Şirket Ortaklarına Gönderilen Ödeme Emrinin İptali
6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun
Limited şirketlerin amme borçları – Madde 35
Limited şirket ortakları, şirketten tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacağından sermaye hisseleri oranında doğrudan doğruya sorumlu olurlar ve bu Kanun hükümleri gereğince takibe tabi tutulurlar.
Ortağın şirketteki sermaye payını devretmesi halinde, payı devreden ve devralan şahıslar devir öncesine ait amme alacaklarının ödenmesinden birinci fıkra hükmüne göre müteselsilen sorumlu tutulur.
Amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda pay sahiplerinin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahıslar, amme alacağının ödenmesinden birinci fıkra hükmüne göre müteselsilen sorumlu tutulur.
Kanuni Temsilcilerin Sorumluluğu – Mükerrer Madde 35
Tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mal varlığından tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacakları, kanuni temsilcilerin ve tüzel kişiliği olmayan teşekkülü idare edenlerin şahsi mal varlıklarından bu Kanun hükümlerine göre tahsil edilir.
Bu madde hükmü, yabancı şahıs veya kurumların Türkiye’deki mümessilleri hakkında da uygulanır.
Tüzel kişilerin tasfiye haline girmiş veya tasfiye edilmiş olmaları, kanuni temsilcilerin tasfiyeye giriş tarihinden önceki zamanlara ait sorumluluklarını kaldırmaz.
Temsilciler, teşekkülü idare edenler veya mümessiller, bu madde gereğince ödedikleri tutarlar için asıl amme borçlusuna rücu edebilirler.
Tahsil zamanaşımı – Madde 102
Amme alacağı, vadesinin rasladığı takvim yılını takip eden takvim yılı başından itibaren 5 yıl içinde tahsil edilmezse zamanaşımına uğrar. Para cezalarına ait hususi kanunlarındaki zamanaşımı hükümleri mahfuzdur.
Zamanaşımından sonra mükellefin rızaen yapacağı ödemeler kabul olunur.
Şirket Adına Düzenlenen Ancak Şirket Ortaklarına Gönderilen Ödeme Emrinin İptali İstenebilir mi
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2015/10-1382 Karar No: 2019/352 Karar Tarihi: 26.03.2019
Özet: Somut olay değerlendirildiğinde, dava konusu … nolu ödeme emrinin … İnş. ve Tic. A.Ş. adına düzenlendiği, ancak bir dönem şirketin ortakları olan davacılara tebliğ edildiği, bu nedenle Kurumca şirket adına düzenlenen ödeme emrinin davacıların adlarının yazılı olduğu tebligat parçası ile davacıların adresine gönderilmesinin davacıların hukuki durumunun güncel (halihazır) ve ciddi bir tehlike ile tehdit edilmesine sebep olduğu, öte yandan Kurum tarafından mahkemeye verilen cevap dilekçesi ile prim alacağının davacıların şahsi mal varlığından karşılanacağına vurgu yapıldığı, bu haliyle davacıların hukuki durumu tereddüt içinde olup kendilerine ödeme emri gönderilmesinin davacılara zarar verebilecek nitelikte bulunduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla davacıların menfi tespit talebi yönünden dava açmalarında hukuki yararları bulunmaktadır. Şu halde yukarıda açıklanan nedenler gözetildiğinde direnme kararı yerindedir. Ne var ki, Özel Dairece bozma nedenine göre işin esasına yönelik temyiz incelemesi yapılmamıştır.
(506 S. K. m. 80) (6183 S. K. m. 102)
Taraflar arasındaki borçlu olmadığının tespiti ile ödeme emrinin iptali davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Kayseri 1. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 05.12.2012 tarihli ve 2012/475 E., 2012/679 K. sayılı karar davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 08.10.2013 tarihli ve 2013/599 E., 2013/18701 K. sayılı kararı ile;
“…1- Dosyadaki yazılara, toplanan delillere ve hükmün dayandığı gerektirici sebeplere göre, davalı Kurum vekilinin sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2- Hukuk Genel Kurulu’nun 14.11.2007 tarih ve 2007/13-848 E. 2007/840 K. sayılı ilamında belirtildiği üzere, açılmış bir davanın esasının incelenebilmesi (davanın mesmu, yani dinlenebilir olabilmesi) bazı şartların tahakkukuna bağlı olup, bunlara dava şartları denir. Dava şartlarından bir kısmı olumlu (varlığı mutlaka gerekli); diğer bir kısmı da, olumsuz (yokluğu mutlaka gerekli) niteliktedir. Hakim, önüne gelen bir davada, dava şartlarının mevcut olup olmadığını re’sen gözetmelidir. Olumlu dava şartlarından biri de, davacının o davayı açmakta hukuki yararının bulunmasıdır. Açılmasında davacısı yönünden hukuki yarar bulunmayan bir dava, dava şartının yokluğundan dolayı reddedilmelidir.
Yapılan incelemede, davaya konu 2010/17 numaralı takip dosyasına ait ödeme emirlerinin başlık kısmında takip borçlusunun, dava dışı “Ay-Su İnş ve Tic. A.Ş.” olduğunun yazılı olduğu; Bu çerçevede, davacılar hakkında Kurumca düzenlenen bir ödeme emri bulunmadığından, açmış oldukları davanın hukuki yarar yokluğu nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken, davacıların menfi tespit talebi yönünden yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, davalı Kurum vekilinin, bu yönlerini amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, Kuruma borçlu olunmadığının tespiti ile ödeme emrinin iptali istemine ilişkindir.
Davacılar vekili;… İnş. ve Tic. A.Ş.’nin 1997/5 dönemine ait prim borçları nedeniyle müvekkillerine 1.481,41TL asıl, 34.578,21TL gecikme zammı olmak üzere toplam 36.059,52TL prim borcunu içeren ödeme emri tebliğ edildiğini, ancak müvekkillerinin bir dönem borçlu şirketin ortağı iken 1996 yılında hisselerini devrettiklerini, bu nedenle ödeme emrine konu 1997/05 dönemine ait prim borcu nedeniyle müvekkillerinin borçlu olmasının söz konusu olmadığını, kaldı ki ödeme emrine konu alacağın da zamanaşımına uğradığını ileri sürerek ödeme emrinden dolayı müvekkillerinin borçlu olmadıklarının tespiti ile ödeme emrinin iptaline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı SGK vekili; … İnş. ve Tic. A.Ş.’nin hacze kabil malvarlığının bulunmaması ve borcun ödenmemesi nedeniyle şirket ortağı olan davacılara iptali istenen 25.02.2010 tarihli ve 3115606 sayılı ödeme emri tebliğ edildiğini, her ne kadar davacılar vekili müvekkillerinin 1996 yılında şirketle olan ilişiğinin kesildiğini iddia etse de şirket ortağı olarak görevlerinin son bulduğuna dair sicil müdürlüğünce Kuruma gönderilen bir belge bulunmadığını, bu nedenle itiraza konu ödeme emrinin davacıların şirket üst düzey yöneticisi olarak görev yaptığı döneme ilişkin prim ve gecikme zammından oluşan borç olduğunun kabulünün gerektiğini, diğer taraftan prim borcunun zamanaşımına da uğramadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece; dava konusu 2010/17 nolu ödeme emrine konu olan prim borcunun ait olduğu döneme göre 506 sayılı Kanun’un 80. maddesinde 3917 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik uyarınca 6183 sayılı Kanun’un 102. maddesinde düzenlenen zamanaşımı hükümlerinin uygulanmasının gerektiği, ilgili maddeye göre zamanaşımı süresinin prim borcunun vadesini takip eden takvim yılı başından itibaren 5 yıl olduğu, ödeme emri davacılara tebliğ edilmediğinden zamanaşımı süresinin kesilmediği gerekçesiyle davacıların bu borçtan dolayı borçlu olmadığının tespitine, ödeme emri şirket hakkında düzenlenmiş olup davacılar hakkında usulüne uygun düzenlenmiş ödeme emri bulunmadığından davacıların ödeme emrinin iptalini talep etmekte hukuki yararlarının bulunmadığına karar verilmiştir.
Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekilinin temyizi üzerine hüküm, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece; davalı Kurum vekilinin dosyaya sunduğu cevap dilekçesinde borçlu şirketin borcunu ödememesi ve hacze kabil malvarlığının bulunmaması nedeniyle borçlu olarak davacılara ödeme emrinin gönderildiğinin belirtildiği, bu durumda ödeme emrine itiraz edilmediğinde davacıların malvarlığına haciz konulacağının anlaşıldığı, davacıların malvarlığına haciz konulduğunda haczin kaldırılması yönünde yeniden dava açmak zorunda kalacakları, bu nedenle davacıların borçlu olmadıklarının tespitine yönelik dava açmakta hukuki menfaatleri bulunmadığından söz edilemeyeceği belirtilerek ve önceki gerekçeler tekrar edilerek direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda dava konusu ödeme emirlerinin başlık kısmında takip borçlusu olarak dava dışı “Ay-Su İnş. ve Tic. A.Ş.”nin yazılı olduğu dikkate alındığında davacıların menfi tespit talebi yönünden dava açmakta hukuki yararlarının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Sosyal güvenlik “sosyal risk” olarak adlandırılan bazı durumların bireyler üzerinde yarattığı etkileri giderme düşüncesi üzerine kuruludur (Güzel/Okur/Caniklioğlu: Sosyal Güvenlik Hukuk, 16. Baskı, İstanbul 2016, s.3). Sosyal riskleri gidermeye çalışan sosyal güvenlik kavramı sosyal güvenlik politikalarının ve sistemlerinin gelişim ve genişlemesine etken olmuş, bu gelişme ve genişleme sosyal güvenlik politikalarının ve sistemlerinin finansmanının düzenli ve güvenceli gelir kaynaklarından giderilmesini gerekli kılmıştır.
Türk sosyal sigortalar sistemi, sosyal güvenlik politikalarının ve sistemlerinin finansmanını ağırlıklı olarak prim rejimine dayandırmaktadır. Bu nedenledir ki Sosyal Güvenlik Kurumunun sosyal güvenlik politikalarını oluşturabilmesi, sosyal güvenlik sistemlerinin işlerliğini devam ettirebilmesi ve oluşan sosyal riskler yönünden gerekli sosyal sigorta yardımlarının sağlanması en önemli gelir kaynağı olan sigorta primlerinin zamanında ve eksiksiz olarak ödenmesine bağlıdır. Kanun koyucu 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 79’uncu maddesinde “kısa ve uzun vadeli sigortalar ile genel sağlık sigortası için, bu Kanunda öngörülen her türlü ödemeler ile yönetim giderlerini karşılamak üzere Kurum prim almak, ilgililer de prim ödemek zorundadır.” hükmüne yer vererek sosyal güvenlik içerisinde prim ödemenin önemine vurgu yapmıştır.
Sosyal sigortalara yönelik harcamalar yönünden önemli bir gelir kaynağı olan primlerin ödeme yükümlüsü ise mülga 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 73’üncü maddesinde ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 87’inci maddesinde düzenlenmiştir. Mülga 506 sayılı Kanun’un 73’üncü maddesine göre prim ödeme yükümlüsü işverenlerdir. Keza 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun’un 87’inci maddesinde de benzer bir düzenlemeye gidilmiş ve Kanunun 4’üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (c) bentlerine ve 5’inci maddenin (a) bendine tabi olanlar için bunların işverenlerinin prim ödeme yükümlüsü olduğu belirtilmiştir.
Öncesinde de üzerinde durulduğu üzere Kurumun sosyal sigortalar yardımlarını devam ettirebilmesi öncelikle sigorta primlerinin zamanında ve eksiksiz olarak ödenmesine bağlıdır. Bu nedenle Kanun prim ödemeleri bakımından işverenin sorumlu olması ile yetinmemiş, primlerin tahsil edilebilmesi amacıyla tüzel kişilik içerisinde bazı kişilerin de işveren ile birlikte sorumlu olmalarını öngörmüştür. Buradaki temel amaç alacaklı olan Kurumun en önemli gelir kaynaklarından olan primlerinin tahsilini güvence altına almasından ibarettir.
Primlerin zamanında ve düzenli olarak tahsilini sağlamak amacıyla işveren ile birlikte sorumlu olanlar yönünden kanun koyucu tarafından mülga 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nda, 01.07.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nda ve aynı zamanda 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunu’nda bir kısım düzenlemeler getirilmiştir.
506 sayılı (mülga) Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 80’inci maddesine göre işveren, bir ay içinde çalıştırdığı sigortalıların primlerine esas tutulacak kazançlar toplamı üzerinden 506 sayılı Kanun gereğince hesaplanacak prim tutarlarını ücretlerinden kesmeye ve kendisine ait prim tutarlarını da bu miktara ekleyerek en geç ertesi ayın sonuna kadar Kuruma ödemeye mecburdur. Süresinde ödenmeyen prim ve diğer kamu alacakları 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri uyarınca Kurumca tahsil edilecektir.
Öte yandan 506 sayılı (mülga) Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 80’inci maddesinde tüzel kişi işverenlerin ortak ve yetkililerinin kamu alacaklarından sorumluluğu da düzenlenmiş ve “Sigorta primlerini haklı sebepleri olmaksızın, birinci fıkrada belirtilen süre içerisinde tahakkuk ve tediye etmeyen kamu kurum ve kuruluşların tahakkuk ve tediye ile görevli kamu görevlileri mesul muhasip, sayman ile tüzel kişiliği haiz diğer işverenlerin üst düzeydeki yönetici veya yetkilileri kuruma karşı, işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur.” hükmüne yer verilmiştir.
01.07.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 88’inci maddesinde yer alan düzenlemeye göre;
“…Kurumun süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 51 inci, 102 nci ve 106 ncı maddeleri hariç, diğer maddeleri uygulanır. Kurum, 6183 sayılı Kanunun uygulanmasında Maliye Bakanlığı ile diğer kamu kurum ve kuruluşları ve mercilere verilen yetkileri kullanır. Kurumun sigorta primleri ve diğer alacakları haklı bir sebep olmaksızın bu Kanunda belirtilen sürelerde ödenmez ise kamu idarelerinin tahakkuk ve tediye ile görevli kamu görevlileri, tüzel kişiliği haiz diğer işverenlerin şirket yönetim kurulu üyeleri de dahil olmak üzere üst düzeydeki yönetici veya yetkilileri ile kanuni temsilcileri Kuruma karşı işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur.
Kurum, kamu idarelerinde iş yerinin özelliği nedeniyle primlerin farklı zamanlarda ödeme süresini belirlemeye yetkilidir. Prim alacaklarının tahsili için muacceliyet tarihinden itibaren en geç bir yıl içinde icra yoluna başvurmayan Kurum yetkili personeli hakkında genel hükümlere göre kovuşturma yapılır.
Sigortalılar ile tüzel kişilerin kasıt, kusur, hata veya yanıltıcı beyanından kaynaklanmaması şartıyla, sigortalılarca ödenen prim ve prime ilişkin borcun noksan tahakkuk ettirildiğinin Kurumca sonradan tespit edilmesi halinde tespit edilen fark prime ilişkin borç aslına, tebliğ tarihinden itibaren 89 uncu maddenin ikinci fıkrasına göre gecikme cezası ve gecikme zammı uygulanır.
Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Kurum tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.”
Görüldüğü üzere 506 sayılı (mülga) Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 80’inci maddesinde olduğu gibi 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 88’inci maddesinde de tüzel kişi işverenlerin ortak ve yetkililerinin kamu alacaklarından sorumluluğuna ilişkin bir düzenlemeye gidilmiş ve tüzel kişiliği haiz diğer işverenlerin şirket yönetim kurulu üyeleri de dahil olmak üzere üst düzeydeki yönetici veya yetkilileri ile kanuni temsilcileri Kuruma karşı işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu kabul edilerek, primlerin tahsilinin güvence altına alınması ve prim ödeme işinin özendirilmesi sağlanmaya çalışılmıştır.
Diğer yandan tüzel kişi işverenlerin ortak ve yetkililerinin kamu alacaklarından sorumluluğu mülga 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 80’inci, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 88’inci maddelerinin yanı sıra 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 35’inci ve mükerrer 35’inci maddelerinde de düzenlenmiştir.
6183 sayılı Kanun’un 35’inci maddesine göre limited şirket ortakları, şirketten tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacağından sermaye hisseleri oranında doğrudan doğruya sorumlu olurlar ve 6183 sayılı Kanun hükümleri gereğince takibe tabi tutulurlar.
6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un mükerrer 35’inci maddesinde ise, “Tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mal varlığından tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacakları, kanuni temsilcilerin ve tüzel kişiliği olmayan teşekkülü idare edenlerin şahsi mal varlıklarından bu Kanun hükümlerine göre tahsil edilir” düzenlemesi bulunmaktadır.
Sonuç itibariyle kanun koyucu belirtilen yasal düzenlemeler ile Kurumun prim alacağını tahsilinde Kurum lehine düzenlemeler getirmiş ve özellikle 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle işverenler ile birlikte özel hukuk tüzel kişilerinin şirket yönetim kurulu üyeleri de dahil olmak üzere üst düzeydeki yönetici veya yetkilileri ile kanuni temsilcileri Kuruma karşı işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumluluğu esasını benimsemiştir.
Yukarıdaki bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde, dava konusu 2010/17 nolu ödeme emrinin … İnş. ve Tic. A.Ş. adına düzenlendiği, ancak bir dönem şirketin ortakları olan davacılara tebliğ edildiği, bu nedenle Kurumca şirket adına düzenlenen ödeme emrinin davacıların adlarının yazılı olduğu tebligat parçası ile davacıların adresine gönderilmesinin davacıların hukuki durumunun güncel (halihazır) ve ciddi bir tehlike ile tehdit edilmesine sebep olduğu, öte yandan Kurum tarafından mahkemeye verilen cevap dilekçesi ile prim alacağının davacıların şahsi mal varlığından karşılanacağına vurgu yapıldığı, bu haliyle davacıların hukuki durumu tereddüt içinde olup kendilerine ödeme emri gönderilmesinin davacılara zarar verebilecek nitelikte bulunduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla davacıların menfi tespit talebi yönünden dava açmalarında hukuki yararları bulunmaktadır.
Şu halde yukarıda açıklanan nedenler gözetildiğinde direnme kararı yerindedir. Ne var ki, Özel Dairece bozma nedenine göre işin esasına yönelik temyiz incelemesi yapılmamıştır.
Hal böyle olunca, davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekilinin esasa dair temyiz itirazları ile ilgili inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
Sonuç: Direnme uygun bulunduğundan davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekilinin işin esasına ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 10. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 26.03.2019 tarihinde oybirliği ile kesin olarak karar verildi.
İş hukuku ve sosyal güvenlik hukukuna ilişkin dava ve uyuşmazlıklarda taleplerin etkili bir biçimde ileri sürülmesi ve hak kaybına uğramamak için iş hukuku alanında deneyimli bir avukattan hukuki destek alınması faydalı olacaktır. Kayseri iş hukuku avukatı kadromuz, iş hukuku ve sosyal güvenlik hukuku alanında 15 yılı aşan deneyimi ile güncel mevzuat ve Yargıtay kararları çerçevesinde; ihbar tazminatı davası, kıdem tazminatı davası, işe iade davası, fazla mesai alacağı, ilave tediye alacağı ve benzer davaların açılması ve takibi, mobbing ve kötü niyet tazminatlarına ilişkin davaların açılması ve takibi, fazla mesai ücretleri ve yıllık ücretli izinlerin kullandırılması, hesaplanması ve tahsili davaları açılması ve takibi konuları başta olmak üzere -bunlarla sınırlı olmamak üzere- iş hukuku ve sosyal güvenlik hukuku ile ilgili her türlü konuda müvekkillerine avukatlık, arabuluculuk ve hukuki danışmanlık hizmeti vermektedir.
Kayseri iş hukuku avukatı arıyorsanız 15 yılı aşkın deneyimi ile avukat kadromuzdan dava süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile dava ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; iş hukuku ve sosyal güvenlik hukukuna ilişkin detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz.