Gerçek Dışı Haber ve Basın Yoluyla Kişilik Haklarına Saldırı Nedeniyle Manevi Tazminat İstenebilir mi

Gerçek Dışı Haber ve Basın Yoluyla Kişilik Haklarına Saldırı Nedeniyle Manevi Tazminat İstenebilir mi - Kayseri Borçlar Hukuku Avukatı - Kayseri Tazminat Avukatı Zülküf Arslan Hukuk Bürosu

Kişilik Haklarına Saldırı Nedeniyle Manevi Tazminat

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu

Kişilik hakkının zedelenmesi – Madde 58

Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.

Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir.

Madde Gerekçesi

818 sayılı Borçlar Kanununun 49 uncu maddesini kısmen karşılamaktadır. Tasarının iki fıkradan oluşan 57 nci maddesinde, kişilik hakkının zedelenmesinde manevî tazminat düzenlenmektedir.

818 sayılı Borçlar Kanununun 49 uncu maddesinin kenar başlığında kullanılan “Şahsî menfaatlerin haleldar olması” şeklindeki ibare, maddede, “Kişilik hakkının zedelenmesi hâlinde” şeklinde değiştirilmiştir.

Gerçekten, 818 sayılı Borçlar Kanununun 43 üncü ve Tasarının 51 inci maddeleri uyarınca, hâkim tazminat miktarını belirlerken, “hâl ve mevkiin icabını / durumun gereğini”, yani saldırının kişilik hakkı zedelenen kişinin manevî kişilik değerlerinde sebep olduğu eksilmeyi göz önünde tutmalıdır. Bu eksilmenin ise, sıfatı ve makamı daha yüksek ve ekonomik durumu daha iyi olan taraf bakımından çok, diğer taraf için az olduğu şeklinde bir kurala bağlanması yanlış olur. Bu nedenle, maddede, hâkimin manevî tazminat miktarını belirlerken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumları da dikkate alması gerektiğinin belirtilmesinde bir zorunluluk yoktur. Ayrıca, bunların maddede gereksiz yere tekrar edilmesi, herkesin kanun önünde eşit olduğu ilkesine de aykırı görülmüştür.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu

Kişiliğin Korunması: İlke – Madde 24

Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.

Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.

Davalar – Madde 25

Davacı, hâkimden saldırı tehlikesinin önlenmesini, sürmekte olan saldırıya son verilmesini, sona ermiş olsa bile etkileri devam eden saldırının hukuka aykırılığının tespitini isteyebilir.

Davacı bunlarla birlikte, düzeltmenin veya kararın üçüncü kişilere bildirilmesi ya da yayımlanması isteminde de bulunabilir.

Davacının, maddî ve manevî tazminat istemleri ile hukuka aykırı saldırı dolayısıyla elde edilmiş olan kazancın vekâletsiz iş görme hükümlerine göre kendisine verilmesine ilişkin istemde bulunma hakkı saklıdır.

Manevî tazminat istemi, karşı tarafça kabul edilmiş olmadıkça devredilemez; miras bırakan tarafından ileri sürülmüş olmadıkça mirasçılara geçmez.

Davacı, kişilik haklarının korunması için kendi yerleşim yeri veya davalının yerleşim yeri mahkemesinde dava açabilir.

Gerçek Dışı Haber ve Basın Yoluyla Kişilik Haklarına Saldırı Nedeniyle Manevi Tazminat İstenebilir mi

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu

Esas No: 2017/1364 Karar No: 2018/1188 Karar Tarihi: 13.06.2018

Mahkemesi: Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki manevi tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda … Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 08.11.2012 gün ve … sayılı karar, davalılar … Yatırım Sanayi ve Ticaret A.Ş. ve … vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 05.02.2014 gün ve 2013/4775 E., 2014/1718 K. sayılı kararı ile;

“…Dava, basın yoluyla kişilik haklarına saldırıdan dolayı uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Yerel mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı vekili, Güneş Gazetesi’nin, Venüs isimli ekinin 12/12/2010 tarihli nüshasında “Şahan çok çabaladı yine de yakalandı!” başlığıyla yapılan haberin gerçeğe aykırı olduğunu, söz konusu gecede kardeşini vatani görevine uğurlamadan önce aile dostları ve akrabaları ile yemek yediklerini, çapkınlık yaparak samimi olduğu iddia edilen sarışın şahsın öz kuzeni olduğunu, hayal ürünü ve gerçeğe aykırı olan haberle kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu ileri sürerek davalıların manevi tazminat ile sorumlu tutulmasını talep etmiştir.

Davalılar vekili, dava konusu haberin toplumsal ilgiye matuf ve magazinsel nitelikte bir haber olduğunu, hukuka uygunluk kriterine sahip olan haberin davacının kişilik haklarına saldırı oluşturmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Yerel mahkemece, gerçeğe aykırı haber yapılması halinde davacının onur ve saygınlığının zedelenmesinin doğal olup, kamuoyunca tanınan biri olması veya bu tür görüntü ve haberlerle sıklıkla gündeme gelmesinin hukuka aykırılığı ortadan kaldırmayacağı gerekçesiyle istemin kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Basın özgürlüğü, Anayasanın 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Bunun içindir ki, bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir.

Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp, yayınlarında Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanunu’nun 24 ve 25. maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluktur.

Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.

Somut olayda, Güneş Gazetesi’nin, Venüs isimli ekinin 12/12/2010 tarihli nüshasının ilk sayfasında “Şahan çok çabaladı yine de yakalandı!” başlığıyla yapılan haberde; “… önceki akşam bir arkadaşının doğum gününde felekten bir gece geçirdi. Yaklaşık yirmi kişilik bir grup halinde mekana gelen … ve arkadaşları geceyi Zuma Restaurant’ta yemek yiyip sohbet ederek açtılar…Geç saatlere kadar eğlenen …, mekan çıkışı hanımlarla aynı kareye girmemek için çok çabaladı ama başarılı olamadı….” şeklinde ifadelere ve fotoğraflara yer verilmiştir.

Dosyaya sunulan belgelerden, davacı …’ın annesinin babası ile dava dışı İ. O.’ın babasının annesinin kardeş olup, davacı ile dava dışı İ. O.’ın kuzen olduğu anlaşılmaktadır. Bunun yanısıra davalı vekili tarafından dosyaya sunulan ve davacı ile ilgili olarak yazılı ve görsel medyada yer alan haberlerden, davacı …’ın sürekli kamuoyunun gözü önünde olan ve özel yaşantısıyla sık sık gündeme gelen şöhret sahibi bir kişi olduğu anlaşılmaktadır.

Davaya konu olayda; davalının gazetesinde yayınlanan haberlerin ve resimlerin haber verme ve kamu oyunu bilgilendirme hakkına binaen hazırlanmış, görünen gerçekliğe uygun, güncel bir magazin haberi olduğu, haberin yayınlanmasında toplumsal ilgi bulunduğu, basının maddi gerçekliği araştırmak ve kanıtlamak yükümlülüğü bulunmadığı, çatışan yararlar dengesinin davacı yararına bozulmadığı, davalı yönünden hukuka uygunluk nedenlerinin bulunduğu ve böylece davacının kişilik haklarının saldırıya uğramadığı benimsenmelidir.

Yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilerek, istemin tümden reddedilmesi gerekirken, yerinde olmayan yazılı gerekçeyle, davalının manevi tazminat ile sorumlu tutulmuş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir…”

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir.

Davacı vekili davalı şirketin imtiyaz sahibi olduğu ve davalı …’ın muhabirliğini yaptığı 12.12.2010 tarihli Güneş Gazetesi’nin Venüs isimli ekinde “Şahan çok çabaladı yine de yakalandı” başlığıyla bir haberin yayınlandığını, söz konusu haberin gerçek dışı olduğunu ve bu haberler nedeniyle müvekkilinin kişilik haklarının saldırıya uğradığını ileri sürerek 10.000,00-TL manevi tazminatın ihlal tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalılar vekili açılan davanın hukuki dayanaktan yoksun olduğunu, dava konusu haberin toplumsal ilgiye matuf ve magazinsel nitelikte bir haber olarak nitelendirilmesi gerektiğini, hukuka uygunluk kriterlerine sahip olan bu haberin davacının kişilik haklarını rencide edecek bir unsur taşımadığını ve davacının iddia ettiği gibi şahsa yapılan bir saldırının da bulunmadığını, dolayısıyla açılan manevi tazminat davasının reddinin gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece bahsi geçen Güneş Gazetesi’nin Venüs isimli ekindeki metnin haber başlığının “Şahan çok çabaladı yine de yakalandı” şeklinde kaleme alındığı, magazin gazetesinde yer alan fotoğrafların incelenmesinde, fotoğrafları basılan şahısların aynı mekandan çıktıkları, ancak bunun dışında birbirleri ile yakınlaştıklarını ya da öpüştüklerini gösterir nitelikte bir olgunun dış dünyaya yansımadığı, fotoğrafları yayınlanan davacı … ile kimliği belirlenen İ. O.’ın dosya içerisinde bulunan nüfus aile kayıt örneğine göre kuzen çocukları oldukları, davacı …’ın kardeşinin askere uğurlanacak olması nedeniyle haberde bahsi geçen mekana gidildiği, basının özgür olduğu ve sansür edilemeyeceği Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 28. maddesinde ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun vurgulandığı, anayasal bir hak olan basın özgürlüğünün amacının, kamunun ilgisini çeken olaylarda toplumun bilgilendirilmesini sağlamak olduğu, basın özgürlüğü ile kişilik haklarının çatışması hâlinde ise haberin veriliş şeklinin hukuka uygunluk sınırları içerisinde kalıp kalmadığının önem taşıyacağını, bir haberde hukuka uygunluk kriterlerinin gerçeklik, kamu yararı, güncellik ile öz ve biçim arasındaki denge kuralı olduğu, dava konusu haberin hem maddi gerçeğe hem de gerçeklik kriteri yönünden görünür gerçeğe uygun olmadığı, dolayısıyla gerçeğe aykırı bir haberin topluma ulaştırılmasında kamu yararı unsurundan söz edilemeyeceği, her ne kadar davacının toplumda tanınan bir kişi olması nedeni ile magazinsel gündeme konu edilmesi mümkün ise de, basının objektif sorumluluk anlayışı içerisinde doğru olaylara dayanarak ve doğru bir amaca yönelik olarak yaptığı haberlerin varlığı hâlinde sorumluluğun doğmayacağı, ancak maddi ve görünen gerçeğe aykırı haber yapılması durumunda hukuka uygunluk nedenlerden yararlanılamayacağı, davacının tanınan bir kişi de olsa gerçeğe aykırı bir habere ve bunun kişisel-toplumsal sonuçlarına tahammül etmesinin beklenemeyeceği, söz konusu gerçek dışı haberde davacının akrabası olan bir kişi ile yakınlaştığı hatta öpüştüğü iddialarının fotoğrafları basılmak suretiyle verilmesinin davacının kişilik haklarının ihlali sonucunu doğurmasının kaçınılmaz olduğu, manevi zarar ile eylem arasında illiyet bağı bulunduğu, “hukuka uygunluk nedenlerinin” gerçekleşmemesi ve “hukuka aykırılık” unsurunun varit olması yönü ile basın yoluyla kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat koşullarının gerçekleştiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Davalılar T Medya Yatırım Sanayi ve Ticaret A.Ş. ve … vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece, yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Yerel Mahkemece haberin ve içeriğinin başka gazetelerde yayınlandığı, söz konusu bu haberler nedeniyle davacı vekilince davacı ile kuzeni olduğu tespit edilen bayanın kişilik haklarına saldırının meydana geldiği belirtilerek Milliyet, Güneş, Takvim ve Sabah gazeteleri aleyhine toplam sekiz manevi tazminat davasının açıldığı ve yapılan yargılamalar neticesinde dört davanın kabul edildiği, Milliyet Gazetesi (Doğan Gazetecilik A.Ş.) ve Sabah Gazetesi (Turkuaz Gazete Dergi Basım A.Ş.) aleyhinde açılan davaların ise kısmen kabul edildiği, verilen kısmen kabul kararlarının Yargıtay 4. Hukuk Dairesi tarafından onandığı, Güneş Gazetesi (T-Medya Yatırım Sanayi A.Ş.) aleyhinde açılan dava ile Takvim Gazetesi aleyhine açılan davada verilen kısmen kabul kararlarının ise aynı Özel Daire tarafından bozulduğu, örneğin Bakırköy 7. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2010/553 E., 2012/249 K. sayılı kararının incelenmesinde davalı Doğan Gazetecilik A.Ş.’nin imtiyaz sahibi olduğu Milliyet Gazetesi’nin Cadde isimli ekinin 12.12.2010 tarihli nüshasında “Bu sarışın kim?” başlığı altında verilen haberin davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verildiği, verilen bu kararın Yargıtay 4. HD’nin 03.10.2013 gün ve 2012/17550 E., 2013/15679 K. sayılı kararı ile onandığı; aynı şekilde İstanbul 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2010/517 E., 2011/170 K. sayılı kararının incelenmesinde davalı Turkuaz Gazete Dergi Basım A.Ş.’nin imtiyaz sahibi olduğu Sabah Gazetesi’nin 12.12.2010 tarihli sayısında ve ilgili gazetenin internet adresinde önde davacının, arka tarafta iki hanımın merdivenden inerken çekilen fotoğrafı altında “Şahan, sarışın güzel ile öpüştü” başlığı ile verilen haberin davacının kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği gerekçesiyle kabul kararı verildiği, bu kararın da Yargıtay 4. HD’nin 15.10.2012 gün ve 2011/13134 E., 2012/15023 K. sayılı kararı ile onandığı; öte yandan İstanbul 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2010/518 E., 2011/171 K. sayılı kararının incelenmesinde davalı Turkuaz Gazete Dergi Basım A.Ş.’nin imtiyaz sahibi olduğu Takvim Gazetesi’nin 12.12.2010 tarihli Saklambaç ekinde ve ilgili gazetenin internet adresinde “Playboy Şahan” başlıklı yazı altında verilen haberin davacının kişilik haklarına saldırı oluşturduğu ifade edilerek verilen davanın kabulü yönündeki kararın Yargıtay 4. HD’nin 15.10.2012 gün ve 2011/13163 E., 2012/15022 K. sayılı kararı ile bu kez bozulduğu; bu durumda, dava konusu aynı haberin farklı gazetelerde yayınlanmasından sonra kişilik haklarına saldırı nedeniyle açılan manevi tazminat davaları neticesinde verilen mahkeme kararlarını inceleyen Özel Dairenin kendi kararları arasında çelişkinin bulunduğu belirtilerek direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı, davalı T Medya Yatırım Sanayi ve Ticaret A.Ş. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davacının fotoğrafları da kullanılmak suretiyle Güneş Gazetesi’nin Venüs isimli ekinde “…Şahan çok çabaladı yine de yakalandı” başlığı altında verilen haber içeriğinin görünür gerçekliğe uygun olup olmadığı ve basının maddi gerçekliği araştırma yükümlülüğünün bulunup bulunmadığı, burada varılacak sonuca göre yapılan haberin davacının kişilik haklarına saldırı teşkil edip etmediği noktasında toplanmaktadır.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasının incelenmesinden önce mahkemenin davanın kısmen kabulüne dair verdiği ilk kararın Özel Daire tarafından bozulduğu, bozma sonrası yerel mahkemece aynı konuya ilişkin karar örneklerinin incelendiği ve dava konusu haber kapsamında basında yer alan aynı içerikli haberler nedeniyle Milliyet, Güneş, Takvim ve Sabah gazeteleri aleyhine manevi tazminat istemli toplam sekiz davanın açıldığı, bu davaların dördünün kabul edildiği, diğer davalarda ise kısmen kabul kararı verildiği, kısmen kabul kararlarının bir bölümünün Yargıtay 4. Hukuk Dairesi tarafından onandığı; Güneş Gazetesi aleyhine açılan dava ile Takvim Gazetesi aleyhine açılan davada verilen kısmen kabul kararlarının ise aynı Özel Daire tarafından bozulduğu ifade edildikten sonra, mahkemelerin onama ve bozmaya konu kararları ile Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin kararlarının esas ve karar numaraları ile haber ve gerekçe içeriklerinin açıklandığı; devamında da dava konusu aynı haberin farklı gazetelerde yayınlanmasından dolayı kişilik hakları saldırıya uğrayan davacının açtığı manevi tazminat davaları neticesinde yerel mahkemelerce verilen kararları inceleyen Özel Dairenin kendi kararları arasında dahi çelişkinin bulunduğu gerekçe gösterilerek direnme kararı verildiği dikkate alındığında; mahkemece verilen direnme kararının, ilk hükmün gerekçesinde yer almayan yeni bir olguya dayalı yeni hüküm niteliğinde olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre de temyiz incelemesinin Özel Daire tarafından mı yoksa Hukuk Genel Kurulu tarafından mı yapılması gerektiği hususu ön sorun olarak görüşülüp tartışılmış ve Kurul çoğunluğu tarafından, yerel mahkemenin Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin kararlarını gerekçesine eklemesinin yeni hüküm niteliğinde olmadığı, mahkemenin kendi gerekçesini güçlendirmek amacıyla bahsi geçen bu kararları gerekçesine yazdığı, dolayısıyla ortada yeni bir hükmün ve bu itibarla ön sorunun da bulunmadığı oy birliği ile kabul edilerek işin esasının incelenmesine geçilmiştir.

Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle konuyla ilgili yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır.

Manevi zarar, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Duyulan acı, çekilen ızdırap manevi zarar değil, onun görüntüsü olarak ortaya çıkabilir. Acı ve elemin manevi zarar olarak nitelendirilmesi sonucu, tüzel kişileri ve bilinçsizleri; öte yandan, acılarını içlerinde gizleyenleri tazminat isteme haklarından yoksun bırakmamak için yasalar, manevi tazminat verilebilecek bazı olguları özel olarak düzenlemiştir. Bunlar kişilik değerlerinin zedelenmesi (TMK md.24), isme saldırı (TMK md.26), nişan bozulması (TMK md.121), evlenmenin butlanı (TMK md.158/2), boşanma (TMK md.174/2) bedensel zarar ve ölüme neden olma (TBK md.58) durumlarından biri ile kişilik haklarının zedelenmesi (TBK md.58) olarak sıralanabilir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesi ile 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 58. maddesi diğer yasal düzenlemelere nazaran daha kapsamlıdır.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesinde yer alan düzenlemeye göre;

Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.

Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.”

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 58. maddesinde yer alan düzenlemeye göre de;

Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.

Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir.”

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesi ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 58. maddesinde belirlenen kişisel çıkarlar, kişilik haklarıdır. Kişilik hakları ise kişisel varlıkların korunmasıyla ilgilidir. Kişisel varlıklar bedensel ve ruhsal tamlık ve yaşam ile nesep gibi insanın, insan olmasından güç alan varlıklar ya da kişinin adı, onuru ve sır alanı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kesimlidir.

Görüldüğü üzere 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 58. maddesi gereğince kişisel hakları zarara uğrayanların manevi tazminat isteme hakları vardır.

Bu genel açıklamalardan sonra uluslararası metinlerde ifade özgürlüğünün nasıl yer aldığının da incelenmesinde yarar bulunmaktadır:

Hemen belirtmek gerekir ki, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90. maddesinin son fıkrası “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmünü içermektedir. Bu durumda, mahkemelerce önlerine gelen uyuşmazlıklarda usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar ile iç hukukun birlikte yorumlanması ve uygulanması gerekmektedir.

Hâl böyle olunca, Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (AİHS) somut uyuşmazlığın nasıl düzenlendiğini ve sözleşmenin uygulanmasını sağlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının incelenmesi gerekmektedir.

“Özel ve aile hayatına saygı hakkı” başlıklı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 8. maddesinin birinci fıkrası “Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.” hükmünü içermekte olup, hangi hâllerde özel ve aile hayatına saygı hakkının sınırlandırılabileceği de aynı maddenin ikinci fıkrasında düzenlenmektedir ki; bu, hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, … başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.

AİHS’nin 8. maddesinin amacı bireyi kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı korumaktır (Haas v. İsviçre, Başvuru No: 31322/07). Bu amaca bir bireyin kişisel özerkliğinin dört boyutunun korunmasıyla ulaşılır. Bunlar: kişinin özel hayatı, aile hayatı, konut ve iletişimidir.

Özel hayat kavramı bir kişinin ismi, fotoğrafı, beden ve ruh bütünlüğü gibi kimliğiyle ilgili unsurları içermektedir. Sözleşme’nin 8. maddesinin sunduğu güvence, esas olarak her bir kişinin kişiliğinin, benzerleriyle olan ilişkilerinde, dışarıdan gelecek bir müdahale olmadan, gelişmesini sağlamaya yöneliktir. Şu hâlde bir fotoğrafın yayımlanması bir kişinin, bu kişi ünlü-tanınmış olsa da, özel hayatına bir müdahale oluşturabilecektir. Çünkü bazı şartlarda kişinin, toplum tarafından tanınan bir kişi de olsa, özel hayatına saygı gösterilmesi ve özel hayatının korunması konusunda meşru bir beklentisinin olabileceği kabul edilmelidir.

Yine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “İfade Özgürlüğü” başlıklı 10. maddesinin birinci fıkrası “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.” hükmünü içermekte olup, hangi hâllerde ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği de aynı maddenin ikinci fıkrasında düzenlenmiştir.

Sözleşmenin 10. maddesinin ikinci fıkrasına göre, bu özgürlüklerin kullanılması “…demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlâkın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.

Açıkça görüldüğü üzere yasayla düzenlemek şartıyla “başkalarının şöhret ve haklarının korunması” amacıyla ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği kabul edilmektedir. Ne var ki sınırlama haklı olsa bile, bu kez sınırlamanın orantılılığı gündeme gelecektir (bkz. sınırlamanın orantısızlığı konusunda Pakdemirli v. Türkiye kararı). Bu durumda kişilik hakkının korunması ile ifade özgürlüğü arasındaki dengeyi iyi sağlamak gerekmektedir (Osman Doğru, Atilla Nalbant; İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Açıklama ve Önemli Kararlar, C. 2, Ankara 2013, s. 232).

Basın özgürlüğü iç hukukumuzda 1982 Anayasası’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28 inci maddesinde ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 1 ve 3’üncü maddelerinde düzenlenmiştir. Ancak her özgürlük gibi basın özgürlüğünün de sınırsız olmadığı, bazı sınırlamalara tabi olduğu belirtilerek, bu sınırlamaların nelerden ibaret olduğu söz konusu maddelerde gösterilmiştir. Ayrıca basın özgürlüğü ile bağlantılı kavramlar olarak Anayasa’da düşünce ve kanaat (m. 25) özgürlüğü ile düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü (m. 26) ayrıntılı şekilde düzenlenmiştir.

Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin nedeni; toplumun sağlıklı, mutlu ve güven içinde yaşayabilmesi içindir. Bu durum kişinin, dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Demokratik yaşamın gelişmesinde, ulusal birliğin sağlanmasında, kamuoyunun sağlıklı bir biçimde oluşmasında, sosyal ve siyasal ilerlemede basının çok önemli bir fonksiyonunun bulunduğu açık ve kuşkudan uzaktır.

Diğer bir anlatımla basın olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma, yönlendirme yetki ve sorumluluğuna sahiptir. Bunun içindir ki basının yayın yaparken, yaptığı yayından dolayı hukuka aykırılık teşkil edecek olan eylemi, genel olaylardaki hukuka aykırı olan eylemden farklılıklar taşır. İşte bu farklılık ve ayrık durum gözetilerek yapılan yayının hukuka aykırılık veya uygunluk sınırı belirlenmelidir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğu kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir. İşte basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır.

Önemle vurgulanmalıdır ki, yayınlanmasında kamu yararı bulunan, gerçek ve güncel bir haberin veya eleştirinin, özle biçim arasında denge kurulmak suretiyle verildiği durumlarda, manevi tazminat sorumluluğunun temel öğesi olan “hukuka aykırılık” gerçekleşmeyeceğinden, basının sorumluluğu da söz konusu olamaz.

Basın objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle olay ve konu ile ilgili olan, görünen, bilinen her şeyi araştırma, inceleme ve olayları o anda belirlenen biçimi ile değerlendirme, yayma ve yayınlama yetki ve sorumluluğuna sahip olmakla birlikte, haberin verilişi sırasında özle biçim arasındaki dengenin bozulmaması gerekir. Basının maddi gerçeği araştırmak gibi bir yükümlülüğü olmamakla birlikte, haberin verilişi sırasında özle biçim arasındaki dengeyi de muhafaza etmesi asıldır.

Haberin hukuka uygunluk nedenini oluşturabilmesi, her şeyden önce gerçeğe uygun olmasına bağlıdır. Eğer haber gerçeğe uygunsa, kişilik hakları ihlal edilse bile, burada, manevi tazminata yer yoktur. Üstelik gerçeklik ilkesi, yalnızca haber verme yönünden değil, eleştirmek, değerlendirmek, yorumlamak yönünden de uygulama alanı bulur. Gerçek dışı haber verme ise daima hukuka aykırıdır (Mustafa Reşit Karahasan, Tazminat Hukuku, İstanbul 1996, s. 985).

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacının olay günü aralarında İ. O.’ın da bulunduğu bir grup arkadaşı ile birlikte bir arkadaşlarının doğum günü partisi için toplandıkları, restaurant çıkışı davacı ile dava dışı İ. O.’ın fotoğrafları çekilerek davalı gazetede “Şahan çok çabaladı yine de yakalandı.” başlığı altında yayınlandığı ve ayrıca fotoğrafın altında “… önceki akşam bir arkadaşının doğum gününde felekten bir gece geçirdi. Yaklaşık yirmi kişilik bir grup halinde mekana gelen … ve arkadaşları geceyi Zuma Restaurant’ta yemek yiyip sohbet ederek açtılar…Geç saatlere kadar eğlenen …, mekan çıkışı hanımlarla aynı kareye girmemek için çok çabaladı ama başarılı olamadı.” ifadelerine yer verildiği anlaşılmaktadır.

Davacı …’ın dava dışı İ. O.’ın kuzeni olduğu dosya içerisinde bulunan nüfus aile kayıt örneğinden görülmektedir. Bununla birlikte davacı ile dava dışı İ. O.’ın eğlence mekânından birlikte ayrıldıkları sabittir. Ancak haberde iddia edildiği şekilde bir yakınlaşmanın bulunduğu davalı tarafından ispat edilememiştir. Kaldı ki gerek dava konusu haberin yer aldığı Güneş Gazetesi’nin Venüs isimli ekinde gerekse dosya içerisinde bulunan diğer gazete başlıklarında yer alan fotoğraflarda davacı ile dava dışı İ. O.’ın yakınlaştığını veya öpüştüğünü gösterir nitelikte bir görüntüye de rastlanılmamıştır. Dolayısıyla davacının fotoğrafları da kullanılarak “Gökbakar’ın Zuma’da yemek yerken yakınlaştığı sarışın hanım ile Anjeligue’te de öpüştüğü iddia edildi.” şeklinde yapılan haber ve yazılan yazı, gerçek dışı haber niteliğindedir. Böylece hukuka aykırılık unsuru gerçekleşmiştir.

Bu nedenle davacı … ve dava dışı İ. O.’ın fotoğrafı da kullanılarak yayınlanan yazı, davacının kişilik haklarına haksız bir saldırı oluşturduğundan manevi tazminata hükmedilmesi gereklidir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında davacının toplumda tanınan bir kişi olduğu dikkate alındığında özel yaşamının merak ve ilgi uyandıracağının kaçınılmaz olduğu, kaldı ki topluma mal olmuş sanatçıların gündemde kalma isteklerinin toplumda kabul gördüğü; davacının, özel hayatının merak edildiğini bilmesine karşın restauranttan kuzeni olan bayandan ayrı olarak kaçarcasına çıkmasının habercilerin ilgisini daha fazla çektiği gibi davacının bu davranışının haberciler nezdinde daha fazla merak uyandırmasına neden olduğu, bu durumun davalı yönünden hukuka uygunluk nedeni olarak kabul edilmesinin gerektiği ve davacının kişilik haklarının saldırıya uğramadığı; buna göre davalının gazetesinde yayınlanan haberlerin ve resimlerin haber verme ve kamu oyunu bilgilendirme hakkına binaen hazırlanmış, görünen gerçekliğe uygun, güncel bir magazin haberi olduğu; haberin yayınlanmasında toplumsal ilgi bulunduğu; çatışan yararlar dengesinin davacı yararına bozulmadığı; dolayısıyla Özel Daire bozma kararının doğru olduğu ve yerel mahkeme direnme kararının bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş kurul çoğunluğu tarafından kabul edilmemiştir.

Hâl böyle olunca, yerel mahkemenin söz konusu gerçek dışı haberde davacının kuzeni olan bir kişi ile yakınlaştığı ve hatta öpüştüğü iddialarının fotoğrafları basılarak verilmesinin davacının kişilik haklarını zedeler mahiyette bulunduğu, manevi zarar ile eylem arasında illiyet bağının olduğu ve basın yoluyla kişilik haklarına saldırı hukuksal nedenine dayalı manevi tazminat koşullarının gerçekleştiği gerekçesiyle verdiği direnme kararı yerindedir.

Bu nedenle direnme kararı onanmalıdır.

Sonuç: Davalı T Medya Yatırım Sanayi ve Ticaret A.Ş. vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçelerle ONANMASINA, aşağıda dökümü yazılı ( 179,29-TL) harcın temyiz edenden alınmasına, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440-III/1. maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 13.06.2018 gününde oy çokluğu ile karar verildi.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu

Esas No: 2017/1368 Karar No: 2018/1327 Karar Tarihi: 19.09.2018

Mahkemesi: Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki manevi tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 24.05.2012 tarihli ve 2011/210 E., 2012/149 K. sayılı kararın incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 11.11.2013 tarihli ve 2013/13931 E., 2013/17419 K. sayılı kararı ile;

“…Dava, basın yoluyla kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir. Yerel mahkemece, istemin kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalılar tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı; Star Gazetesi’nin 09/06/2010 tarihli nüshasının birinci sayfasında “Tarafsız Yargı” başlığı altında yapılan ve iç sayfada devam eden haberlerde, kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiasıyla manevi tazminat isteminde bulunmuştur.

Davalılar; dava konusu haberin o tarihte gündemde olan olaylara ilişkin olup kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla yapıldığını, emniyet kaynaklarından edinilen teknik takip bilgileri çerçevesinde haber yapıldığını belirterek, davanın reddini savunmuşlardır.

Yerel mahkemece; dava konusu haberde kullanılan kimi ifadelerin davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu kabul edilerek, manevi tazminat isteminin kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Basın özgürlüğü, Anayasanın 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Bunun içindir ki, bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir.

Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp, yayınlarında Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanununun 24 ve 25. maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluktur.

Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.

Dosya incelendiğinde; kamuoyunda Ergenekon adı ile bilinen dosyada tutuklu olarak yargılanan sanık Mehmet Haberal’ın tahliye edilmesine yönelik yasa dışı girişimlerden dolayı, aralarında eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay ve Av. Tülay …’ın da bulunduğu kimi şahıslar hakkında, “Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” suçundan soruşturma başlatıldığı, dava konusu haberin de bu soruşturma kapsamında yapılan teknik takipten elde edilen telefon görüşme kayıtlarına dayanarak yapıldığı anlaşılmaktadır.

Mahkeme kararı ile yapılan bu dinlemeler sırasında, Türkiye’nin gündemini sarsan ve halen de gündemi meşgul etmeye devam eden Ergenekon davasına bakmakla görevli davacı hakimin, bu davayı yönlendirmek isteyen ve haklarında soruşturma başlatılan kişilerce etkilenmek istendiğine dair içerik arzeden görüşme kayıtları ele geçirilmiştir. Bu derece önemli bir olayın, yukarıda açıklanan basın özgürlüğü çerçevesinde davalı gazetede yayınlanmasından daha doğal bir şey olamaz. Diğer yandan; haberde, görüşme kayıtlarının davacının direkt özel hayatı ile ilgili gizli ve kanunen korunması gereken kısımları açıklanmamış, daha çok davacının hakim olarak görev yaptığı davada, yönlendirme amaçlı yapılan baskı ve etkileme teşebbüslerine dair içerikler yayınlanmıştır. Haber bir bütün olarak değerlendirildiğinde, yargılamanın dışarıdan etkilenmek sureti ile sanıklar lehine bir kısım kararlar alınmasının sağlanması çabalarına ilişkin ele geçirilen delillerin ortaya konulmasına yöneliktir. Kaldı ki, haberde bahsi geçen hususlar sonradan “Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” suçundan açılan ceza davasına da konu olmuştur. Şu halde, güncelliği de bulunan böyle bir olayın habere konu edilmesinde hukuka aykırılık yoktur. Yapılan değerlendirmeler sırasında kullanılan sözler de olayın gösterdiği özelliklere ve anlatılmak istenen amaca uygundur.

Yerel mahkemece, olay tarihinde beliren görünür gerçeğe uygun olup genel anlamda eleştiri sınırları içerisinde kalan dava konusu haberin hukuka uygun olduğu gözetilerek, istemin tümden reddedilmesi gerekirken, davalıların manevi tazminat ile sorumlu tutulmuş olmaları usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir…”

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, basın yoluyla kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir.

Davacı vekili; davalılardan Star Medya Yayıncılık A.Ş.’nin sahibi olduğu Star Gazetesinin 09.06.2010 tarihli nüshasının 1. sayfasındaki “Tarafsız Yargı” başlığı ile 14. sayfasında “Oktay ve Özbek’le Dedeman’da buluşmuşlar” ve “Yargıtay için kulis yaptım” başlıklı haber içeriğinde, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 250. maddesi ile görevli İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2010/857 soruşturma numaralı, suç tarihi itibariyle derdest olan ve gizlilik kararı verilen soruşturma dosyasında, dosyanın şüphelilerinin suçlu olarak damgalanmasını sağlayacak şekilde fotoğraflarının ve dosyada mevcut iletişim tespit tutanaklarının içeriğinin yayınlanması suretiyle gizlilik kararının ihlal edildiğini, davacının mahkeme başkanı olarak görev yaptığı ve kamuoyunda “Ergenekon davası” olarak bilinen CMK’nın 250. maddesi ile görevli İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 2008/209 E. sayılı dosyasında sanıklar hakkında lehe karar vermesi için Av. Tülay … tarafından kendisine cinsel şantajla baskı yapıldığına dair haber ve yorumlara yer verildiğini, müvekkilinin mesleki kişiliğine, onuruna, şeref ve saygınlığına saldırıda bulunulduğunu, davalıların haksız ve ağır kusurlu hareketleri nedeniyle davacının büyük üzüntü duyduğunu, çevresindeki saygınlığının ve onurunun rencide edildiğini, haberin gerçek dışı olduğunu, objektiflik ve ölçülülük unsurlarının da bulunmadığını belirterek 20.000 TL manevi tazminatın davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalılar vekili; dava konusu haberin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2010/857 soruşturma sayılı dosyasında bulunan ifade tutanaklarındaki bilgilere ve emniyet tarafından gerçekleştirilen teknik takibe dayalı olduğunu, haber incelendiğinde davacının doğrudan veya dolaylı olarak hedef alınmadığını, aksine tutanakta adı geçen bazı kişilerin davacıya karşı komplo girişimi içinde olduklarının dile getirildiğinin anlaşılacağını, habere konu olayların “Ergenekon” adı verilen örgüt ile ilgili önemli hususlara ilişkin olduğunu, haberde kamuoyu menfaatinin ağır bastığını, haberin kamuoyuna ilk aksettiriliş anında mevcut olan duruma ve iddialara uygun olduğunu, talep edilen tazminatın da fahiş olduğunu belirterek davanın reddini istemiştir.

Mahkemece; haberle ilgili ceza mahkemesinde suçun kanuni unsurlarının oluşmadığı gerekçesi ile beraat kararı verilmiş ise de; açılan manevi tazminat davasında Borçlar Kanunu’nun 41. maddesinde belirtilen haksız fiil sorumluluğunun tüm unsurlarının gerçekleştiği, gizlilik kararı verilen ve gerçekliği ispatlanmamış olayların yayın konusu yapılmasının ve evraka ekli tapelere göre yorum yapılarak davacı hâkim ile dava dışı üçüncü şahıs avukat arasında ilişkinin bulunmadığı belirtilirken bile özel hayata ait bu bilgiyi okuyucuya bir kez daha çarpıcı başlıkla sunarak okuyucuda şüphe uyandıracak şekilde sunulmasının hâkimlik meslek ve onurunu koruma gayretinde olan davacı hâkimin kişilik haklarını ihlal edici nitelikte olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile 8.000 TL manevi tazminatın davalılardan tahsiline karar verilmiştir.

Davalılar vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Yerel Mahkemece önceki karardaki gerekçeler genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı, davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davaya konu yayın bir bütün olarak değerlendirildiğinde, içeriğinin görünür gerçekliğe uygun olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre davacının kişilik haklarına saldırının bulunup bulunmadığı; diğer bir deyişle, davacı yararına manevi tazminat koşullarının oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın niteliği gözetilerek öncelikle, basın özgürlüğü kavramına ilişkin şu açıklama ve saptamaların yapılmasında yarar bulunmaktadır:

Anayasa’nın 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3. maddesi, basın özgürlüğünü düzenlemiş ve bunun sınırlarını göstermiştir.

5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3. maddesinde yer alan hükme göre;

Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.

Basın özgürlüğünün kullanılması ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlâkının, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabilir.”

Bu hükümden de anlaşılacağı üzere; basın özgürlüğü, kişinin dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren olay ve olgular hakkında bilgi sahibi olmasını sağlamayı amaçlar.

Bunun gereği olarak basın, haber toplamak, fikir ve kanaatleri izleyerek bunları çözümlemek, yorumlamak, eleştirmek ve sonuçta kamuoyunu ilgilendiren konularda doğru ve gerçeğe uygun haber vermek hakkına sahip ve bununla görevlidir. Eş söyleyişle denetim, uyarma, eleştiri ve gerçekleri açıklama, basının doğal ödevleridir.

Yine basın özgürlüğü ile bağlantılı kavramlar olarak 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda düşünce ve kanaat (m. 25); düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti (m. 26) ayrıntılı şekilde düzenlenmiştir. Demokratik yaşamın gelişmesinde, ulusal birliğin sağlanmasında, kamuoyunun sağlıklı bir biçimde oluşmasında, sosyal ve siyasal ilerlemede basının çok önemli bir fonksiyonunun bulunduğu açık ve kuşkudan uzaktır.

Kısaca, basın özgürlüğü, demokrasinin “olmazsa, olmaz” koşuludur. Doğaldır ki, basının bu ayrıcalıklı konumu ve hukuk düzeninin kendisine tanıdığı özgürlük, tüm özgürlükler gibi yine hukuk düzenince çizilen sınırlara tabidir. Basın, yaptığı yayımlarda, gerek Anayasa’nın “Temel Haklar ve Ödevler” bölümünde yer alan ve gerekse de Türk Medeni Kanunu’nun 24 ve 25. maddelerinde ve ayrıca özel yasalarda güvence altına alınmış olan, kişilik haklarına saygı göstermek, bunlara saldırı niteliği taşıyabilecek tutum ve davranışlardan kaçınmak zorundadır.

Bu cümleden olarak basın, belirli bir kişinin fikrini tartışmak zorunda kaldığı durumlarda bile, objektif bilgi vermekle ve eleştirmekle yetinmeli; olayları tahrif etmek veya kuşkuları yaymak gibi, hukukun izin vermeyeceği yollara başvurmamalıdır. Özellikle de, hakaret niteliğinde ya da yersiz, onur kırıcı söz ve deyimlerin kullanılmasından kaçınmalıdır.

Basının kamu görevi yapmasında göz önünde tutulan amaçla, kişilik haklarına verilen zarar arasında açık bir oransızlık varsa, yayımın hukuka aykırı olduğu kabul edilmelidir.

Objektiflikten ayrılmak, haber sınırını aşmak, genişletici ve yanlış yorumlarda bulunmak, gerçek dışı haber vermek, yersiz şekilde onur kırıcı sözler kullanmak, dürüstlük kurallarına aykırı davranmak, kişisel nedenlerle salt sansasyon amaçlı yayım yapmak, hukuka aykırıdır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun başta 09.10.1985 gün ve 1985/4-96-790 sayılı kararı olmak üzere bir çok kararında bu ilkeler vurgulanmıştır.

Bu açıklamalardan sonra, denilebilir ki;

Basın özgürlüğünün kişilik haklarına üstün tutulabilmesi için, haberin gerçeğe uygun olması, gerçeğe uygun yayımın haber niteliği taşıması, gerçeğe uygun haberlerin verilmesinde nesnel (objektif) ölçütlere uyulması, haberin veriliş biçimi yönünden, özle biçim arasında ölçülülük bulunması gerekir. Bir yayımın hukuka uygun olduğunun kabul edilebilmesi, ancak, açıklanan bütün bu koşulların birlikte varlığı hâlinde mümkündür. Yapılan bir yayım, bu temel ilkelerden herhangi birine ters düşüyorsa, hukuka aykırılık unsuru gerçekleşmiş olacaktır.

Basının manevi tazminat sorumluluğunun doğması, yayım tarihinde yürürlükte bulunan 818 sayılı (mülga) Borçlar Kanunu’nun 49. maddesindeki koşulların gerçekleşmiş olmasına bağlıdır.

Önemle vurgulanmalıdır ki, yayımlanmasında kamu yararı bulunan, gerçek ve güncel bir haberin veya eleştirinin, özle biçim arasında denge kurulmak suretiyle verildiği durumlarda, manevi tazminat sorumluluğunun temel öğesi olan “hukuka aykırılık” gerçekleşmeyeceğinden, basının sorumluluğu da söz konusu olamaz.

Basın objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle olay ve konu ile ilgili olan, görünen, bilinen her şeyi araştırma, inceleme ve olayları o anda belirlenen biçimi ile değerlendirme, yayma ve yayınlama yetki ve sorumluluğuna sahip olmakla birlikte, haberin verilişi sırasında özle biçim arasındaki dengenin bozulmaması gerekir.

Diğer taraftan; haberde gerekli, yararlı ve ilgili olmayan nitelemeler ve yorumlar yapıldığı, haberin içeriğine uygun düşmeyen, tahrik edici, kamuoyunda husumet ve kuşku oluşturacak, güveni zedeleyici bir üslubun kullanıldığı durumlarda, özle biçim arasındaki denge bozulmuş sayılır. Bu da hukuka aykırılığın varlığını kabule olanak kılar.

Anayasa ve yasaların güvencesi altında bulunan basın özgürlüğü ile kişiyi insan yapan kişilik haklarının çatışması hâlinde, birinin diğerine üstün tutularak sonuca ulaşılması mümkün değildir.

Her olay, kendine özgü koşullar içerisinde değerlendirilerek, çözüme bağlanmalıdır.

Bu bağlamda, gerek devamlılık kazanan yargısal kararlarda ve gerekse doktrinde ifade edilen görüşlerden hareketle, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen ilkelere göre; yayın yoluyla yapılan eylemin kişilik haklarına saldırı niteliğinde olup olmadığının saptanmasında, “gerçeğe uygunluk”, “kamusal ilgi ve toplumsal yarar”, “güncellik” ve “şekle uygunluk” unsurlarının bulunup bulunmadığının araştırılması zorunludur.

En önemlisi basın, objektiflikten ayrılıp, haber sınırını aşarak, genişletici ve yanlış yorumlarda bulunarak, yersiz şekilde onur kırıcı sözler kullanır, dürüstlük kuralına aykırı davranır ve kişisel nedenlerle salt sansasyon için yayın yaparsa ve amaç ile kişilik haklarına saldırı arasında açık bir oransızlık varsa bu hukuka aykırı olur ve sonuçta da haberde özle biçim arasındaki dengenin bozulması hâlinde bu durum tazminatı gerektirir.

Öte yandan, adalet sisteminin düzgün işlemesi için görev yapan kamu görevlileri olan hâkim ve savcılarla yüksek mahkeme üyeleri de diğer kamu görevlileri gibi kamunun güvenine sahip olmalıdırlar (benzer bir karar için bkz. Saday/Türkiye, B. No: 32458/96, 30.03.2006). Bu sebeple adalet sisteminde görev alan hâkim ve savcılarla birlikte diğer yargı çalışanlarını asılsız suçlamalardan korumak devletin görevlerindendir. Demokratik bir toplumda, bireylere, yargı sistemi ve ona dâhil olan kamu görevlilerini eleştirme ve onlar hakkında yorum yapma hakkı tanınmış olmakla birlikte, bu eleştirilerin kişilerin şeref ve itibarlarının korunmasını isteme haklarını ihlal eder boyuta ulaşmaması gerekir (Anayasa Mahkemesi, Emin Aydın, B. No: 2013/3178, 25.06.2015).

Yargının işleyişine ilişkin meseleler kamu yararına ilişkin tartışmalar alanındadır. Bu çerçevede yargının toplum için özel görevini hesaba katmak gerekir. Yargı görevlilerinin halka güven telkin etmesi gereken rolleri göz önüne alındığında hakaret içeren ve küçük düşürücü sözlerden korunmaları gerekir. Özellikle hâkim ve savcıların konumları gereği bunlara cevap verememesi de dikkate alındığında bu husus önem kazanmaktadır (Morice/Fransa, B. No: 29369/10, 23.04.2015).

Hâkimlerin eleştirilmemesinin savunulması elbette mümkün değildir. Böyle bir savunma ayrıcalıklı bir kesimi oluşturur ki, bu hukuk sistemi tarafından kabul edilemez. Elbette dayanaksız iddialar ortaya atmadan ve hâkime şahsen saldırmadan da eleştiri getirilebilir (Barfod/Danimarka,11508/85, §33). Ayrıca seçilen yargılama usulü ve verilen karar sert bir şekilde eleştirilebilir ki, hâkimler bunu hoşgörü ile karşılamalıdır (Nikula/Finlandiya, 31611/96). Şu unutulmamalıdır ki, yargı görevlilerine karşı kabul edilebilir eleştiri sınırlarının sıradan bir vatandaşa göre daha geniş olduğu tartışmasızdır. Ancak bu durum yargı görevlilerinin davranışlarının tıpkı politikacılar gibi sürekli denetim altında olacağı ve bu nedenle her türlü eleştiriye göğüs germeleri gerektiği anlamına gelmemektedir. Aksine görev başındaki bu kişilerin sözlü hakaret mahiyetindeki saldırılara, toplum nazarında tarafsızlığını zedeleyecek soyut iddialara karşı korunması gereklidir.

Bu ilke ve açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; manevi tazminat isteminin dayandırıldığı Star Gazetesinin 09.06.2010 günlü nüshasının 1. sayfasında “Tarafsız Yargı”, 14. sayfasında “Oktay ve Özbek’le Dedeman’da buluşmuşlar” ve “Yargıtay için kulis yaptım” başlıklı haber/yazıda gerekli, yararlı ve ilgili olmayan başlık kullanılarak ve davacıyla röportaj yapılmadığı hâlde yapılmış gibi bir izlenim bırakarak adı geçen gazete nüshasının 1. sayfasında davacının Avukat Tülay …’ın kendisine cinsel şantajla baskı yaptığı iddialarını reddettiği, Seyfi Oktay ve ekibinin tüm icraatlarını itiraf ettiği, Yargıtay üyeliğine aday olduğu, Seyfi Oktay’ın kendisine Özbek’ten randevu aldığı ve kulis yaptığı ifadelerine yer verildiği, 14. sayfasında ise “Kadınlığını kullanarak sizi etki altına almaya çalıştığı iddia edilen Avukat Tülay … ile görüştünüz mü?” sorusuna davacının “Tülay Hanım’ı tanıyorum. Tutuklanan avukatları tanırım. Telefon ederler, konuşulur. Bunlar normal şeyler.” şeklinde, yine “Eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay ile görüştünüz mü?” sorusuna “Çok sevdiğim saydığım bakandır. İstanbul’a geldiğinde yemek verdim. Görüşmelerden biri Ramazan yemeğiydi, diğeri de Yargıtay üyeliği içindi.” şeklinde cevap vermiş gibi ifadeler yazılmak suretiyle verilen haberin içeriğine uygun düşmeyen bir üslubun kullanıldığı, böylece haber sınırları aşılarak öz ile biçim arasındaki dengenin bozulduğu anlaşılmakla hukuka aykırılık unsurunun gerçekleştiği sonucuna varılmıştır. Yayında kullanılan bu sözler amacı ne olursa olsun başlı başına kişilik haklarına haksız bir saldırı oluşturduğundan manevi tazminata hükmedilmesi gereklidir.

Gazetenin 1. sayfasındaki başlık “Tarafsız Yargı” olmasına karşın, 14. sayfasında “Kadınlığını kullanarak sizi etki altına almaya çalıştığı iddia edilen Avukat Tülay … ile görüştünüz mü?” şeklindeki sorunun 1. sayfada atılan başlık ile ilgisi kurulamayan ancak ilgilinin şeref ve itibarını sarsmaya yönelik olduğu kuşkusuzdur.

Her ne kadar haberde kullanılan ifadeler ve başlık çarpıcı olabilir ise de, yukarıdaki ilkelerden ayrılmaması ve başlık ile haberin içeriği arasında düşünsel irtibat bulunması zorunludur. Haberde kullanılan ifadelerle bu sınır aşılmış ve davacıyı Av. Tülay … ile ilişkisi varmış gibi göstermek suretiyle davacının kişilik haklarına saldırıda bulunulmuştur.

Hukuk Genel Kurulunca yapılan görüşmeler sırasında gazetedeki haberde davacının görev yapmış olduğu davalarda etkilenmeye çalışıldığının belirtildiği, fiziksel ve teknik takip sonucunda elde edilen bilgiler göz önüne alındığında haberin görünür gerçekliğe uygun olduğu, haberin geçtiği dönem düşünüldüğünde toplumun ilgisinin bulunduğu, belirtilen ifadelerin basın özgürlüğü çevresinde değerlendirmesi gerektiği ve davacının kişilik haklarına saldırı oluşturmadığı, bu nedenle direnme kararının bozulması gerektiği ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

Hâl böyle olunca, yerel mahkemenin kişilik haklarına saldırının varlığını kabul eden direnme kararı yerindedir.

Ne var ki, Özel Dairece tazminat miktarı yönünden inceleme yapılmadığından bu yöne ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.

Sonuç: Yukarıda yazılı gerekçelerle yerel mahkemenin direnme kararı yerinde bulunduğundan, tazminat miktarı yönünden mahkemenin kurduğu hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 4. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 19.09.2018 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.

Dava sürecinde etkin bir temsil için hukuk alanında deneyimli ve güncel mevzuat ile içtihatlara hakim  bir avukattan hukuki destek almanız büyük önem arz etmektedir. Borçlar hukuku, sigorta ve tazminat hukuku alanında yetkin, maddi ve manevi tazminat davalarında uzman avukat kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz, savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek hukuk davalarında sürece katılan taraflara avukatlık, arabuluculuk ve hukuki danışmanlık hizmeti vermekte ve taraflara hukuki yardım sunmaktadır.

Dava sırasında herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için güncel mevzuat ve Yargıtay kararlarının takip edilmesi önem arz etmektedir. Gerekli başvuru veya itirazların zamanında ve usulüne uygun yapılması ve herhangi bir hak kaybı yaşanmaması açısından alanında uzman bir avukattan hukuki yardım almaları faydalı olacaktır. 

Kayseri tazminat avukatı arıyorsanız 15 yılı aşkın deneyimi ile avukat kadromuzdan dava süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile dava ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz.