Tefecilik Suçunda Zincirleme Suç Hükümlerinin Uygulanması
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu
Tefecilik – Madde 241
(1) Kazanç elde etmek amacıyla başkasına ödünç para veren kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis ve beşyüz günden beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.
(2) Suçun bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi hâlinde verilecek ceza bir kat artırılır.
Zincirleme suç – Madde 43
(1) Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Ancak bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır. Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır. Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır.
(2) Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır.
(3) Kasten öldürme, kasten yaralama, işkence ve yağma suçlarında bu madde hükümleri uygulanmaz.
Değişik Zamanlarda ve Farklı Kişilere Karşı Tefecilik Suçunda Zincirleme Suç Hükümleri Uygulanır mı
Yargıtay Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2014/5-118 Karar No: 2016/208 Karar Tarihi: 26.04.2016
Özet: Tefecilik suçu ile korunan hukuki yarar ve bu bağlamda suçun topluma karşı suçlar bölümünde düzenlenmesi karşısında bu suçun mağdurunun toplumu oluşturan bireylerin tamamının, diğer bir ifadeyle kamunun olduğu, eylemin belirli bir kişinin zararına olarak işlenmesi halinde bu kişinin mağdur değil, suçtan zarar gören olacağının kabulü gerekmektedir. Aksinin kabulü halinde, somut olayda olduğu gibi birden fazla kişiye karşı işlenmiş olan tefecilik suçlarında hükmolunacak sonuç ceza miktarları göz önünde bulundurulduğunda, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun “Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi” başlıklı 3. maddesinin gerekçesinde, “Suç işlenmesiyle bozulan toplum düzeninde adaletin sağlanması için suç işleyen kimseye uygulanacak ceza hukuku yaptırımlarının haklı ve ölçülü olması gerekir. Çünkü ancak haklı ve suçun ağırlığıyla orantılı bir yaptırım ile suç işleyen kişinin bu fiilinden pişmanlık duyması sağlanabilir ve yeniden topluma kazandırılması söz konusu olabilir” şeklinde açıklanmış olan ölçülülük ilkesine aykırı davranılmış olunacaktır. Bu nedenle, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 241. maddesinde tefecilik suçunun, kazanç elde etmek amacıyla borç para verilmesiyle oluşacağı, bu suçu meslek haline getirmenin suçun unsurları içerisinde yer almadığı gözetildiğinde değişik zamanlarda ve farklı kişilere karşı ödünç para veren kişi hakkında bir suç işleme kararı ile hareket ettiği sürece aynı kanunun 43. maddesinde düzenlenen zincirleme suç hükümlerinin uygulanması gerektiği kabul edilmelidir.
(5237 s. K. m. 3, 43, 51, 52, 53, 62, 241) (2279 s. K. m. 14)
İçtihat Metni
Tefecilik suçundan sanık …’nun 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 241, 62, 51, 52 ve 53. maddeleri uyarınca 1 yıl 8 ay hapis ve 5.000 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına, hapis cezasının ertelenmesine ve hak yoksunluğuna ilişkin, Bozdoğan Asliye Ceza Mahkemesince verilen 05.11.2009 gün ve 50-137 sayılı hükmün, katılma talebi reddedilen Aydın Vergi Dairesi Başkanlığı vekili ve sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 5. Ceza Dairesince 11.03.2013 gün ve 3772-1722 sayı ile;
“Yargılama aşamasında usulüne uygun olarak katılma talebinde bulunmasına rağmen bu talebi reddedilen ancak atılı tefecilik suçundan zarar görme durumu bulunan ve 11.12.2009 tarihli dilekçe ile hükmü temyiz eden Aydın Valiliği Gelir İdaresi Başkanlığının, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 237/2. maddesine göre katılma talebinin kabulüne karar verildikten sonra gereği düşünüldü:
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin soruşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya içeriğine göre yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine,
Ancak;
Birden fazla kişiye faizle borç para vererek tefecilik suçunu işlediği anlaşılan sanık hakkında TCK’nın 43. maddesinin uygulanmaması suretiyle eksik cezaya hükmolunması,
Kabule göre de;
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 53/3. maddesine göre; hapis cezası ertelenen sanığın, kendi altsoyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlığa ait bir hizmette bulunmaktan yoksun bırakılmaya ilişkin hak yoksunluğunun uygulanamayacağı gözetilmeksizin, şartla tahliye tarihine kadar 53/1-c maddesindeki hakların tümünü kullanmaktan yoksun bırakılmasına karar verilmesi ve diğer bentlerdeki hak yoksunluğunun ne zamana kadar süreceği gösterilmeksizin infazda tereddüde neden olunması”
isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının İtirazı
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 22.05.2013 gün ve 74893 sayı ile;
“Tefecilik suçu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun ‘Ekonomi Sanayi ve Ticarete İlişkin Suçlar’ bölümünde düzenlenmiştir. Bu suçun mağduru toplum olduğu gibi faiz ödemek zorunda olan kişiler de suçtan doğrudan zarar görmüş olduklarından mağdurlardır. Bu itibarla bu davalara Hazine olduğu gibi borç para alan kişiler de müdahil olarak katılabilirler. Devlet vergi gelirinden mahrum olarak zarara uğradığı gibi gerçek kişiler de yüksek miktarda faiz ödeyerek zarara uğramaktadırlar.
Bu nedenle aynı kimseye birden fazla defa ve kısa aralıklarla kazanç sağlamak amacıyla borç para verirse zincirleme suç hükümlerinin uygulanması, farklı kişilere ödünç para verilmesi durumunda da gerçek içtima hükümlerinin uygulanması gerekir.
Somut olayda birden fazla mağdur bulunduğu gibi aynı suç işleme kararı da söz konusu değildir. Her bir mağdura karşı ayrı ayrı ve farklı zamanlarda işlenen suç söz konusu olduğundan sanığın yenilenmiş kastı vardır. Bu itibarla her bir mağdura karşı işlenen tefecilik suçu ayrı bir suç teşkil edecektir.”
görüşüyle itiraz kanun yoluna müracaat ederek, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün itiraza konu sebeple bozulmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 308/1. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 5. Ceza Dairesince, 14.01.2014 gün ve 9010-396 sayı ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Suçun sübutu ve nitelendirilmesine ilişkin bir uyuşmazlık ve bu kabulde de dosya muhtevası itibarıyla herhangi bir isabetsizlik bulunmayan somut olayda, Özel Daireyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; tefecilik suçunda ivaz karşılığı ödünç para alan kişilerin hukuki statülerinin ne olduğu, bu bağlamda kazanç elde etmek amacıyla birden fazla kişiye ödünç para veren sanık hakkında ödünç para verilen kişi sayısınca hüküm kurulması mı, yoksa zincirleme suç hükümlerinin mi uygulanması gerektiği noktasında toplanmaktadır.
İncelenen dosya kapsamından;
Sanığın Aydın İli Bozdoğan İlçesi Ziyaretli Köyünde ikamet edip çiftçilik yaptığı, potansiyel vergi mükellefi olup ödünç para vermek işiyle uğraşmak üzere izin belgesinin bulunmadığı, Bozdoğan Mal Müdürlüğüne verilen 18.09.2006 tarihli ihbar dilekçesi üzerine vergi denetmeni tarafından yapılan incelemede sanığın, 2005-2006 yıllarında köylüsü olan veya yakın çevrede ikamet eden Mehmet Genzileli, …, … ve Necdet Tırnaksız adlı kişilere faiz karşılığı ödünç para verdiği tespit edilip hakkında usulsüzlük cezası kesildiği, sanığın bu cezayı ödediği, sanıktan ivaz karşılığı ödünç para alan kişilerin tanık sıfatıyla dinlendikleri, herhangi bir şikâyet beyanlarının bulunmadığı, yapılan yargılama sonucunda sanığın birden fazla kişiye faizle borç para verdiği kabul edilerek 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 241, 62, 51, 52 ve 53. maddeleri uyarınca 1 yıl 8 ay hapis ve 5.000 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına, hapis cezasının ertelenmesine ve hak yoksunluğuna karar verildiği,
Anlaşılmaktadır.
Tefecilik suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun “Topluma Karşı Suçlar” başlıklı üçüncü kısmının “Ekonomi, Sanayi ve Ticarete İlişkin Suçlar” başlıklı dokuzuncu bölümünde yer alan 241. maddesinde; “Kazanç elde etmek amacıyla başkasına ödünç para veren kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.“ biçiminde düzenlenmiş,
Madde gerekçesinde yer verilen açıklamalara göre;
“Faiz veya başka bir namla da olsa kazanç elde etmek amacıyla başkasına ödünç para verilmesi, tefecilik suçunu oluşturur. Tefecilik suçu, iktisadi hayatımızda, ‘senet kırdırma’ denen usulle de işlenebilir. Örneğin henüz vadesi gelmemiş bir bononun vadesinden önce başkasına verilerek karşılığında bono üzerinde yazılı meblağdan daha az bir paranın alınması durumunda tefecilik suçu oluşur. Çünkü bu durumda bononun el değiştirmesi, kişiler arasında doğmuş olan bir alacak borç ilişkisine dayanmamaktadır. İfade yerinde ise, bu durumlarda, birer ödeme aracı olan bononun veya çekin kendisi satılmakta ve satın alınmaktadır.
İzlenen suç politikası gereğince, kazanç elde etmek amacıyla başkasına ödünç para veren kişi cezalandırılmaktadır. Buna karşılık, ödünç para alan kişi cezalandırılmamaktadır.”
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu öncesinde tefecilik suçu mülga 2279 sayılı Ödünç Para Verme İşleri Kanununda ve 90 sayılı Ödünç Para Verme İşleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’de düzenlenmiş, 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu’nda tefecilik suçuna yer verilmemiştir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu içerisine 241. maddeyle tefecilik suçu dahil edilmiş ise de, tanımı yapılmamıştır. Buna karşılık mülga 90 sayılı KHK ve 2279 sayılı Kanunda tefeci ve tefeciliğin tanımları yapılmıştır. Buna göre, 2279 sayılı Kanunun 14. maddesinde; “1 inci maddeye göre izin almaya mecbur olan hakiki veya hükmi şahıslardan bu mecburiyete riayet etmeyenlere veya 9 uncu madde hükümlerine göre Bakanlar Kurulunca ittihaz edilecek kararlara aykırı hareket eyleyenlere ve beyannamelerindeki şartları ve faiz hadlerini muvazaa ile gizleyenlere ‘tefeci’ denir“, 90 sayılı KHK’nın 9. (Değişik madde: 21/06/1994-KHK-545/9. md.) maddesinde ise; “Bu Kanun Hükmünde Kararname uyarınca ikrazatçılık yapmak üzere izin alınmadan, faiz veya her ne ad altında olursa olsun, bir ivaz karşılığı veya ipotek almak suretiyle, ödünç para verme işlemlerinin yapılması veya bu işlerin meslek ittihaz edilmesi ve Kanun Hükmünde Kararname uyarınca alınan ikrazatçılık izni iptal edildiği halde ödünç para verme işlerine devam edilmesi, ‘tefecilik’ sayılır” şeklinde tanımlara yer verilmiştir.
Tefecilik kavramı, ikrazatçılık kavramı ile de yakından ilgili olup 90 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin (Değişik: 21.6.1994-KHK – 545/3 md.) 3/a bendinde ikrazatçı; “Devamlı ve mutad meslek halinde, faiz veya her ne ad altında olursa olsun bir ivaz karşılığı veya ipotek almak suretiyle, ödünç para verme işleriyle uğraşan veya ödünç para verme işlerine aracılık eden ve kendilerine faaliyet izni verilen gerçek kişiler” olarak tanımlanmıştır.
Tefecilik suçuyla korunan hukuksal değer serbest rekabet mekanizması ve ekonomik yaşamın güvenilirliğidir. Bu nedenle suç, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun “Topluma Karşı Suçlar” kısmının “Ekonomi, Sanayi ve Ticarete İlişkin Suçlar” bölümünde düzenlenmiştir. Suçun konusunu kazanç karşılığı başkasına verilen ödünç para oluşturur. Türk Dil Kurumu sözlüğünde ödünç; “İleride geri verilmek veya alınmak şartıyla alınan veya verilen şey” olarak ifade edilmiştir. Ancak burada ödünç olarak verilen her şey bu suçun konusunu oluşturmayacak, madde metninde de açık şekilde ifade edildiği gibi yalnızca “para” bu suçun konusunu oluşturacaktır. Öte yandan paranın Türk parası ya da yabancı para olması suçun oluşması bakımından önem taşımamaktadır. Gerek Türk parası gerekse de yabancı para tefecilik suçunun maddi konusu olabilir.
Tefecilik suçunun hareket unsuru, kazanç elde etmek amacıyla başkasına ödünç para verme işlemidir. Bu suçun oluşması için öncelikle ikrazatçılık yapmak üzere yetkili organlardan izin alınmamış olmalı ya da verilen iznin iptal edilmiş olması gerekir. İzin alınarak faiz karşılığında ödünç para verilmesi eylemi suç olmayacaktır.
Tefecilik suçunun oluşması için, fail tarafından başka birisine ödünç olarak para verilmiş olması gerekmektedir. Ayrıca verilen bu paranın da kazanç elde etmek amacıyla verilmiş olması gerekir. Bir kimsenin paraya ihtiyacı olan kişiye yardımcı olmak amacıyla para verip bir süre sonra geri alması suç oluşturmayacaktır.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu yürürlüğe girmeden önceki dönemde tefecilik suçunun oluşması için Ceza Genel Kurulunun 03.07.1995 gün ve 207-236 sayılı kararında da vurgulandığı üzere, bir kimsenin birden fazla kişiye sürekli ve sistemli bir biçimde faiz karşılığı ödünç para vermek suretiyle kendisine çıkar sağlaması gerekmektedir. 5237 sayılı TCK’nın 241. maddesindeki düzenlemeye göre ise, kişinin yalnızca bir kişiye ödünç para vermesi suçun oluşması için yeterli olup bu işi meslek haline dönüştürüp dönüştürmemesinin bir önemi bulunmamaktadır. Bu nedenle suçun temadi ettiğinden ve birden fazla kişiye ödünç para verilmesinin tek suç oluşturduğundan bahsedilemeyecektir. Nitekim tefecilik suçundan verilen hükümlerin temyiz incelemesini yapan Özel Dairelerce de durum bu şekilde kabul edilmiştir. (4. CD.nin 02.07.2012 gün 12999-15810 ve 5. CD.nin 25.09.2014 gün 3665-9013 sayılı kararları).
Tefecilik suçu, kazanç elde etmek amacıyla başkasına ödünç para verme eylemiyle tamamlanır. Kasten işlenen bir suç olup suçun tamamlanması için fiilen kazanç elde edilip edilmediğinin ve ödünç verilen paranın geri ödenip ödenmediğinin bir önemi bulunmamaktadır.
İvaz karşılığında ödünç para veren kişi tefecilik suçunun failidir. Tefecilik suçunun faili herkes olabilir.
Tefecilik suçunun mağduru konusunda ise öğretide ve yargı kararlarında farklı görüşler bulunmaktadır. Bu görüşler suçun mağdurunun ödünç para alan gerçek kişi mi yoksa toplumun geneli mi olduğu hususunda yoğunlaşmaktadır. Bu görüşleri kısaca incelemek gerekirse;
Örneğin Yrd. Doç. Dr. Fatih Birtek’e göre, tefecilik suçunun mağduru, ödünç para alan gerçek kişidir. Yazara göre bu suç bakımından mağdur, genellikle acil ekonomik kaynağa ihtiyaç duyan ancak banka ve diğer kredi kurumlarına müracaat edemeyen, müracaat etse de ekonomik ihtiyacını bu kurumlar vasıtasıyla karşılayamayan ekonomik açıdan zor durumda bulunan kişilerdir.
Bir kısım yazarlar ise tefecilik suçunun mağdurunun toplumun geneli olduğunu savunmaktadırlar. Örneğin Prof. Dr. İzzet Özgenç bu suçun mağdurunun ödünç para alan kişi olamayacağını, zira bu suçun aslında çok failli suçlardan (karşılaşma suçu) olduğunu ve fakat izlenen suç politikası gereğince ödünç para alanın cezalandırılmadığını, ne var ki bunun o kişiyi mağdur kabul etmek anlamına da gelmeyeceğini ifade etmektedir. Yazara göre, tefecilik suçunun mağduru toplumu oluşturan ve istikrarlı makroekonomide yararı bulunan herkestir.
Benzer şekilde Ali Parlar da tefecilik suçunun mağdurunun ödünç para alan ve bu nedenle ekonomik yönden sömürülen bireyler değil, ödünç para verme işleminin ilgili mevzuatta öngörülen kurallara aykırı olarak yapılmasından dolayı çıkarları ihlal edilen toplumun bütün bireyleri, yani toplum olduğunu ileri sürmektedir. Yine Yaşar, Gökcan ve Artuç’a göre de tefecilik suçunun mağduru belli kimselerden ve sayıdan oluşmayan topluluktur. Kısacası bu suçta ödünç para alan değil, tüm toplum mağdurdur.
Buna karşın bazı yazarlar, konuyu mağdur-suçtan zarar gören kavramları üzerinden ele almışlardır. Örneğin Özbek, Kanbur, Doğan, Bacaksız ve Tepe’ye göre; suçun mağduru genellikle acil ekonomik ihtiyaca gereksinim duyan ve banka ve diğer kredi kurumlarına müracaat edemeyen veya müracaat etse de bu kurumlardan kredi alamayan ve dolayısıyla ekonomik açıdan zor durumda bulunan kişidir. Mağdur, suçun icra hareketlerinin üzerinde gerçekleştiği kişidir. O halde, ödünç para alan suçun mağdurudur. Buna karşın, haklı çıkarı bir şekilde zedelenen kişi ise suçtan zarar gören olduğuna göre kamu, yani toplumun bu suçta suçtan zarar gören olduğunu da kabul etmek gerekir.
Yargıtay uygulamalarına bakıldığında ise, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu öncesinde ivaz karşılığı ödünç para alanların tefecilik suçunun mağduru olamayacağı noktasında genel bir kabul bulunmaktadır. Nitekim Ceza Genel Kurulunun 29.05.1989 gün ve 147-209 sayılı kararında; “Sanık hakkındaki dava izin belgesi olmaksızın ödünç para vermek suçundan açılmıştır. Sanığa yüklenen bu eylemden gerçek ya da tüzel kişilerin zarara uğradıkları söylenemez. Ancak, bu tür faaliyetlerin Devletin denetim ve gözetimi altında ve izin belgesi alınmak suretiyle yapılması gerekir. O halde Maliye Hazinesi bu suçlarda katılan sıfatını kazanabilir. İzin almadan ödünç para vermek suretiyle faaliyette bulunduğu iddia edilen sanığın bu eyleminden mağdurun doğrudan doğruya zarara uğradığı söylenemeyeceğinden, katılan sıfatını kazanması mümkün olmayan şikâyetçinin temyiz isteminin reddine karar verilmelidir” sonucuna ulaşılmıştır.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra Yargıtay, tefeciden kazanç karşılığı borç para aldığı belirtilen kişilerin suçun mağduru, Hazinenin ise suçtan zarar gören olduğunu kabul etmiştir (Örneğin Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 02.10.2015 gün ve 10871-14742 sayılı kararı).
Tefecilik suçunda ivaz karşılığı ödünç para alanların hukuki niteliğindeki bu tartışmalara karşın gerek öğretide gerekse yargısal kararlarda 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu döneminde farklı kişilere karşı ödünç para veren kişi hakkında bir suç işleme kararı ile hareket ettiği sürece zincirleme suç hükümlerinin uygulanması gerektiği noktasında birlik bulunmaktadır. Yeni TCK döneminde TCK’nın 241. maddesinde düzenlenen tefecilik suçunun, kazanç elde etmek amacıyla borç para verilmesiyle oluşacağı, bu suçu meslek haline getirmenin suçun unsurları içerisinde yer almadığı da gözetilerek, değişik zamanlarda ve farklı kişilere karşı tefecilik eylemini zincirleme olarak işleyen sanık hakkında TCK’nın 43. maddesinin uygulanması gerektiği, bu itibarla hukuki kesinti oluşturan iddianame tarihinden evvel sanık hakkında dava konusu olsun ya da olmasın tüm eylemlerin teselsülün içerisinde değerlendirilmesi, iddianame tarihinden sonraki eylemlerin ise gerçek içtima hükümleri ve varsa kendi içinde teselsül hükümleri değerlendirilmek suretiyle karara bağlanması gerekeceği kabul edilmektedir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Tefecilik suçu ile korunan hukuki yarar ve bu bağlamda suçun topluma karşı suçlar bölümünde düzenlenmesi karşısında bu suçun mağdurunun toplumu oluşturan bireylerin tamamının, diğer bir ifadeyle kamunun olduğu, eylemin belirli bir kişinin zararına olarak işlenmesi halinde bu kişinin mağdur değil, suçtan zarar gören olacağının kabulü gerekmektedir.
Aksinin kabulü halinde, somut olayda olduğu gibi birden fazla kişiye karşı işlenmiş olan tefecilik suçlarında hükmolunacak sonuç ceza miktarları göz önünde bulundurulduğunda, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun “Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi” başlıklı 3. maddesinin gerekçesinde, “Suç işlenmesiyle bozulan toplum düzeninde adaletin sağlanması için suç işleyen kimseye uygulanacak ceza hukuku yaptırımlarının haklı ve ölçülü olması gerekir. Çünkü ancak haklı ve suçun ağırlığıyla orantılı bir yaptırım ile suç işleyen kişinin bu fiilinden pişmanlık duyması sağlanabilir ve yeniden topluma kazandırılması söz konusu olabilir” şeklinde açıklanmış olan ölçülülük ilkesine aykırı davranılmış olunacaktır.
Bu nedenle, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 241. maddesinde tefecilik suçunun, kazanç elde etmek amacıyla borç para verilmesiyle oluşacağı, bu suçu meslek haline getirmenin suçun unsurları içerisinde yer almadığı gözetildiğinde değişik zamanlarda ve farklı kişilere karşı ödünç para veren kişi hakkında bir suç işleme kararı ile hareket ettiği sürece aynı kanunun 43. maddesinde düzenlenen zincirleme suç hükümlerinin uygulanması gerektiği kabul edilmelidir.
Bu itibarla, haklı nedene dayanmayan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Sonuç:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 26.04.2016 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.
Kayseri Ceza Avukatı
Alanında yetkin Kayseri ceza avukatı kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz; ceza yargılamalarında savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek taraflara avukatlık ve hukuki danışmanlık hizmeti vermektedir.
Ceza davalarında gerekli başvuru veya itirazların zamanında ve usulüne uygun yapılması açısından alanında uzman bir Kayseri ceza avukatı veya ağır ceza avukatından hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Yargılama sırasında herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için güncel mevzuat ve Yargıtay kararlarının takip edilmesi önem arz etmektedir.
Alanında yetkin Kayseri Avukat kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz, savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde taraflara hukuki yardım sunmaktadır. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde herhangi bir mağduriyete veya hak kaybına uğramamak için gerekli başvuruların zamanında ve usulüne uygun yapılması büyük önem arz etmektedir. Bu süreçte, alanında uzman bir avukattan hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Zülküf Arslan Hukuk Bürosu olarak; Yalçınkaya Kararı başta olmak üzere AİHM kararlarının Türkçe çevirilerini yapan Eski AİHM Hukukçusu Dr. Orhan Arslan koordinatörlüğünde müvekkillerimize Anayasa Mahkemesi ve AİHM başvurusunun yanı sıra emsal AYM ve AİHM Kararları çerçevesinde yeniden yargılama başvurusu hususunda da hukuki destek vermekteyiz.
Kayseri ceza avukatı veya Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’ne başvuru yapmak ve süreci takip etmek için bir avukat arıyorsanız 15 yılı aşkın deneyimi ile avukat kadromuzdan dava süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile başvuru ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz.