöhretinin kullanılması da banka veya kredi kurumunun dolandırıcılık suçunda araç olarak kullanıldığının kabulü için yeterli olmayıp, maddi bir varlığının da kullanılması gerekmektedir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanığın mağdurenin hak ettiği terör tazminatını almak için hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen sanıklardan …’ı mağdure … olarak tanıtıp, bir şekilde ele geçirdiği nüfus cüzdanını ibraz etmek suretiyle önce … İdaresindeki görevlilere daha sonra da banka personeline … olduğuna inandırarak, … Bankasında bulunan … İdaresine ait hesaptan mağdure … adına para çekmek suretiyle menfaat temin ettiği olayda;
Banka hizmet, kayıt ve belgelerinden yararlanılması ve nüfus idaresine ait nüfus cüzdanının ve … İdaresinin ödeme yazısının kullanılması nedeniyle suçun işlenmesinde hem banka, hem de kamu kurumu araç olarak kullanıldığından sanık hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 158/1-d-f bentleri uyarınca hüküm kurulmasının gerektiği kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına, yerel mahkeme hükmünün sanığın eyleminin Türk Ceza Kanunu’nun 158/1-d-f bentleri kapsamında kaldığı gözetilmeden aleyhe temyiz bulunmaması nedeniyle 1412 sayılı (mülga) CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 326/son maddesi gereğince ceza miktarı bakımından kazanılmış hakkın korunması kaydıyla bozulmasına karar verilmelidir.
Sonuç:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 15. Ceza Dairesinin … gün ve … sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- … Ağır Ceza Mahkemesinin … gün ve … sayılı hükmünün, sanığın eyleminin 5237 sayılı TCK’nın 158/1-d-f bentleri kapsamında kaldığının gözetilmemesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 08.12.2015 tarihinde yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.
Kayseri Ağır Ceza Avukatı
Alanında yetkin Kayseri ağır ceza avukatı kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz; ceza yargılamalarında savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek taraflara avukatlık ve hukuki danışmanlık hizmeti vermektedir.
Ceza davalarında gerekli başvuru veya itirazların zamanında ve usulüne uygun yapılması açısından alanında uzman bir Kayseri ceza avukatı veya ağır ceza avukatından hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Yargılama sırasında herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için güncel mevzuat ve Yargıtay kararlarının takip edilmesi önem arz etmektedir.
Alanında yetkin Kayseri Avukat kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz, savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde taraflara hukuki yardım sunmaktadır. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde herhangi bir mağduriyete veya hak kaybına uğramamak için gerekli başvuruların zamanında ve usulüne uygun yapılması büyük önem arz etmektedir. Bu süreçte, alanında uzman bir avukattan hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Zülküf Arslan Hukuk Bürosu olarak; Yalçınkaya Kararı başta olmak üzere AİHM kararlarının Türkçe çevirilerini yapan Eski AİHM Hukukçusu Dr. Orhan Arslan koordinatörlüğünde müvekkillerimize Anayasa Mahkemesi ve AİHM başvurusunun yanı sıra emsal AYM ve AİHM Kararları çerçevesinde yeniden yargılama başvurusu hususunda da hukuki destek vermekteyiz.
Kayseri ağır ceza avukatı veya Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’ne başvuru yapmak ve süreci takip etmek için bir avukat arıyorsanız 15 yılı aşkın deneyimi ile avukat kadromuzdan dava süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile başvuru ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz.