Muris Muvazaasında İspat Yükü: Sözleşme Bedeli ile Taşınmazın Gerçek Değeri Arasında Fark Bulunması
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2021/1005 Karar No: 2023/260 Karar Tarihi: 22.03.2023
Mahkemesi: Asliye Hukuk Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Küçükçekmece 5. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; tarafların babası olan miras bırakanın dava konusu 10837 parsel sayılı taşınmazdaki 8 numaralı bağımsız bölümünü mirastan mal kaçırmak amaçlı ve bedelsiz olarak davalıya devrettiğini ileri sürerek tapu kaydının iptali ile miras payları oranında adlarına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; müvekkilinin dava konusu taşınmazı bedeli karşılığında rayiç değeri üzerinden satın aldığını, bu devir işleminden sonra miras bırakanın ikinci eşi … adına Büyükçekmece’de bir arsa satın alındığını, müvekkili adına devredilen hissenin yanında akrabaları olan dava dışı …’a da bedel karşılığında hisse devri yapıldığını, murisin ikinci eşinden boşandıktan sonra davanın sonucuna göre herhangi bir satış ya da haciz işlemi yapılmaması için kendi adına kayıtlı olan iki dairesini dava dışı damadına devrettiğini, boşanma gerçekleştikten sonra da taşınmazların miras bırakana tekrar devredildiğini, mirastan mal kaçırmak istenseydi anılan taşınmazların da iade edilmemesi gerektiğini, miras bırakanın aynı binada dört daire sahibi iken ikisini satmak istediğini, birisini kendisine diğerini de aynı tarihli işlem ile yeğenine piyasa değeri üzerinden sattığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesinin Birinci Kararı:
6. Küçükçekmece 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 19.11.2014 tarihli ve 2012/222 Esas, 2014/433 Karar sayılı kararı ile; murisin aynı apartmanda başka dairelerinin de olduğu, birinde ikamet ederken diğerini kiraya verdiği, dinlenen tanık beyanlarına göre murisin ölüm tarihi olan 09.07.2012 tarihine kadar davalıya sattığı taşınmazın kirasını aldığı gibi murisin satış tarihi itibariyle ekonomik durumunun iyi olduğu, taşınmazın satıştan sonra da aynı şekilde kullanılmaya devam edildiği, davalının taşınmazı satın aldığı halde kira parasını yine murisin almasının toplumsal eğilimler ve hayatın olağan akışına aykırı olduğu, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunmadığı, satışa ihtiyacı olmadığı gibi satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasında fark bulunması, yapılan satış işleminin murisin son zamanlarına kadar duyulmaması gibi hususlar dikkate alındığında satışın mirastan mal kaçırma amacı ile yapıldığının kabulü gerektiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 26.10.2017 tarihli ve 2015/3727 Esas, 2017/5844 Karar sayılı kararı ile;
“…mahkemece hüküm kurmaya yeterli bir araştırma yapıldığı söylenemez. Şöyle ki; davalının savunmalarında taşınmazın bedelini murise ödediğini, murisin bu para ile ikinci eşi olan Necmiye’ye Büyükçekmece’de arsa aldığını beyan etmesine rağmen savunma üzerinde durulmamış, belirtilen taşınmazla ilgili bir araştırma yapılmamıştır.
Hal böyle olunca, yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca davalının savunması da gözetilerek araştırma yapılması ve taraflarca bildirilen tanıkların yeniden dinlenmesi ve varılacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı şekilde hüküm kurulması doğru değildir…”
gerekçesiyle karar bozulmuştur.
İlk Derece Mahkemesinin İkinci Kararı:
9. Küçükçekmece 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 12.07.2019 tarihli ve 2018/55 Esas, 2019/384 Karar sayılı kararı ile; bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda; davacı tanık beyanlarının birbirleri ile daha uyumlu olup somut bilgi ve görgüye dayalı olduğu, davalı tanıklarının ise daha çok kişisel yorum ve düşünce içerikli şekilde davalıyı korumaya beyanlarda bulunduğu, bu sebeplerle davalı tanık beyanlarının inandırıcı olmadığı, davacı tanıklarının beyanları ve murisin satıştan elde ettiği para ile ikinci eşi Necmiye’ye arsa aldığı yönündeki savunmanın ispat edilemediği, muris ile davalı arasında yapılan satışın gerçek bir satış işlemi olmadığı, bir an için murisin gerçekten daireyi kızı olan davalıya satmış olduğu kabul edilse bile davaya konu dairenin davalıya devrinden sonra da dairenin kira parasını davalının değil murisin almaya devam ettiği, tespit edilen bu hususun da satışın muvazaalı olduğunu gösterdiği, tutumlu biri olduğu anlaşılan ve taşınmaz satmaya ihtiyacı olmadığı davacı tanıklarının beyanları ile sabit olan murisin satıştan elde ettiği parayı davalı tanıklarınca ifade edilen şekilde harcamış olmasının hayatın olağan akışına uygun düşmediği, yapılan devir işleminin gerçek bir satış işlemi olmayıp bağışlama amacı taşıdığı ve davacının taşınmazdaki miras payının ihlal edildiği, bu gerekçeler ile davacı tarafın davasını ispat ettiği, davalı tarafın savunmalarının ise hukuki dayanağının bulunmadığı gerekçesiyle; davanın kabulüne karar verilmiştir.
Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı:
10. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
11. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 05.10.2020 tarihli ve 2019/4426 Esas, 2020/4738 Karar sayılı kararı ile ;
“…Dosya içeriği ve toplanan delillerden; mirasbırakan …’ın 12.11.1997 tarihinde 10837 parsel sayılı taşınmazdaki 4 numaralı bağımsız bölüme ayrılan 30/380 payını dava dışı …’a, 8 numaralı bağımsız bölüme ayrılan 40/380 payını kızı Hanife’ye temlik ettiği, 6 ve 7 numaralı bağımsız bölümlere ayrılan 80/380 payını da uhdesinde bıraktığı, Basri’nin 09.07.2012 tarihinde öldüğü geriye mirasçı olarak çocukları Nazmi ve Hanife’nin kaldığı anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide \”muris muvazaası\” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada mirasbırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 706. maddesi, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu‘nun 237. (818 sayılı (mülga) Borçlar Kanunu’nun 213.) maddesi ve Tapu Kanunu’nun 26. maddesinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ile durumun aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile mirasbırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Öte yandan, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı davalarda mirasbırakanın kastının açık bir şekilde saptanması gerekmektedir. Bu kapsamda, temlikin mirasçılardan mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat külfeti 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 190. maddesi ile 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 6. maddesi gereği davacı tarafa aittir.
Somut olayda, mahkemece dinlenilen davacı tanıklarına üstünlük tanınmış ise de dinlenilen davalı tanıklarının beyanlarının hayatın olağan akışına daha uygun düştüğü, ayrıca davacı tanıklarının davaya konu işlemin muvazaalı olduğuna ilişkin açık beyanları olmadığı gibi mirasbırakanın davacı ile arasında mal kaçırmasını gerektirir bir problemi olduğu şeklinde beyanda da bulunmadıkları görülmüştür. Dolayısıyla davacı, temlikin muvazaalı olduğu iddiasını kanıtlayamamıştır. Öte yandan, bedeller arasındaki fark da tek başına muvazaanın kanıtı değildir.
Hâl böyle olunca, davacının iddialarını HMK’nın 190. Maddesi ve TMK’nın 6. maddesi uyarınca kanıtlayamadığı gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir…”
gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
12. Küçükçekmece 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 23.06.2021 tarihli ve 2021/147 Esas, 2021/356 Karar sayılı kararı ile; önceki gerekçelere ilave olarak, baba ile kızı arasındaki bu devir işleminin gerçek bir satış işlemi olmadığı, devrin muvazaalı olduğu, davalı tanıklarının beyanlarının itibar edilecek türden beyanlar olmadığı, davacı tanıklarının beyanlarının ise hayatın olağan akışına, akla ve mantığa daha uygun olduğu, izah olunan sebepler ile muvazaa olgusunun ispat edildiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
13. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
14. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dosya kapsamı ve sunulan delillerden miras bırakan tarafından davalı kızına satış yoluyla yapılan temlik işleminin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu iddiasının davacı tarafça ispatlanıp ispatlanamadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
15. Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
16. Uyuşmazlığın çözümü bakımından öncelikle ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar vardır.
17. Muvazaa kavramı, Türk Hukuk Lûgatında; ‘‘Anlaşmalı saptırma gerçek dışı durumlara gerçekmiş niteliğini kazandırma işlemi. Hukuksal bir işlem konusunda gerçek duruma aykırılıkta birleşilerek yapılan ortak açıklama (beyan) ya da ortaya konulan belgedir. Danışıklı işlem’’ şeklinde tanımlanmıştır (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 819).
18. Muvazaa, pozitif hukukumuzda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu‘nun 19 uncu (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 18.) maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddenin birinci fıkrasında yer alan düzenlemeye göre;
“Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır.”
19. Buna göre muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları, şeklinde tanımlanabilir.
20. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.
21. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.
22. Eldeki davanın konusunu oluşturan ve “muris muvazaası” olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır.
23. Az yukarıda açıklanan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu‘nun genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay içtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı oluşturmaktadır.
24. 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında sonuç olarak;
“Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu’nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” hükmedilmiştir.
25. 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, miras bırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.
26. Muris muvazaasında, miras bırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, miras bırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda “tam muvazaa” özelliği de taşınmaktadır.
27. Muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur ise mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık bir anlatımla, 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde miras bırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır.
28. Bu nedenle, miras bırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulama olanağı bulunmamaktadır.
29. Muris muvazaasına dayalı olarak açılan davalarda ispat yükü ise muvazaanın varlığını iddia eden tarafa aittir. Gerek 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 6 ncı maddesindeki “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” hükmü ve gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 190/1 inci maddesindeki “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.” hükmü uyarınca, miras bırakanın yaptığı temlikteki gerçek irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğunu, bu hususu ileri süren davacı taraf kanıtlamalıdır.
30. Diğer bir anlatımla, muris muvazaası davalarında, miras bırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı ve terekeden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat yükü davacı tarafa aittir.
31. Dava açan mirasçılar, miras bırakan ile davalı arasındaki sözleşmenin dışında olduklarından üçüncü kişi konumundadırlar. Bu nedenle iddialarını tanık dâhil olmak üzere her türlü delille kanıtlamaları mümkündür. Kanunen kendilerine intikal etmesi gereken miras haklarına, miras bırakan tarafından muvazaalı olarak yapılan sözleşme ile engel olunduğundan bu sözleşmenin muvazaalı olduğunu ileri sürerek iptalini istemekte hukuki yararlarının bulunduğu açıktır.
32. Ancak bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.
33. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
34. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, muris muvazaasına ilişkin davaların niteliği gereğince taraflarca sunulan delillerin, her somut olayın özelliğine göre az yukarıda açıklanan objektif olgulardan da yararlanılarak bir bütün olarak değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerekmektedir.
35. Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; 1935 doğumlu miras bırakan …’ın 12.11.1997 tarihli ve 10300 yevmiye nolu resmi senet ile 10837 parsel sayılı taşınmazdaki 4 numaralı bağımsız bölüme ayrılan 30/380 payını dava dışı …’a, 8 numaralı bağımsız bölüme ayrılan 40/380 payını ise kızı Hanife’ye satış suretiyle temlik ettiği, 6 ve 7 numaralı bağımsız bölümlere ayrılan 80/380 payını da uhdesinde bıraktığı, miras bırakanın 09.07.2012 tarihinde öldüğü geriye mirasçı olarak çocukları 1959 doğumu davacı … ile 1956 doğumlu davalı …’in kaldığı anlaşılmaktadır.
36. Dinlenen davacı tanıkları genel olarak, miras bırakanın taşınmazını satmaya ihtiyacının olmadığını, çocukları ile arası iyi olan murisin kendi evinde yalnız yaşadığını, Avcılar’da toplam dört dairesinin olduğunu, diğer dairelerini kiraya verdiğini, tarafların Bulgaristan göçmeni olduklarını ve yörelerinde yakın akrabalar arasında gayrimenkul satışı yönünde bir gelenek bulunmadığını, murisin devir karşılığında davalıdan para alıp almadığının bilmediklerini beyan etmişlerdir. Davalı tanıkları ise genel olarak, yakın akrabalar arasında satış yapılmasının yörelerinde normal karşılandığını, yapılan temlikin gerçek bir satış olduğunu, davalının temlik tarihinde alım gücünün bulunduğunu, satış bedelinin bir kısmının kendilerinden borç olarak aldığını belirtmişlerdir. Mahkeme tarafından ise davacı tanık beyanlarına üstünlük tanınarak karar verilmiştir.
37. Mahkemece davacı tanık beyanlarına üstünlük tanınmış ise de; davacı tanıklarının davaya konu işlemin muvazaalı olduğuna ilişkin açık beyanları olmadığı gibi miras bırakanın davacı ile oğlu ile arasının iyi olduğunu beyan ettikleri anlaşılmaktadır. Böyle olunca, murisin davacı oğlundan mal kaçırmasını gerektirir bir bir durumun varlığı ispat edilememiştir. Davalı taraf savunmasında murisin satıştan elde ettiği para ile ikinci eşine taşınmaz aldığı yönünde savunmada bulunmuştur. Davalı tarafın bu savunması dosya kapsamına giren belgeler, tapu kayıtları ve davalı tanıklarından özellikle de … ve …’nin beyanları ile uyumludur. Dolayısıyla davacı taraf temlikin muvazaalı olduğu iddiasını kanıtlayamamıştır.
Murisin tek temlik işlemindeki iradesinin bölünemeyeceği gibi bedeller arasındaki fark da tek başına muvazaanın kanıtı olamayacağı hususu da kuşkusuzdur.
38. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; davalı tanık beyanlarının kendi içinde bile çelişkili olduğu, baba ile kızı arasında yapılan temlik işleminin mirasçılardan mal kaçırma amacıyla yapıldığı ve muvazaalı olduğunun davacı tarafça ispat edildiği, dolayısıyla direnme kararının yerinde olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
39. Hâl böyle olunca; Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
40. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ
Açıklanan sebeplerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı, 6217 sayılı Kanun’un 30 uncu maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429 uncu maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcın yatırana geri verilmesine,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3 üncü maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440 /III-1 inci maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere,
22.03.2023 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2017/1265 Karar No: 2020/764 Karar Tarihi: 14.10.2020
Mahkemesi: Asliye Hukuk Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Bakırköy 7. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacılar İstemi:
4. Davacılar vekili dava dilekçesinde; mirasbırakan… Gökmen’in 23.11.2003 tarihinde vefat ettiğini, geride eşi … ile çocukları …, …’ın mirasçı olarak kaldıklarını, kızı …un ise 17.05.2006 tarihinde öldüğünü, mirasçılarının ise davacılar olduğunu, kök muris … …’in sağlığında İstanbul İli, Bahçelievler İlçesi, 4010 parsel sayılı taşınmazdaki 80/502 payını mirasçılarından mal kaçırmak maksadı ile oğlu …’e 24.02.1997 tarihinde 500.000.000,00TL bedel karşılığında satış göstererek devrettiğini, gerçekte ise payını bağışlamak suretiyle muvazaalı işlem yaptığını, tapuda gösterilen satış bedelinin rayiç değerin çok altında olması ve kök muris ile davalının baba-oğul olmasının yapılan devrin muvazaalı olduğunu gösterdiğini ileri sürerek, davalı adına kayıtlı payın iptali ile terekeye iadesine, bunun mümkün olmaması hâlinde ise davacıların miras payları oranında tapu iptali ve tescile karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; 4010 parsel sayılı taşınmaz üzerinde eylemli şekilde paylaşım yapılarak kullanılan bir bina bulunduğunu, parseldeki 104/502 payın murise, 80/502 payın davalıya, diğer payların ise üçüncü kişilere ait olduğunu, binadaki 9 ve 10 numaralı dairelere isabet eden payın mirasbırakan tarafından 24.02.1997 tarihinde bedeli karşılığı müvekkiline satıldığını, baba-oğul ilişkisinin ve tapudaki satış bedelinin düşük gösterilmesinin muvazaa olgusunu kanıtlamaya yeterli olmadığını, satışın ilk andan itibaren davacıların bilgisi dahilinde yapıldığını, ortada muvazaalı işlem ve mal kaçırma kastının bulunmadığını, murisin gerçek niyetinin mal kaçırma olması hâlinde kalan paylarını da devredebileceğini savunarak, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. Bakırköy 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin 06.11.2012 tarihli ve 2007/41 E., 2012/450 K. sayılı kararı ile; mirasbırakan… Gökmen tarafından davalıya devri yapılan 80/502 paya karşılık gelen 9 ve 10 numaralı dairelerin 24.02.1997 tarihindeki satış bedeli ile piyasa rayiç değeri arasında onbeş kat gibi fahiş bir fark bulunduğu, davalının murisin tek erkek evladı olduğu, davalı tanık anlatımlarına göre davacıların murisi …’un davalı ve diğer kardeşleri ile arasının bozuk olduğu gibi kök murisle de görüşüp konuşmadıkları, yine davalı tanıkları tarafından murisin o tarihte … Köyünde iki katlı betonarme bir ev inşa ettirmesi nedeniyle davalı oğluna yüksek meblağda borçlandığı ve borcunu ödemek için rayiç değerini sorup aradaki fark karşılığını davalıdan nakit alarak payını devrettiği beyan edilmiş ise de köydeki evin yapı bedelinin akit tarihi itibariyle 1.490,40TL; dava konusu payların değerinin ise toplam 7.560,00TL olarak belirlendiği, bu durumun hayatın olağan akışı ile bağdaşmadığı, öte yandan davalı tanığı …’nın beyanından murisin emekli işçi aylığı ile üç dairesinden kira gelirinin bulunduğu, taşınmaz satışını gerektirir bir ihtiyaç ve zaruret durumunun olmadığı, ayrıca satış bedelinin ödendiği hususunda mahkemeye kanaat verici nitelikte başkaca bir delil sunulmadığı, bu itibarla bedelin ödediği olgusunun kanıtlanamadığı, murisin aynı taşınmazda 104/502 payı karşılığı bir dükkan ile iki daire ve köyünde çok sayıda taşınmazının bulunduğu, tüm mal varlığı gözetildiğinde yaptığı pay devri ile akit tarihi itibariyle malvarlığının % 26’sını, ölüm tarihi itibariyle de % 31’ini terekeden çıkardığı, ancak terekesinden satış bedelinin çıkmadığı, sonuç olarak murisin diğer yasal mirasçılarından mal kaçırmak ve bağış amacını gizlemek için davalıya rayiç değerinin çok altındaki bir bedelle satış işlemi yaptığının tereddütsüz olarak anlaşıldığı gerekçesiyle davacıların miras payları oranında davanın kabulüne karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Bakırköy 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 04.03.2014 tarihli ve 2013/5010 E., 2014/4811 K. sayılı kararı ile;
“…Bilindiği ve Türk Medeni Kanunu’nun 6. maddesinde düzenlendiği üzere “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olayların varlığını ispatla yükümlüdür.” Yine 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu‘nun 190/1. maddesi gereğince “ispat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.
Somut olayda; davacılar iddialarını ispat edecek delilller ortaya koymamışlar, aksine davalı tanıkları, özellikle mirasbırakanın ikinci eşi olan ve davanın kabulü halinde mirasçı sıfatı ile taşınmazda pay sahibi olabilecek Huriye, davalının taşınmazı bedeli karşılığında satın aldığını beyan etmiş, mirasbırakanın davalı oğlunu tercih etmesini gerektirir somut bir belge ve bilgi sunulamamıştır.
Açıklanan bu olgular, yukarıda değinilen ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde; mirasbırakanın satış akdiyle yaptığı pay temlikinin gerçek iradesini yansıttığı, dava konusu taşınmazların davalıya temlikinin muvazaalı olmayıp gerçek satış olduğu davacıların iddialarını HMK’nın 190/1 maddesi ile TMK’nın 6.maddesi uyarınca kanıtlayamadıkları sonucuna varılmaktadır.
Akitte gösterilen bedel akit tarihindeki gerçek bedelden düşük ise de salt bedeller arasındaki oransızlığın tek başına muvazaanın delili olamayacağı açıktır.
Hâl böyle olunca; davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile davanın kabulüne karar verilmiş olması doğru değildir…”
gerekçesiyle hüküm bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Bakırköy 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin 16.04.2015 tarihli ve 2015/85 E., 2015/139 K. sayılı kararı ile ilk hükümdeki gerekçelerle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda mirasbırakan tarafından davalı oğluna satış suretiyle yapılan pay temlikinin diğer mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu iddiasının davacı tarafça kanıtlanıp kanıtlanamadığı, varılacak sonuca göre davanın reddinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
13. Hemen belirtilmelidir ki; irade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanan muvazaa, pozitif hukukumuzda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu‘nun 19. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 18.) maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddede yer alan düzenlemeye göre;
“Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır.”
14. Buna göre muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları, şeklinde tanımlanabilir.
15. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.
16. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.
17. Eldeki davanın konusunu oluşturan ve “muris muvazaası” olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır. Muvazaa davalarının büyük bölümü muris muvazaasına ilişkin bulunmaktadır.
18. Az yukarıda açıklanan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu‘nun genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay İçtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı oluşturmaktadır.
19. 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı içtihadı Birleştirme Kararı ile;
“Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu’nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” karar verilmiştir.
20. 1.4.1974 gün ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, mirasbırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.
21. Muris muvazaasında, mirasbırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, mirasbırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda “tam muvazaa” özelliği de taşınmaktadır.
22. Muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur ise mirasçıları aldatmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık bir anlatımla, 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı içtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde mirasbırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır.
23. Bu nedenle, mirasbırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulama olanağı bulunmamaktadır.
24. Muris muvazaasına dayalı olarak açılan davalarda ispat yükü ise muvazaanın varlığını iddia eden tarafa aittir. Gerek 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‘nun 6. maddesindeki “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” hükmü ve gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 190/1. maddesindeki “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.” hükmü uyarınca, mirasbırakanın yaptığı temlikteki gerçek irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğunu, bu hususu ileri süren davacı taraf kanıtlamalıdır.
25. Diğer bir anlatımla, muris muvazaası davalarında mirasbırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı ve terekeden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat yükü davacı tarafa aittir.
26. Davayı açan mirasçılar, mirasbırakan ile davalı arasındaki sözleşmenin dışında olduklarından üçüncü kişi konumundadırlar. Bu nedenle iddialarını tanık dahil olmak üzere her türlü delille kanıtlamaları mümkündür. Kanunen kendilerine intikal etmesi gereken miras haklarına, mirasbırakan tarafından muvazaalı olarak yapılan sözleşme ile engel olunduğundan bu sözleşmenin muvazaalı olduğunu ileri sürerek iptalini istemekte hukuki yararlarının bulunduğu da açıktır.
27. Ancak bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle mirasbırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.
28. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile mirasbırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
29. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, muris muvazaasına ilişkin davaların niteliği gereğince taraflarca sunulan delillerin, her somut olayın özelliğine göre az yukarıda açıklanan objektif olgulardan da yararlanılarak bir bütün olarak değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerekmektedir.
30. Somut olaya gelindiğinde ise 1926 doğumlu olan kök muris … 23.11.2003 tarihinde ölmüş olup, geride ilk eşi …’den olma kızı … ile davalı oğlu … ile ikinci eşi … ve bu eşinden olma kızları … mirasçı olarak kalmışladır. Mirasçı kızı …’un 17.05. 2006 tarihinde vefatı ile de onun mirasçıları olan sağ eşi … ile çocukları … ve … tarafından eldeki dava açılmıştır.
31. Davaya konu 4010 parsel sayılı taşınmazın ise 194/500 arsa payı mirasbırakan adına kayıtlı iken bu paydan taşınmaz üzerinde inşa edilecek olan apartmanın (9) ve (10) numaralı meskenlerin kat irtifakına ayrılan 80/500 payını toplam 500.000.000TL bedelle 24.02.1997 tarihinde davalı oğlu …’e satış suretiyle devrettiği anlaşılmaktadır.
32. Öncelikle belirtmek gerekir ki, davacı tarafça temlikin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunun ispatı bakımından gösterilen tanıklar dinletilememiş ise de delil listesinde dayanılan diğer delillerden mirasbırakanın PTT’den emekli olduğu ve maaş aldığı, temlik tarihi itibariyle 4010 parsel sayılı taşınmazda davalıya devrettiği paylar dışında üç mesken ile bir dükkana isabet eden payın daha adına kayıtlı olduğu, ayrıca memleketi olan Bolu İli, … Köyünde arsa ve tarla niteliğinde çok sayıda taşınmazının bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda, yüklü miktarda malvarlığı ve geliri olan mirasbırakanın taşınmaz satmasını gerektirir nitelikte büyük bir ihtiyaç ya da haklı bir nedeninin bulunduğundan söz edilemez. Diğer yandan, cevap dilekçesinde (9) ve (10) numaralı meskenlerin kat irtifakına ayrılan payların bedeli karşılığında davalıya satıldığı savunulmuş, davalı tanıkları tarafından da mirasbırakanın köyünde yaptırdığı ev nedeniyle davalı oğluna yüksek miktarda borçlandığı, zaman içerisinde aldığı paraların listesini tuttuğu ve en sonunda dava konusu dairelere tekabül eden payı başkasına satmak yerine rayiç bedelini emlak işi yapan kişilerden öğrenip aradaki farkı nakit olarak almak suretiyle oğluna sattığı beyan edilmiş ise de mahkemece yapılan keşif ve alınan bilirkişi raporlarına göre köyde inşa edilen ev ile devri yapılan iki dairenin değerleri arasında oldukça yüksek oranda fark bulunduğu gibi davalının fark bedeli ödediğine dair bir belge de sunulmamıştır. Murisin borcunu ödemek gibi bir gayesi olması halinde sadece bir daireye tekabül eden payı devredip aradaki farkı nakit olarak alması gerekirken, İstanbul’da bulunan iki ayrı daireye ait payları devretmesini gerektirir bir nedenin bulunmadığı açıktır. Bunların yanında, davalının murisin tek erkek evladı olduğu, dinlenen davalı tanık beyanlarına göre de kök murisin kızı … ile aralarının iyi olmadığı ve hiç konuşmadıkları dikkate alındığında Hukuk Genel Kurulu çoğunluğu tarafından, mirasbırakanın davaya konu payları mal kaçırmak kastıyla ve muvazaalı olarak üstün tuttuğu tek erkek evladına devrettiği sonucuna varılmıştır. Belirtilmelidir ki, somut olayda resmi akitte gösterilen satış bedeli ile dairelerin mahkemece belirlenen gerçek değeri arasında fahiş bir fark da bulunmaktadır. Yargıtay’ın yerleşik kararlarında kabul edildiği üzere salt bedeller arasındaki oransızlık muvazaanın varlığının kanıtı için tek başına delil olmasa da tüm deliller ile yukarıda açıklanan objektif olgular bir arada değerlendirildiğinde muvazaanın varlığının bir göstergesi olduğu açıktır.
33. Bu durumda, yerel mahkemece temlikin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu kabul edilerek verilen direnme kararı yasal düzenleme ve ilkelere uygun olup, yerindedir.
34. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında; bir kısım üyeler tarafından Özel Daire ile ilk derece mahkemesi arasındaki uyuşmazlığın mirasbırakan tarafından yapılan temlikin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olup olmadığının ispat yükü altındaki davacı tarafça kanıtlanıp kanıtlanamadığı noktasında topladığı, bu kapsamda bakıldığında davacı tarafın murisin mal kaçırmasını gerektirir maddi vakıaları dava dilekçesinde göstermediği, sadece bedeller arasındaki fark ile murisle davalının baba-oğul olması vakıalarına dayandığı, bunların ise murisin mal kaçırma iradesinin ortaya konulması için yeterli olmadığı gibi bu hususta tanık dahi dinletilemediği, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu‘nun 191. maddesine göre ispat yükünü taşıyan tarafın iddiasının doğru olmadığı hakkında karşı tarafın delil sunabileceği, ancak karşı ispat faaliyeti için delil sunan tarafın ispat külfetini üzerine almayacağı, somut olayda da davalı tarafın gösterdiği tanık dahil tüm delillerle karşı ispat faaliyetini gerçekleştirerek, köyünde yaptırdığı ev nedeniyle oğluna yüksek miktarda borçlanan murisin zaman içerisinde aldığı borç paranın listesini tuttuğu, mirasçıları arasında hak kaybı olmaması için de dava konusu daireleri başkasına satmak yerine rayiç bedelini öğrenip aradaki farkı nakit almak suretiyle oğluna sattığını ve böylece temlikin bedeli karşılığında yapıldığını kanıtladığı, bu durumun davanın davacılar yararına sonuçlanmasında hukuki yararı bulunan murisin ikinci eşi tarafından dahi dile getirildiği, ayrıca davalının alım gücü bulunduğu gibi murisin çok sayıda başka taşınmazının da bulunduğu gözetildiğinde iddianın kanıtlanamadığı, davalı tanık beyanlarından da davacılar lehine sonuç çıkarılmasının HMK’nın 191. maddesine uygun olmadığı belirtilerek, direnme kararının Özel Daire bozma kararındaki nedenlerle bozulması gerektiği görüşü dile getirilmiş ise de bu görüş çoğunluk tarafından benimsenmemiştir.
35. Hal böyle olunca, usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanmasına karar verilmiştir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı (mülga) Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 14.10.2020 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile karar verildi.
Kayseri Gayrimenkul Avukatı
Kadastro tespitine itiraz davası, tapu iptali ve tescil davası, önalım davası, kira bedelinin tespiti ve kiracının tahliyesi davaları, ecrimisil davası, kamulaştırma bedelinin tespiti davası ile tenkis davası başta olmak üzere gayrimenkul ve taşınmaz hukuku ile ilgili süreçlerde herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için güncel mevzuat ve Yargıtay kararlarının takip edilmesi önem arz etmektedir. Gerekli başvuru veya itirazların zamanında ve usulüne uygun yapılması ve herhangi bir hak kaybı yaşanmaması açısından alanında uzman bir gayrimenkul avukatından hukuki yardım almaları faydalı olacaktır.
Gayrimenkul hukuku alanında uzman Kayseri gayrimenkul avukatı kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz; kamulaştırmasız el atma ile ilgili dava sürecinde müvekkillerine avukatlık, arabuluculuk ve hukuki danışmanlık hizmeti vermektedir.
Kayseri gayrimenkul avukatı arıyorsanız 15 yılı aşkın deneyimi ile avukat kadromuzdan dava süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile dava ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz.