Sahte Sürücü Belgesi Düzenlenmesinde Suça İştirak ve Azmettirme
5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu
Özlük hakları ve sorumluluklar – Madde 9
…Kurumlarda görev yapan yönetici, öğretmen, uzman öğretici ve usta öğreticiler, görevleri sırasında suç işlemeleri veya görevleri nedeniyle kendilerine karşı işlenen suçlardan dolayı 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun uygulanması ve ceza kovuşturması bakımından kamu görevlisi sayılır.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu
Resmi belgede sahtecilik – Madde 204
(1) Bir resmi belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmi belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmi belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmi bir belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren, gerçeğe aykırı olarak belge düzenleyen veya sahte resmi belgeyi kullanan kamu görevlisi üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Resmi belgenin, kanun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan belge niteliğinde olması halinde, verilecek ceza yarısı oranında artırılır.
Madde Gerekçesi
Maddede, resmî belgede sahtecilik suçu tanımlanmıştır. Suçun konusu resmî belgedir. Belge, eski dilimizdeki “evrak” kelimesi karşılığında kullanılmakta olup, yazılı kâğıt anlamına gelmektedir. Bu bakımdan, yazılı kâğıt niteliğinde olmayan şey, ispat kuvveti ne olursa olsun, belge niteliği taşımamaktadır.
Kâğıt üzerindeki yazının, anlaşılabilir bir içeriğe sahip olması ve ayrıca, bir irade beyanını ihtiva etmesi gerekir.
Bu yazının belli bir kişiye veya kişilere izafe edilebilir olması gerekir. Ancak, bu kişilerin gerçekten mevcut kişiler olması gerekmez. Bu itibarla, gerçek veya hayalî belli bir kişiye izafe edilemeyen yazılı kâğıt, belge niteliği taşımaz. Kâğıt üzerindeki yazının belli bir kişiye izafe edilebilmesi için, bu kişinin ad ve soyadının kâğıda eksiksiz bir şekilde yazılması ve kâğıdın bu kişi tarafından imzalanmış olması şart değildir.
Ancak, bazı belgeler (örneğin poliçe gibi kambiyo senetleri) açısından, belge üzerinde kişinin kendi el yazısı ile imzasının atılmış olması gerekir. Zira, imza, ilgili kambiyo senedinin zorunlu şekil şartını (kurucu bir unsurunu) oluşturmaktadır.
Bir kişinin, düzenlediği belgeye başkasının adını yazması ve belgeyi imzalaması durumunda da bir belge vardır; ancak, bu belge sahtedir. Belge altında adı yazılan ve adına imza konulan kişi, gerçek veya hayali bir kişi olabilir. Bunun, belgenin varlığına bir etkisi bulunmamaktadır.
Bir belgeden söz edebilmek için, kâğıt üzerindeki yazının içeriğinin hukukî bir kıymet taşıması, hukukî bir hüküm ifade eylemesi, hukukî bir sonuç doğurmaya elverişli olması gerekir.
Resmî belge, bir kamu görevlisi tarafından görevi gereği olarak düzenlenen yazıyı ifade etmektedir. Bu itibarla, düzenlenen belge ile, kamu görevlisinin ifa ettiği görev arasında bir irtibatın bulunması gerekir. Bu itibarla, bir kamu kurumu ile akdedilen sözleşme dolayısıyla özel hukuk hükümlerinin uygulama kabiliyetinin olması hâlinde dahi, resmî belge vardır. Çünkü sözleşme, kamu kurumu adına kamu görevlisi tarafından imzalanmaktadır.
Ayrıca belirtilmelidir ki, her ne kadar, belgeden söz edilen durumlarda yazılı bir kâğıdın varlığı gerekli ise de; bazı durumlarda belgenin varlığını kabul için, yazının kâğıt üzerinde bulunması gerekmez. Bir metal levha üzerine yazı yazılması hâlinde de belgenin varlığını kabul etmek gerekir. Bu itibarla, araç plakaları da resmî belge olarak kabul edilmek gerekir.
Söz konusu suç, seçimlik hareketli bir suç olarak tanımlanmıştır.
Birinci seçimlik hareket, resmî belgeyi sahte olarak düzenlemektir. Bu seçimlik hareketle, resmî belge esasında mevcut olmadığı hâlde, mevcutmuş gibi sahte olarak üretilmektedir.
Sahtelikten söz edebilmek için, düzenlenen belgenin gerçek bir belge olduğu konusunda kişiyi yanıltıcı nitelikte olması gerekir. Başka bir deyişle, sahteliğin beş duyuyla anlaşılabilir olmaması gerekir. Özel bir incelemeye tâbi tutulmadıkça gerçek olmadığı anlaşılamayan belge, sahte belge olarak kabul edilmek gerekir.
İkinci seçimlik hareket, gerçek bir resmî belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştirmektir. Bu seçimlik hareketle, esasında mevcut olan resmî belge üzerinde silmek veya ilaveler yapmak suretiyle değişiklik yapılmaktadır. Mevcut olan resmî belge üzerinde sahtecilikten söz edebilmek için, yapılan değişikliğin aldatıcı nitelikte olması gerekir. Aksi takdirde, resmî belgeyi bozmak suçu oluşur.
Birinci ve ikinci seçimlik hareketle bağlantılı olarak belirtilmek gerekir ki; sahteciliğin, belgenin üzerindeki bilgilerin bir kısmına veya tamamına ilişkin olmasının, suçun oluşması açısından bir önemi bulunmamaktadır.
Üçüncü seçimlik hareket ise, sahte resmî belgeyi kullanmaktır. Kullanılan sahte belgenin kişinin kendisi veya başkası tarafından düzenlenmiş olmasının bir önemi yoktur.
Maddenin ikinci fıkrasında, resmî belgede sahtecilik suçunun kamu görevlisi tarafından işlenmesi ayrı bir suç olarak tanımlanmaktadır. Birinci fıkrada tanımlanan suçtan farklı olarak, bu suçun kamu görevlisi tarafından işlenmesinin yanı sıra, suçun konusunu oluşturan belgenin kamu görevlisinin görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmî bir belge olması gerekir. Bu bakımdan, resmî belgede sahteciliğin kamu görevlisi tarafından yapılmasına rağmen, düzenlenen sahte resmî belgenin kamu görevlisinin görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu bir belge olmaması hâlinde, bu fıkra hükmü uygulanamaz.
Söz konusu suçu oluşturan hareketler, birinci fıkrada tanımlanan suçu oluşturan seçimlik hareketlerden ibarettir. Ancak, bu bağlamda özellikle belirtilmelidir ki, kamu görevlisinin gerçeğe aykırı olarak bir olayı kendi huzurunda gerçekleşmiş gibi, bir beyanı kendi huzurunda yapılmış gibi göstererek belge düzenlemesi hâlinde, bu fıkra hükmünde tanımlanan suç oluşur.
Maddenin üçüncü fıkrasında, resmî belgede sahtecilik suçunun konu bakımından nitelikli unsuru belirlenmiştir. Buna göre, suçun konusunu oluşturan resmî belgenin, kanun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan belge niteliğinde olması hâlinde, cezanın belirlenen oranda artırılması gerekir. Bu hüküm, belgelerde sahtecilik suçları ile delil teorisi arasındaki ilişki göz önüne alınarak, daha üstün ispat gücüne sahip belgeyi daha fazla korumak ihtiyacını karşılamaktadır. Ancak, değişik yorumlara son vermek maksadıyla bir belgenin böyle bir güce sahip olup olmadığının saptanması için kanunlarda bu hususu belirten bir hüküm bulunması gerekli sayılmıştır.
Faillik – Madde 37
(1) Suçun kanuni tanımında yer alan fiili birlikte gerçekleştiren kişilerden her biri, fail olarak sorumlu olur.
(2) Suçun işlenmesinde bir başkasını araç olarak kullanan kişi de fail olarak sorumlu tutulur. Kusur yeteneği olmayanları suçun işlenmesinde araç olarak kullanan kişinin cezası, üçte birden yarısına kadar artırılır.
Madde Gerekçesi
765 sayılı Türk Ceza Kanununda “aslî ” ve “fer’î iştirak” ayırımı kabul edilmiştir. “Asli iştirak”, “aslî maddî iştirak” ve “aslî manevî iştirak” olarak ikiye ayrılmıştır. Bu ayırımda “fiili irtikap etme” ve “doğrudan doğruya beraber işleme”, “aslî maddî iştirak” şekilleri olarak öngörülmüştür. Buna karşılık azmettirme, “aslî manevî fail” olmayı gerektirmektedir. Tek tek sayılmak suretiyle belirlenen “fer’î iştirak” hâllerinde ise, cezanın indirilmesi gerekirken, “zorunlu fer’i iştirak”in “asli iştirak” olarak cezalandırılması öngörülmüştür.
Bu sistemin en önemli sakıncası, kişinin suçun işlenişine katkısının, gerçekleştirilen suçun bütünlüğü içersinde değil, ondan bağımsız olarak ele alınmasıdır. Örneğin bir işyerinde işlenen silâhlı yağma suçunda, dışarıda gözcülük yapan kişinin fiili yağma suçunun bütününden bağımsız olarak değerlendirilmektedir. Bu nedenle, gözcülük yapan uygulamada bazen “asli fail” bazen “fer’i fail” olarak sorumlu tutulmaktadır. Bu sistemde, suçun işlenişine iştirak eden kişilerin çoğu zaman “asli fail” olarak mı yoksa “fer’i fail” olarak mı sorumluluğu gerektirdiği duraksamaya yer vermeyecek bir biçimde saptanamamaktadır. Halbuki, örnek olayda gözcülük yapma fiilinin diğer kişilerle birlikte işlenen yağma suçunun gerçekleşmesine olan etkisi bir bütün olarak değerlendirildiğinde; gözcülük yapan kişinin de diğer suç ortaklarıyla birlikte suçun işlenişi üzerinde ortak hâkimiyet kurduğu sonucuna ulaşılır. Bu durumda ise gözcülük yapan kişinin de fail olarak sorumlu tutulması gerekir.
Yeni yapılan düzenlemeyle, iştirak şekilleri, fiilin işlenişi üzerinde kurulan hâkimiyet ölçü alınarak belirlenecektir. Bu sistemde birer sorumluk statüsü olarak öngörülen iştirak şekilleri ise, faillik, azmettirme ve yardım etmeden ibarettir.
Yeniden düzenlenen maddenin birinci fıkrasına göre suçun kanuni tanımında öngörülen fiili gerçekleştirilen kişi fail olup; suçun birden fazla kişi tarafından birlikte işlenmesi durumunda, bu kişilerin her biri müşterek fail olarak sorumlu tutulacaklardır.
Müşterek faillikte, birlikte suç işleme kararının yanı sıra, fiil üzerinde ortak hâkimiyet kurulduğu için, her bir suç ortağı fail statüsündedir. Ortak hâkimiyetin kurulup kurulmadığının saptanmasında suç ortaklarının suçun icrasındaki rolleri ve katkılarının taşıdığı önem göz önünde bulundurulur. Bu durumda, fiilin icrası veya sonuçsuz kalması ortak faillerden her birinin elinde bulunmaktadır. Örneğin suç ortaklarından birinin cebir veya tehdit kullanarak mağduru etkisiz hâle getirdiği, diğerinin de üzerindeki para ve sair kıymetli eşyayı aldığı yağma suçunda her iki suç ortağının suçun işlenişine yaptıkları katkı, suçun icrası açısından birbirini tamamlayıcı niteliktedir. Dolayısıyla, her iki suç ortağı, suçun işlenişi üzerinde ortak bir hâkimiyet kurmaktadır.
Suç ortaklarının iştirak katkılarının karşılıklı olarak birbirlerini tamamlamadığı durumlarda da müşterek faillik mümkündür. Bazı hâllerde failler, her biri suçun kanuni tanımındaki bütün unsurları tek başına gerçekleştirmek üzere, bir anlaşmaya varabilir. Örneğin bir kişiyi öldürmek için aralarında anlaşmış olan beş kişi, amacın gerçekleşme ihtimalini daha da yükseltmek için, aynı anda mağdurun üzerine ateş ederler. Ateşlenen mermilerden bir kısmı mağdura isabet eder, bir kısmı ise etmez. Bu örnek olayda bütün suç ortakları ortak bir suç işleme kararına dayanarak birlikte hareket etmektedirler. Bu beş suç ortağının ateşlediği mermilerden sadece bir tanesinin mağdura isabet edip ölümüne neden olması hâlinde dahi, tamamlanmış kasten adam öldürme suçundan dolayı bu kişilerden her biri müşterek fail olarak sorumlu tutulacaktır.
Müşterek faillik bakımından zorunlu diğer bir koşul, failler arasında birlikte suç işleme kararının varlığıdır. Belli bir hareketin icrasına ve neticenin meydana gelmesine ilişkin olan birlikte suç işleme kararı, kast kapsamında düşünülmelidir. Suç ortaklarının suçun işlenişine ilişkin kastlarının doğrudan veya olası kast gibi farklılık göstermesinin, müşterek fail olarak sorumlulukları üzerinde bir etkisi yoktur.
Bir suçun failine, onun haberi olmaksızın, tek taraflı iradeyle, suçun işlenmesine başlamadan önce veya suçun icrası sırasında yardım edilmesi hâlinde, müşterek fail olarak değil, yardım eden olarak sorumlu tutulmak gerekir.
Maddenin ikinci fıkrasında, dolaylı faillik düzenlenmiştir. Kişi suçu bir başkasını araç olarak kullanmak suretiyle gerçekleştirebilir. Bu durumda dolaylı faillik söz konusudur. Dolaylı faillikte, arka plandaki kişi, suçun icraî hareketlerini gerçekleştiren şahsın ve hareketinin üzerinde hâkimiyet kurmaktadır ve bu hâkimiyet nedeniyle, fail olarak sorumlu tutulmaktadır.
Suçun işlenmesinde kusur yeteneği olmayan kişilerin araç olarak kullanılması durumunda, dolaylı faile verilecek olan cezanın bu nedenle artırılması kabul edilmiştir. Zira bu durumda sadece bir suç işlenmemekte, kendisini yönlendirme yeteneği olmayan kişiler istismar da edilmektedir.
Azmettirme – Madde 38
(1) Başkasını suç işlemeye azmettiren kişi, işlenen suçun cezası ile cezalandırılır.
(2) Üstsoy ve altsoy ilişkisinden doğan nüfuz kullanılmak suretiyle suça azmettirme halinde, azmettirenin cezası üçte birden yarısına kadar artırılır. Çocukların suça azmettirilmesi halinde, bu fıkra hükmüne göre cezanın artırılabilmesi için üstsoy ve altsoy ilişkisinin varlığı aranmaz.
(3) Azmettirenin belli olmaması halinde, kim olduğunun ortaya çıkmasını sağlayan fail veya diğer suç ortağı hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar, müebbet hapis cezası yerine onbeş yıldan yirmi yıla kadar hapis cezasına hükmolunabilir. Diğer hallerde verilecek cezada, üçte bir oranında indirim yapılabilir.
Madde Gerekçesi
Azmettirme, belli bir suçu işleme hususunda henüz bir fikri olmayan bir kişinin başkası tarafından bu suçu işlemeye karar verdirilmesidir. İzlenen suç politikasının gereği olarak, azmettirenin suçun kanundaki cezası ile cezalandırılacağı kabul edilmiştir.
Maddenin ikinci fıkrasında, üstsoy ve altsoy ilişkisinden doğan nüfuz kullanılmak suretiyle suça azmettirme hâlinde, azmettirenin cezasının belli bir oranda artırılması uygun görülmüştür. Ancak, çocukların suça azmettirilmesi hâlinde, bu fıkra hükmüne göre cezanın artırılabilmesi için üstsoy ve altsoy ilişkisinin varlığı aranmayacaktır. Bu durumlarda azmettirenin cezasında artırım öngörülmesinin hukukî dayanağı, ayrıca, azmettirme olgusunun tek başına bir haksızlık ifade etmesidir.
Üçüncü fıkrada, ceza soruşturması ve kovuşturmasının amacına hizmet eden bir hükme yer verilmiştir. Buna göre, azmettirenin belli olmaması hâlinde, kim olduğunun ortaya çıkmasını sağlayan fail veya diğer suç ortağı hakkında verilecek cezada indirim yapılabilecektir. Bu durumda indirim yapılması hususunda hâkim takdir yetkisine sahiptir. Bu hükmün uygulanabilmesi için, kişiliğe ilişkin olarak verilen bilginin maddî gerçeğin ortaya çıkmasını sağlaması gerekir.
Yardım etme – Madde 39
(1) Suçun işlenmesine yardım eden kişiye, işlenen suçun ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirmesi halinde, onbeş yıldan yirmi yıla; müebbet hapis cezasını gerektirmesi halinde, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hallerde cezanın yarısı indirilir. Ancak, bu durumda verilecek ceza sekiz yılı geçemez.
(2) Aşağıdaki hallerde kişi işlenen suçtan dolayı yardım eden sıfatıyla sorumlu olur:
a) Suç işlemeye teşvik etmek veya suç işleme kararını kuvvetlendirmek veya fiilin işlenmesinden sonra yardımda bulunacağını vaat etmek.
b) Suçun nasıl işleneceği hususunda yol göstermek veya fiilin işlenmesinde kullanılan araçları sağlamak.
c) Suçun işlenmesinden önce veya işlenmesi sırasında yardımda bulunarak icrasını kolaylaştırmak.
Madde Gerekçesi
Hükümet Tasarısındaki “fer’î iştirak” yerine yardım etme ifadesi benimsenmiştir. İçerik olarak Tasarının 42. maddesine büyük ölçüde sadık kalınmıştır. Ancak, iştirake ilişkin olarak kabul edilen yeni sistemde, “zorunlu fer’î iştirak” olarak adlandırılan bir hükme gerek kalmadığından, maddenin ikinci fıkrasındaki bu hususa ilişkin hüküm metinden çıkarılmıştır.
Bağlılık kuralı – Madde 40
(1) Suça iştirak için kasten ve hukuka aykırı işlenmiş bir fiilin varlığı yeterlidir. Suçun işlenişine iştirak eden her kişi, diğerinin cezalandırılmasını önleyen kişisel nedenler göz önünde bulundurulmaksızın kendi kusurlu fiiline göre cezalandırılır.
(2) Özgü suçlarda, ancak özel faillik niteliğini taşıyan kişi fail olabilir. Bu suçların işlenişine iştirak eden diğer kişiler ise azmettiren veya yardım eden olarak sorumlu tutulur.
(3) Suça iştirakten dolayı sorumlu tutulabilmek için ilgili suçun en azından teşebbüs aşamasına varmış olması gerekir.
Madde Gerekçesi
Bağlılık kuralı, suç ortaklarından bazılarında faillik için aranan şartların bulunmaması hâlinde, bu kişilerin işlenen suçtan sorumluluğunu sağlamaktadır. Böylece; suçun işlenişinde hâkimiyet kuramadığı veya özel faillik niteliğini taşımadığı için fail olarak sorumlu tutulamayan bir suç ortağı, bağlılık kuralı sayesinde, gerçekleşen suçtan sorumlu tutulabilmektedir.
Bağlılık kuralının gereği olarak, diğer suç ortaklarının azmettiren veya yardım eden olarak sorumlu tutulabilmesi için, failin işlediği fiilin kasten işlenmesi ve hukuka aykırı olması gerekir ve yeterlidir. Failin bu fiil nedeniyle ayrıca kusurlu olmasına gerek yoktur. Yine, cezayı hafifleten veya ortadan kaldıran kişisel nedenler, ancak ilgili suç ortağı açısından hukukî sonuç doğururlar.
Özel faillik niteliğinin arandığı suçlarda, ancak bu niteliğe sahip olan kişiler fail olabilir. Örneğin zimmet suçunun faili ancak kamu görevlisi olabilir. Özel faillik niteliğini taşımayan kişiler, özgü suça iştirak etmeleri hâlinde, ancak azmettiren veya yardım eden olarak sorumlu olur.
Sadece özel faillik niteliğine sahip olmak, özgü suçun faili olarak sorumluluk için yeterli olmayabilir. Bunun için, özel faillik niteliğinin yanı sıra, ayrıca fiil üzerinde hâkimiyet kurulması gerekir. Örneğin resmî belgede sahtecilik suçunun işlenişine iştirak eden kamu görevlisi kişilerin, bu suçun nitelikli şekli açısından müşterek fail olarak sorumlu tutulabilmeleri için, birlikte suç işleme kararının yanı sıra, ayrıca belgede sahtecilik fiili üzerinde ortak hâkimiyet kurmaları gerekir.
Azmettiren veya yardım eden olarak sorumluluk için, suçun tamamlanmış veya en azından teşebbüs aşamasına varmış olması gerekir. Bu sonuç, bağlılık kuralının niceliksel etkisinden çıkarılmaktadır.
Sahte Sürücü Belgesi Düzenlenmesi: Kamu Görevlisinin Resmi Belgede Sahteciliği Suçuna İştirak ve Azmettirme
Yargıtay Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2018/189 Karar No: 2019/350 Karar Tarihi: 18.04.2019
Özet: Teorik ve direksiyon eğitimi sınavına girmeden motorlu taşıt sürücü sertifikası alamayacağını bilen sanığın, sürücü kursu yöneticilerine başvurup kendisine sahte sürücü sertifikası düzenleme hususunda teklifte bulunmayan yöneticileri suç işlemeye azmettirerek sahte sürücü sertifikası düzenlettirdiği, düzenlenen bu sertifika ve diğer belgelerle İlçe Tescil Büro Amirliğine başvurarak suça konu sahte sürücü belgesini aldığı olayda; sanığın kamu görevlisinin resmî belgede sahteciliği suçuna azmettiren olarak cezalandırılması gerekeceği, bu husus kanunda açık olarak düzenlendiğinden, failliğe göre şeriklik hâlinin tali norm niteliğinde olduğundan bahisle sanığın eyleminin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 204/1. maddesi kapsamında değerlendirilemeyeceği kabul edilmelidir.
İçtihat Metni
Kararı Veren Yargıtay Dairesi: 11. Ceza Dairesi
Mahkemesi: Ağır Ceza Mahkemesi
Resmî belgede sahtecilik suçundan sanık …’nin 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu’nun 342, 80, 59/2 ve 647 sayılı Kanun’un 6. maddeleri uyarınca 1 yıl 11 ay 10 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve cezasının ertelenmesine ilişkin Çorlu 1. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 03.03.2014 tarihli ve 281-177 sayılı hükmün, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 11. Ceza Dairesince 26.12.2017 tarih ve 13520-9321 sayı ile kamu davasının düşürülmesine karar verilmiş,
Karşı Oy Gerekçesi
Daire Başkanı H. Eken ve Daire Üyesi S. Bayındır;
“Özgü suçlarda iştirak hâli 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 40/2 maddesinde “Özgü suçlarda, ancak özel faillik niteliğini taşıyan kişi fail olabilir. Bu suçların işlenişine iştirak eden diğer kişiler ise azmettiren veya yardım eden olarak sorumlu tutulur.” şeklinde düzenlenmiş olup; resmî evrakta sahtecilik suçunun kamu görevlisi tarafından işlenmesi hâlinde suça iştirak eden kamu görevlisi olmayan kişiler azmettiren ya da yardım eden sıfatıyla TCK 204/2. maddesi uyarınca kamu görevlisi gibi cezalandırılacaktır.
Suç tarihinde yürürlükte bulunan 625 sayılı (mülga) Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nun 49. maddesi uyarınca özel öğretim kurumlarının yönetici ve öğretmenleri suç işlemeleri hâlinde Türk Ceza Kanunu’nun uygulanması ve ceza kovuşturması bakımından memur sayılır.
Dairemiz Uygulamaları:
Yargıtay 11. CD. 2017/3757 Esas, 2017/4109 Karar sayılı 01.06.2017 tarihli kararı;
“Sürücü kursu yetkilileri tarafından düzenlenmesini sağladığı sahte lise diploması ile sürücü belgesi alan sanık Erol Akın’ın eyleminin suç tarihinde yürürlükte bulunan 625 sayılı (mülga) Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nun 49. maddesi yollamasıyla 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 38/1, 204/2. maddesinde yazılı ‘memurun resmi belgede sahteciliğine azmettirme’, sanık İrfan İlhan’ın eyleminin ise, dosyası tefrik edilen sanıklarla fikir ve eylem birliği içerisinde hareket ederek sürücü belgesi almak isteyen kursiyer sanıklar adlarına sahte öğrenim belgeleri düzenleyip sürücü belgesi almalarını sağlama ve bu suretle ‘memurun resmî belgede sahteciliğine iştirak’ suçunu oluşturacağından, sanıkların 5237 sayılı TCK’nın 204/2. maddesi uyarınca cezalandırılmalarına karar verilmesi gerektiği gözetilmeden, yazılı şekilde anılan Kanun’un 204/1. maddesi uygulanarak eksik ceza tayini”
Yargıtay 11.CD, 2013/15725 Esas,2015/28658 Karar sayılı 16.09.2015 tarihli kararı;
“İddianamede sanığın sahte sürücü belgesi sertifikasıyla Bahçelievler Emniyet Müdürlüğünden sürücü belgesi aldığı ve kullandığının, Trafik Tescil Bürosunda görevli polislerin de usulüne göre Milli Eğitimden gelen listelerle karşılaştırmadan bunları getiren kişilere sürücü belgesi verdiklerinin anlatılması ve ilgili görevliler hakkında Bakırköy 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/34 Esas sayılı dosyası ile kamu görevlisinin resmi belgede sahteciliği ve görevi kötüye kullanma suçlarından yargılamalarının bulunduğunun dosya içeriğinden anlaşılması karşısında; sanığın eyleminin de kamu görevlisini resmi belgede sahteciliğe azmettirme suçunu oluşturup oluşturamayacağına ilişkin delilleri takdir ve değerlendirme görevinin üst dereceli ağır ceza mahkemesine ait olduğu ve görevsizlik kararı verilmesi gerektiği gözetilmeden yargılamaya devamla yazılı şekilde hüküm kurulması,”
şeklindedir.
Yukarıda örneklerini verdiğimiz kararlardan da anlaşılacağı üzere Dairemizce de istikrarlı bir şekilde sürdürülen uygulamalar; sürücü kursu yöneticilerinin evrakta sahtecilik eylemlerinin suç tarihinde yürürlükte bulunan 625 sayılı (mülga) Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nun 49. maddesi yollamasıyla 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 204/2. maddesinde düzenlenen “kamu görevlisinin resmî belgede sahteciliği” suçunu oluşturacağı, kamu görevlisi olmayanların bu suça iştirak etmeleri hâlinde ise iştirakin niteliğine göre 5237 sayılı TCK’nın 40/2. Maddesi yollaması ile ‘kamu görevlisini resmî belgede sahteciliğe azmettiren veya yardım eden,’ olarak sorumlu olacağı yönündedir.
Somut olayda; sürücü belgesi almak isteyen sanık …’nin, sürücü belgesi için gerekli sağlık kurulu raporu olmadığı halde diğer sanıklar …, …’ın yöneticisi oldukları sürücü kursuna müracaat ederek sürücü kursunda sürücü belgesi derslerine katılmayıp, yazılı ve direksiyon sınavına girmeden sürücü belgesi aldığı, sürücü kursu yöneticisi ve yetkilisi olan ve evrakları tefrik edilen sanıklar …, …’ın yöneticisi oldukları sürücü kursuna müracaat eden müşterilerin (kursiyer) kursa gelmeden kimlik bilgileri ile ilgili evraklarını şahıslardan alıp, kursun ilgili kayıtlarına işletmeden ve İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne bilgi vermeden Milli Eğitim Müdürlüklerince yapılan ehliyet yazılı sınavlarına sokmadan ve İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünce yapılan direksiyon sınavına da sokmadan sınavları kazanmış gibi kursiyer sanıklar adına sahte Motorlu Taşıt Sürücü Sertifikası düzenleyerek, yine ehliyet alabilmek için gerekli olan sağlık kurulu raporlarını doktorların ve sağlık başkanlığının imzalarını ve kaşelerini tasdik etmek sureti ile sahte olarak düzenledikleri iddia ve kabul edilmesi karşısında;
Sanık …’nin sürücü belgesi almak için zorunlu olan sağlık kurulu raporu bulunmadığı hâlde sürücü kursuna başvurup, sürücü belgesi derslerine katılmadan, yazılı ve direksiyon sınavına girmeden, sahte belgelerle sertifika düzenlettirip sürücü belgesi temin etmek şeklinde gerçekleşen eyleminin; 625 sayılı (mülga) Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nun 49. maddesi ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 40/2. maddesi yollamasıyla 5237 sayılı TCK’nın 204/2. maddesinde düzenlenen ‘kamu görevlisini resmî belgede sahteciliği suçuna azmettiren’ olarak iştirak niteliğinde olup,
Kamu görevlisinin resmî belgede sahteciliği suçunun olağanüstü dava zamanaşımı süresinin, cezasının türü ve üst sınırı itibarı ile suç tarihinde yürürlükte bulunan ve lehe olan 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu’nun 102 ve 104. maddeleri uyarınca 15 yıl olduğu, 15 yıllık olağanüstü dava zamanaşımı süresinin ise suç tarihi olan 20.04.2004 tarihinden temyiz inceleme tarihine kadar gerçekleşmediği düşüncesi ile sayın çoğunluğun zamanaşımından kamu davasının düşürülmesine dair kararına katılmıyoruz.”
düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının İtirazı
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 18.01.2018 tarih ve 11479 sayı ile;
“Sanık …’nin sürücü belgesi almak için zorunlu olan sağlık kurulu raporu bulunmadığı hâlde sürücü kursuna başvurup, sürücü belgesi derslerine katılmadan, yazılı ve direksiyon sınavına girmeden, sahte belgelerle sertifika düzenlettirip sürücü belgesi temin etmek şeklinde gerçekleşen eyleminin; 625 sayılı (mülga) Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nun 49. maddesi ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 40/2. maddesi yollamasıyla 5237 sayılı TCK’nın 204/2. maddesinde düzenlenen ‘kamu görevlisini resmî belgede sahteciliği suçuna azmettiren’ suçunu mu yoksa resmî belgede sahtecilik suçunu mu oluşturacağı hususu itirazımızın özünü oluşturmaktadır.
Konunun açıklığa kavuşması bakımından resmî belgede sahtecilik suçuna kısaca değinmekte yarar vardır.
Kanunumuzda sahtecilik suçları, resmî ve özel belge ayrımına dayandırılmış; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 204-206, 210/1. maddeler resmi belgeleri; 207, 208. maddeler özel belgeleri suç saymıştır. Bu ayrımda, resmî belgelerin kanıt gücünün yüksek bulunmasından ve kamu idaresinin işleyiş düzeninin ihlâl edilmesinden hareketle, eylem daha yüksek bir yaptırımla karşılanmıştır. Belirtelim ki resmî belgeler de kanıt gücü bakımından kendi arasında farklılık içermektedir. Örneğin hukuk usulünde bazı resmî belgeler, sahteliği sabit olana kadar geçerli resmî belge (HUMK m.295) sayılmış, bazıları da aksi sabit olana kadar geçerli resmî belge olarak kabul edilmiştir. Diğer taraftan, resmî belgede sahtecilik suçu bakımından sahtecilik fiili yeterli görülmüş, özel belgede sahtecilik suçunun oluşması için ise sahte özel belgenin düzenlenmesi ile gerçek bir özel belgede sahtecilik yapılması arasında fark yaratılmış, ikinci tür eylem için kullanma koşulu aranmıştır.
Kanunda resmi belge kavramı tanımlanmamış, kavramın tanımı ve açıklanması doktrin ve içtihada bırakılmıştır.
Resmî belgenin temel unsurları doktrinde;
1- Kamu görevlisi tarafından düzenlenmesi,
2- Görevi gereği düzenlenmesi,
3-Öngörülmüşse, usul ve şekil kurallarına uyulması,
şeklinde açıklanmaktadır.
Resmî belgenin varlığı için zorunlu bu unsurları sırasıyla incelediğimizde;
1- Kamu görevlisince düzenlenmesi:
Resmî belgeyi belirleyen en temel özellik, onun bir kamu görevlisince düzenlenmesidir. Düzenleyen kişinin kamu görevlisi olmaması durumunda, o belge resmî belge olarak kabul edilemez. Kamu görevlisi kavramı, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 6/1-c maddesinde tanımlanmıştır. Ayrıca bu tanım kapsamına girmese dahi, ilgili özel kanununda yer alan hükümler dolayısıyla da bir kişinin görev dolayısıyla kamu görevlisi sayılması mümkün olabilir. Örneğin KİT personeli hakkındaki 399 sayılı KHK 11/b maddesindeki hüküm bu şekildedir.
2- Görev gereği düzenlenmesi:
Belgeyi düzenleyenin kamu görevlisi olması, her durumda yeterli bir ölçüt olmamaktadır. Kamu görevlisinin kamu göreviyle ilgisiz bir belge düzenlemesi durumunda, özel belgeden söz edilir. Bu nedenle kamu görevlisinin, bu belgeyi görevi gereği düzenlemiş olması da aranmalıdır. Bu husus 204/2. maddede; ‘görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmi bir belgeyi…’ sözleriyle açıklanmıştır. Dolayısıyla 2. fıkra bakımından belgenin, kamu görevlisinin görev ve yetki alanıyla ilgili bulunması zorunludur. Yargıtay 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu döneminde bu zorunluluğun, görevle belge arasında illiyet bağı ilişkisi şeklinde aranması gerektiğini belirtmekteydi. Şu hâlde görevlinin yetkisi dışında, başka deyişle yetkisini aşarak düzenlediği belge, görevlinin resmî belgede sahtecilik suçunun (204/2) maddi konusu olarak kabul edilemez. Kanunda, resmî belge hakkındaki sahteciliğin kamu görevlisi olmayan fail tarafından işlenmesi 204/1. madde ile, kamu görevlisinin resmî belgede sahteciliği ise ikinci fıkrada düzenlenmiştir. Kanun koyucu, resmî belge niteliğini taşımasa dahi, bir resmî belgeyi sahte olarak düzenleme fiilini de resmî belge üzerindeki sahtecilikle birlikte cezalandırmıştır. Bu tür bir eylemin failinin düzenlemeye yetkili kamu görevlisi olması 2. fıkra, sivil kişi veya yetkisiz kamu görevlisi olması halinde ise 1. fıkra uygulanmaktadır.
3- Usul ve şekil şartlarına uyulması:
Resmi belgenin mutlaka belirli bir şekle uygun olması veya bazı unsurları taşıması şartı yoktur. Fakat, mevzuat gereği belirli usul ve şekil şartlarının aranması söz konusu olabilir. Örneğin resmî vasiyetnamenin kanunda belirtilen şekle uygun olarak düzenlenmesi zorunludur (MK. m. 532-536). Bu takdirde belirtilecek unsurların yer almaması, belgenin resmî belge sayılmasını önleyebilir. Belgenin usul ve şekil koşullarına uygun olması gerektiği bir kararda da açıklanmıştır. Buna karşın, görevlinin yetkisi kapsamında düzenlenmiş olan resmî belgenin birtakım unsurları olmadığı hâlde, varmış gibi gösterilmesi hâlinde de, resmî belgede sahtecilikten söz edilir. Yine, belgenin birden fazla görevli tarafından imzalanması gerekli ise (örneğin kurul halinde verilen karar veya raporların tüm üyelerce imzalanması gereklidir), imza eksikliği, belge sayılmasını önleyecektir .
Noterlerce düzenlenen belgeler; düzenleme (Noterlik Kanunu m.84 vd.) belgeler ve onay işlemler olarak ikiye ayrılmaktadır. Düzenleme belgeler, içeriği de bizzat noterce düzenlendiğinden, bu belgenin herhangi bir yönüyle ilgili sahtecilik, resmî belgede sahtecilik olarak kabul edilmektedir. Buna karşın, onay işlemi şeklindeki belgelerde, onay kısmını kapsamayan, içerik sahteciliğinde resmî belge öğesinin oluşmayıp, özel belgede sahtecilik suçunun işlendiği kabul edilmektedir.
Resmî belgeler ispat gücü bakımından; ‘sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli belge’ ve ‘aksi sabit olana kadar geçerli belge’ şeklinde ikiye ayrılmaktadır. Bu ayrım 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu’nda da yapılmış ve 339/1, 342/2, 4. maddelerinde cezalandırmada farklılıklar yaratılmıştı. Benzeri bir ayrıma 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 204/3. maddede de yer verilmiş, ispat gücü yüksek olan belgeler bakımından cezanın artırılması öngörülmüştür.
Unsurları bakımından resmî belge sayılması olanaklı olmadığı hâlde, bazı özel belge türleri yasa tarafından özel olarak resmî belge düzeyinde korumaya alınmıştır. Bu tür belgeler TCK’nın 210/1. maddesinde gösterilmiştir. Bunlar; emre veya hamile yazılı kambiyo senedi, tahvil, hisse senedi, emtiayı temsil eden belge, ve vasiyetnamedir. Belirtilen türdeki belgelerin, resmî belge sayılabilmesi için, kanunda öngörülen usul ve şekil şartlarının bulunması zorunludur.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 210/2. maddesinde belirtilen, kamu görevlisi olmayan veya görevi gereği hareket etmeyen sağlık mesleği mensuplarının gerçeğe aykırı belge düzenleme suçu, özel nitelikli özel belgede sahtecilik suçu vasfındadır. Fakat cezalandırma yönünden resmî belgede sahtecilik hükümlerine atıf yapılmıştır.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 204. maddesinin ikinci fıkrasında, 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu’nun 339. maddesindeki düzenlemeye paralel olarak failin belgeyi düzenlemeye yetkili kamu görevlisi olması hali nitelikli unsur sayılarak kamu görevlisi olmayan faillere göre daha ağır bir yaptırım öngörülmüştür.
a) Kamu görevlisi deyiminin anlam ve kapsamı
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 6/1-c bendinde kamu görevlisi “Kamusal faaliyetin yürütülmesine atama veya seçilme yoluyla ya da herhangi bir surette sürekli, süreli veya geçici olarak katılan kişi” biçiminde tanımlanmıştır. Madde gerekçesinde ise; “765 sayılı Türk Ceza Kanunundaki (memur) tanımının doğurduğu sakıncaları aynen devam ettirecek nitelikte olan tanım, tasarı metninden çıkarılarak; memur kavramını da kapsayan (Kamu Görevlisi) tanımına yer verilmiştir. Yapılan yeni tanıma göre, kişinin kamu görevlisi sayılması için aranacak yegâne ölçüt, gördüğü işin bir kamusal faaliyet olmasıdır.”
Aynı madde gerekçesinde önceki dönemde yasalarla, uygulama ve öğretinin üzerinde anlaştığı görevliler örnek gösterilmiştir. Kamu görevlisi kavramı en başta Anayasa’mızın 128 ve 129. maddelerde yer almaktadır. Kamu görevlisi tanımlanmasında belirli olabilen tek ölçü, kamu otoritesine ait bir yetkinin kullanır durumda olmasıdır.
Madde metni ve gerekçesinden anlaşıldığı üzere, 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu’nun 279. maddesinde tanımlanan kamu görevlisi kavramı alanı genişletilmiştir. Diğer yandan 765 sayılı TCK döneminde benimsenen ceza uygulamasında memur, idare hukukunda memur ayrımı terk edilmiştir. Böylece, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 6. maddesin de yapılan tanımlama ile yapılan faaliyeti kamusal bir hizmet olarak nitelendiriyorsak bu faaliyete ‘atama veya seçilme yoluyla ya da herhangi bir surette sürekli, süreli veya geçici olarak katılan kişi’ kamu görevlisidir. Örneğin 4792 sayılı Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununun 7. maddesinde ‘yasaya bağlı görevlilerin ceza uygulamasında kamu görevlisi sayılacağına’ ilişkin düzenleme olsun veya olmasın yaptıkları faaliyet kamusal sayıldığı için bu faaliyeti yerine getiren kişiler 5237 sayılı TCK uygulamasında statüleri kamu görevlisi kapsamında değerlendirilir.
Ancak, gerçeğe aykırı yerleşim yeri veya cüzdan talep belgesi veren mahalle ve köy muhtarlarının eylemleri 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 204/2 maddesi kapsamında değil, 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 67/1. maddesi kapsamında değerlendirileceğini göz önünde bulundurmak gerekir.
Bundan başka, kamusal faaliyetin yürütülmesine ihale hukukuna dayalı olarak katılan kişiler kamu görevlisi olarak kabul edilmezler.
625 sayılı (mülga) Özel Öğretim Kurumları Kanunu, 507 Sayılı Esnaf ve Küçük Sanatkarlar Kanunu, 1163 sayılı Kooperatifler Kanununda olduğu üzere benzeri bazı kanunlarda, yer alan hükümler nedeniyle bu kanunlar kapsamında görev yapan bazı yönetici veya görevlilerinin 5237 sayılı TCK kapsamında kamu görevlilerine özgü suçlardan sorumlu tutulup tutulamayacakları üzerinde durmak gerekir.
Örneğin, 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun 62/son maddesine göre “yönetim kurulu üyeleri ve kooperatif memurları kendi kusurlarından ileri gelen zararlardan sorumludurlar. Bunların suç teşkil eden fiil ve hareketlerinden ve özellikle kooperatifin para ve malları, bilanço tutanak, rapor ve başka evrak, defter ve belgeleri üzerinde işledikleri suçlardan dolayı devlet memurları gibi ceza görürler.” demekte ve sahtecilik suçundan anılan kişiler 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu’nun 339. maddesiyle cezalandırılmaktadırlar. Kooperatif yönetici ve görevlilerinin, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 6. maddesi bağlamında kamu görevlisi olmadığı konusunda bir kuşku yoktur, zaten 765 sayılı (mülga) TCK’nın 279. maddesine göre kamu görevlisi kabul edildikleri için değil özel düzenleme gereği kuruma ait mal ve alacaklarından dolayı kamu görevlileri gibi cezalandırılmaktadırlar.
Bu bağlamda, özel kanunlarda bu kişilerin kamu görevlisi gibi cezalandırılacaklarına dair hüküm mevcut olduğu göz önünde tutulup 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli hakkında Kanun’un 3/1.maddesinin “mevzuatta yürürlükten kaldırılan Türk Ceza Kanuna yapılan yollamalar 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda bu hükümlerin karşılığını oluşturan maddelere yapılmış sayılır.” şeklindeki hüküm ile 5237 sayılı TCK’nın 6. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendi gerekçesi dikkate alındığında bu kimselerin işledikleri resmî belgede sahtecilik fiillerinden kamu görevlisi gibi sorumlu tutulması gerekmektedir.
b) Nedensellik Bağı
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 204. maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen resmi belgede sahtecilik suçunun nitelikli unsurunun gerçekleşebilmesi için failinin sadece kamu görevlisi olması yeterli olmadığı gibi belgenin görev sırasında düzenlenmesi de yeterli değildir. Sahte belge ile belgeyi düzenleyen kamu görevlisinin görevi arasında ‘nedensellik bağının’ bulunması zorunludur. Kamu görevlisi yaptığı görev itibarıyla görevin verdiği yetki ve gücün esaslı değil zorunlu gereği olarak belgeyi düzenlememiş ise başka bir ifadeyle görev ile belge arasında ilişki bulunmuyorsa, örneğin, başka bir kamu görevlisinin düzenlemeye yetkili olduğu bir belgeyi kamu görevlisi sıfatından yararlanılarak sahte düzenlemiş ise bu durumda nitelikli belge sahteciliği değil (m.204/2 faili ‘kamu görevlisi’ olmayan kişi tarafından işlenen resmî belge sahteciliği (m.204/1) söz konusu olur.
Failin suç işlediği sırada kamu görevlisi olması yeterlidir. Sonradan kamu görevlisi sıfatını kaybetmesi sonucu etkilemez.
Yine konumuzu ilgilendirmesi bakımından Özel Öğretim Kurumları Kanununa baktığımızda;
5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu‘nun 9. maddesine göre; “…Kurumlarda görev yapan yönetici, öğretmen, uzman öğretici ve usta öğreticiler, görevleri sırasında suç işlemeleri veya görevleri nedeniyle kendilerine karşı işlenen suçlardan dolayı 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun uygulanması ve ceza kovuşturması bakımından kamu görevlisi sayılır.” hükmünü içermektedir.
Yine suç tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 625 sayılı (mülga) Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nun 49. maddesine göre; “Kurumlarda görev yapan yönetici, öğretmen, uzman öğretici ve usta öğreticiler, görevleri sırasında suç işlemeleri veya görevleri nedeniyle kendilerine karşı işlenen suçlardan dolayı 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun uygulanması ve ceza kovuşturması bakımından kamu görevlisi sayılır.” hükmünü içermektedir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda suça iştirakte, faillik ve şeriklik ayrımı öngörülmüş, azmettirme ve yardım etme şeriklik kavramı içinde değerlendirilmiştir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun “Faillik” başlıklı 37. maddesinde yer alan düzenlemeye göre;
“(1) Suçun kanuni tanımında yer alan fiili birlikte gerçekleştiren kişilerden her biri, fail olarak sorumlu olur.
(2) Suçun işlenmesinde bir başkasını araç olarak kullanan kişi de fail olarak sorumlu tutulur. Kusur yeteneği olmayanları suçun işlenmesinde araç olarak kullanan kişinin cezası, üçte birden yarısına kadar artırılır.”
şeklindeki hüküm ile maddenin birinci fıkrasında müşterek faillik, ikinci fıkrasında ise dolaylı faillik düzenlenmiştir.
Kanunda suç olarak tanımlanan fiilin, birden fazla suç ortağı tarafından iştirak halinde gerçekleştirilmesi durumunda TCK’nın 37/1. maddesinde düzenlenen müşterek faillik söz konusu olacaktır.
Öğretideki görüşler de dikkate alındığında müşterek faillik için iki şartın birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir:
1- Failler arasında birlikte suç işleme kararı bulunmalıdır.
2- Suçun işlenişi üzerinde birlikte hâkimiyet kurulmalıdır.
Müşterek faillikte, birlikte suç işleme kararının yanı sıra fiil üzerinde ortak hâkimiyet kurulduğu için her bir suç ortağı ‘fail’ konumundadır. Fiil üzerinde ortak hâkimiyetin kurulup kurulmadığının belirlenmesinde suç ortaklarının suçun icrasında üstlendikleri rolleri ve katkılarının taşıdığı önem göz önünde bulundurulmalıdır. Suç ortaklarının, suçun işlenmesinde yaptıkları katkının, diğerinin fiilini tamamladığı durumlarda da müşterek faillik söz konusu olacaktır. Buna göre her müşterek fail, suçun icrasına ilişkin etkin, fonksiyonel bir katkıda bulunmaktadır.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun “Yardım etme” başlıklı 39. maddesinde yer alan düzenlemeye göre;
“(1) Suçun işlenmesine yardım eden kişiye, işlenen suçun ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirmesi hâlinde, onbeş yıldan yirmi yıla; müebbet hapis cezasını gerektirmesi hâlinde, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hâllerde cezanın yarısı indirilir. Ancak, bu durumda verilecek ceza sekiz yılı geçemez.
(2) Aşağıdaki hâllerde kişi işlenen suçtan dolayı yardım eden sıfatıyla sorumlu olur:
a) Suç işlemeye teşvik etmek veya suç işleme kararını kuvvetlendirmek veya fiilin işlenmesinden sonra yardımda bulunacağını vaat etmek.
b) Suçun nasıl işleneceği hususunda yol göstermek veya fiilin işlenmesinde kullanılan araçları sağlamak.
c) Suçun işlenmesinden önce veya işlenmesi sırasında yardımda bulunarak icrasını kolaylaştırmak.”
Aynı Kanunun “Bağlılık kuralı” başlıklı 40. maddesinde yer alan düzenlemeye göre;
“(1) Suça iştirak için kasten ve hukuka aykırı işlenmiş bir fiilin varlığı yeterlidir. Suçun işlenişine iştirak eden her kişi, diğerinin cezalandırılmasını önleyen kişisel nedenler göz önünde bulundurulmaksızın kendi kusurlu fiiline göre cezalandırılır.
(2) Özgü suçlarda, ancak özel faillik niteliğini taşıyan kişi fail olabilir. Bu suçların işlenişine iştirak eden diğer kişiler ise azmettiren veya yardım eden olarak sorumlu tutulur.
(3) Suça iştirakten dolayı sorumlu tutulabilmek için ilgili suçun en azından teşebbüs aşamasına varmış olması gerekir.”
Suçun icrasına iştirak etmekle birlikte, işlenişine bulunduğu katkının niteliği gereği kanuni tanımdaki fiili gerçekleştirmeyen diğer suç ortaklarına ‘şerik’ denilmekte olup, 5237 sayılı TCK’da şeriklik, azmettirme ve yardım etme olarak iki farklı şekilde düzenlenmiştir. Buna göre, kanuni tanımdaki fiili gerçekleştirmeyen veya özel faillik vasfını taşımadığı için fail olamayan bir suç ortağı, gerçekleşen fiilden 5237 sayılı Kanun’un 40. maddesinde düzenlenen bağlılık kuralı uyarınca sorumlu olmaktadır.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 39/2. maddesindeki düzenlemeye göre, yardım etme; maddi yardım ve manevi yardım olarak ikiye ayrılmaktadır.
1- Bir suçun işlenmesine maddi yardımda bulunma çok çeşitli şekillerde ortaya çıkmakla birlikte anılan maddede maddi yardım;
a) Suçun işlenmesinde kullanılan araçları temin etmek,
b) Suçun işlenmesinden önce veya işlenmesi sırasında maddi yardımda bulunarak icrasını kolaylaştırmak,
2- Manevi yardım ise;
a) Suç işlemeye teşvik etmek,
b) Suç işleme kararını kuvvetlendirmek,
c) Suçun işlenmesinden sonra yardımda bulunmayı vaad etmek,
d) Suçun nasıl işleneceği konusunda yol göstermek,
Şeklinde belirtilmiştir.
Kişinin eyleminin, bir suça katılma aşamasına ulaşıp ulaşmadığı, ulaşmışsa da suça katılma düzeyinin belirlenmesi için, eylemin bir aşamasındaki durumun değil, eylemin yapılması için verilen kararın, bu kararın icra ediliş biçiminin, olay öncesi, sırası ve sonraki davranışların da dikkate alınıp, tüm delillerin birlikte değerlendirilmesi gerekir. Zira yardım etmeyi müşterek faillikten ayıran en önemli unsur, kişinin suçun işlenişi sırasında fiil üzerinde ortak hakimiyetinin bulunmamasıdır.
Yüksek Yargıtay’ın konuya ilişkin uygulamasına baktığımızda;
Yüksek Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 17/12/2013 gün ve 2012/14777 Esas, 2013/19370 Karar sayılı kararında;
“Sınava hiç girmeden, sürücü kursu yetkilileri tarafından düzenlenmesini sağladığı içeriği itibarıyla sahte ‘motorlu taşıt sürücü sertifikası’ ile sürücü belgesi alan sanığın eyleminin suç tarihinde yürürlükte bulunan 625 sayılı (mülga) Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nun 49. maddesi yollamasıyla 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 38/1, 204/2. maddesinde yazılı ‘memurun resmî belgede sahteciliğine azmettirme’ suçunu oluşturup oluşturmayacağına ilişkin delilleri değerlendirmek görevinin üst dereceli Ağır Ceza Mahkemesine ait olduğu gözetilerek görevsizlik kararı verilmesi gerekirken yargılamaya devam edilerek yazılı şekilde hüküm tesisi”
Yüksek Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 01/06/2017 gün ve 2017/3757 Esas, 2017/4109 karar sayılı kararında;
“Sürücü kursu yetkilileri tarafından düzenlenmesini sağladığı sahte lise diploması ile sürücü belgesi alan sanık Erol Akın’ın eyleminin suç tarihinde yürürlükte bulunan 625 sayılı (mülga) Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nun 49. maddesi yollamasıyla 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 38/1, 204/2. maddesinde yazılı ‘memurun resmî belgede sahteciliğine azmettirme’, sanık İrfan İlhan’ın eyleminin ise, dosyası tefrik edilen sanıklarla fikir ve eylem birliği içerisinde hareket ederek sürücü belgesi almak isteyen kursiyer sanıklar adlarına sahte öğrenim belgeleri düzenleyip sürücü belgesi almalarını sağlama ve bu suretle ‘memurun resmi belgede sahteciliğine iştirak’ suçunu oluşturacağından, sanıkların 5237 sayılı TCK’nın 204/2. maddesi uyarınca cezalandırılmalarına karar verilmesi gerektiği gözetilmeden, yazılı şekilde anılan Yasanın 204/1. maddesi uygulanarak eksik ceza tayini”
Yüksek Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 16/09/2015 gün ve 2013/15725 Esas, 2015/28658 Karar sayılı kararında;
“İddianamede sanığın sahte sürücü belgesi sertifikasıyla Bahçelievler Emniyet Müdürlüğünden sürücü belgesi aldığı ve kullandığının, Trafik Tescil Bürosunda görevli polislerin de usulüne göre Milli Eğitimden gelen listelerle karşılaştırmadan bunları getiren kişilere sürücü belgesi verdiklerinin anlatılması ve ilgili görevliler hakkında Bakırköy 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2010/34 Esas sayılı dosyası ile kamu görevlisinin resmi belgede sahteciliği ve görevi kötüye kullanma suçlarından yargılamalarının bulunduğunun dosya içeriğinden anlaşılması karşısında; sanığın eyleminin de kamu görevlisini resmi belgede sahteciliğe azmettirme suçunu oluşturup oluşturamayacağına ilişkin delilleri takdir ve değerlendirme görevinin üst dereceli ağır ceza mahkemesine ait olduğu ve görevsizlik kararı verilmesi gerektiği gözetilmeden yargılamaya devamla yazılı şekilde hüküm kurulması,”
isabetsizliğinden hükümler bozulmaktadır.
Bu bilgiler ışığında somut olayda; sanık …’nin sürücü belgesi almak için zorunlu olan sağlık kurulu raporu bulunmadığı halde sürücü kursuna başvurup, sürücü belgesi derslerine katılmadan, yazılı ve direksiyon sınavına girmeden, sahte belgelerle sertifika düzenlettirip sürücü belgesi temin etmek şeklinde gerçekleşen eyleminin; 625 sayılı (mülga) Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nun 49. maddesi ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 40/2. maddesi yollamasıyla 5237 sayılı TCK’nın 204/2. maddesinde düzenlenen ‘kamu görevlisini resmi belgede sahteciliği suçuna azmettiren’ suçunu oluşturduğundan hükmün bozulması, aleyhe temyiz bulunmaması nedeniyle ceza yönünden kazanılmış hakkının saklı tutulması…”
görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 11. Ceza Dairesince 03.04.2018 tarih, 1014-2953 sayı ve oy çokluğu ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eyleminin kamu görevlisi olmayanın resmî belgede sahteciliği suçunu mu yoksa kamu görevlisinin resmî belgede sahteciliği suçunu mu oluşturduğunun belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Sanık hakkında, ilgili kurumlara gitmediği, muayene olmadığı, gerekli parayı ödemediği, yazılı ve direksiyon sınavlarına girmediği ve bu sınavları kazanmadığı hâlde kursun yöneticileri tarafından düzenlenen sahte belgelerle bunların sahte olduğunu bilerek Çerkezköy İlçe Tescil Büro Amirliğine başvurup kendi adına sahte içerikli ehliyet düzenlenmesini sağladığı iddiası ile kamu davası açıldığı,
03.07.2006 tarihli bilirkişi raporunda; sanığın eğitime katılmadan, sınava girmeden ve Çerkezköy İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünden motorlu taşıt sürücü sertifikası almadan, … 2 Özcan MTSK tarafından düzenlenen sahte sertifika ile sürücü belgesi aldığının, dolayısıyla sürücü belgesinin de sahte olduğunun tespit edildiği,
İddianamede isimleri yazılı sanıkların, 2003 ile 2004 yılları arasında yapılan teorik ve direksiyon eğitimi sınavlarına girip girmediklerine yönelik İlçe Emniyet Müdürlüğü tarafından düzenlenen belgede; sanığın sürücü belgesi almak için gerekli olan teorik ve direksiyon sınavına girmediğinin, dönem açılış listelerinde kaydının olmadığının tespit edildiği,
UYAP sisteminden yapılan incelemede; inceleme dışı sanıklar …, … ve … hakkında zincirleme şekilde işlenmiş kamu görevlisinin resmî belgede sahteciliği suçundan mahkûmiyet hükümleri kurulduğu, bu mahkûmiyet hükümlerinin, sanık müdafileri tarafından temyizi üzerine inceleme yapan Yargıtay (Kapatılan) 21. Ceza Dairesince inceleme dışı sanıklar hakkında soruşturma izni alınıp alınmadığı anlaşılamadığından, suça konu belgelerin nelerden ibaret olduğu belirtilmediğinden ve bu belgelerin iğfal kabiliyetlerinin bulunup bulunmadığı tespit edilmeden mahkûmiyet hükmü kurulduğundan bahisle bozulduğu, inceleme dışı sanık … hakkında ise 30.07.2006 tarihinde ölmesi nedeniyle Yerel Mahkemece düşme kararı verildiği,
Anlaşılmaktadır.
İnceleme dışı sanık …; kurs müdürü olarak kursa katılanların evraklarını kendisinin tanzim ettiğini ve bu belgelerde imzasının olduğunu, kursa katılmayanların evraklarında ise kendi imzasının bulunmadığını, iddianamede yazılı olan isimlerin hepsinin kendisine yabancı geldiğini ve bu kişileri tanımadığını, eğer kursa katılsalardı onları tanıması gerektiğini, tanıdığı kişi sayısının çok az olduğunu, onların da kursa katılıp usulüne uygun ehliyet alan kişiler olduğunu, kursun katılan öğrencilerle normal prosedüre göre devam ettiğini, sahte ehliyet aldığı belirtilen kişilerin herhangi bir şekilde evraklarını müdür olarak imzalamadığını, yani kursa katılanlar dışında düzenlenen sertifikalardaki imzanın kendisine ait olmadığını, kursun sahibi olarak sorumlu olduğu kişilerin inceleme dışı sanıklar … ve … olduğunu, kendisinden önceki müdürün ise … olduğunu,
İnceleme dışı sanık …; şirketin kurucu müdürü olduğunu, yaşlandığından mallarını iki oğluna pay ettiğini, suça konu şirketin şubesini oğlu …’a bıraktığını, ancak oğlu …’ın bu şubeyi işletemediği için satmaya karar verdiğini, … ve …’ın önce devir sözleşmesi yapılmasını istemesi üzerine devir sözleşmesi yapıldığını, daha sonra şirket kurup kendi üzerilerine alacaklarını söylediklerini, onlarla bir kez görüştüğünü, bu kişilerin buraya müdür olarak Sevim’i önermeleri üzerine kendisinin de tanıması nedeniyle Sevim’i müdür olarak atadığını, Hakan ve Mustafa’nın paraları olmadığı için şirketi üzerilerine alamadıklarını söylediklerini, üzerine atılı suçlamayı kabul etmediğini,
İnceleme dışı sanık …; şirketin müdürü olduğunu ve aynı zamanda şirkette hissesinin bulunduğunu, Kapaklı ilçesindeki sürücü kursunun 2003 yılında zarar etmesi nedeniyle söz konusu kursu elden çıkartmak için ilanlar vererek müşteri aradığını, babası inceleme dışı sanık …’ın buranın işletmesini abisi inceleme dışı sanık …’a verdiğini, onun da burayı işletemediği için bu şekilde satış kararı aldıklarını, inceleme dışı sanıklar … ve …’ın kursa talip olduklarını, çevreyi tanımadıklarından hemen kursu üzerilerine almak istemedikleri için noterden devir sözleşmesi yaptıklarını, bu kişiler şirketin müdürü olarak inceleme dışı sanık Sevim’i atamak isteyince, müdür atamalarını kurucu müdür yaptığından bu atamayı babası inceleme dışı sanık …’ın yaptığını, bu olayların daha sonradan ortaya çıktığını,
İnceleme dışı sanık … …; ailevi problemlerinden dolayı kursu yönetemediğini, bu nedenle kurumu satmak için ailece anlaştıklarını ve sürücü kursunu satışa çıkarttıklarını, daha sonraki işlemleri kardeşinin takip ettiğini, şirketin devri kardeşi tarafından yapıldıktan sonra şirkete bir ya da iki kez uğradığını, bilgisinin bu kadar olduğunu, atılı suçlamayı kabul etmediğini,
İnceleme dışı sanık …; 2003 yılı kasım ayında iş yerinden ayrılmış olmasına rağmen sanki müdürlüğü devam ediyormuş gibi göründüğünü, o dönemde herhangi bir yere imza atmadığını,
İfade etmişlerdir.
Sanık …; hatırladığı kadarıyla 2004 yılında Çerkezköy’de bulunan Ö.. Motorlu Taşıtlar Sürücü Kursuna kaydını yaptırdığını, akşamları bir hafta kadar dershaneye devam ettiğini, orada yazılı sınava ve direksiyon sınavına girdiğini, ancak sınava nerede girdiğini hatırlamadığını, sınavlara girdiğine dair şu an elinde belge olmadığını, sürücü kursundan kendisine bir belge verdiklerini, kendisinin de bu belge ile Çerkezköy Trafik Şube Müdürlüğünden A sınıfı sürücü belgesi aldığını, 2006 yılında Aksaray ilinde bir trafik kazası yaptığını, sürücü belgesine o zaman el konulduğunu, halen de geri almadığını, hatta kursa yazılırken gerekli belgeleri ve diplomasını kursa teslim ettiğini, bunları da geri almadığını, ehliyetinin akıbetini Çerkezköy karakolundan bir kaç kez sorduğunu, dershanenin mahkemelik olduğunu söylediklerini, dört-beş yıl geçtiğini savunmuştur.
Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için bazı kavramların kısaca belirtilmesinde fayda bulunmaktadır.
Öncelikle “resmî belgede sahtecilik” ve “kamu görevlisinin resmî belgede sahteciliği” suçları üzerinde durulması gerekmektedir.
Resmî belgede sahtecilik suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 204. maddesinde düzenlenmiştir;
“(1) Bir resmî belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmî belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmî belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmi bir belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren, gerçeğe aykırı olarak belge düzenleyen veya sahte resmi belgeyi kullanan kamu görevlisi üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Resmi belgenin, kanun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan belge niteliğinde olması halinde, verilecek ceza yarısı oranında artırılır.”
Söz konusu suç, maddenin birinci fıkrasında seçimlik hareketli bir suç olarak tanımlanmış olup, resmî belgenin sahte olarak düzenlenmesi, gerçek bir resmî belgenin başkalarını aldatacak şekilde değiştirilmesi veya sahte resmî belgenin kullanılması durumunda suç oluşacaktır.
Maddenin ikinci fıkrasında, resmî belgede sahtecilik suçunun kamu görevlisi tarafından işlenmesi ayrı bir suç olarak tanımlanarak daha ağır bir yaptırıma bağlanmış, maddenin üçüncü fıkrasında ise suçun konusunu oluşturan resmî belgenin, kanunun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan bir belge niteliğinde olması hâlinde cezanın yarı oranında artırılması gerektiği belirtilmiştir.
Sahtecilik suçlarının hukuki konusu kamunun güveni olup belgelerin gerçeğe aykırı olarak düzenlenmesi, tamamen veya kısmen değiştirilmesi ya da gerçek bir belgeye eklemeler yapılması eylemlerinin kamu güvenini sarstığı kabul edilerek yaptırıma bağlanmıştır.
Resmî belgenin sahte olarak düzenlenmesi ya da gerçek bir resmî belgenin değiştirilmesi eyleminin sahtecilik suçunu oluşturabilmesi için düzenlenen ya da değiştirilen belgenin gerçek bir belge olduğu konusunda kişiyi yanıltıcı nitelikte olması gerekir. Aldatıcılık özelliği suçun temel unsuru olup özel bir incelemeye tabi tutulmadıkça gerçek olmadığı anlaşılamayan belge, sahte belge olarak kabul edilmelidir. Sahteciliğin kişileri aldatacak nitelikte olup olmadığı şüpheye yer vermeyecek şekilde saptanmalıdır.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözümlenebilmesi için “faillik” ve “şeriklik” kavramları üzerinde de durulması gerekmektedir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda, 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu’ndaki “asli iştirak-feri iştirak” ayrımı terk edilerek suça iştirakte, faillik ve şeriklik ayırımı öngörülmüş, azmettirme ve yardım etme şeriklik kavramı içinde değerlendirilmiştir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun “Faillik” başlıklı37. maddesinde yer alan düzenlemeye göre;
“(1) Suçun kanuni tanımında yer alan fiili birlikte gerçekleştiren kişilerden her biri, fail olarak sorumlu olur.
(2) Suçun işlenmesinde bir başkasını araç olarak kullanan kişi de fail olarak sorumlu tutulur. Kusur yeteneği olmayanları suçun işlenmesinde araç olarak kullanan kişinin cezası, üçte birden yarısına kadar artırılır.”
Anılan hüküm ile maddenin birinci fıkrasında müşterek faillik, ikinci fıkrasında ise dolaylı faillik düzenlenmiştir.
Kanun’da suç olarak tanımlanan fiilin, birden fazla suç ortağı tarafından iştirak hâlinde gerçekleştirilmesi durumunda TCK’nın 37/1. maddesinde düzenlenen müşterek faillik söz konusu olacaktır.
Öğretideki görüşler de dikkate alındığında müşterek faillik için iki şartın birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir:
1-Failler arasında birlikte suç işleme kararı bulunmalıdır.
2- Suçun işlenişi üzerinde birlikte hâkimiyet kurulmalıdır.
Müşterek faillikte, birlikte suç işleme kararının yanı sıra fiil üzerinde ortak hâkimiyet kurulduğu için her bir suç ortağı “fail” konumundadır. Fiil üzerinde ortak hâkimiyetin kurulup kurulmadığının belirlenmesinde suç ortaklarının suçun icrasında üstlendikleri rolleri ve katkılarının taşıdığı önem göz önünde bulundurulmalıdır.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun “Yardım etme” başlıklı 39. maddesinde yer alan düzenlemeye göre;
“(1) Suçun işlenmesine yardım eden kişiye, işlenen suçun ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirmesi hâlinde, onbeş yıldan yirmi yıla; müebbet hapis cezasını gerektirmesi hâlinde, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hâllerde cezanın yarısı indirilir. Ancak, bu durumda verilecek ceza sekiz yılı geçemez.
(2) Aşağıdaki hâllerde kişi işlenen suçtan dolayı yardım eden sıfatıyla sorumlu olur:
a) Suç işlemeye teşvik etmek veya suç işleme kararını kuvvetlendirmek veya fiilin işlenmesinden sonra yardımda bulunacağını vaat etmek.
b) Suçun nasıl işleneceği hususunda yol göstermek veya fiilin işlenmesinde kullanılan araçları sağlamak.
c) Suçun işlenmesinden önce veya işlenmesi sırasında yardımda bulunarak icrasını kolaylaştırmak.”
Aynı Kanun’un “Bağlılık kuralı” başlıklı 40. maddesinde yer alan düzenlemeye göre;
“(1) Suça iştirak için kasten ve hukuka aykırı işlenmiş bir fiilin varlığı yeterlidir. Suçun işlenişine iştirak eden her kişi, diğerinin cezalandırılmasını önleyen kişisel nedenler göz önünde bulundurulmaksızın kendi kusurlu fiiline göre cezalandırılır.
(2) Özgü suçlarda, ancak özel faillik niteliğini taşıyan kişi fail olabilir. Bu suçların işlenişine iştirak eden diğer kişiler ise azmettiren veya yardım eden olarak sorumlu tutulur.
(3) Suça iştirakten dolayı sorumlu tutulabilmek için ilgili suçun en azından teşebbüs aşamasına varmış olması gerekir.”
Ancak belli sıfata sahip olan kişilerce işlenebilen suçlara özgü suç denmektedir. Örneğin, zimmet ve rüşvet gibi suçlar ancak kamu görevlisi sıfatına haiz kişilerce işlenebileceğinden özgü suç niteliğindedir.
Suçun icrasına iştirak etmekle birlikte, işlenişine bulunduğu katkının niteliği gereği kanuni tanımdaki fiili gerçekleştirmeyen diğer suç ortaklarına “şerik” denilmekte olup 5237 sayılı TCK’nda şeriklik, azmettirme ve yardım etme olarak iki farklı şekilde düzenlenmiştir. Buna göre, kanuni tanımdaki fiili gerçekleştirmeyen veya özel faillik vasfını taşımadığı için fail olamayan bir suç ortağı, gerçekleşen fiilden 5237 sayılı Kanun’un 40. maddesinde düzenlenen bağlılık kuralı uyarınca sorumlu olabilecektir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun “Azmettirme” başlıklı 38. maddesinde yer alan düzenlemeye göre;
“(1) Başkasını suç işlemeye azmettiren kişi, işlenen suçun cezası ile cezalandırılır.
(2) Üstsoy ve altsoy ilişkisinden doğan nüfuz kullanılmak suretiyle suça azmettirme hâlinde, azmettirenin cezası üçte birden yarısına kadar artırılır. Çocukların suça azmettirilmesi hâlinde, bu fıkra hükmüne göre cezanın artırılabilmesi için üstsoy ve altsoy ilişkisinin varlığı aranmaz.
(3) Azmettirenin belli olmaması hâlinde, kim olduğunun ortaya çıkmasını sağlayan fail veya diğer suç ortağı hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar, müebbet hapis cezası yerine onbeş yıldan yirmi yıla kadar hapis cezasına hükmolunabilir. Diğer hâllerde verilecek cezada, üçte bir oranında indirim yapılabilir.”
Azmettirme, belli bir suç işleme hususunda henüz bir düşüncesi olmayan kişide, bir başkası tarafından suç işleme kararının oluşmasının sağlanmasıdır. Eğer kişi daha önceden suçu işlemeye karar vermiş ise bu takdirde azmettirme değil, artık aynı Kanun’un 39/2. maddesi kapsamında manevi yardım söz konusu olacaktır. Azmettiren konumundaki kişinin kasten hareket etmesi gerekir. Bu kastın, failde belli bir suçu işleme konusunda karar oluşturmayı, suçun bu kişi tarafından işlenmesi hususunu ve azmettirilen suçun kanuni tanımındaki unsurlarını kapsaması gerekli olmasına karşın, eylemin yer ve zamanı ile işleniş tarzına ilişkin ayrıntıların belirlenmesine gerek yoktur.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 39/2. maddesindeki düzenlemeye göre, suça yardım etme; maddi yardım ve manevi yardım olarak ikiye ayrılmaktadır.
1- Bir suçun işlenmesine maddi yardımda bulunma çok çeşitli şekillerde ortaya çıkmakla birlikte anılan maddede maddi yardım;
a) Suçun işlenmesinde kullanılan araçları temin etmek,
b) Suçun işlenmesinden önce veya işlenmesi sırasında maddi yardımda bulunarak icrasını kolaylaştırmak,
2- Manevi yardım ise;
a) Suç işlemeye teşvik etmek,
b) Suç işleme kararını kuvvetlendirmek,
c) Suçun işlenmesinden sonra yardımda bulunmayı vaad etmek,
d) Suçun nasıl işleneceği konusunda yol göstermek,
Şeklinde belirtilmiştir.
Kişinin eyleminin, bir suça katılma aşamasına ulaşıp ulaşmadığı, ulaşmışsa da suça katılma düzeyinin belirlenmesi için, eylemin bir aşamasındaki durumun değil, eylemin yapılması için verilen kararın, bu kararın icra ediliş biçiminin, olay öncesi, sırası ve sonraki davranışların da dikkate alınıp, tüm delillerin birlikte değerlendirilmesi gerekir.
Uyuşmazlık konusuyla ilgisi bakımından suç tarihinde yürürlükte bulunan 625 sayılı (mülga) Özel Öğretim Kurumları Kanunu ile bu Kanun’un 14.02.2007 tarihinde mülgasıyla aynı gün yürürlüğe giren 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu üzerinde durulmasında fayda bulunmaktadır.
625 sayılı (mülga) Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nun 49. maddesinde yer alan düzenlemeye göre;
“Özel öğretim kurumlarının yönetici ve öğretmenleri suç işlemeleri halinde veya görevlerinden ötürü kendilerine karşı işlenen suçlardan dolayı 765 sayılı Türk Ceza Kanununun uygulanması ve ceza kovuşturması bakımından memur sayılır.”
5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu‘nun 9. maddesinde yer alan düzenlemeye göre;
“…Kurumlarda görev yapan yönetici, öğretmen, uzman öğretici ve usta öğreticiler, görevleri sırasında suç işlemeleri veya görevleri nedeniyle kendilerine karşı işlenen suçlardan dolayı 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun uygulanması ve ceza kovuşturması bakımından kamu görevlisi sayılır.”
Gerek suç tarihinde yürürlükte bulunan 625 sayılı (mülga) Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nda gerekse 14.02.2007 tarihinde yürürlüğe giren 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nda özel öğretim kurumlarının yönetici ve öğretmenlerinin görevleri sırasında suç işlemeleri hâlinde ceza kovuşturması bakımından kamu görevlisi sayılacakları belirtilmiş olup 5580 sayılı Kanun’da önceki düzenlemeye ek olarak anılan kurumlarda görev yapan öğretici ve usta öğreticilerin de görevleri nedeniyle işledikleri suçlardan ceza kovuşturması yönünden kamu görevlisi sayılacakları hükme bağlanmıştır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanık hakkında, ilgili kurumlara gitmediği, muayene olmadığı, gerekli parayı ödemediği, yazılı ve direksiyon sınavlarına girmediği hâlde kursun yöneticileri tarafından düzenlenen motorlu taşıt sürücü sertifikası ve diğer belgelerle Çerkezköy İlçe Tescil Büro Amirliğine başvurarak kendi adına sahte içerikli ehliyet düzenlenmesini sağladığının iddia olunduğu olayda; kamu görevlisinin resmî belgede sahteciliği suçunun özgü suç niteliğinde olduğu ve bu suçun sadece kamu görevlisi olan ve bu nedenle özel fail olarak nitelendirilen kişiler tarafından işlenebileceği, özel faillik niteliğini taşımayan suç ortaklarının ise gerçekleşen fiilden dolayı 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 40. maddesinde düzenlenen bağlılık kuralı uyarınca sadece azmettiren veya yardım eden olarak sorumlu olabileceği, dolayısıyla özel faillik niteliğini taşımayan kişilerin özgü suça TCK’nın 37. maddesi kapsamında müşterek fail olarak iştirak edemeyeceği ancak şerik olabileceği göz önünde bulundurulduğunda, teorik ve direksiyon eğitimi sınavına girmeden motorlu taşıt sürücü sertifikası alamayacağını bilen sanığın, Ö.. 2. Özcan Sürücü Kursu yöneticilerine başvurup kendisine sahte sürücü sertifikası düzenleme hususunda teklifte bulunmayan yöneticileri suç işlemeye azmettirerek sahte sürücü sertifikası düzenlettirdiği, düzenlenen bu sertifika ve diğer belgelerle Çerkezköy İlçe Tescil Büro Amirliğine başvurarak suça konu sahte sürücü belgesini aldığı olayın sübutu hâlinde sanığın kamu görevlisinin resmî belgede sahteciliği suçuna azmettiren olarak cezalandırılması gerekeceği, bu husus yasaca açık olarak düzenlendiğinden, failliğe göre şeriklik halinin tali norm niteliğinde olduğundan bahisle sanığın eyleminin TCK’nın 204. maddesinin birinci fıkrası kapsamında değerlendirilmeyeceği kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilmelidir.
Kayseri Ağır Ceza Avukatı
Alanında yetkin Kayseri ağır ceza avukatı kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz; ceza yargılamalarında savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek taraflara avukatlık ve hukuki danışmanlık hizmeti vermektedir.
Ceza davalarında gerekli başvuru veya itirazların zamanında ve usulüne uygun yapılması açısından alanında uzman bir Kayseri ceza avukatı veya ağır ceza avukatından hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Yargılama sırasında herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için güncel mevzuat ve Yargıtay kararlarının takip edilmesi önem arz etmektedir.
Alanında yetkin Kayseri Avukat kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz, savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde taraflara hukuki yardım sunmaktadır. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde herhangi bir mağduriyete veya hak kaybına uğramamak için gerekli başvuruların zamanında ve usulüne uygun yapılması büyük önem arz etmektedir. Bu süreçte, alanında uzman bir avukattan hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Zülküf Arslan Hukuk Bürosu olarak; Yalçınkaya Kararı başta olmak üzere AİHM kararlarının Türkçe çevirilerini yapan Eski AİHM Hukukçusu Dr. Orhan Arslan koordinatörlüğünde müvekkillerimize Anayasa Mahkemesi ve AİHM başvurusunun yanı sıra emsal AYM ve AİHM Kararları çerçevesinde yeniden yargılama başvurusu hususunda da hukuki destek vermekteyiz.
Kayseri ağır ceza avukatı veya Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’ne başvuru yapmak ve süreci takip etmek için bir avukat arıyorsanız 15 yılı aşkın deneyimi ile avukat kadromuzdan dava süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile başvuru ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz.