Muris Muvazaasının İspatı için Taşınmazın Satış Değeri ile Gerçek Değeri Arasında Fark Bulunması Yeterli mi
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2021/1-610 Karar No: 2023/164 Karar tarihi: 01.03.2023
Özet: Dosya kapsamı ve dinlenen tanık beyanlarına göre, mirasbırakanın temlik tarihinde mirasçılarından mal kaçırmasını gerektiren bir nedeninin bulunmadığı, davacı tarafça bu hususa ilişkin somut bir olgu ortaya konulamadığı, aksine mirasbırakan ile oğlu …’ın arasının iyi olduğu, yine mirasbırakanın davalı kızını oğlu …’dan üstün tuttuğuna dair bir bilgi ya da olgunun dosyaya yansımadığı, dinlenen davacı tanıklarının ailenin beşeri ilişkilerini bilebilecek yakınlıkta olmadıkları ve bu nedenle duyuma dayalı bilgilerini ifade ettikleri, davalı tanıklarının ise aileye ve olaylara yakın kişiler oldukları, birbirlerini doğrular şekilde dava konusu taşınmazların bedeli karşılığında davalıya satıldığını ve mirasbırakanın satış bedeli ile oğlu …’ın piyasaya olan borçlarını ödediğini ifade ettikleri, bu nedenle davalı tanık beyanlarına üstünlük tanınması gerektiği, öte yandan mirasbırakanın 16.11.2001 tarihinde, oğlu ve aynı zamanda davacının eşi …’ın ise 05.06.2012 tarihinde öldüğü, … tarafından yaklaşık on bir yıl boyunca temlikin muvazaa ile illetli olduğuna ilişkin bir dava açılmadığı, …’ın ölümünden sonra hak sahibi olan kızları … ve … tarafından da dava açılmadığı gibi aksine davalı lehine beyanlarda bulundukları ortadadır. 01.04.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulayabilmek için davacı tarafın mirasbırakanın yaptığı temlik ile mirasçılarından mal kaçırma amacıyla hareket ettiğini ispatlaması gerekmektedir. Yukarıda anılan tüm hususlar birlikte değerlendirildiğinde, eldeki davada ispat yükü kendisinde olan davacı tarafın mirasbırakanın çekişmeli temlik ile mirastan mal kaçırma amacıyla hareket ettiğini kanıtlayamadığı anlaşılmıştır. Akit tablosunda gösterilen bedeller ile dava konusu bağımsız bölümlerin keşfen saptanan gerçek değerleri arasındaki fark da tek başına muvazaanın kanıtı sayılamaz. Hâl böyle olunca, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
(4721 s. K. m. 6, 507, 603, 706) (6098 s. K. m. 19, 237) (2644 s. K. m. 26) (818 s. K. m. 18) (6100 s. K. m. 190) (YİBK 01.04.1974 T. 1974/1 E. 1974/2 K.)
1. Taraflar arasındaki muris muvazaası nedenine dayalı tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İnegöl 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; mirasbırakan …’ın maliki olduğu … ili İnegöl ilçesi … mahallesinde kain 330 ada 43 sayılı parseldeki 1 ve 3 numaralı bağımsız bölümlerini mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olarak davalı kızı …’ya satış yoluyla temlik ettiğini, gerçekte ise bağışladığını, mirasbırakanın oğlu olan …’ın müvekkilinin eşi olduğunu, …’ın ölümü ile müvekkili ve …’ın ilk eşinden olma çocuklarının kaldığını, mirasbırakan tarafından oğlu …’a herhangi bir malvarlığı bırakılmadığını, devir tarihinde davalının ev hanımı olduğunu ve alım gücü bulunmadığını, temlik sonrası fiili kullanım durumunun değişmediğini ileri sürerek dava konusu bağımsız bölümlerin tapu kayıtlarının iptali ile miras payı oranında müvekkili adına tesciline karar verilmesini istemiştir.
Davalı Cevabı
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; temlik tarihinde davacının mirasçılık sıfatı bulunmadığını, öncelikle bu nedenle davanın reddi gerektiğini, davacı ile mirasbırakanın oğlu …’ın 11.11.2007 tarihinde evlendiğini, ancak …’ın 03.11.2009 tarihinde İnegöl 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/673 Esas sayılı dosyası ile davacıya karşı boşanma davası açtığını, boşanma sürecinde davacının sadece maddi menfaat elde etme isteğinin anlaşıldığını, çekişmeli temlikin 29.12.1998 tarihinde yapıldığını, mirasbırakan …’ın 16.11.2001 tarihinde öldüğünü, müvekkilinin kardeşi …’ın ölümüne kadar temlik ile ilgili herhangi bir dava açmadığını, bu tavrın muvazaalı devir yapılmadığının en büyük kanıtı olduğunu, mirasbırakanın satış bedelleri ile oğlu …’ın ticaretten kaynaklı borçlarını ödediğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkeme Kararı
6. İnegöl 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 18.11.2014 tarihli ve 2012/385 Esas, 2014/689 Karar sayılı kararı ile; mirasbırakan ile davalının baba-kız olduğu, temlik tarihinde davalının gelir getirici bir işinin bulunmadığı, bir kısım davacı tanık beyanlarından anlaşıldığı üzere mirasbırakanın oğlu …’ın (davacının eşi) satış tarihinde borçlarının bulunması nedeniyle alacaklıların mirasbırakanın malları üzerindeki haklarının semeresiz bırakılmaya çalışıldığı, mirasbırakanın temlikten sonra da taşınmazı kullanmaya devam ettiği, resmi senette yazılı satış miktarı ile keşfen belirlenen değer arasında üç kattan fazla fark bulunduğu, her ne kadar davalı tanıkları tarafından devir sonrası mirasbırakanın cüzi kira karşılığı oturmaya devam ettiği beyan edilmiş ise de bir kimsenin iki dairesini satıp daha sonra aynı daire için kızına kira ödemesinin hayatın olağan akışına uygun olmadığı, yapılan temlikin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 19.10.2017 tarihli ve 2015/1380 Esas, 2017/5580 Karar sayılı kararı ile;
“…Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; miras bırakan Şevki’nin kayden maliki olduğu 330 ada 43 parsel sayılı taşınmazdaki 1 ve 3 numaralı bağımsız bölümlerin tamamını 29.12.1998 tarihinde satış suretiyle davalı kızı …’a temlik ettiği anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında vurgulandığı gibi, görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu’nun 706, Türk Borçlar Kanunu’nun 237. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 213.) ve Tapu Kanunu’nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki, bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de, Ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı hususlarının araştırılmasında ve satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Somut olaya gelince; dinlenen davacı tanıklarının birçoğu ile davalı tanıkları ve hatta eldeki davanın kabul edilmesi durumunda yasal mirasçı sıfatıyla hak sahipliği konumunu kazanacak muris Şevki’nin torunları … ile …,davacının eşi ve aynı zamanda murisin oğlu olan …’ın borçları nedeniyle temliklerin yapıldığını bildirmişlerdir.
Bu durumda, miras bırakanın mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla hareket etmediği ve temliklerin gerçek satış niteliğinde olduğu sonucuna varılmaktadır.
Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken; yanılgılı değerlendirmeyle, davanın kabulü yönünde hüküm tesisi isabetsizdir…”
gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı
9. İnegöl 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 12.11.2018 tarihli ve 2018/250 Esas, 2018/288 Karar sayılı kararı ile; önceki gerekçe yanında, mirasbırakanın oğlu …’ın kızı tanık …’ın babası …’ın borçlarından dolayı temlikin yapıldığına dair açık bir beyanının bulunmadığı, sadece babasının piyasaya borçlu ancak borçlarına sadık bir insan olmadığını ifade ettiği, yine bozma ilamında ismi geçen diğer tanık …’nun 1989 doğumlu olması nedeniyle devir tarihinde 9 yaşında olduğu, bu nedenle bilgisinin duyuma dayandığı, temlikin yapılış amacını bilmesinin mümkün olmadığı belirtilerek direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi
10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda mirasbırakan tarafından davalı kızı lehine yapılan temlik işleminin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olup olmadığı, varılacak sonuca göre davanın reddine karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
13. Uyuşmazlığın çözümü bakımından öncelikle ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar vardır.
14. Muvazaa kavramı, Türk Hukuk Lûgatında; ‘‘Anlaşmalı saptırma gerçek dışı durumlara gerçekmiş niteliğini kazandırma işlemi. Hukuksal bir işlem konusunda gerçek duruma aykırılıkta birleşilerek yapılan ortak açıklama (beyan) ya da ortaya konulan belgedir. Danışıklı işlem’’ şeklinde tanımlanmıştır (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 819).
15. Muvazaa, pozitif hukukumuzda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu‘nun 19 uncu [mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 18.] maddesinde düzenlenmiştir. Anılan maddenin birinci fıkrasında yer alan düzenlemeye göre;
“Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır.”
16. Buna göre muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları şeklinde tanımlanabilir.
17. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukukî işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukukî işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukukî işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukukî işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.
18. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukukî sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.
19. Eldeki davanın konusunu oluşturan ve muris muvazaası olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır.
20. Az yukarıda açıklanan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu‘nun genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay içtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı oluşturmaktadır.
21. 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında sonuç olarak;
“Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması hâlinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu’nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” hükmedilmiştir.
22. 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, miras bırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.
23. Muris muvazaasında, miras bırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, miras bırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda “tam muvazaa” özelliği de taşınmaktadır.
24. Muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur ise mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık bir anlatımla, 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde miras bırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır.
25. Bu nedenle, miras bırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulama olanağı bulunmamaktadır.
26. Muris muvazaasına dayalı olarak açılan davalarda ispat yükü ise muvazaanın varlığını iddia eden tarafa aittir. Gerek 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6 ncı maddesindeki “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” hükmü ve gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 190/1. maddesindeki “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.” hükmü uyarınca, miras bırakanın yaptığı temlikteki gerçek irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğunu, bu hususu ileri süren davacı taraf kanıtlamalıdır.
27. Diğer bir anlatımla, muris muvazaası davalarında, miras bırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı ve terekeden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat yükü davacı tarafa aittir.
28. Dava açan mirasçılar, miras bırakan ile davalı arasındaki sözleşmenin dışında olduklarından üçüncü kişi konumundadırlar. Bu nedenle iddialarını tanık dâhil olmak üzere her türlü delille kanıtlamaları mümkündür. Kanunen kendilerine intikal etmesi gereken miras haklarına, miras bırakan tarafından muvazaalı olarak yapılan sözleşme ile engel olunduğundan bu sözleşmenin muvazaalı olduğunu ileri sürerek iptalini istemekte hukukî yararlarının bulunduğu açıktır.
29. Ancak bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.
30. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
31. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, muris muvazaasına ilişkin davaların niteliği gereğince taraflarca sunulan delillerin, her somut olayın özelliğine göre az yukarıda açıklanan objektif olgulardan da yararlanılarak bir bütün olarak değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerekmektedir.
32. Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; 07.06.1927 doğumlu mirasbırakan …’ın 16.11.2001 tarihinde öldüğü, geriye mirasçı olarak eşi Hidayet Erçoban’ı, kızı …’yı ve kendisinden sonra 05.06.2012 tarihinde ölen oğlu …’ın ilk eşi Yıldız’dan olma çocukları … ve … ile ikinci eşi …’ı bıraktığı, mirasbırakanın maliki olduğu … ili İnegöl ilçesi … mahallesinde kain 330 ada 43 sayılı parseldeki mesken nitelikli 1 ve 3 numaralı bağımsız bölümlerin tamamını 29.12.1998 tarihli ve 5736 yevmiye numaralı akitle davalıya satış suretiyle temlik ettiği, eldeki davanın … tarafından …’ya karşı 25.06.2012 tarihinde açıldığı kayda dayalı tespit edilmiştir.
33. Davacının uzaktan akrabası ya da arkadaşı olan davacı tanıkları özetle; mirasbırakan …’ı tanımadıklarını, mirasbırakanın eşinden duydukları kadarıyla mirasbırakanın mal kaçırma amacıyla hareket ettiğini, yine davacının eşinin icra borçları olduğunu ve bu yüzden mirasbırakanın dava konusu yerleri kızına devrettiğini çevreden duyduklarını, davalının ev hanımı olduğunu, üçüncü kattaki dairede oturduğunu ifade etmişlerdir.
34. Aile içerisinde yer alan davalı tanıkları ise özetle; mirasbırakanın dava konusu daireleri bedeli karşılığında davalıya sattığını, zaten üçüncü kattaki dairenin davalı ve eşi tarafından inşa edildiğini, satış bedelinin esnaf olan davalının eşi tarafından ödendiğini, mirasbırakanın satış bedeli ile oğlu olan …’ın piyasaya olan borçlarını ödediğini, mirasbırakan ile oğlu … arasında bir sorun bulunmadığını, mirasbırakanın ölümünden sonra oğlu …’ın kendi borçlarından dolayı taşınmazların satıldığını bildiği için herhangi bir dava açmadığını beyan etmişlerdir. Özellikle, eldeki davanın kabulü halinde ileride menfaat sahibi olabilecek mirasçılar … ve …’ın (…’ın çocukları) beyanlarında; babaları …’ın dava konusu taşınmazlarda hakları olduğuna ilişkin kendilerine bir şey söylemediğini, birinci katta oturdukları sırada halaları olan davalının babalarından kira istediğini, babalarının piyasaya çok borcunun bulunduğunu, halaları ile babalarının arasının iyi olduğunu, mirasbırakan dedeleri ile babaları arasında bir problem bulunmadığını, babalarının bir hakkı olsaydı sağlığında dava açabileceğini ifade ettikleri anlaşılmıştır.
35. Dosya kapsamı ve dinlenen tanık beyanlarına göre, mirasbırakanın temlik tarihinde mirasçılarından mal kaçırmasını gerektiren bir nedeninin bulunmadığı, davacı tarafça bu hususa ilişkin somut bir olgu ortaya konulamadığı, aksine mirasbırakan ile oğlu …’ın arasının iyi olduğu, yine mirasbırakanın davalı kızını oğlu …’dan üstün tuttuğuna dair bir bilgi ya da olgunun dosyaya yansımadığı, dinlenen davacı tanıklarının ailenin beşeri ilişkilerini bilebilecek yakınlıkta olmadıkları ve bu nedenle duyuma dayalı bilgilerini ifade ettikleri, davalı tanıklarının ise aileye ve olaylara yakın kişiler oldukları, birbirlerini doğrular şekilde dava konusu taşınmazların bedeli karşılığında davalıya satıldığını ve mirasbırakanın satış bedeli ile oğlu …’ın piyasaya olan borçlarını ödediğini ifade ettikleri, bu nedenle davalı tanık beyanlarına üstünlük tanınması gerektiği, öte yandan mirasbırakanın 16.11.2001 tarihinde, oğlu ve aynı zamanda davacının eşi …’ın ise 05.06.2012 tarihinde öldüğü, … tarafından yaklaşık on bir yıl boyunca temlikin muvazaa ile illetli olduğuna ilişkin bir dava açılmadığı, …’ın ölümünden sonra hak sahibi olan kızları … ve … tarafından da dava açılmadığı gibi aksine davalı lehine beyanlarda bulundukları ortadadır.
36. 01.04.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulayabilmek için davacı tarafın mirasbırakanın yaptığı temlik ile mirasçılarından mal kaçırma amacıyla hareket ettiğini ispatlaması gerekmektedir.
37. Yukarıda anılan tüm hususlar birlikte değerlendirildiğinde, eldeki davada ispat yükü kendisinde olan davacı tarafın mirasbırakanın çekişmeli temlik ile mirastan mal kaçırma amacıyla hareket ettiğini kanıtlayamadığı anlaşılmıştır. Akit tablosunda gösterilen bedeller ile dava konusu bağımsız bölümlerin keşfen saptanan gerçek değerleri arasındaki fark da tek başına muvazaanın kanıtı sayılamaz.
38. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; mirasbırakanın gerçek bir satış yapmadığı, temlik sonrası taşınmazı kullanmaya devam ettiği, davalının alım gücü bulunmadığı, akit tablosunda gösterilen satış bedeli ile keşfen saptanan gerçek değer arasında fahiş fark olduğu, dosya kapsamı ve dinlenen tanık beyanları uyarınca mal kaçırma amacının kanıtlandığı, bu nedenlerle direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca kabul edilmemiştir.
39. Hâl böyle olunca, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
40. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ
Açıklanan sebeplerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3 üncü maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429 uncu maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440 ıncı maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,
01.03.2023 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2009/1-130 Karar No: 2009/150 Karar Tarihi: 29.04.2009
Özet: Olayda, miras bırakanın kanser hastalığına yakalandığı, özel hastanede ameliyat geçirdiği, sağlık harcamalarının arttığı, emekli maaşı dışında başkaca bir gelirinin bulunmadığı, karşılaştığı sağlık harcamalarına kaynak yaratmak için çekişmeli dairesini hastalığı boyunca yanında kalıp kendisiyle ilgilenen ve destek olan davalıya sattığı; her ne kadar taşınmazın akitteki bedeli ile gerçek değeri arasında fark bulunsa da, anılan hususun tek başına muvazaanın kanıtı sayılamayacağı, kaldı ki, ölene kadar taşınmazda oturmaya devam etmesi ve davalının kendisine sağladığı bakım ve desteğin yarattığı minnet duygusu dikkate alındığında, sattığını gerçek değer üzerinden yapılmamasının mal kaçırma amacıyla hareket edildiği anlamını doğurmayacağı sonuç ve kanaatine varılmaktadır. Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekir.
(818 S. K. m. 18)
Dava: Taraflar arasındaki davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Fatih 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 09.03.2007 gün, 146-54 sayılı kararın incelenmesi, davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 05.12.2007 gün, 9982-11737 karar sayılı ilamı ile;
“… Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali-tescil isteğine ilişkindir. Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Getirtilen akit tablosu ve veraset ilamından, miras bırakan Sevim Hayta’nın 11 sayılı parseldeki 1 numaralı dairesini, vekil kıldığı komşusu vasıtasıyla, kendisinden önce ölen kocasının ilk eşinden olma oğlunun karısı davalı Nuray Hayta’ya 03.10.2003 tarihli akitte satış yoluyla devrettiği; miras bırakanın 11.02.2004 tarihinde ölümüyle geriye mirasçısı olarak davacı dört yeğeninin kaldığı görülmektedir.
Davacılar, taşınmazın mal kaçırma amacıyla muvazaalı biçimde davalıya temlik edildiğini ileri sürerek eldeki davayı açmışlardır.
Hemen belirtmek gerekir ki, bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden, miras bırakanın kanser hastalığına yakalandığı, özel hastanede ameliyat geçirdiği, sağlık harcamalarının arttığı, emekli maaşı dışında başkaca bir gelirinin bulunmadığı, karşılaştığı sağlık harcamalarına kaynak yaratmak için çekişmeli dairesini hastalığı boyunca yanında kalıp kendisiyle ilgilenen ve destek olan davalıya sattığı; her ne kadar taşınmazın akitteki bedeli ile gerçek değeri arasında fark bulunsa da, anılan hususun tek başına muvazaanın kanıtı sayılamayacağı, kaldı ki, ölene kadar taşınmazda oturmaya devam etmesi ve davalının kendisine sağladığı bakım ve desteğin yarattığı minnet duygusu dikkate alındığında, sattığını gerçek değer üzerinden yapılmamasının mal kaçırma amacıyla hareket edildiği anlamını doğurmayacağı sonuç ve kanaatine varılmaktadır.
Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir…”
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Karar: Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
Sonuç: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK’nın 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 29.04.2009 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
Kayseri Gayrimenkul Avukatı
Kadastro tespitine itiraz davası, tapu iptali ve tescil davası, önalım davası, kira bedelinin tespiti ve kiracının tahliyesi davaları, ecrimisil davası, kamulaştırma bedelinin tespiti davası ile tenkis davası başta olmak üzere gayrimenkul ve taşınmaz hukuku ile ilgili süreçlerde herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için güncel mevzuat ve Yargıtay kararlarının takip edilmesi önem arz etmektedir. Gerekli başvuru veya itirazların zamanında ve usulüne uygun yapılması ve herhangi bir hak kaybı yaşanmaması açısından alanında uzman bir gayrimenkul avukatından hukuki yardım almaları faydalı olacaktır.
Gayrimenkul hukuku alanında uzman Kayseri gayrimenkul avukatı kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz; kamulaştırmasız el atma ile ilgili dava sürecinde müvekkillerine avukatlık, arabuluculuk ve hukuki danışmanlık hizmeti vermektedir.
Kayseri gayrimenkul avukatı arıyorsanız 15 yılı aşkın deneyimi ile avukat kadromuzdan dava süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile dava ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz.