Suçun Niteliğinin Değişmesi ve Yargılamanın Sınırlılığı İlkesi
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu
Hükmün konusu ve suçu değerlendirmede mahkemenin yetkisi – Madde 225
(1) Hüküm, ancak iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve faili hakkında verilir.
(2) Mahkeme, fiilin nitelendirilmesinde iddia ve savunmalarla bağlı değildir.
Madde Gerekçesi
Mahkeme dava edilmeyen bir fiil hakkında kendiliğinden yargılama yapamaz ve hüküm veremez. Bunun doğal sonucu, iddianamede gösterilen fiil hakkında hüküm kurulmasıdır.
Hükmün konusunu, iddianamede sınırları belirtilerek dava nedeni yapılan maddî olay (fiil) oluşturur. Diğer bir anlatımla, kamu davasının konusu ile hükmün konusu maddî olay (fiil) bakımından aynıdır. Hüküm, iddianamede gösterilen sanık ve ona yükletilen fiil hakkında kurulur.
Ancak mahkeme, fiilin hukukî yorumunda, değerlendirmede tamamen serbesttir; iddia, savunma mahkemeyi bağlamaz. Mahkeme aynı fiili başka suretle yorumlayabilir.
Suçun niteliğinin değişmesi – Madde 226
(1) Sanık, suçun hukukî niteliğinin değişmesinden önce haber verilip de savunmasını yapabilecek bir hâlde bulundurulmadıkça, iddianamede kanunî unsurları gösterilen suçun değindiği kanun hükmünden başkasıyla mahkûm edilemez.
(2) Cezanın artırılmasını veya cezaya ek olarak güvenlik tedbirlerinin uygulanmasını gerektirecek hâller, ilk defa duruşma sırasında ortaya çıktığında aynı hüküm uygulanır.
(3) Ek savunma verilmesini gerektiren hâllerde istem üzerine sanığa ek savunmasını hazırlaması için süre verilir.
(4) Yukarıdaki fıkralarda yazılı bildirimler, varsa müdafie yapılır. Müdafii sanığa tanınan haklardan onun gibi yararlanır.
Madde Gerekçesi
İddianamede gösterilen fiilin hukuk yönünden değerlendirilmesini yaparken iddia ve savunma ile bağlı olmayan, tümüyle serbest bulunan mahkeme, suçun hukukî niteliğinin değişmesini veya cezanın artırılmasını veya cezaya ek olarak güvenlik tedbirlerinin uygulanmasını gerektiren nedenlerin ilk defa duruşmada ortaya çıkması hâlinde sanığı haberdar edecek ve ona bu konuda savunma olanağı sağlayacaktır.
Bu kurala, ilke olarak, suçun hukukî niteliğindeki değişme sanığın yararına da olsa uyulur.
Sanık istemde bulunursa ek savunmasını hazırlaması için kendisine süre verilir. Ayrıca duruşma aşamasında meydana gelen fiilî ve hukukî değişiklikler nedeniyle iddia ve savunmanın gerektiği şekilde hazırlanabilmesi için de istem üzerine veya mahkemece re’sen, duruşmaya ara verilebilir.
Ek savunmaya ilişkin bildirimler, varsa sanığın avukatına yapılır. Sanığa tanınmış haklardan avukatı da yararlanır.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu
Kasten yaralama – Madde 86
(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur. Suçun kadına karşı işlenmesi hâlinde cezanın alt sınırı altı aydan az olamaz.
(3) Kasten yaralama suçunun;
a) Üstsoya, altsoya, eşe, boşandığı eşe veya kardeşe karşı,
b) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,
d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
e) Silahla,
f) Canavarca hisle,
İşlenmesi halinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında, (f) bendi bakımından ise bir kat artırılır.
Madde Gerekçesi
Maddenin birinci fıkrasında kasten yaralama suçunun temel şekli tanımlanmıştır. Madde metninde yapılan değişiklikle, Hükümet Tasarısında benimsenen ve “müessir fiil” karşılığı olan “etkili eylem” ifadesi terk edilerek, genel olarak yaralama kavramı benimsenmiştir. Bu nedenle, kişinin vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan her davranış, yaralama olarak kabul edilmiştir.
İkinci fıkrada ise, kasten yaralama suçunun nitelikli şekilleri gösterilmiştir. Söz konusu suçun seçimlik olarak belirlenen bu nitelikli şekilleri, bentler hâlinde sıralanmıştır.
Fıkranın (a) bendinde, kasten yaralama suçunun üstsoy veya altsoydan birine ya da eş veya kardeşe karşı işlenmesi, bu suçun bir nitelikli hâli olarak kabul edilmiştir. Bu kavramlar hakkında açıklama için, kasten öldürme suçunun nitelikli hâllerine ilişkin hükmün gerekçesine bakılmalıdır.
Fıkranın (b) bendine göre, kasten yaralamanın beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı işlenmesi, suçun temel şekline göre daha ağır ceza ile cezalandırılmayı gerektirmektedir. Bu hususa ilişkin açıklama için, kasten öldürme suçunun nitelikli hâllerine ilişkin hükmün gerekçesine bakılmalıdır.
Fıkranın (c) bendinde, suçun kişinin yerine getirdiği kamu görevi dolayısıyla işlenmesi, bir nitelikli hâl olarak öngörülmüştür. Bu hususa ilişkin açıklama için, kasten öldürme suçunun nitelikli hâllerine ilişkin hükmün gerekçesine bakılmalıdır.
Kasten yaralama suçu, kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle de işlenebilir. Fıkranın (d) bendinde, bu durum, söz konusu suçun bir nitelikli hâli olarak kabul edilmiştir. Bunun için kamu görevlisinin zor kullanma yetkisine sahip bulunması gerekmemektedir. Burada önemli olan, kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuzun kötüye kullanılması suretiyle, kasten yaralama suçunun işlenmesidir. Örneğin bir hâkim veya savcının sanık veya tanığa karşı kasten yaralama suçunu işlemesi hâlinde, bu nitelikli hâlin gerçekleştiğini kabul etmek gerekir. Buna karşılık, zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisi tarafından kasten yaralama suçunun işlenmesi hâli, kanunda ayrı bir suç olarak tanımlanmıştır.
Fıkranın (e) bendinde, kasten yaralama suçunun silâhla işlenmesi, bir nitelikli hâl olarak kabul edilmiştir. Silâh deyimi için, Tanımlar başlıklı madde hükmüne bakılmalıdır.
Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama – Madde 87
(1) Kasten yaralama fiili, mağdurun;
a) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflamasına,
b) Konuşmasında sürekli zorluğa,
c) Yüzünde sabit ize,
d) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma,
e) Gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun vaktinden önce doğmasına,
Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, bir kat artırılır. Ancak, verilecek ceza, birinci fıkraya giren hallerde üç yıldan, üçüncü fıkraya giren hallerde beş yıldan az olamaz.
(2) Kasten yaralama fiili, mağdurun;
a) İyileşmesi olanağı bulunmayan bir hastalığa veya bitkisel hayata girmesine,
b) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirilmesine,
c) Konuşma ya da çocuk yapma yeteneklerinin kaybolmasına,
d) Yüzünün sürekli değişikliğine,
e) Gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun düşmesine,
Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, iki kat artırılır. Ancak, verilecek ceza, birinci fıkraya giren hallerde beş yıldan, üçüncü fıkraya giren hallerde sekiz yıldan az olamaz.
(3) Kasten yaralamanın vücutta kemik kırılmasına veya çıkığına neden olması halinde, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, kırık veya çıkığın hayat fonksiyonlarındaki etkisine göre, yarısına kadar artırılır.
(4) Kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmişse, yukarıdaki maddenin birinci fıkrasına giren hallerde sekiz yıldan oniki yıla kadar, üçüncü fıkrasına giren hallerde ise oniki yıldan onsekiz yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
Madde Gerekçesi
Madde metninde kasten yaralama suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hâlleri belirlenmiştir.
Birinci fıkranın (a) bendinde, kasten yaralama suçunun mağdurun duyularından veya organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflamasına neden olması, bu suçun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hâli olarak öngörülmüştür. Bunun için duyu veya organlardan birinin işlevinin sürekli zayıflamasına neden olunmalıdır. Vücutta çift olarak bulunan organlardan birinin işlevini tamamen yitirmesi hâlinde, diğer organ fonksiyon görmeye devam edebilir. Bu durumda dahi, organın işlevinin zayıflaması değil, ikinci fıkraya göre işlevin yitirilmesi söz konusudur. Çünkü, bent metninde duyu veya organlardan birinin işlevinden söz edilmiştir.
Keza, kasten yaralamanın mağdurun konuşmasında sürekli zorluğa neden olması, (b) bendinde bu suçun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hâli olarak öngörülmüştür. Bu hükmün uygulanabilmesi için, konuşma yeteneğinin tamamen yitirilmesi değil, konuşma yeteneğinin kullanılmasında güçlükle karşılaşılması gerekir. Aksi takdirde ikinci fıkra hükmü uygulanır.
Fıkranın (c) bendine göre, kasten yaralama suçunun yüzde sabit ize neden olması, bu suçtan dolayı daha ağır bir ceza ile cezalandırılmayı gerektirmektedir. Burada geçen yüz deyimi, çehre karşılığında kullanılmıştır ve kişinin boyun ve kulakları dahil, başın ön kısmını ifade eder. Yüzde sabit iz, yaralama sonucu yüzde meydana gelen daimî, sürekli izlerdir. Ancak bu izler yüzün sürekli değişikliği hâlinden farklıdır. Sabit iz yüzü değiştirmemekte ve mağduru öteden beri tanıyanlarda, kişiliği bakımından herhangi bir duraksamaya neden olmamaktadır. İkinci fıkrada söz konusu edilen yüzde sürekli değişiklik hâlinde ise, bunun tam tersi söz konusudur; yüzüne kezzap atılmış bulunan kişinin durumu buna örnek teşkil eder.
Fıkranın (d) bendine göre, kasten yaralamanın kişinin hayatını tehlikeye sokan bir duruma neden olması, bu suçtan dolayı daha ağır bir ceza ile cezalandırılmayı gerektirmektedir. Kasten yaralamanın hayati tehlikeye sebebiyet verip vermediğinin tespiti, tıbbi bir değerlendirmeyi gerekli kılmaktadır.
Fıkranın (e) bendinde, kasten yaralamanın gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun vaktinden önce doğmasına neden olması hâli düzenlenmiştir.
Maddenin ikinci fıkrasında, kasten yaralama suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış diğer hâlleri belirlenmiştir.
Fıkranın (a) bendinde kasten yaralama sonucunda mağdurun iyileşmesi olanağı bulunmayan bir hastalığa veya bitkisel hayata girmesi hâlinde, suçun temel şekline nazaran verilecek cezanın artırılması öngörülmüştür.
Fıkranın (b) bendinde ise, duyu veya organlardan birinin işlevinin yitirilmesi hâlinde cezanın artırılması öngörülmüştür. İşlevin zayıflamasıyla yitirilmesi arasındaki farka ilişkin açıklama için birinci fıkranın gerekçesine bakılmalıdır.
Fıkranın (c) bendinde, kasten yaralama sonucunda mağdurun konuşma ya da çocuk yapma yeteneklerinin kaybolması hâli düzenlenmiştir.
Fıkranın (d) bendinde yüzünün sürekli değişikliğe uğraması hâli öngörülmüştür. Bu hususa ilişkin açıklama için birinci fıkranın gerekçesine bakılmalıdır.
Nihayet (e) bendinde, kasten yaralama suçunun gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun düşmesine neden olunması hâli düzenlenmiştir.
Maddenin üçüncü fıkrasında kasten yaralamanın vücutta kemik kırılmasına neden olması hâline ilişkin düzenleme yapılmıştır. Bu itibarla, kırığın mağdurun hayat fonksiyonlarındaki etkisine göre, fail hakkında fıkrada belirtilen oranlarda cezaya hükmolunacaktır.
Dördüncü fıkrada, kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmiş olması hâline ilişkin hükme yer verilmiştir. Neticesi sebebiyle ağırlaşmış bu kasten yaralama hâllerinde, failin bu ağır neticeden sorumlu tutulabilmesi için, Genel Hükümler Kitabında yer alan netice sebebiyle ağırlaşmış suçlara ilişkin hükümler, burada da geçerlidir.
Görevi yaptırmamak için direnme – Madde 265
(1) Kamu görevlisine karşı görevini yapmasını engellemek amacıyla, cebir veya tehdit kullanan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Suçun yargı görevi yapan kişilere karşı işlenmesi halinde, iki yıldan dört yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(3) Suçun, kişinin kendisini tanınmayacak bir hale koyması suretiyle veya birden fazla kişi tarafından birlikte işlenmesi halinde, verilecek ceza üçte biri oranında artırılır.
(4) Suçun, silahla ya da var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.
(5) Bu suçun işlenmesi sırasında kasten yaralama suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hallerinin gerçekleşmesi durumunda, ayrıca kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.
Madde Gerekçesi
Madde metninde, görevini yaptırmamak için kamu görevlisine direnme fiilleri suç olarak tanımlanmıştır. Birinci fıkrada, kamu görevlisine karşı görevini yapmasını engellemek amacıyla, cebir veya tehdit kullanılması hâlinde verilecek ceza belirlenmiştir. Bu suçun oluşması için kullanılan cebrin kasten yaralama suçunun temel şekli veya daha az cezayı gerektiren hâli kapsamında değerlendirilebilecek boyutta olması gerekir. Aksi takdirde, dördüncü fıkra hükmüne göre uygulama yapmak gerekir.
Maddenin ikinci fıkrasında ise, direnilen kamu görevlisinin yargı görevi yapan kişi olması, bu suç açısından daha ağır cezayı gerektiren nitelikli unsur olarak kabul edilmiştir.
Üçüncü fıkraya göre, suçun, kişinin kendisini tanınmayacak bir hâle koyması suretiyle veya birden fazla kişi tarafından birlikte işlenmesi hâlinde, verilecek ceza artırılacaktır. Keza, dördüncü fıkrada, suçun, silâhla ya da var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak işlenmesi hâli, cezanın artırılması sebebi olarak kabul edilmiştir.
Son fıkraya göre, bu suçun işlenmesi sırasında kasten yaralama suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hâllerinin gerçekleşmesi durumunda, ayrıca kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanacaktır.
Suçun Niteliğinin Değişmesi: Yargılamanın Sınırlılığı İlkesi ve Suçu Değerlendirmede Mahkemenin Yetkisi
Yargıtay Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2014/496 Karar No: 2016/409 Karar Tarihi: 08.11.2016
Yargıtay Dairesi: 3. Ceza Dairesi
Mahkemesi: Asliye Ceza Mahkemesi
İçtihat Metni
Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle kasten yaralama suçundan sanık …’nun 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 86/1, 86/3-c, 62 ve 53. maddeleri uyarınca 2 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin, Adana 9. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 05.05.2009 gün ve 274-758 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 3. Ceza Dairesince 22.02.2012 gün ve 3413-6123 sayı ile;
“İddia, savunma, tanık beyanı, doktor raporu ve tüm dosya kapsamı ile iddianamenin fiil kısmına ilişkin anlatımına göre, sanığın kendisini yakalamak isteyen müşteki polis memuruna yakalanmamak için eliyle vurarak onu düşürüp doktor raporunda belirtildiği üzere basit tıbbi bir müdahale ile giderilemeyecek şekilde yaralamaktan ibaret eyleminin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 265/1. maddesinde düzenlenen görevi yaptırmamak için direnme suçunu oluşturduğu halde yerinde olmayan gerekçeyle yazılı şekilde hüküm tesisi”
isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Direnme Kararı
Yerel mahkeme ise 18.10.2012 gün ve 496-981 sayı ile;
“…Mahkememiz ile Yüksek Yargıtay arasındaki uyuşmazlık, eylemin nitelendirilmesine yöneliktir. Hâkim idddianamede anlatılan olay ve açılan davayla bağlıdır. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 265. maddesinde görevi yaptırmamak için direnme suçu düzenlemiştir. Maddenin 5. fıkrasında ‘suçun işlenmesi sırasında kasten yaralama suçunun neticesi sebebi ile ağırlaşmış hallerinin gerçekleşmesi durumunda; ayrıca kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.’ düzenlemesi yapılmıştır. Maddede açıkça belirtildiği üzere, bir kişinin görevliye, görevini yaptırmamak için direndiği sırada uyguladığı cebir Türk Ceza Kanunu’nun 86/2. maddesinden daha ağır bir yaralanmayı gerektiriyorsa iki suçtan hüküm kurulacaktır. Birincisi direnme, ikincisi yaralamadır. Adana Cumhuriyet Başsavcılığının iddianamesinde suç kamu görevlisine karşı müessir fiil olarak nitelendirilmiş, sevk maddeleri TCK’nın 86/1 ve 86/3-c maddeleri olarak belirtilmiştir. İddianamenin anlatım bölümünde de polis memurunun sanık tarafından yaralandığı anlatılmıştır. Yukarıda da söylendiği gibi hâkim iddianame ile bağlıdır. İddianame de TCK’nın 265/1. maddesinden dava açılmamıştır. Mahkeme açılmamış bir konuda hüküm kuramaz. Yargıtayca, eylemin iddianamenin fiil kısmına ilişkin anlatımına göre TCK’nın 265/1. maddedeki suçun oluştuğu söylenmiş ise de; olayda sanığın cezalandırılabileceği iki durum söz konusudur. Mahkeme açılmış davaya ilişkin karar vermiştir. Cumhuriyet savcılığınca 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 265/1. maddesinden dava açılmasının her zaman mümkün olması…”
gerekçesiyle önceki hükmünde direnilmesine karar vermiştir.
Bu hükmün de sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 10.07.2014 gün ve 224855 sayılı “bozma” istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın katılan polis memuruna karşı gerçekleştirdiği eylemin, görevi yaptırmamak için direnme suçunu mu yoksa kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle kasten yaralama suçunu mu oluşturduğunun belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
05.03.2006 tarihli yakalama tutanağında; bir polis memurunun darp edildiğinin bildirilmesi üzerine olay yerine gidildiğinde Trafik Şube Müdürlüğünde görevli katılan polis memuru …’un, kaşı açılmış, ağız ve burun kısmından darp edilmiş olduğunun ve yüzünde yoğun kanama bulunduğunun, kaçan sanığın on dakika süren araç ile takip sonucu ara sokakta yakalandığının bildirildiği,
Adli Tıp Kurumu Adana Şube Müdürlüğünce katılan hakkında düzenlenen raporda; sağ frontalde 2 cm ebadında künt travmatik kesi, etrafında erozyon, alt dudakta 1 cm ebadında ekimozlu kesi, sağ el sırtında yüzeysel erozyon tespit edilerek bilgisayarlı tomografide minimal beyin ödemi saptandığının, meydana gelen yaralanmanın yaşamsal tehlike oluşturmadığının ve basit bir tıbbi müdahale ile giderilemeyecek nitelikte olduğunun belirtildiği,
Sanık hakkında düzenlenen adli raporda; sağ el 2. parmak 2. boğumda 0,2 cm’lik yüzeysel doku kaybı, sol el dış kısmında ise 0,5 cm ebadında abrazyon bulunduğunun ve sanığın alkollü olmadığının bildirildiği,
Adana Emniyet Müdürlüğünce düzenlenen 30.03.2009 tarihli yazıda; katılan polis memuru …’un, olay günü ve saatinde Adana ili Kuruköprü kavşağında resmi olarak görevli olduğunun belirtildiği,
Anlaşılmaktadır.
Katılan …; polis memuru olduğunu, olay tarihinde Çetinkaya Mağazasının yakınlarında görev yaptığını, “Polis yok mu, yardım edin” diye bir ses geldiğini, sesin geldiği yerdeki kavgaya müdahale etmeye çalıştığını, o sırada başka bir polis memurunun daha geldiğini, sanığa “Yeter artık” diye bağırdığını, sanığın bunun üzerine kaçmaya başladığını, Cahit isimli polis memurunun sanığa “Dur kaçma” diye bağırdığını, kendisinin de kaçan sanığı kovalamaya başladığını, sanığın bir çıkmaz sokağa girdiğini, geri dönüp Cahit’i geçerek kendisinin önüne geldiğini, önce sağından daha sonra solundan kaçmak istediğini, yakalayacağı esnada sanığın yumruk atması sonucu yere düştüğünü, sanığın bu sefer de ayağı ile eline bastığını ve kaçtığını, sanıktan şikâyetçi olduğunu,
Tanık C. Kızılbudak; polis memuru olduğunu, olay günü görev yaptığı yere gelen telaşlı bir kişinin, kavga olduğunu söylemesi üzerine olay yerine gittiğini, bir kadını yerde gördüğünü, o sırada birinin sanığı göstererek “Sarkıntılık yaptı, kaçıyor” demesi üzerine sanığın kaçmaya başladığını, katılan ile birlikte sanığı kovalamaya başladıklarını, sanığın çıkmaz bir sokağa girip geri döndüğünü, sanığın manevra yaparak elinden kurtulduğunu ve katılanın yüzüne yumruk ile vurduğunu, sanığın yere düşen katılanın üzerine basarak kaçtığını, sanığın kendisine mukavemette bulunmadığını ancak durması, kaçmaması yönündeki ikazlarına da uymadığını,
Tanık K. Tatlıkiraz; sanığın kendisini yakalamaya çalışan polis memurunun yüzüne yumrukla vurup yere düşürdüğünü,
Beyan etmişlerdir.
Sanık … kollukta susma hakkını kullanmış, sorguda ve mahkemede; olay günü caddede yürürken bir kadın ve bir erkeğin kolundan tuttuklarını, kapkaççı zannettiği bu kişileri ittiğini ve hızlıca yürümeye başladığını, iki polis memurunun kendisinin peşinden gelmeleri üzerine korkarak kaçmaya başladığını, çıkmaz bir sokağa girince geri döndüğü sırada katılan ile çarpıştığını, katılana kasten vurmadığını ve direnmediğini savunmuştur.
Ceza muhakemesi hukukumuzda mahkemelerce bir yargılama faaliyeti yapılabilmesi ve hüküm kurulabilmesi için, yargılamaya konu edilecek eylemle ilgili, usulüne uygun olarak açılmış bir ceza davası bulunması gerekmektedir.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Kamu davasını açma görevi, Cumhuriyet savcısı tarafından yerine getirilir.” şeklinde düzenlenmiş olan 170. maddesinin birinci fıkrası uyarınca ceza davası, dava açan belge niteliğindeki icra ceza mahkemesine verilen şikâyet dilekçesi, son soruşturmanın açılması kararı gibi istisna hükümler hariç olmak üzere, kural olarak Cumhuriyet savcısınca düzenlenen iddianame ile açılır. Anılan maddenin dördüncü fıkrasında da; “İddianamede, yüklenen suçu oluşturan olaylar, mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklanır” düzenlemesine yer verilmiştir.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 225. maddesinde yer alan “Hüküm, ancak iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve faili hakkında verilir. Mahkeme, fiilin nitelendirilmesinde iddia ve savunmalarla bağlı değildir.” şeklindeki düzenleme gereğince de hangi fail ve fiili hakkında dava açılmış ise, ancak o fail ve fiili hakkında yargılama yapılarak hüküm verilebilecektir.
Anılan kanuni düzenlemelere göre, iddianamede açıklanan ve suç oluşturduğu iddia olunan eylemin dışına çıkılması, dolayısıyla davaya konu edilmeyen fiil veya olaydan dolayı yargılama yapılması ve açılmayan davadan hüküm kurulması kanuna açıkça aykırılık oluşturacaktır. Öğretide “davasız yargılama olmaz” ve “yargılamanın sınırlılığı” olarak ifade edilen bu ilke uyarınca hâkim, ancak hakkında dava açılmış bir fiil ve kişi ile ilgili yargılama yapabilecek ve önüne getirilen somut uyuşmazlığı hukuki çözüme kavuşturacaktır.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 226. maddesinde yer alan düzenlemeye göre;
“Sanık, suçun hukukî niteliğinin değişmesinden önce haber verilip de savunmasını yapabilecek bir hâlde bulundurulmadıkça, iddianamede kanunî unsurları gösterilen suçun değindiği kanun hükmünden başkasıyla mahkûm edilemez.
Cezanın artırılmasını veya cezaya ek olarak güvenlik tedbirlerinin uygulanmasını gerektirecek hâller, ilk defa duruşma sırasında ortaya çıktığında aynı hüküm uygulanır.
Ek savunma verilmesini gerektiren hâllerde istem üzerine sanığa ek savunmasını hazırlaması için süre verilir.
Yukarıdaki fıkralarda yazılı bildirimler, varsa müdafie yapılır. Müdafii sanığa tanınan haklardan onun gibi yararlanır.”
Soruşturma aşamasında elde ettiği delillerden ulaştığı sonuca göre iddianameyi hazırlamakla görevli iddia makamı, düzenlenen iddianame ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 225/1. maddesi uyarınca kovuşturma aşamasının sınırlarını belirlemektedir. Bu bakımdan iddianamede, yüklenen suçun unsurlarını oluşturan fiil/fiillerin nelerden ibaret olduğunun hiçbir tereddüte yer bırakmayacak biçimde açıklanması zorunludur. Böylelikle sanık; iddianameden üzerine atılı suçun ne olduğunu hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde anlamalı, buna göre savunmasını yapabilmeli ve delillerini sunabilmelidir. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 226. maddesindeki düzenlemeyle iddianamede anlatılan eylem değişmemiş olduğunda, kanun koyucu o eylemin hukuki niteliğinde değişiklik olmasını “yargılamanın sınırlılığı” ilkesine aykırı görmemiş, bu gibi hallerde sanığa ek savunma hakkı verilerek değişen suç niteliğine göre bir hüküm kurulmasına imkân sağlamıştır. Bu düzenlemenin bir sonucu olarak mahkeme, eylemin hangi suçu oluşturacağına ilişkin nitelendirmede iddia ve savunmayla bağlı değildir. Örneğin, iddianamede kasten öldürmeye teşebbüs olarak nitelendirilen eylemin kasten yaralama suçunu oluşturacağı görüşünde olan mahkemece, sanığa ek savunma hakkı da verilmek suretiyle bahse konu suçtan hüküm kurulabilecektir.
İddianamede anlatılan ve kapsamı belirlenen olayın dışında bir fail yargılanması söz konusu olduğunda ise, suç duyurusunda bulunulması ve iddianame ile dava açılması halinde gerekli görülürse her iki iddianame ile açılan davaların birleştirilmesi yoluna gidilebilecektir. Nitekim Ceza Genel Kurulunun 17.06.2014 gün ve 1510-331; 18.02.2014 gün ve 274-78; 16.04.2013 gün ve 1307-151 sayılı kararları başta olmak üzere birçok kararında da aynı sonuca ulaşılmıştır.
Bu açıklamalar ışığında; Adana Cumhuriyet Başsavcılığının 28.03.2006 gün ve 3640-2039 sayılı iddianamesinde; suç adı “kamu görevlisine karşı müessir fiil”, sevk maddeleri ” 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 86/1, 86/3-c” olarak gösterilmiş olup, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 225. maddesine göre hükmün iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve faili hakkında verileceği, mahkemenin, fiilin nitelendirilmesinde iddia ve savunmalarla bağlı olmadığı göz önüne alındığında iddianamedeki “Olay günü sanık …’ın bir bayana sarkıntılık etmesinden dolayı görevli polis memurları … ve Cahit Kızılbulak tarafından kovalanmak sureti ile yakalanmak istendiği, bu kovalamaca esnasında çıkmaz bir sokağa giren sanığın dönüp polis memurlarına saldırdığı ve çarparak yere düşmesine sebebiyet verdiği, mağdurun üzerine basarak raporunda yazılı olduğu gibi yaralanmasına sebebiyet verdiği, sanığın daha başka görevliler tarafından yakalandığı” şeklindeki anlatımın gerek kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle kasten yaralama, gerekse görevi yaptırmamak için direnme suçlarını kapsadığı, eylemin görevi yaptırmamak için direnme suçunu oluşturduğunun kabulü halinde, usulüne uygun olarak ek savunma imkânı sağlanıp, buna göre hüküm kurulmasının mümkün olduğu kabul edilmelidir.
Uyuşmazlığın isabetli bir hukuki çözüme kavuşturulabilmesi için kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle kasten yaralama ve görevi yaptırmamak için direnme suçlarının unsurları üzerinde durulmasında fayda bulunmaktadır.
Uyuşmazlık konusuyla ilgili tartışılması gereken kasten yaralama suçuna ilişkin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 86. maddesinde yer alan düzenlemeye göre;
“(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.
(3) Kasten yaralama suçunun;
a) Üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe karşı,
b) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,
d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
e) Silâhla,
İşlenmesi hâlinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır.”
Maddenin birinci fıkrasında kasten yaralama suçunun tanımı yapılmış, kişinin vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan her davranış, yaralama olarak kabul edilmiş, madde gerekçesinde bu husus açıkça vurgulanmıştır.
Kasten yaralama suçunda korunan hukuki yarar, kişinin vücut dokunulmazlığı ve beden bütünlüğüdür. Suçun konusu, mağdurun acı verilen veya bozulan bedeni veya ruhsal varlığıdır. Failin yaptığı hareket sonucu, maddede belirtilen sonuçlardan biri meydana gelirse, kasten yaralama suçunun oluşacağında tereddüt bulunmayıp, bu sonucu doğurmaya elverişli olan tüm hareketlerle, kasten yaralama suçunun işlenmesi mümkündür.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Millete ve Devlete Karşı Suçlar ve Son Hükümler” başlıklı dördüncü kısmının, “Kamu İdaresinin Güvenilirliğine ve İşleyişine Karşı Suçlar” başlıklı birinci bölümünde, “Görevini Yaptırmamak İçin Direnme” başlığı düzenlenen 265. maddesinde yer alan hükme göre;
“(1) Kamu görevlisine karşı görevini yapmasını engellemek amacıyla, cebir veya tehdit kullanan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Suçun yargı görevi yapan kişilere karşı işlenmesi hâlinde, iki yıldan dört yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(3) Suçun, kişinin kendisini tanınmayacak bir hâle koyması suretiyle veya birden fazla kişi tarafından birlikte işlenmesi hâlinde, verilecek ceza üçte biri oranında artırılır.
(4) Suçun, silâhla ya da var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.
(5) Bu suçun işlenmesi sırasında kasten yaralama suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hâllerinin gerçekleşmesi durumunda, ayrıca kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.”
Seçimlik hareketli bir suç olarak düzenlenen görevi yaptırmamak için direnme suçunun oluşabilmesi için; kamu görevlisine, yerine getirdiği görevini yaptırmamak amacıyla cebir veya tehdit veyahut her ikisinin birden kullanılması gerekir.
Bu suçla korunan hukuki yarar, kamu idaresinin güvenilirliği ve işleyişi olup, bu suçta, kamu faaliyetlerine kişilerin saygı göstermelerinin sağlanması ve kamu görevlerinin yerine getirilmesi dolayısıyla da kamu görevini yerine getirenleri engellemeye yönelik fiillerin önüne geçilmesi amaçlanmıştır. 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu’nun yürürlüğü sırasında Ceza Genel Kurulunun 26.11.2002 gün ve 279-406 sayılı kararında; “Bu suç ile korunan hukuki yarar, kamu idaresi organlarının görevlerini herhangi bir engelleme ile karşılaşmadan yapmasını sağlamak suretiyle kamu idaresinde sürekliliği güvence altına almaktır.” denilmek suretiyle bu husus vurgulanmıştır. Öte yandan, kendisine verilen görevi yerine getirmekte olan kamu görevlisine karşı cebir ve/veya tehdit fiili gerçekleştirilmiş bulunduğundan bu suçla aynı zamanda kişi özgürlüğü ve beden bütünlüğü de korunmaktadır. (Mehmet Emin Artuk – Ahmet Gökçen – A.Caner Yenidünya, TCK Şerhi, 2. bası, 5. cilt, Ankara, 2014, s.7645; Osman Yaşar – Hasan Tahsin Gökcan –Mustafa Artuç, Türk Ceza Kanunu, 2. bası, 6. cilt, Ankara, 2014, s.7956-7957)
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 265/5. maddesinde, görevi yaptırmamak için direnme suçunun cebir kullanarak işlenmesi durumunda içtima kuralının ne şekilde uygulanacağı düzenlenmiştir. Bu hükme göre, görevi yaptırmamak için direnme suçunun işlenmesi sırasında kasten yaralama suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hâllerinin gerçekleşmesi durumunda, ayrıca kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanacaktır.
Bu kapsamda görevi yaptırmamak için direnme suçunda cebrin derecesi önem kazanmakta olup, kullanılan cebir 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 86. maddesinde düzenlenen kasten yaralama suçunun derecesini aşmaz ise fail sadece kamu görevlisine görevini yaptırmamak için direnme suçundan cezalandırılacak, buna karşın kullanılan cebir sonucu TCK’nın 87. maddesinde düzenlenen neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama hallerinin gerçekleşmesi hâlinde, fail hem görevi yaptırmamak için direnme hem de neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama suçundan sorumlu olacaktır. (Veli Özer Özbek-Koray Doğan-Pınar Bacaksız-İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, 11. Baskı, Seçkin Yayınevi, Ankara 2017, s. 1129; Osman Yaşar-Hasan Tahsin Gökcan-Mustafa Artuç, age, syf 8000-8001)
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
05.03.2006 günü, kavga olduğu bildirilen yere gelen görevli polis memurlarını gören ve yapılan uyarıya rağmen kaçmaya başlayan sanığın, kendisini yakalamak isteyen katılan polis memurunu yumruk atıp yere düşürmek ve eline basmak suretiyle, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 86/1. maddesi kapsamında, basit bir tıbbi müdahale ile giderilemeyecek şekilde yaraladığı olayda; sanığın kendisini yakalamak isteyen katılan polis memurunu görevini yapmasını engellemek amacıyla yaraladığı anlaşıldığından, katılanın yaralanmasının niteliği de gözetildiğinde, sanığın eyleminin bir bütün olarak TCK’nın 265/1. maddesinde düzenlenen görevi yaptırmamak için direnme suçunu oluşturduğu ve iddianamede sanığın eyleminin görevi yaptırmamak için direnme suçunu da kapsayacak şekilde anlatılması nedeniyle, sanığa ek savunma hakkı verilmek suretiyle bu suçtan hüküm kurulması gerektiği kabul edilmelidir.
Bu itibarla, isabetli bulunmayan yerel mahkeme direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
Sonuç:
Açıklanan nedenlerle;
1- Adana 9. Asliye Ceza Mahkemesinin 18.10.2012 gün ve 496-981 sayılı direnme hükmünün, sanığın eyleminin görevi yaptırmamak için direnme suçunu oluşturduğunun gözetilmemesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 08.11.2016 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.
Kayseri Ceza Avukatı
Alanında yetkin Kayseri ceza avukatı kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz; ceza yargılamalarında savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek taraflara avukatlık ve hukuki danışmanlık hizmeti vermektedir.
Ceza davalarında gerekli başvuru veya itirazların zamanında ve usulüne uygun yapılması açısından alanında uzman bir Kayseri ceza avukatı veya ağır ceza avukatından hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Yargılama sırasında herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için güncel mevzuat ve Yargıtay kararlarının takip edilmesi önem arz etmektedir.
Alanında yetkin Kayseri Avukat kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz, savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde taraflara hukuki yardım sunmaktadır. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde herhangi bir mağduriyete veya hak kaybına uğramamak için gerekli başvuruların zamanında ve usulüne uygun yapılması büyük önem arz etmektedir. Bu süreçte, alanında uzman bir avukattan hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Zülküf Arslan Hukuk Bürosu olarak; Yalçınkaya Kararı başta olmak üzere AİHM kararlarının Türkçe çevirilerini yapan Eski AİHM Hukukçusu Dr. Orhan Arslan koordinatörlüğünde müvekkillerimize Anayasa Mahkemesi ve AİHM başvurusunun yanı sıra emsal AYM ve AİHM Kararları çerçevesinde yeniden yargılama başvurusu hususunda da hukuki destek vermekteyiz.
Kayseri ceza avukatı veya Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’ne başvuru yapmak ve süreci takip etmek için bir avukat arıyorsanız 15 yılı aşkın deneyimi ile avukat kadromuzdan dava süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile başvuru ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz.