Kasten Yaralama Sonucu Ölüme Neden Olma ile Taksirle Bir Kişinin Ölümüne Neden Olma Suçu Ayrımı
Yargıtay Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2015/1254 Karar No: 2018/354 Karar Tarihi: 18.09.2018
Kararı Veren Yargıtay Dairesi: 12. Ceza Dairesi
Mahkemesi: Ağır Ceza Mahkemesi
Yargıtay Kararı
Sanık … hakkında kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda, İstanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesince sanığın eyleminin taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçunu oluşturduğu kabul edilerek 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 23 ve 86/2. maddeleri delaletiyle 85/1, 29 ve 62/1. maddeleri uyarınca 1 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin İstanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 27.09.2007 tarihli ve 105-275 sayılı hükmün, sanık müdafisi ve Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 17.10.2012 tarih ve 7196-22236 sayı ile;
“Olay günü sanığın iş arkadaşı olan ölen … ile tartıştığı sırada, ölene vurması üzerine kalp hastası olan …’nin kısa süre sonra fenalaşıp, yaşadığı üzüntü nedeniyle geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybettiği olayda, Adli Tıp Kurumu Birinci İhtisas Kurulunun 16.07.2008 tarihli raporunda, meydana gelen olay ile ölüm arasında illiyet bağının bulunduğunun belirtildiği, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 86/1 ve 87/4. maddesinde kasten yaralama sonucunda, ölümün meydana gelmesi hâlinde sanığın cezalandırılacağının belirtilmiş olması karşısında, sanığın 5237 sayılı TCK’nın 86/1 ve 87/4. maddesi gereğince cezalandırılması gerekirken, suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması”
isabetsizliğinden bozulmasına oy çokluğu ile karar verilmiş,
Karşıoy Gerekçesi
Daire Üyesi M. Albayrak;
“…Dairemizin 23.2.2012 tarih ve 2011/15869 Esas ve 2012/5011 sayılı kararında belirtildiği gibi; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 23. maddesinde, kastı aşan suçlarda veya neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlarda cezalandırılabilmek için failin meydana gelen sonuç açısından en azından taksirle hareket etmesi gerektiği belirtilmiş, madde gerekçesinde de, hükmün konuluş amacının, objektif sorumluluk anlayışını terk etmek olduğu, bu tür sorumluluğun, ortaçağ kanonik hukukunun kalıntısı olan ‘versari in re ilicita’ yani hukuka aykırı bir durumda olan bunun bütün neticelerine katlanır anlayışının ürünü olduğu, çağdaş ceza hukukunun bu anlayışı çoktan terk ettiği, düzenlemeyle meydana gelen ağır netice açısından sorumluluk için neticeye ilişkin olarak en azından taksir dolayısıyla kusurlu olunması gerektiği belirtilmiştir.
Kanun’un 87/4. maddesinde ise, kasten yaralama sonucunda ölümün meydana gelmesi hâlinde failin nasıl cezalandırılacağı hüküm altına alınmıştır. Ancak maddedeki atfın 86. maddenin 1. ve 3. fıkralarına yapılmış olması nedeniyle, bu hükmün aynı maddenin 2. fıkrasında kalan yaralanma eylemleri açısından uygulanması mümkün değildir.
Basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilir nitelikte yaralanma sonucunda mağdurun ölmesi hâlinde, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 23 ve 87/4. maddelerinin uygulanması imkânı bulunmadığından, failin sorumluluğunun genel hükümler kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Meydana gelen sonuç, (ölüm) öngörülebilir ise ve fail bu sonucu öngörmeksizin hareket etmişse, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 22/2. maddesi uyarınca taksirle öldürme suçunu düzenleyen 85. maddesi uyarınca, öngörülebilir sonuç fail tarafından da öngörülmüş ancak istenmemiş ise fail bilinçli taksirle öldürme suçundan; Kanun’un 85 ve 22/3. maddeleri uyarınca, fail öngördüğü sonucu kabullenerek fiilini icra etmiş ise bu kez de, olası kastla öldürme suçundan sorumlu tutulmalıdır.
Failin ölüm sonucunu öngörmesi mümkün olmakla birlikte, gerekli özeni göstermeyerek ölüme neden olması hâlinde faili taksirle öldürmekten sorumlu tutmak mümkün ise de, ölüm sonucunun meydana gelmesinin öngörülmesi mümkün değilse failin taksirle öldürmeden sorumlu tutulması mümkün değildir.
Neticenin öngörülebilir olmaması hâlinde, faili meydana gelen ağır sonuçtan sorumlu tutmak, yeniden objektif sorumluluğun kabulü anlamına gelecektir ki, böyle bir kabul kusur sorumluluğunu benimseyen ceza kanununun sistematiğine de aykırıdır.
Bu olayımızda da sanığın basit tıbbi müdahalelik yaralaması sonrası Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulunca, ölümün travmanın eforu ve stresiyle kendinde mevcut kalp damar hastalığının aktif hâle geçmesine bağlı solunum dolaşım durmasından ileri geldiği, olay ile ölüm arasında illiyet bağı bulunduğu, ancak saptanan travmatik değişimlerin başlı başına ölümü tevlit eder nitelikte olmadıkları ve mevcut yaralanmanın basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olduğu belirtilmesi karşısında sanığın taksirle öldürme suçundan cezalandırılması gerekmektedir. Çünkü; TCK’nın 22/2. maddesi taksiri, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi olarak tanımlanmaktadır.
Bilimsel görüşlere baktığımızda da dikkat ve özen yükümlülüğü ile ilgili şu açıklamaları görmekteyiz.
‘Dikkat ve özen yükümlülüğünden, Kanun veya müşterek tecrübenin sonucu olarak kendisine toplum tarafından yüklenen dikkat ve ihtimam vazifesini ihmal eden ve zararlı neticeye sebep olan fert sorumludur. Taksir zorunlu ve gerekli özenin gösterilmemesi sebebiyle öngörülmesi mümkün olan neticenin öngörülmemesidir.
Taksirin cezalandırılmasının sebebi, failin neticeyi öngörmesi mümkün iken, özen vazifesine aykırı olarak, bu neticeyi öngörmemiş olması esasına dayanır. Failin öngörülebilir bir neticeyi öngörmesi gerekirken bunu yapmaması, toplumun kendisini kınamasının sebebidir.’
Dosyamıza konu olayda sanığın basit tıbbi müdahalelik bir yaralaması sonucunda mağdur ölmüştür. Bu olayda yukarıda açıkladığımız gibi sanığı 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 87/4.maddesi gereğince sorumlu tutmak mümkün değildir. Ancak oluşan bu netice öngörülebilir bir neticedir. Dolayısıyla sanık hakkında TCK’nın 23 ve 86/2. maddelerini nazara almadan aynı Kanun’un 85/1.maddesi gereğince taksirle öldürme suçundan cezalandırılmalıdır. Mahkemenin TCK’nın 23 ve 86/2. maddeleri delaletiyle aynı Kanun’un 85/1. maddesiyle hüküm kurması sonuca etkili olmayan uygulama olduğundan kararın onanması gerekir.
Sonuç olarak somut olayda günlük hayat tecrübelerine göre bu netice öngörülebilir bir neticedir. Öngörülebilen bu netice bakımından dikkat ve özen yükümlülüğüne uymayan sanık bakımından taksirle öldürme suçunun oluştuğu kanaatinde olduğumuz için sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyoruz.”
düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.
Bozma Sonrası Yargılama Süreci
Bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda Yerel Mahkemece 12.12.2013 tarih ve 40-424 sayı ile; sanığın kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçundan TCK’nın 86/1. maddesi delaletiyle 87/4, 29/1, 62/1, 53/1 ve 63. maddeleri uyarınca 3 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba karar verilmiştir.
Bu hükmün de sanık müdafisi ve Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 17.06.2015 tarih, 2252-11034 sayı ve oy çokluğuyla onanmasına karar verilmiş,
Karşı Oy Gerekçesi
Daire Başkanı A. Doğan ve Daire Üyesi M. Albayrak genel olarak Özel Dairenin ilk bozma kararında kullanılan karşı oyda belirtilen düşünceyle ve ek olarak;
“…Kanun’un 87/4. maddesinde ise, kasten yaralama sonucunda ölümün meydana gelmesi hâlinde failin nasıl cezalandırılacağı hüküm altına alınmıştır. Ancak maddedeki atfın 86. maddenin 1. ve 3. fıkralarına yapılmış olması nedeniyle, bu hükmün aynı maddenin 2. fıkrasında kalan yaralanma eylemleri açısından uygulanması mümkün olmadığı gibi 2. fıkra kapsamındaki yaralanmaların 3. fıkradaki artırım nedenleri bulunsa da uygulanma imkânı bulunmamaktadır…
Bunun yanında basit tıbbi müdahalelik bir yaralama suçunun işlenmesi sonucunda faili taksirle öldürme suçundan sorumlu tutmak adaletli olmayabileceği gibi 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 3. maddesinde düzenlenen “Suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur.” hükmü de ihlal edilmiş olabilir. Bundan dolayı üçlü bir ayrıma gidilerek sorumluluk belirlenirse adil bir sonuca varılabilir. Buna göre:
a- Kasten yaralama suçunu başlatanın fail olmadığı hâllerde kişi bir nevi savunma refleksi ile karşısındakinin saldırısını defetmek için muhatabın vücuduna acı verme kastıyla hareket ettiği durumlarda, basit tıbbi müdahalelik bir yaralama sonrası ölüm meydana gelmişse faili sadece kastından yani basit tıbbi müdahalelik yaralamadan (TCK m.86/2) sorumlu tutmak gerekir.
b- Kasten yaralama suçunu başlatanın fail olması hâlinde ise; failin amacı başkasının vücuduna sadece basit tıbbi müdahalelik bir yaralamada bulunma olsa bile modern zamanın oluşturduğu hayat ortamında, insanların bu gibi basit etkiler sonrası öldükleri artık her insan tarafından öngörülebildiğinden faili basit taksirle öldürme suçundan (TCK m.85/1) sorumlu tutmak gerekir.
c- Kasten yaralama suçu fail veya ölen tarafından başlatılsa bile failin ölendeki ölüm sonucunu doğurabilecek rahatsızlığı-hastalığı bilmesi hâlinde bu durumda faili dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranması sonucu oluşan ölümden, bilinçli taksirle öldürme (TCK, m.85/1, 22/3) suçundan sorumlu tutmak gerekir…
Sonuç olarak somut olayda günlük hayat tecrübelerine göre bu netice öngörülebilir bir neticedir. Sanık kasten yaralama eylemini ilk olarak başlatan kişidir. Öngörülebilen ölüm neticesi bakımından dikkat ve özen yükümlülüğüne uymadığından taksirle öldürme suçunun oluştuğu kanaatinde olduğumuz için sayın çoğunluğun neticesi sebebiyle ağırlaşan yaralama sonucu oluşan ölümden hüküm kuran mahalli mahkeme hükmünü onama yönündeki görüşlerine katılmıyoruz.”
düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının İtirazı
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 30.09.2015 tarih ve 48187 sayı ile;
“…Dosya kapsamı ve oluşa göre; aynı işyerinde çalışan sanık ve maktul arasında çıkan tartışma sırasında, sanığın arkadaşı olan ölene basit tıbbi müdahale ile iyileşebilir şekilde yumrukla vurması sonucu, sanık tarafından önceden bilinmeyen kalp-damar hastalığının aktif hâle gelmesi sonucunda öldüğü, sanığın kasten yaralama eylemini başlatan kişi olduğu ve eylem sonucunda ölüm olayının meydana gelebileceğinin öngörülebilir olduğu, buna göre gerekli dikkat ve özeni göstermeyen sanığın eyleminin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 85/1 maddesinde karşılığını bulan taksirle ölüme neden olmak suçunu oluşturduğu”
görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 12. Ceza Dairesince 04.11.2015 tarih ve 14055-16850 sayı ile; itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ile Özel Daire çoğunluğu arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın suçunun nitelendirilmesine ilişkin ise de, yapılan müzakere esnasında, bir kısım Ceza Genel Kurulu Üyelerinin de talebinin olması nedeniyle Ceza Genel Kurulu Başkanı tarafından uyuşmazlık, sanığın suçunun 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 87. maddesinin dördüncü fıkrası kapsamındaki kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçunu oluşturup oluşturmadığı, suçun TCK’nın 87. maddesinin dördüncü fıkrası kapsamında kalmadığı sonucuna ulaşılması hâlinde, TCK’nın 86. maddesinin ikinci fıkrası kapsamındaki kasten yaralama suçunun mu yoksa TCK’nın 85. maddesi kapsamındaki taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçunun mu oluşacağı şeklinde yeniden belirlenmiş olup uyuşmazlık konuları bu doğrultuda değerlendirilmiştir.
İncelenen dosya kapsamından;
26.11.2006 tarihli olay yeri inceleme raporunda; aynı gün saat 08.30 sıralarında Etiler, Nispetiye Caddesinde faaliyet gösteren …. isimli iş yerinde bir şahsın iş yeri çalışanı olan diğer bir şahısla tartışıp kavga ettikten sonra fenalaşarak hastaneye kaldırıldığının, akabinde öldüğünün bildirilmesi üzerine bahse konu iş yerine gelindiği, iş yerinin müstakil, bahçeli, iki katlı bir binada faaliyet gösteren, arka kısmında unlu mamuller üretilen bir fırın olduğu, zemin katta kafe olarak kullanılan bir bölümün, yine unlu mamullerin satışının yapıldığı ayrı bir bölüm ile üst katta idari kısmın bulunduğu, iş yerinin şoför olarak çalışanları … ile …’ın iş konusunda tartışıp kavga ettiklerini, diğer çalışanların kavgayı ayırmasından sonra herkesin işinin başına döndüğünü, yaklaşık 5-6 dakika sonra kavga eden şahıslardan birinin ekmeklerle uğraşırken fenalaşarak yere yığıldığını, sonrasında çalışanlar tarafından … Cerrahi ve Tanı Merkezine götürüldüğünü beyan ettikleri, iş yerinde olayla ilgili olabilecek herhangi bir emare ve delile rastlanmadığı yönünde açıklamalara yer verildiği,
… Cerrahi ve Tanı Merkezi tarafından düzenlenen 26.11.2006 tarihli raporda; sanık … tarafından getirilen hastanın saat 07.15’te görüldüğünde pupiller fix dilate olduğu, kalp atımı ve solunum olmadığı, TA alınamadığı, CPR’a başlandığı, yanıt alınamayınca CPR’ın saat 08.25’te sonlandırıldığı, CPR’da hastanın entübe edilip damar yolunun açıldığı, adrenalin, atropin Na bikarbonat, İV enjeksiyon yapılıp defibrilasyon uygulandığı yönünde açıklamaların olduğu,
26.11.2006 tarihli ölü muayene tutanağına göre; göğüs ön sternum kemiğinin üst kısmında 7×1,5 cm’lik, ksifoid üzerinde 2×1, 2×0,5 ve 0,5 cm’lik muhtemel elektrikli şok cihazı temasına bağlı yanıklı yara alanları ile ağızda, alt dudak sağ iç kısmında 0,5×0,5 cm’lik doku defektli kanamalı yara, sağ üst ve sağ alt köpek dişlerinde kanama, sağ el 2 ve 3. parmaklar arasında 1×0,5 cm’lik, sol el başparmak sırtında 1×0,5 cm’lik yaraların mevcut olduğu,
Adli Tıp Kurumu Kimya İhtisas Dairesince düzenlenen 20.12.2006 tarihli rapora göre; ölenin iç organlarında yapılan sistematik toksikolojik analiz sonucunda aranan maddelerin bulunmadığı, kanında alkol tespit edilmediği, kanında ve mesane yıkama suyunda uyutucu-uyuşturucu maddelere rastlanmadığı,
15.02.2007 tarihli histopatolojik tetkik raporuna göre; kişinin ölümünün kalp-damar hastalığı sonucu meydana gelmiş olduğu,
Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesince 26.11.2006 tarihinde yapılan otopsiye istinaden aynı yer tarafından düzenlenen 26.02.2007 tarihli otopsi raporunda; ölenin 163 cm boyunda, 61 kg ağırlığında olduğu, sağ el 1. parmak proksimal falanks dorsal bölgede 0,5×0,2 cm’lik, sağ el 2 ve 3. parmaklar arasında 1×0,2 cm’lik sıyrıklı ekimoz, göğüste defibrilatör kaşık izleri, sağ dirsek iç büklümde etrafı ekimozlu iğne izleri, saçlı deri altında sol frontal bölgede 2 cm çapında ekimoz, sol koroner arterde inen ve dönen dalda orta ve ileri derecede daraltıcı vasıfta, sağ koroner arterde orta derecede daraltıcı vasıfta aterom plakları, miyokart kesitlerinde sol ventrikül ön duvarda 6×3 cm’lik ve interventriküler septumda 2×1 cm’lik sedefi renk değişimi (nedbe alanı) ve çevrelerinde taze kanama alanları (taze miyokart enfarktüsü zemini), sol 2-6 kotlarda midklavikuler hatta, sol 2-7 kotlarda parasternal hatta, sağ 2-6 kotlarda midklavikuler hatta etrafı ekimozlu kırık görüldüğü bilgilerine yer verilerek otopsi sonucuna göre kişinin vücudunda ölüme müessir travmatik değişim bulunmadığı, otopside tespit edilen kot kırıklarının lokalizasyonları ve özellikleri dikkate alındığında, ölüm sonrası yeniden canlandırma işlemleri esnasında husullerinin mümkün olduğu, otopsisinde kalp ağırlığında ve kalp duvar kalınlıklarında artma, sol koroner arterlerde orta-ileri derecede daraltıcı vasıfta aterom plakları ve miyokart kesitlerinde nedbe alanı saptanan, histopatolojik tetkikinde miyokartta nedbe ve fibrozis tespit edilen kişinin ölümünün kalp damar hastalığı sonucu meydana gelmiş olduğu yönünde kanaat bildirildiği,
Adli Tıp Kurumu Birinci İhtisas Kurulunca düzenlenen 16.07.2007 tarihli rapora göre; otopsideki makroskopik ve mikroskopik bulgulara göre kişide kronik kalp-damar hastalığı bulunduğu ve ölümün mevcut kalp-damar hastalığının olayın efor ve stresiyle aktif hâle geçmesine bağlı solunum-dolaşım durmasından kaynaklandığı, olay ile ölüm arasında illiyet bağı bulunduğu ancak ölü muayene tutanağı ile otopside tarif edilen yüzeyel travmatik değişimlerin kişinin yaşamını tehlikeye sokacak nitelikte olmadıkları, basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif oldukları,
İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 21.05.2013 tarihli raporuna göre; 26.11.2006 tarihli ölü muayene tutanağında belirtilen göğüs ön sternum kemiğinin üst kısmındaki 7×1,5 cm’lik, ksifoid üzerindeki 2×1, 2×0,5 ve 0,5 cm’lik şok cihazının temasına bağlı yanıklı yara izleri ile ağızda, alt dudak sağ iç kısmında bulunan 0,5×0,5 cm’lik doku defektli kanamalı yaranın, sağ üst ve sağ alt köpek dişlerindeki kanamanın, sağ el 2 ve 3. parmaklar arasındaki 1×0,5 cmlik, sol el başparmak sırtındaki 1×0,5 cm’lik yaraların kişinin yaşamını tehlikeye sokmadığı, basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte oldukları,
Sanık … hakkında Şişli Eftal Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından 26.11.2006 tarihinde saat 09.40’ta düzenlenen rapora göre; sanıkta darp ve cebir izine rastlanmadığı,
Ölen …’nin 17.01.1956 doğumlu, sanık …’ın ise 17.10.1978 doğumlu olduğu,
Anlaşılmaktadır.
Katılanlar …, … ve … mahkemede; ölenin bildikleri herhangi bir hastalığı olmadığını, ara sıra evde alkol aldığını ancak dışarıda içmediğini, olayı görmediklerini,
Tanık … kollukta; …Mahallesi, Nispetiye Caddesinde faaliyet gösteren …. isimli iş yerinde fırıncı olarak çalıştığını, 26.11.2006 tarihinde, saat 06.40 sıralarında tanık … ile birlikte çalıştıkları esnada kasiyer bölümünde ölen … ile sanık …’ın birbirlerine bağırdıklarını duyduğunu, kasiyerlik yapan tanık … Çaylan’ın bağırması üzerine …. ile birlikte kasanın yanına gittiklerini, ölen …’ın yerden kalkmaya çalıştığını, ….’in sanık …’i tutarak fırından dışarı çıkardığını, kendisinin de….’ı tuttuğunu, ortalığın yatıştığını, herkesin işine döndüğünü, yaklaşık 10 dakika sonra 06.50 sıralarında Yasemin’in tekrar bağırdığını, …. ile birlikte kasanın yanına vardıklarında….’ı yerde yatmış vaziyette gördüğünü,….’ın bu esnada nefes aldığını, sanık …’in de kasanın yanında olduğunu, ….’le birlikte ölen …’ı kucaklayıp hastaneye götürmek üzere servis aracına bindirdiklerini, aracı sanık …’in kullandığını, sonrasında işlerine döndüklerini,
Savcılıkta ek olarak; ölen … ile sanık … arasında hemen her gün iş yüzünden tartışma olduğunu,….’ın Ersin’in işini zamanında yapmamasından dolayı servise geç kaldığından yakındığını, tartışmalarından sonra da el ele kol kola gezdiklerini, aralarında ciddi bir kavga olmadığını, olay günü Ersin’in gece çalıştığını, saat 06.30 sıralarında gelen….’ın servis arabasına ekmek taşıdığını, Ersin’in de ekmekleri kestiğini, her zamanki gibi Ersin ile…. arasında tartışma başladığını, birbirlerine bağırdıklarını ancak ne söylediklerini anlamadığını, Yasemin’in bağırması üzerine koştuklarında …. ile Ersin’in kavga ettiklerini gördüğünü, her ikisini ayırdıklarında ….’da herhangi bir yara bere görmediğini, kavganın başlangıcını ve sanık ile ölenin birbirlerine vurduklarını görmediğini, kavganın sebebinin Ersin’in işini geciktirmesi olduğunu,
Mahkemede ek olarak; ölen ile sanık arasındaki kavganın tanıklar Y. Aydemir ve M. Balıkçı tarafından aralandığını,
Tanık … kollukta; olay günü saat 06.40 sıralarında kasiyer Yasemin’in bağırması üzerine kasanın yanına vardığında aynı iş yerinde şoför olarak çalışan … ile …’ın birbirleri ile tartıştıklarını ve kavga ettiklerini, Ersin’in….’ın üzerinde olduğunu ve birbirleriyle kenetlenmiş vaziyette boğuştuklarını ancak yumruk vurup vurmadıklarını görmediğini, Ersin’i kolundan tutup fırından dışarı çıkardığını, kavganın yatıştığını ve herkesin işine döndüğünü, saat 06.50 sıralarında Yasemin’in tekrar bağırması üzerine gittiğinde….’ın pasta bölümü ile ekmek bölümü arasında yerde yattığını, bu esnada Ersin’in orada olmayıp dışarıda bulunan servis aracına ekmek poşetlerini taşıdığını, hemen….’ı kucaklarına alarak servis arabasına bindirdiklerini, bu esnada….’ın yaşadığını, sanık …’in kullandığı servis aracı ile….’ın hastaneye kaldırıldığını,
Savcılıkta ek olarak; kasiyer Yasemin’in bağırması üzerine gittiğinde garson M. Balıkçı’nın yere düşen ….’ı kaldırdığını, ….’da yara bere görmediğini, aradan 8 dakika geçtikten sonra Yasemin’in tekrar çığlık atması üzerine vardığında yere yığılmış vaziyette yan yatan….’ın çenesinin kilitlendiğini, vücudunun kasıldığını, çenesini zorla açtığını, zorlukla nefes alan….’a sanık …’in suni teneffüs yaptırmaya çalıştığını, durumu ağırlaşınca hastaneye götürdüklerini,…. ile Ersin arasında öncesinde basit tartışmalardan başka kavgalarına şahit olmadığını,
Mahkemede ek olarak; ölen ile sanık arasındaki kavga aralandığında her ikisinde de darp izi olmadığını,
Tanık … Çaylan kollukta; olay günü saat 06.40 sıralarında iş yerine geldiğini, iş yerinde servis şoförü olarak çalışan ölen …’ın o esnada iş yerine gelen sanık …’e kesmesi gereken ekmeklerin olduğunu ve servisin gecikeceğini söyleyerek acele etmesini istediğini, Ersin’in “yapma ya, ne yapayım” gibi sözler söylediğini, sanık …’in ölen …’ı ittirerek üst kata çıkan merdivenlere doğru sıkıştırdığını ve yüzüne yumruk atmaya başladığını, her ikisinin merdivenlerin üzerine yığıldıklarını, bağırması üzerine fırın bölümünde çalışan …’in gelerek Ersin ile….’ı ayırdığını, ….’in Ersin’i iş yerinin dışına çıkardığını, Ersin’in tekrar içeri girerek küfürlü sözler söylediğini, olayın biraz yatıştığını, Ersin ile….’ın ayrı yerlerde ekmek kesmeye devam ettiklerini, beş dakika kadar sonra….’ı ekmek kasalarının yanında yerde yatarken gördüğünü, bağırarak çalışanlara haber verdiğini, ….’in….’ın başını su ile yıkadığını, bu sırada….’ın nefes aldığını, sanık …’in iş yerinin arabasıyla….’ı hastaneye götürdüğünü, yaklaşık 20-25 dakika sonra ölüm haberini aldıklarını,
Savcılıkta ek olarak;….’ın Ersin’den acele etmesini istediğinde Ersin’in laubali bir şekilde “yapıyorum yahu” şeklinde cevap verip elini sağa sola hareket ettirdiğini,….’ın Ersin’e kendisini idare etmekten usandığını, sürekli açıklarını kapattığını söylemesi üzerine Ersin’in “A…koyacağım böyle işin, asıl çalışmayan kaytaran sensin” dediğini, tartışmanın büyüdüğünü ve birbirlerine sövdüklerini ancak ilk kimin sövdüğünü hatırlamadığını, tartışma sırasında Ersin’in….’ın yüzüne bir yumruk vurduğunu ardından basamağa yığılan….’a çalışanlar gelene kadar birkaç yumruk daha vurduğunu, sakinleşmeyen Ersin’i kollarından tutup uzaklaştırdıklarını,….’ı da yerden kaldırdıklarını ancak Ersin’in hâlâ….’a saldırıp vurmaya çalıştığını fakat diğerlerinin tutması nedeniyle vuramadığını, görünüşte….’ın herhangi bir şeyi olmadığını ancak alın damarlarının kabardığını gördüğünü, herkes işinin başına döndükten sonra paketleri servis aracına taşımaya devam eden….’ı yerde görünce yardım istediğini, işçileri Mustafa’nın su getirdiğini,….’ın çenesinin kilitlendiğini, çalışanların göğsüne masaj yapıp yüzünü yıkadıklarını ancak bu sırada….’ın kendinde olmadığını, Ersin’in de gelerek suni teneffüs yaptırmaya çalıştığını,…. ile Ersin arasında iş haricinde bir problem olduğuna şahit olmadığını, iş yerindeki tartışmaların da kısa süreli olduğunu,
Mahkemede farklı olarak; ölen ile sanık arasındaki olayın yatışmasından 20 dakika sonra ölenin yere düşerek bayıldığı haberi geldiğini, önceki ifadesi okunup kısmi çelişki görülerek sorulması üzerine; şimdiki ifadesinde ısrar ettiğini, daha önceki ifadesinde geçen “A…koyacağım böyle işin çalışıyorum işte” şeklindeki sözleri ise işittiğini,
Tanık Y. Aydemir mahkemede; aynı iş yerinde çalıştığını, sanıkla ölen arasındaki tartışmanın ciddi bir tartışma olmadığını, bir ara baktığında sanığın ölene iki kez yumrukla vurduğunu gördüğünü, ölen ile sanığın birbirlerine karşı küfrettiklerini duymadığını, kavga aralandıktan sonra herkesin işinin başına geçtiğini, 20 dakika kadar sonra ölenin yere düştüğü haberinin geldiğini, sanık dâhil herkesin ölenin yardımına koştuğunu ve öleni hastaneye kaldırdıklarını,
Tanık M. Balıkçı mahkemede; aynı iş yerinde garson olarak çalıştığını, üst katta bulunduğu sırada sesler gelmesi üzerine aşağıya indiğinde sanığın ölene yumruk attığını gördüğünü, kavgayı ayırdıklarını, herkesin işinin başına geçtiğini, aradan 15-20 dakika geçtikten sonra ikinci bir çığlık sesi geldiğini, aşağıya indiğinde öleni yerde gördüğünü, diğerlerinin de ölene yardım etmeye çalıştıklarını,
Beyan etmişlerdir.
Sanık kollukta; lise mezunu olduğunu, ekmek üretimi yapılan iş yerinde şoför olarak çalıştığını, olay günü kendisinden önce iş yerine gelen …’nin saat 06.35 sıralarında servise geç kalacağından bahisle ekmekleri kesmemesinden dolayı kendisine “Ananı avradını s… babanın a… k…” şeklinde küfrettiğini, elindeki ekmeklerle yüzüne doğru vurmaya başladığını, bunun üzerine….’ı iteklediğini, aralarında itiş kakış olduğunu ancak….’a vurmadığını, gürültüye … ile …’in gelerek kendilerini ayırdıklarını, ….’in kendisinin kolundan tutarak iş yerinin salon kısmına götürdüğünü, olay yatıştıktan 10 dakika sonra Yasemin’in bağırması üzerine içeriye girdiğinde….’ı kurabiye vitrininin yanında yerde yatarken gördüğünü, …. ile Şemsettin’in ….’ı kucaklayıp kendisinin servis aracına bindirdiklerini, bu esnada….’ın yaşadığını, ….’ı Özel … Semt Polikliniğine götürdüğünü, yaklaşık 15-20 dakika sonra….’ın öldüğünü duyduğunu, herhangi bir kusurunun olmadığını,
Savcılıkta; 25.11.2006 tarihinde saat 23.30 sıralarında rahatsızlığına rağmen iş yerine gelerek çalışmaya devam ettiğini ve servise çıktığını, 26.11.2006 günü saat 06.45 sıralarında çalıştığı iş yerine geldiğini, kendisinden 5-10 dakika önce iş yerine gelen….’ın servis edeceği ekmeklerin kesilmemiş olduğunu,….’ın kendisinden ekmekleri hazırlamasını istemesi üzerine ekmekleri kesmeye başladığını, ekmekleri kestiği sırada….’ın gelip yüzüne bir yumruk vurduğunu, bu esnada ….’ın elinde ekmek olduğunu ve ekmekle birlikte yüzüne vurduğunu, ….’ın ısrarla üzerine gelmeye devam etmesi nedeniyle hafifçe omzuna vurarak ….’ı geriye ittiğini, arkasındaki merdivenlere takılan ….’ın yere düştüğünü, kavga etmeden gelip kendilerini ayırdıklarını, işinin başına dönüp ekmekleri kestiği sırada….’ın da ekmek paketlerini servis aracına taşıdığını, aradan 5-10 dakika geçtikten sonra Yasemin’in bağırması üzerine baktığında ….’ı yerde yatarken gördüğünü, nefes almakta zorlanan ….’ın yumruklarının sıkılı olduğunu ve çenesinin de kilitlendiğini, suni teneffüs yaptırmak istediğini ancak ağzı içki koktuğu için bunu yapamadığını, ….’ı alıp hastaneye götürdüklerini, ölene yumruk vurmadığını, öleni aşırı öfkelendirecek, üzecek veya ölmesine neden olabilecek bir davranışının olmadığını,
Mahkemede; ekmekleri kesmesi için ölenden yardım istediğini, ölenin işinin yoğun olduğundan bahisle yardım etmeyeceğini söyleyip kendisine küfrettiğini, daha sonra kendisine vurması nedeniyle öleni iteklediğini, ölenin kendisine tekrar vurması üzerine kendisinin de ölene gayriihtiyari vurduğunu, itişip kakışma sırasında ölenin yere düşmediğini, daha sonra orada bulunan kişilerin kendilerini ayırdığını, işlerine devam ettiklerini, 20 dakika sonra Yasemin’in bağırdığını duyduğunu, gittiğinde ölenin yerde yattığını, ….’in ölenin kalp krizi geçirdiğini söylemesi üzerine önce masaj yaptığını daha sonra öleni hastaneye kaldırdıklarını,
Savunmuştur.
Uyuşmazlık konularında isabetli bir hukuki çözüme ulaşılabilmesi bakımından, ilgili yasal düzenlemelerin incelenmesinde yarar bulunmaktadır.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun “Taksirle Öldürme” başlıklı 85. maddesinin birinci fıkrasında yer alan düzenlemeye göre;
“Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
Aynı Kanunun “Kasten yaralama” başlıklı 86. maddesinde yer alan düzenlemeye göre;
“(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.
(3) Kasten yaralama suçunun;
a) Üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe karşı,
b) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,
d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
e) Silâhla,
İşlenmesi hâlinde, şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır.”
Aynı Kanunun “Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama” başlıklı 87. maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan düzenlemeye göre;
“Kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmişse, yukarıdaki maddenin birinci fıkrasına giren hâllerde sekiz yıldan oniki yıla kadar, üçüncü fıkrasına giren hâllerde ise oniki yıldan onaltı yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.”
Konuya ilişkin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 87. maddesinin gerekçesinde ise; “Dördüncü fıkrada, kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmiş olması hâline ilişkin hükme yer verilmiştir. Neticesi sebebiyle ağırlaşmış bu kasten yaralama hâllerinde, failin bu ağır neticeden sorumlu tutulabilmesi için, ‘Genel Hükümler Kitabı’nda yer alan netice sebebiyle ağırlaşmış suçlara ilişkin hükümler, burada da geçerlidir” açıklamasına yer verilmiştir.
765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu’nda objektif sorumluluk esasına dayanan düzenlemelere yer verilmiş iken, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nda objektif sorumluluk esası benimsenmemiştir. Suçu, “kanunda tanımlanmış bir haksızlık” olarak öngören yeni suç teorisinde, bir hareketi yapan kişi, bu hareketin tüm sonuçlarından her şartta sorumlu tutulmamakta, bir başka anlatımla “kusursuz sorumluluk” terk edilmiş olmaktadır. (İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8. Bası, s.161.)
765 sayılı TCK’daki objektif sorumluluk esasının yerine 5237 sayılı TCK’da haksızlığın bir gerçekleştirilme şekli olarak kast-taksir kombinasyonuna, yani netice sebebiyle ağırlaşmış suçlara yer verilmiştir. Bu nedenle uyuşmazlığın çözümü için, 5237 sayılı TCK’nın hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde, suçun manevi unsurları arasında gösterilen kast-taksir kombinasyonu, yani netice sebebiyle ağırlaşmış suç üzerinde durulmalıdır.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun “Netice sebebiyle ağırlaşmış suç” başlıklı 23. maddesinde yer alan düzenlemeye göre;
“(1) Bir fiilin, kastedilenden daha ağır veya başka bir neticenin oluşumuna sebebiyet vermesi hâlinde, kişinin bundan dolayı sorumlu tutulabilmesi için bu netice bakımından en azından taksirle hareket etmesi gerekir.”
Buna göre; failin gerçekleştirdiği bir eylemde, kastettiğinden daha ağır veya başka bir sonucun meydana gelmesi hâlinde, sorumlu tutulabilmesi için, netice bakımından en azından taksirle hareket etmiş olmasının kabulü gerekmektedir. Fail, bu sonucun meydana gelmesinden taksirle bile sorumlu tutulamıyorsa, objektif sorumluluğun kaldırılmasının doğal bir sonucu olarak, sadece nedensellik bağının bulunuyor olması, neticeden sorumlu tutulması için yeterli olmayacaktır.
Öğretide, neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçun, gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç ve görünüşte ya da gerçek olmayan neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç olarak iki farklı şeklinin bulunduğu kabul edilmektedir. Gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlarda, failin hareketi sonucunda kastettiğinden daha ağır bir netice ortaya çıkmakta olup, gerçekleşen aşırı netice dolayısıyla bağımsız bir suç tipi ortaya çıkmaktadır. Örneğin, yaralama suçunda mağdurun ölmesi, gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç hâlidir. Görünüşte neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlarda ise, failin hareketi sonucunda suçun oluşması için aranan neticeden başka, niteliği de farklı olan daha ağır bir netice ortaya çıkmakta olup, gerçekleşen aşırı netice dolayısıyla temel suç niteliği aynı kalmakla beraber yalnızca ceza ağırlaştırılmaktadır. Örneğin, cinsel saldırı suçunda mağdurun bitkisel hayata girmesi, görünüşte neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç hâlidir. (Hamide Zafer, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayınevi, 5. Bası, İstanbul 2015, s.286 vd.; Mehmet Emin Artuk, Ahmet Gökcen, A.Caner Yenidünya, TCK Şerhi, Turhan Kitabevi, Ankara 2009, c.3, s.2484 vd.)
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 23. maddesinde düzenlenmiş bulunan neticesi sebebiyle ağırlaşmış suça ilişkin genel kuralın, özel hükümler arasında kendisine yer bulduğu maddelerin başında gelen ve kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmesi hâlini yaptırıma bağlayan TCK’nın 87. maddesinin dördüncü fıkrasının uygulanma şartlarının belirlenebilmesi için öncelikle TCK’nın 86 ve 88. maddeleri ile 87. maddesinin 4. fıkrasının ilk düzenleniş hâllerine, ardından da anılan hükümlerde yapılan değişikliklere bakmakta yarar bulunmaktadır.
İlk olarak 12.10.2004 tarihli ve 25611 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun “Kasten yaralama” başlıklı 86. maddesinde yer alan düzenlemeye göre;
“(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Kasten yaralama suçunun;
a) Üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe karşı,
b) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,
d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
e) Silahla,
İşlenmesi halinde, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.”
Aynı Kanunun “Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama” başlıklı 87. maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan düzenlemeye;
“(4) Kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmişse, yukarıdaki maddenin birinci fıkrasına giren hallerde sekiz yıldan oniki yıla kadar, ikinci fıkrasına giren hallerde ise oniki yıldan onaltı yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.”
Aynı Kanunun “Daha az cezayı gerektiren haller” başlıklı 88. maddesinde yer alan düzenlemeye göre ise;
“(1) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.
(2) Kasten yaralamanın ihmali davranışla işlenmesi halinde, verilecek ceza üçte ikisine kadar indirilebilir. Bu hükmün uygulanmasında kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesine ilişkin koşullar göz önünde bulundurulur.”
Görüldüğü üzere 87. maddenin dördüncü fıkrasında, 86. maddenin birinci ve ikinci fıkralarına giren hâller sonucu ölümün meydana gelmesi durumu fıkra kapsamında değerlendirilirken kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlini düzenleyen 88. maddenin birinci fıkrasına giren hâller sonucu ölümün meydana gelmesi hâli ise bu fıkra kapsamında değerlendirilmemiştir.
31.03.2005 tarihli ve 25772 (mükerrer) sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 5328 sayılı Kanun’un 4. maddesiyle 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 86. maddesine “(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.” fıkrası ikinci fıkra olarak eklenmiş, maddenin ikinci fıkrasındaki “iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” ibaresi “şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır.” şeklinde değiştirilerek fıkra numaraları buna göre teselsül ettirilmiş ve maddenin ikinci fıkrasındaki düzenleme üçüncü fıkra hâline getirilmiştir.
5328 sayılı Kanun’un 5. maddesiyle 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 87. maddesinin dördüncü fıkrasındaki “ikinci” ibaresi “üçüncü” şeklinde, aynı Kanun’un 6. maddesiyle de TCK’nın 88. maddesinin başlığı “Kasten yaralamanın ihmali davranışla işlenmesi” şeklinde değiştirilirken 86. maddede yapılan düzenleme ile uyum içinde olacak şekilde maddenin birinci fıkrası metinden çıkarılmış ikinci fıkrası da birinci fıkra olarak teselsül ettirilmiştir. Yapılan bu değişikliklerin neticesi itibarıyla 5237 sayılı TCK’nın 86. maddesine ikinci fıkra olarak “kişi üzerindeki etkisi basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olan” yaralama fiilleri için maddenin birinci fıkrası kapsamındaki yaralama fiillerinden daha hafif ceza yaptırımı içeren bir düzenleme getirilmiştir. Maddenin ikinci fıkrası ise hiç bir değişiklik yapılmadan üçüncü fıkra olarak düzenlenmiştir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 86. maddesi ile 87. maddesinin dördüncü fıkrasının ilk düzenleniş şekilleri gözetildiğinde kanun koyucu, TCK’nın 87. maddesinin dördüncü fıkrasındaki düzenleme ile TCK’nın 86. maddesinin birinci fıkrası kapsamındaki yaralama fiilleri sonucu meydana gelecek ölüm neticesini sekiz yıldan on iki yıla kadar hapis cezası olarak, 86. maddenin ikinci fıkrasının (değişiklikten sonra üçüncü fıkra) ihlal edilmesi hâlinde meydana gelecek ölüm neticesini ise daha ağır şekilde on iki yıldan on altı yıla kadar hapis cezası olarak yaptırıma bağlamıştır. Burada gözden kaçırılmaması gereken husus kasten yaralama sonucunda meydana gelecek ölümde, maddenin 86. maddenin ikinci fıkrasına (değişiklikten sonra üçüncü fıkra) giren bir hâlin söz konusu olabilmesi için ortada zorunlu olarak maddenin birinci fıkrası kapsamındaki bir kasten yaralama fiilinin varlığının gerekliliğidir. Diğer bir deyişle 86. maddenin birinci fıkrası kapsamındaki kasten yaralama suçunun üst soya, alt soya, eşe veya kardeşe karşı, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak kişiye karşı, kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle, kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle ya da silahla işlenmesi hâlinde 86. maddenin ikinci fıkrası (değişiklikten sonra üçüncü fıkra) gündeme gelecek dolayısıyla böyle bir fiil sonucu ölüm neticesi meydana gelmiş ise fail hakkında 87. maddenin dördüncü fıkrasının ikinci kısmında yer alan on iki yıldan on altı yıla kadar hapis cezası şeklindeki daha ağır yaptırım söz konusu olabilecektir.
Değişikliklerden sonra, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 87. maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan “yukarıdaki maddenin … üçüncü fıkrasına giren hâllerde ise oniki yıldan onaltı yıla kadar hapis cezasına hükmolunur” şeklindeki anlatım nedeniyle TCK’nın 86. maddesinin ikinci fıkrası kapsamındaki basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olan kasten yaralama fiilinin işlenmesi sırasında aynı maddenin üçüncü fıkrasının da ihlal edilmesi ve fiil sonucu ölüm neticesinin meydana gelmesi ihtimalinde TCK’nın 87. maddesinin dördüncü fıkrasının uygulanmasının gerektiği yönünde bir düşünce akla gelebilecek ise de, yukarıdaki açıklamalar da dikkate alındığında kanun koyucunun amacının bu olmadığı aşikârdır. Değişikliklerden önce, TCK’nın 86. maddesinde yalnızca kasten yaralama suçunun temel şekline yer verilmesi, kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlini düzenleyen 88. maddenin birinci fıkrasının kasten yaralama sonucu ölümü düzenleyen 87. maddenin dördüncü fıkrası kapsamında değerlendirilmemesi ve 5328 sayılı Kanun’la da 87. maddenin dördüncü fıkrasının uygulanma koşullarında da herhangi bir değişikliğe gidilmemesi karşısında, kanun koyucunun, TCK’nın 86. maddesinin ikinci fıkrası kapsamındaki kasten yaralama fiillerinin maddenin üçüncü fıkrası da ihlal edilmek suretiyle işlenmesi hâlini 87. maddenin dördüncü fıkrası ile hem de fıkranın ikinci kısmında düzenlenmiş olan daha ağır bir cezai yaptırıma tabi tutmayı amaçladığı söylenemez. Sonuç olarak TCK’nın 87. maddesinin dördüncü fıkrasının uygulanabilmesi bakımından ayırıcı ölçüt yaralanmanın ağırlığı olup ölüm neticesini meydana getiren yaralanmanın TCK’nın 86. maddesinin birinci fıkrası kapsamında bir yaralanma olması gerekmektedir. Bu nedenle TCK’nın 86. maddesinin ikinci fıkrası kapsamındaki kişi üzerindeki etkisi basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olan kasten yaralama fiilinin işlenmesi sırasında aynı maddenin üçüncü fıkrasının da ihlal edilmesi ve fiil sonucu ölüm neticesinin meydana gelmesi ihtimalinde TCK’nın 87. maddesinin dördüncü fıkrasının uygulanma imkânı bulunmamaktadır.
Öğretide Yer Verilen Görüşler
“…vücut üzerindeki etkisi basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek nitelikteki bir yaralama sonucunda ölüm meydana gelmişse, bu fiil 87. maddenin 4. fıkrası bakımından tipik bir fiil değildir. Buna göre, her şeyden önce, kasten yaralama sonucunda meydana gelen ölüm neticesinin faile isnat edilebilmesi için kasten yaralamanın belli bir ağırlığa ulaşması gerekmektedir. Böylece kanun koyucu hafif nitelikteki yaralama fiilinin tek başına ölüm neticesini meydana getirebilecek tehlikeyi içermediğini kabul etmiş olmaktadır. Diğer bir ifadeyle, 86. maddenin 2. fıkrası kapsamında kalan yaralama tek başına ölüm neticesinin faile yüklenebilmesi bakımından yeterli değildir.” (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Adalet Yayınevi, 4. Bası, Ankara 2017, s.193.);
“…kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde ölüm neticesinin meydana gelmiş olması durumunda m. 87/son’un uygulanması mümkün olmayacaktır“ (Veli Özer Özbek-Koray Doğan-Pınar Bacaksız-İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 12. Bası, Ankara 2017, s.219.);
“Bu nitelikli hâlin düzenlendiği TCK’nın 87/4. maddesinde, faile verilecek ceza belirlenirken ‘yukarıdaki maddenin birinci ve üçüncü fıkralarına’ yollama yapılmıştır. O hâlde, mağdurun basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek şekilde yaralanması ve/veya bu şekilde yaralamanın üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe karşı, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı, kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle, kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle veya silahla gerçekleştirilmesi durumunda anılan nitelikli hâl uygulanacaktır. Bu önermenin aksi düşüncesinden çıkan sonuç, TCK’nın 86/2. maddesinde düzenlenen basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde meydana gelen yaralamalarda, bu nitelikli hâl uygulanamayacaktır.” (Osman Yaşar – Hasan Tahsin Gökcan – Mustafa Artuç, Yorumlu Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, Adalet Yayınevi, 2. Bası, Ankara, 2014, s.3060-3061.)
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 87. maddesinin dördüncü fıkrasının uygulanabilmesi için;
a- Failin yaralama kastı ile hareket etmesi,
b- Mağdurun TCK’nın 86. maddesinin birinci fıkrası kapsamında yaralanmış olması veya 86. maddenin birinci fıkrası kapsamındaki kasten yaralama fiilinin üçüncü fıkra da ihlal edilmek suretiyle gerçekleştirilmesi,
c- Failin eylemi ile arasında illiyet bağı bulunacak şekilde mağdurun ölmesi,
d- Failin meydana gelen ölüm neticesi bakımından en azından taksir derecesinde bir kusurunun bulunması,
Şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerekir.
Taksir ve Unsurları
Bu aşamada taksir ve unsurları üzerinde de durulmalıdır.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde “kanunda tanımlanmış haksızlık” olarak ifade edilen suç; kural olarak ancak kastla, kanunda açıkça gösterilen hallerde ise taksirle de işlenebilir. İstisnai bir kusurluluk şekli olan taksirde, failin cezalandırılabilmesi için mutlaka kanunda açık bir düzenleme bulunması gerekmektedir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 22/2. maddesinde taksir; “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın, suçun yasal tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir” şeklinde tanımlanmıştır. Toplumsal yaşamda belli faaliyetlerde bulunan kimselerin başkalarına zarar vermemek için birtakım önlemler alma ve bazı davranış kurallarına uyma zorunlulukları bulunmaktadır. Bu kurallar toplum olarak yaşama mecburiyetinden doğabileceği gibi, Devletin müdahalesiyle de ortaya çıkabilmektedir. Taksirli suç, bu kuralların ihlal edilmesi sonucu belirmekte, fail; dikkatli, tedbirli ve öngörülü davranmamış olduğu için cezalandırılmaktadır. Bu bakımdan sorumluluğun nedeni, öngörebilme imkân ve ödevinin varlığına rağmen, sonuca iradi bir hareketle neden olmaktan kaynaklanmaktadır.
Ceza Genel Kurulunun birçok kararında vurgulandığı ve öğretide de benimsendiği üzere taksirli suçlarda aranması gereken hususlar;
1- Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması,
2- Hareketin iradi olması,
3- Sonucun istenmemesi,
4- Hareket ile sonuç arasında nedensellik bağının bulunması,
5- Sonucun öngörülebilir olmasına rağmen öngörülmemiş olması şeklinde kabul edilmektedir.
Uyuşmazlığa konu olay özelinde, beşinci bentte yer alan neticenin öngörülebilir olmasına rağmen öngörülememiş olması şartı üzerinde ayrıntılı olarak durmakta fayda vardır.
Taksirle gerçekleştirilen bazı eylemlerin suç olarak tanımlanıp cezai yaptırıma bağlanmasıyla, insanların gittikçe yoğunlaşan ve karmaşık hâle gelen toplum hayatı içinde daha dikkatli davranmalarının temin edilmesi amaçlanmaktadır. Kanun ve ortak hayat tecrübesinin sonucu olarak kendisine toplum tarafından yüklenen dikkat ve özen görevini ihlal eden ve bu hareketiyle öngörülebilir zararlı neticeye sebep olan kişinin taksirle işlenen suçlara ilişkin cezai sorumluluğu benimsenmiş, fakat taksirden söz edebilmek için de kanuni tarife uygun fiilin işlenebileceğinin öngörülme imkânının mevcut olması aranmıştır.
Bilindiği üzere, failin iradesi kasten işlenen suçlarda neticeye, taksirli suçlarda ise harekete yöneliktir. Gerek kanun tarafından konulan, gerekse ortak deneyimler ürünü olan kurallara iradi olarak riayetsizlik suretiyle dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranıldığı takdirde, bir takım zararlı neticelerin doğabileceği öngörülebiliyorsa taksir söz konusu olacaktır. Yapılan hareketin neticesi ortak tecrübeye göre öngörülemiyorsa ve hukuken de böyle bir yükümlülük getirilmemişse, taksirli hareketten söz edilemeyecek, “kaza” ya da “tesadüf” olarak adlandırılan bu hâl nedeniyle cezai sorumluluk gündeme gelmeyecektir.
Diğer bir anlatımla; taksirli suçlarda da, gerek icrai hareketin gerekse ihmali hareketin iradi olması ve meydana gelen neticenin öngörülebilir olması gerekmektedir. İradi bir davranış bulunmadığı takdirde taksirden bahsedilemeyeceği gibi, öngörülemeyecek bir sonucun gerçekleşmesi hâlinde de failin taksirli suçtan sorumluluğuna gidilemeyecektir.
Öğretide, sonucun öngörülebilirliğinin, failin içinde bulunduğu sosyal çevre, mensup olduğu meslek, eğitim durumu, ortak tecrübe, bilgi düzeyi ve failin kişisel özellikleri dikkate alınarak saptanması gerektiği, öngörülebilir sonucun, fiilen meydana gelen sonuç olmayıp failin yaptığı iradi hareketin neden olabileceği benzer sonuçlar olduğu, fiilen oluşan sonucun sadece genel olarak öngörülebilir olması taksirin varlığı için yeterli olup sonucun bütün inceliklerinin öngörülmesine gerek bulunmadığı yönünde görüşler ileri sürülmüştür. (Timur Demirbaş, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınları, 8. Bası, İstanbul, 2012, s. 358 vd.; Hamide Zafer, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayımcılık, 3. Bası, İstanbul, 2013, s. 277; Mahmut Koca – İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınları, 6. Bası, Ankara, 2013, s.219.)
Bu açıklamalar ışığında, uyuşmazlık konularının sırasıyla değerlendirilmesinde fayda bulunmaktadır.
1- Sanığın eyleminin kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçunu oluşturup oluşturmadığı;
Sanık … ile ölen …’nin fırın olarak faaliyet gösteren aynı iş yerinde çalıştıkları, servis şoförü olan ölenin olay tarihinde saat 06.40 sıralarında müşterilere dağıtılacak ekmeklerin servisine geç kalacağını söyleyerek sanıktan ekmekleri kesmesi hususunda acele etmesini istediği, sanığın laubali bir şekilde cevap verip elini sağa sola sallaması nedeniyle büyüyen tartışmada sanık ile ölenin karşılıklı olarak birbirlerine hakaret ettikleri, sanığın da yüz bölgesine yumrukla vurmak suretiyle öleni basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olarak yaraladığı, yaklaşık 10 dakika sonra fenalaşarak hastaneye kaldırılan ölenin hastanede yapılan tıbbi müdahaleye cevap vermeyerek kendisinde mevcut kronik kalp-damar hastalığının olayın meydana getirdiği efor ve stresin etkisiyle aktif hâle geçmesine bağlı olarak solunum-dolaşım durmasından vefat ettiği olayda; sanığın yumrukla vurma eylemine bağlı olarak ölende meydana gelen yaralanmanın 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 86. maddesinin birinci fıkrası veya birinci ve üçüncü fıkraları kapsamında olmayıp TCK’nın 86. maddesinin ikinci fıkrası kapsamında kalan bir yaralanma olması nedeniyle sanığın eyleminin TCK’nın 87/4. maddesi kapsamındaki kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçunu oluşturmadığı kabul edilmelidir.
2- Suçun kasten yaralama suçunun mu yoksa taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçunun mu oluşacağı;
(1) numaralı uyuşmazlık konusunda açıklandığı şekilde gerçekleşen olayda; her ne kadar sanığın fiilinin kişi üzerindeki etkisi basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif ise de, yüz bölgesine yumruk atılması şeklindeki bir fiilin ölüm neticesini doğurmaya elverişli bir hareket olmasından ve sanığın eylemi ile ölüm neticesi arasında nedensellik bağı bulunmasından dolayı sanığın eyleminin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 86. maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen kasten yaralama suçu kapsamında değerlendirilemeyeceği ancak öldürme fiilinin taksirle de işlenebilen bir suç olması, sanığın olay tarihinde tartıştığı ölene yumrukla vurması şeklindeki hareketinin iradi bir hareket olması, ölüm neticesini istediğine dair bir tespitin yapılamaması ve hareketi ile ölüm sonucu arasında nedensellik bağının bulunması hususları ile birlikte lise mezunu ve olay tarihi itibarıyla 28 yaşında olan sanığın yaşam tecrübesi ve eğitim düzeyi gözetilip ortak tecrübeler de dikkate alındığında, 50 yaşındaki bir kişinin yüzüne yumrukla vurulması neticesinde ölüm sonucunun meydana gelebileceğinin öngörülebilir olduğu, sanığın ise öngörülebilir neticeyi öngörememesi nedeniyle eyleminin TCK’nın 85. maddesinin birinci fıkrası kapsamındaki taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının her iki uyuşmazlık yönünden kabulüne, Özel Daire onama kararının kaldırılmasına, Yerel Mahkeme hükmünün, sanığın eyleminin taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçunu oluşturduğu gözetilmeksizin suç vasfında yanılgıya düşülerek kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçundan mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
Somut olayda ilk haksız davranışın sanıktan geldiği, sanığın başlangıçtaki haksız davranışlarına gösterilen tepkide de aşırılık ve açık bir oransızlık bulunmadığı, bu nedenle sanık hakkında haksız tahrik hükmünün uygulanma koşullarının mevcut olmadığı sonucuna ulaşıldığından haksız tahrik hükmünün uygulanma imkânının olmadığı açık olduğundan taksirli suçlarda haksız tahrik hükmünün uygulanıp uygulanmayacağının ayrıca tartışılmasına gerek görülmemiştir.
Sonuç:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının her iki uyuşmazlık yönünden KABULÜNE,
2- Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 17.06.2015 tarihli ve 2252-11034 sayılı onama kararının KALDIRILMASINA,
3- İstanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 12.12.2013 tarihli ve 40-424 sayılı hükmünün, sanığın eyleminin taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçunu oluşturduğu gözetilmeksizin suç vasfında yanılgıya düşülerek kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçundan mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 18.09.2018 tarihinde yapılan müzakerede birinci ve ikinci uyuşmazlıklar yönünden oy birliğiyle karar verildi.
Kayseri Ağır Ceza Avukatı
Alanında yetkin Kayseri ağır ceza avukatı kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz; ceza yargılamalarında savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek taraflara avukatlık ve hukuki danışmanlık hizmeti vermektedir.
Ceza davalarında gerekli başvuru veya itirazların zamanında ve usulüne uygun yapılması açısından alanında uzman bir Kayseri ceza avukatı veya ağır ceza avukatından hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Yargılama sırasında herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için güncel mevzuat ve Yargıtay kararlarının takip edilmesi önem arz etmektedir.
Alanında yetkin Kayseri Avukat kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz, savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde taraflara hukuki yardım sunmaktadır. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde herhangi bir mağduriyete veya hak kaybına uğramamak için gerekli başvuruların zamanında ve usulüne uygun yapılması büyük önem arz etmektedir. Bu süreçte, alanında uzman bir avukattan hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Zülküf Arslan Hukuk Bürosu olarak; Yalçınkaya Kararı başta olmak üzere AİHM kararlarının Türkçe çevirilerini yapan Eski AİHM Hukukçusu Dr. Orhan Arslan koordinatörlüğünde müvekkillerimize Anayasa Mahkemesi ve AİHM başvurusunun yanı sıra emsal AYM ve AİHM Kararları çerçevesinde yeniden yargılama başvurusu hususunda da hukuki destek vermekteyiz.
Kayseri ağır ceza avukatı veya Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’ne başvuru yapmak ve süreci takip etmek için bir avukat arıyorsanız 15 yılı aşkın deneyimi ile avukat kadromuzdan dava süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile başvuru ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz.