Hakaret Suçunda Lehe Kanunun Uygulanması ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının İtiraz Yetkisi

Hakaret Suçunda Lehe Kanunun Uygulanması ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının İtiraz Yetkisi - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Ağır Ceza Avukatı - Zülküf Arslan Hukuk Bürosu 0352 222 1661

Hakaret Suçunda Lehe Kanunun Uygulanması

Yargıtay Ceza Genel Kurulu

Esas No: 2011/4-203 Karar No: 2011/238 Karar Tarihi: 22.11.2011

Özet: Somut olay değerlendirildiğinde, yerel mahkemece, sanığın kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret eylemlerinin mağdur sayısınca suç oluşturduğu kabul edilerek, iki aydan sekiz aya kadar hapis ve adli para cezasını öngören 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun ilgili maddesi uyarınca, suçun işleniş şekli ve özellikleri, sanığın geçmişi, suç işlemeyi meslek haline getirmiş olması, olumsuz kişiliği, uslanmazlığı, suçun işlendiği yer ve zaman gözetilerek hürriyeti bağlayıcı cezanın alt sınırdan uzaklaşılarak dört ay hapis olarak tayin edilmesi gerektiği belirtilmiş, buna karşılık Türk Ceza Kanunu’nun ilgili maddesi uyarınca hüküm kurulurken suçun işleniş şekli ve özellikleriyle sanığın suç kastındaki yoğunluk gibi benzer gerekçelerle bu kez ceza alt sınırdan tayin edilmek suretiyle orantılılık ilkesine aykırı olacak şekilde bir yıl hapis cezasına hükmedilmiş, aynı Kanunun ilgili maddesi uyarınca bu cezada dörtte bir oranında artırım yapılarak sonuç ceza bir yıl üç ay hapis olarak belirlenmiştir. Lehe kanun değerlendirilmesi sırasında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun uygulanmasında olduğu gibi, mülga Türk Ceza Kanunu uyarınca alt sınırdan hüküm kurulması durumunda ise, adli para cezasıyla birlikte toplam sekiz ay hapis cezasına hükmedilecek, böylece eski Türk Ceza Kanunu lehine olacaktır. Bu itibarla yerel mahkemenin lehe kanun karşılaştırması da usul ve yasaya aykırıdır.

(5271 S. K. m. 308) (765 S. K. m. 266) (5237 S. K. m. 7, 43, 53, 58, 125) (5275 S. K. m. 108) (5252 S. K. m. 9) (1412 S. K. m. 322) (YİBK. 23.02.1938 T. 1937/23 E. 1938/9 K.) (YİBK. 09.05.1956 T. 1956/6 E. 1956/4 K.)

İçtihat Metni

Dava: Sanık V. Y.’un, kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret suçundan 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu’nun 266/1, 81/1-3, 71/1 ve 75/2 nci maddeleri uyarınca mağdur sayısınca uygulama yapılmak suretiyle 16 ay 4 gün hapis ve 1.764 Lira adli para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin, Giresun 2. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 21.10.2005 gün ve 72-406 sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 18.10.2006 gün ve 1905-5448 sayı ile;

“… 765 sayılı Kanun uyarınca tayin olunan cezaların toplanması sonucu verilen cezayla 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu uyarınca verilmesi gereken cezanın, 5237 sayılı Kanunun 7/3 üncü maddesi uyarınca şartlı tahliye, tekerrür, ertelemeye dair hükümlerin, lehe kanunun tespitinde ayrıca değerlendirilmesi gerektiği gözetilmek suretiyle belirlenmesinden sonra lehe kanunun tespiti gerekirken yazılı gerekçeyle hüküm tesisi…”,

İsabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

Bozmaya uyan Giresun 2. Asliye Ceza Mahkemesince 30.1.2007 gün ve 301-17 sayı ile; sanığın kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret suçundan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 125/3-a, 43/2, 53/1, 58/6 ve 5275 sayılı Kanunun 108/2-4 üncü maddeleri uyarınca 1 yıl 3 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ve cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbirine karar verilmiştir.

Bu hükmün de sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 4. Ceza Dairesince 31.1.2011 gün ve 22488-615 sayı ile;

“Tekerrür hükümleri uygulanırken 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 58/7 nci maddesi uyarınca cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbirinin uygulanmasına karar verilmesiyle yetinilmesi gerekirken infazı kısıtlar biçimde serbestlik tedbiri süresinin de belirlenmesi, Türk Ceza Kanunu’nun 53/1 inci maddesinin uygulanması sırasında da (c) bendindeki sanığın kendi altsoyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkilerini koşullu salıvermeye kadar kullanamayacağı gözetilmeden tüm haklardan hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar yoksun bırakılmasına karar verilmesi,

Yasaya aykırı, sanık müdafiinin temyiz iddiaları bu sebeple yerinde ise de, bu aykırılık yeniden duruşma yapılmasına gerek olmaksızın düzeltilebilir nitelikte bir yanılgı olduğundan, temyiz edilen kararın açıklanan noktası tebliğnameye uygun olarak 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 58/6-7 nci maddesi uyarınca sanığın cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ve infazından sonra denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasına ve TCK’nın 53/1 inci maddesinin (c) bendindeki kendi altsoyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkilerinden koşullu salıvermeye, öbür bentlerdeki haklardan ise hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar yoksun bırakılmasına, biçiminde düzeltilerek onanmasına…”,

Karar verilmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının İtirazı

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 18.07.2011 gün ve 222648 sayı ile;

“… Görevli memura hakaret suçundan verilen hükmün infazı sırasında yerel Cumhuriyet savcılığınca ‘1.6.2005 tarihinden önce işlenen suçlarla ilgili olarak 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun lehe görülerek uygulama yapılması halinde anılan Kanunun tekerrüre dair 58 inci maddesinin tatbik edilemeyeceği’ belirtilerek dosyanın gönderilmesi üzerine yapılan incelemede;

1) Mahkemece yapılan lehe kanun karşılaştırmasında, sanığın topluluk oluşturmayan mağdurlara karşı hakaret eylemlerinin mağdur sayısınca suç oluşturduğu kabul edilerek, 2 aydan 8 aya kadar hapis ve adli para cezası öngören 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu’nun 266/1 inci maddesi uyarınca teşdit kullanılarak her bir mağdura karşı eyleminden dolayı 4 ay hapis ve adli para cezası belirlenmesine karşın, maddenin karşılığını düzenleyen 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 125/3-a maddesiyle alt sınırdan hüküm kurulup, aynı Kanunun 43/2-1 inci maddesiyle artırım yapılarak sanığın 1 yıl 3 ay hapis cezasıyla cezalandırıldığı, 765 sayılı Kanun gereğince alt sınırdan hüküm kurulması durumunda ise adli para cezasıyla birlikte toplam 8 ay hapis cezasına hükmedileceği, bu durumda 765 sayılı TCK’nın sanık lehine olacağı gözetilerek, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 7/2 ve 5252 sayılı Kanunun 9/3 üncü maddeleri uyarınca lehe Kanunun belirlenmesi için yapılan karşılaştırmada her iki Kanunun uygulanmasında farklı sonuçlara ulaşılacak biçimde takdir hakkının kullanılması,

2) TCK’nın 7/3 üncü maddesi ve Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 30.5.2006 gün, 14-149 sayılı kararı karşısında, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu lehe görülerek uygulama yapılması halinde, suç tarihinde yürürlükte olmayan, sanık aleyhine olup infazı ilgilendiren TCK’nın 58/6 ncı maddesi hükmünün 1.6.2005 tarihinden önce işlenen suçlarda uygulanamayacağının gözetilmemesi,

3) Kabule göre de; mükerrirlere özgü infaz rejimini düzenleyen 5275 sayılı Kanunun 108/2 nci maddesinin tekerrür sebebiyle koşullu salıverme süresine eklenecek miktar, tekerrüre esas alınan cezanın en ağırından fazla olamaz hükmü karşısında geçmiş mahkûmiyetlerinden hangisinin tekerrüre esas alındığının kararda açıklanması gerektiği gözetilmeden, birden çok hükmün kararda gösterilmesi suretiyle infazda tereddüde yol açacak biçimde hüküm tesisinin yasaya aykırılık oluşturduğu…”,

Görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurarak, Özel Dairenin düzeltilerek onama kararının kaldırılması ve yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesi isteminde bulunmuştur.

Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:

Karar: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kapsamına göre inceleme, sanık hakkında kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret suçundan kurulan hükümle sınırlı olarak yapılmıştır.

Sanığın kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret suçundan cezalandırılmasına karar verilen ve suçun sübutuna dair herhangi bir uyuşmazlık bulunmayan olayda, Özel Daireyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;

1) 14.02.2004 tarihinde işlenen kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret suçundan, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun lehe olduğu kabul edilerek hüküm kurulurken, mükerrir olan sanık hakkında aynı Kanunun 58 inci maddesi uyarınca mükerrirlere özgü infaz rejiminin uygulanmasına karar verilmesinin isabetli olup olmadığı,

2) 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 58 inci maddesinin uygulanmasının olanaklı olduğuna karar verilmesi halinde, hükümde sanığın adli sicil kaydına konu birden fazla ilamın gösterilmesi suretiyle hangi ilamın tekerrüre esas alındığı hususunda duraksamaya sebep olunup olunmadığı,

3) Lehe kanunun belirlenmesinde takdirde çelişkiye düşülüp düşülmediği,

noktalarında toplanmaktadır.

Uyuşmazlık konularının sırasıyla değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır.

1) Kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret suçundan, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun lehe olduğu kabul edilerek hüküm kurulurken, mükerrirlere özgü infaz rejimine karar verilmesinin isabetli olup olmadığı:

Yerel mahkemece 14.02.2004 günü işlenen kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret suçundan, suç tarihinden sonra yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu lehe kabul edilip hüküm kurulduğu ve aynı Kanunun 58 inci maddesi uyarınca da sanık hakkında mükerrirlere özgü infaz rejiminin uygulanmasına karar verildiği görülmektedir.

Tekerrür, 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu’nun cezanın artırım nedeni 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda koşullu salıverilme süresini etkileyecek şekilde bir infaz rejimi olarak yeniden düzenlenmiştir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun tekerrürü düzenleyen 58 inci maddesinin 6 ncı fıkrasında, tekerrür halinde hükmolunacak cezanın mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirileceği ve cezanın infazından sonra da denetimli serbestlik tedbirinin uygulanacağı hükme bağlanmıştır.

Mükerrirlere özgü infaz rejimi ise 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanunun 108 inci maddesinde düzenlenmiş, mükerrir bulunan sanıklar hakkında infaz koşulları ağırlaştırılarak, koşullu salıverilme süresi, süreli hapis cezasında cezanın dörtte üçü olarak belirlenmiştir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 58 inci maddesi uyarınca kişinin mükerrir sayılabilmesi için ilk hükmün kesinleşmesi, 2. suçun da 01 Haziran 2005 tarihinden sonra işlenmesi yeterli olup, tekerrüre esas alınacak olan ilk suçun 01 Haziran 2005 tarihinden önce veya sonra işlenmesinin önemi yoktur.

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13.04.2010 gün 39-90, 27.4.2010 gün 86-91, 6.7.2010 gün 138-166, 11.10.2011 gün 179-211 sayılı kararları ile; 2. suçun 01 Haziran 2005 tarihinden önce işlenmesi durumunda 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu lehe kabul edilerek yapılan uygulamalarda, mükerrirlere özgü infaz rejimini düzenleyen, suç tarihinde yürürlükte bulunmayan, aleyhe hükümler içeren ve infazı ilgilendiren aynı Kanunun 58 inci maddesinin uygulanmasına olanak bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

Bu durumda yerel mahkemece, 14.02.2004 tarihinde işlenen kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret suçundan, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun lehe olduğu kabul edilerek hüküm kurulurken, sanık hakkında aynı Kanunun 58 inci maddesi uyarınca cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine karar verilmesi isabetli değildir.

2) Hükümde sanığın adli sicil kaydına konu birden fazla ilamın gösterilmesi suretiyle hangi ilamın tekerrüre esas alındığı hususunda duraksamaya sebep olunup olunmadığı:

01 Haziran 2005 tarihinden önce işlenen suçlarda 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun lehe olduğu kabul edilerek hüküm kurulması halinde sanık hakkında aynı Kanunun 58 inci maddesi uyarınca cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilemeyeceğinin kabul edilmiş olması sebebiyle bu uyuşmazlık konusunun değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.

3) Yerel mahkemece lehe kanun karşılaştırmasının usulüne uygun şekilde yapılıp yapılmadığının belirlenmesine dair olarak;

Ayrıntılarına Ceza Genel Kurulunun 13.11.2007 gün ve 225-233 sayılı kararında yer verildiği üzere;

5252 sayılı Kanunun 9/3 üncü maddesinin; hükmü, 23.2.1938 gün ve 23-9 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ve öğretideki görüşler birlikte değerlendirildiğinde, lehe Kanunun belirlenmesi yöntemi; sabit kabul edilen somut olaya her iki Kanunun ilgili tüm hükümleri, birbirlerine karıştırılmaksızın uygulanmak suretiyle ayrı ayrı sonuçların belirlenmesini ve bu sonuçların karşılaştırılmasını gerektirmektedir. Bu karşılaştırmada hükmün tesisi aşamasında uygulanması gereken normlarla infaza dair olan normlar birlikte değil ayrı ayrı değerlendirmeye tabi tutulacak ve bu değerlendirmede, hükmün kurulması aşamasında uygulanması gereken düzenlemelerin aynı Kanun kapsamında bulunup bulunmadığına bakılmaksızın, sadece bir kanun değil bir kurumla ilgili düzenlemelerin yer aldığı kanunlar birlikte değerlendirilecektir.

Kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret suçu 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu’nun 266 ncı maddesinin 1 inci fıkrasında 2 aydan 8 aya kadar hapis ve ağır para cezası,” 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 125/3 üncü maddesinde ise1 yıldan 2 yıla kadar hapis cezasını gerektirecek şekilde yaptırıma bağlanmıştır.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Yerel mahkemece, sanığın kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret eylemlerinin mağdur sayısınca suç oluşturduğu kabul edilerek, 2 aydan 8 aya kadar hapis ve adli para cezasını öngören 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu’nun 266/1 inci maddesi uyarınca, suçun işleniş şekli ve özellikleri, sanığın geçmişi, suç işlemeyi meslek haline getirmiş olması, olumsuz kişiliği, uslanmazlığı, suçun işlendiği yer ve zaman gözetilerek hürriyeti bağlayıcı cezanın alt sınırdan uzaklaşılarak 4 ay hapis olarak tayin edilmesi gerektiği belirtilmiş, buna karşılık 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 125/3 üncü maddesi uyarınca hüküm kurulurken suçun işleniş şekli ve özellikleriyle sanığın suç kastındaki yoğunluk gibi benzer gerekçelerle bu kez ceza alt sınırdan tayin edilmek suretiyle oranlılık ilkesine aykırı olacak şekilde 1 yıl hapis cezasına hükmedilmiş, aynı Kanunun 43/2 nci maddesi uyarınca bu cezada 1/4 oranında artırım yapılarak sonuç ceza 1 yıl 3 ay hapis olarak belirlenmiştir.

Lehe kanun değerlendirilmesi sırasında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun uygulanmasında olduğu gibi, 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu uyarınca alt sınırdan hüküm kurulması durumunda ise, adli para cezasıyla birlikte toplam 8 ay hapis cezasına hükmedilecek, böylece 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu’nun sanık lehine olacaktır.

Bu itibarla yerel mahkemenin lehe kanun karşılaştırması da usul ve yasaya aykırıdır.

İtiraz nedenleri konusunda varılan bu sonuç ve yerel mahkeme hükmünün, itiraz kanun yolu üzerine Ceza Genel Kurulunca belirtilen yasaya aykırılıklar sebebiyle bozulmasına karar verilerek davanın derdest hale geldiği göz önüne alındığında, Özel Daire düzeltilerek onama kararıyla kesinleşen ilamın, ortaya çıkan bu yeni durum karşısında zamanaşımı yönünden de değerlendirilmesi zorunluluğu doğmuştur.

Ceza Genel Kurulunun 21.06.2011 gün ve 94-133 sayılı kararında vurgulandığı üzere;

1412 sayılı (mülga) CMUK’nın “Temyiz Mahkemesince davanın esasına hükmedilecek haller ve karar tashihi” başlıklı 322 nci maddesinin 4 üncü fıkrasında yer alan düzenlenmeye benzer hükme, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının itiraz yetkisi başlıklı 308 inci maddesinde yer verilmiştir.

1412 sayılı (mülga) CMUK’nın 322/4 üncü maddesi; “Ceza dairelerinden birinin kararına karşı Cumhuriyet Başmüddeiumumisi, ilamın kendisine verildiği tarihten otuz gün içinde Ceza Umumi Heyetine itiraz edebilir.” biçiminde iken, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 308 inci maddesinde yer alan düzenlemeye göre;

“(1) Yargıtay ceza dairelerinden birinin kararına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, re’sen veya istem üzerine, ilâmın kendisine verildiği tarihten itibaren otuz gün içinde Ceza Genel Kuruluna itiraz edebilir. Sanığın lehine itirazda süre aranmaz.

(2) İtiraz üzerine dosya, kararına itiraz edilen daireye gönderilir.

(3) Daire, mümkün olan en kısa sürede itirazı inceler ve yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderir.”

5271 sayılı Kanun’un 308 inci maddesinde yer alan düzenleme, 1412 sayılı (mülga) CMUK’nın 322 nci maddesinin 4 üncü fıkrasının kısmen tekrarı niteliğinde ise de, şu yönleriyle anılan hükümden farklıdır:

a) 1412 sayılı CMUK’nda olağan ve olağanüstü kanun yolları ayrımı yapılmamış, buna karşın 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda olağan ve olağanüstü kanun yolları ayrımı yapılarak, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının itirazına, anılan Kanunun 308 inci maddesinde olağanüstü kanun yollarına dair bölümde yer verilmiştir.

b) 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 308 inci maddesinde sanık lehine itirazda süre aranmayacağı kabul edilerek, tüm olağanüstü kanun yolları için geçerli bulunan ilkesi bu kanun yolu için de kabul edilmiş ve ayrıca karar düzeltme yolunun terk edilmesi sebebiyle doğabilecek olumsuzlukların önüne geçilmesi amaçlanmıştır.

Ceza Genel Kurulunun 17.03.1998 gün ve 18-91 sayılı kararında da belirtildiği üzere Yargıtay Ceza Dairelerinin temyiz yargılaması sonucunda verdikleri kararların kesinliği evrensel bir ilkedir. Ancak kanun koyucu, hukuka aykırı gördüğü Özel Daire kararlarına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına itiraz yetkisi tanıyarak oluşan uyuşmazlığın çözümünde Ceza Genel Kurulunun hakemliğine başvuru yolunu açmıştır.

Olağanüstü kanun yollarının en temel özelliği, kesinleşmiş hükümlere karşı başvurulan istisnai nitelikte kanun yolları olmalarıdır. Bu sebeple öğretide büyük çoğunluk, bu günkü yasal sistemde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca Özel Dairelerin yalnızca onama kararlarına karşı itiraz kanun yoluna başvurulabileceği görüşünde ise de Ceza Genel Kurulunun 10.4.2007 gün ve 63-87 sayılı kararında, yasada sınırlama bulunmadığı ve olağanüstü de olsa Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının bir hak arama yöntemi olduğu kabul edilerek, bozma kararları hakkında da bu yola başvurulabileceği kabul edilmiştir.

Yargıtay ilgili Ceza Dairesince bir hüküm onanmakla kesinleşmekte ve kesinleşme anına kadar işleyen dava zamanaşımı, bu aşamada sona ermektedir. Nitekim 9.5.1956 gün ve 6-4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında onamayla hükmün kaziyeyi muhkem hale geleceği açıkça belirtilmiştir.

1412 sayılı (mülga) CMUK’nın yürürlükte bulunduğu dönemde, Kanunun 322 nci maddesindeki itiraz yoluna başvurulması halinde zamanaşımının işleyeceği öğretide bir kısım yazarlar tarafından kabul edilmiş, nitekim Ceza Genel Kurulunun 10.05.1993 gün ve 11-151 sayılı kararında Özel Daire onama kararı yerinde görüldüğü takdirde Ceza Genel Kurulunda yapılan inceleme sırasında dava zamanaşımı dolmuş olsa bile bu hususun göz önüne alınamayacağı, ancak Özel Daire onama kararı hukuka aykırı görülerek kaldırıldığı ve yerel mahkeme hükmü bozulduğu takdirde, Ceza Genel Kurulunda inceleme yapılırken dava zamanaşımının dolmuş olması halinde kamu davasının zamanaşımı sebebiyle düşmesine karar verilmesi gerekeceği kabul edilmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazı 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda olağanüstü bir kanun yolu olarak düzenlenmiş olduğundan, anılan Kanun döneminde yapılan itirazlar yönünden böyle bir ayırıma gerek bulunmamaktadır. Olağanüstü kanun yollarına dair tüm ilke ve kurallar yasada aksi belirtilmedikçe bu kanun yolu için de uygulanma olanağı bulmalıdır. Kanun yararına bozma ve yargılamanın iadesinde dava zamanaşımına dair hükümler ancak Kanunun açıkça izin verdiği hallerde uygulanabiliyorsa Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazında da bu ilke geçerli olmalıdır.

Dolayısıyla 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda olağanüstü bir kanun yolu olarak düzenlenmiş bulunan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazı üzerine yapılan incelemede, Ceza Genel Kurulunca itirazın kabulü durumunda Özel Daire onama kararıyla Ceza Genel Kurulunun karar tarihi arasında geçen sürenin dava zamanaşımının hesaplanmasında göz önünde bulundurulmaması gerektiğinin kabulü zorunludur. Ancak itirazın kabulü üzerine dosyanın derdest hale gelmesi sebebiyle yargılamaya devam edildiğinde Ceza Genel Kurulunca itirazın kabulü tarihinden itibaren geçerli olmak üzere süre işlemeye devam edeceğinden dava zamanaşımı buna göre hesaplanmalıdır.

Aksine, Özel Daire onama kararıyla Ceza Genel Kurulu inceleme tarihi arasında geçen sürenin zamanaşımının hesaplanmasında göz önünde bulundurulması gerektiğinin kabulü halinde, sanık lehine itirazda süre aranmadığından bahisle bir yasaya aykırılıktan dolayı somut olayda da olduğu gibi Özel Daire onama kararından çok uzun bir süre sonra itiraz kanun yoluna başvurulması neticesinde itirazın kabulüyle yerel mahkeme hükmünün bozulması ve inceleme tarihi itibariyle dava zamanaşımının dolduğundan bahisle kamu davasının düşürülmesi hak ve adalet ilkelerine aykırılık oluşturacak, yargı organlarına olan güveni zedeleyecek ve ileride telafisi mümkün olmayacak sonuçların doğmasına sebep olacaktır.

Bu durum karşısında somut olayda inceleme tarihi itibariyle dava zamanaşımının dolduğundan söz edilmesi olanağı bulunmamaktadır.

Öte yandan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 53 üncü maddesinde düzenlenen hak yoksunluklarına karar verilirken, anılan Kanun maddesinin 2 nci fıkrası uyarınca, aynı maddenin 1 inci fıkrasında öngörülen hakları kullanmaktan hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar yoksun bırakılmasına, aynı maddenin 3 üncü fıkrası uyarınca da söz konusu yasaklamanın, koşullu salıverilen sanık hakkında kendi alt soyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri açısından uygulanmamasına karar verilmesi gerekmektedir. Oysa yerel mahkemece, sanık hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 53/1 inci maddesinde düzenlenen hak yoksunluklarına karar verilirken bu düzenlemeye aykırı olacak şekilde uygulama yapılmış olması da usul ve yasaya aykırıdır.

Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüyle Özel Daire onama kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.

Sonuç:

Açıklanan nedenlerle;

1) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne,

2) Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 31.01.2011 gün ve 22488-615 sayılı onama kararının kaldırılmasına,

3) Giresun 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 30.01.2007 gün ve 301-17 sayılı hükmünün bozulmasına,

4) Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine, 22.11.2011 tarihinde yapılan müzakerede oybirliği ile karar verildi.

Kayseri Ceza Avukatı

Alanında yetkin Kayseri ceza avukatı kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz; ceza yargılamalarında savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek taraflara avukatlık ve hukuki danışmanlık hizmeti vermektedir.

Ceza davalarında gerekli başvuru veya itirazların zamanında ve usulüne uygun yapılması açısından alanında uzman bir Kayseri ceza avukatı veya ağır ceza avukatından hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Yargılama sırasında herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için güncel mevzuat ve Yargıtay kararlarının takip edilmesi önem arz etmektedir. 

Alanında yetkin Kayseri Avukat kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz, savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde taraflara hukuki yardım sunmaktadır. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde herhangi bir mağduriyete veya hak kaybına uğramamak için gerekli başvuruların zamanında ve usulüne uygun yapılması büyük önem arz etmektedir. Bu süreçte, alanında uzman bir avukattan hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Zülküf Arslan Hukuk Bürosu olarak; Yalçınkaya Kararı başta olmak üzere AİHM kararlarının Türkçe çevirilerini yapan Eski AİHM Hukukçusu Dr. Orhan Arslan koordinatörlüğünde müvekkillerimize Anayasa Mahkemesi ve AİHM başvurusunun yanı sıra emsal AYM ve AİHM Kararları çerçevesinde yeniden yargılama başvurusu hususunda da hukuki destek vermekteyiz.

Kayseri ceza avukatı veya Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’ne başvuru yapmak ve süreci takip etmek için bir avukat arıyorsanız 15 yılı aşkın deneyimi ile avukat kadromuzdan dava süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile başvuru ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz.