Trafik Kazasında Bilinçli Taksirle Yaralama
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu
Taksir – Madde 22
(1) Taksirle işlenen fiiller, kanunun açıkça belirttiği hallerde cezalandırılır.
(2) Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir.
(3) Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır; bu halde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır.
(4) Taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek olan ceza failin kusuruna göre belirlenir.
(5) Birden fazla kişinin taksirle işlediği suçlarda, herkes kendi kusurundan dolayı sorumlu olur. Her failin cezası kusuruna göre ayrı ayrı belirlenir.
(6) Taksirli hareket sonucu neden olunan netice, münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmışsa ceza verilmez; bilinçli taksir halinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir.
Madde Gerekçesi
Madde metninde taksire ilişkin hükümlere yer verilmiştir. Suçlar, kural olarak kasten işlenirler. Ancak, istisnaen taksirle işlenen belli fiiller de kanunlarda suç olarak tanımlanmaktadır.
Taksirli suçların belirgin özelliği, icrai veya ihmali şekilde olabilen iradi hareketin varlığı ve kanunî tanımda yer alan unsurlardan birinin öngörülmemiş olmasıdır. Fakat bu öngörmemenin, “gerekli dikkat ve özen” yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla ortaya çıkması gerekir. Çünkü, gerekli dikkat ve özen gösterilmediği için kanunda tanımlanmış olan neticenin gerçekleşeceği öngörülmemiştir.
Bu dikkat ve özen yükümlülüğünün belirlenmesinde, failin kişisel yetenekleri göz önünde bulundurulmaksızın, objektif esastan hareket edilir. Nitekim toplum hâlinde yaşamanın güvenli bir biçimde sürdürülebilmesi için, çeşitli alanlarda kişilerin dikkat ve özenli davranmalarıyla ilgili kurallar konmaktadır. İnşaat faaliyeti, sağlık hizmetlerinin yürütülmesi ve trafik düzeniyle ilgili kurallar, dikkat ve özen yükümlülüğüne örnek olarak gösterilebilir.
Taksirli suçlarda fail, kendi yetenekleri, algılama gücü, tecrübeleri, bilgi düzeyi ve içinde bulunduğu koşullar altında, objektif olarak varolan dikkat özen yükümlülüğünü öngörebilecek ve yerine getirebilecek durumda olmalıdır. Bütün bu yeteneklere sahip olmasına rağmen bu yükümlülüğe aykırı davranan kişi, suç tanımında belirlenen neticenin gerçekleşmesine neden olması durumunda, taksirli suçtan dolayı kusurlu sayılarak sorumlu tutulacaktır.
Taksirle işlenen suçlardan dolayı kusurluluk, bir değerlendirmeyle ancak olay hâkimi tarafından yapılabilir. Bu nedenle, taksirden dolayı kusurluluğun matematiksel olarak ifadesi mümkün değildir. Ancak, normatif değerlendirmeyle hâkim tarafından belirlenen kusurluluk göz önünde bulundurulmak suretiyle, suçun cezasında belli bir oranda indirim yapılabilir.
Taksir dolayısıyla kusurun belirlenmesi normatif bir değerlendirmeyle mümkün olmakla birlikte, somut olayda dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlâl edilip edilmediğinin belirlenmesi açısından bilirkişi incelemesi yaptırılabilir. Örneğin ölümle sonuçlanan bir ameliyat sırasında hastaya yapılan tıbbi müdahalenin tekniğine uygun olarak yapılmış olup olmadığının belirlenmesi açısından bilirkişi incelemesine gerek bulunduğu muhakkaktır. Keza, ölüm veya yaralanma ile sonuçlanan bir trafik kazasında, sürücülerin trafik kurallarına uyup uymadıklarının, hangi trafik kuralının ne suretle ihlâl edildiğinin, trafiğe çıkarılan aracın teknik bakımdan herhangi bir arızasının olup olmadığının belirlenmesi açısından da bilirkişi incelemesi yapılabilir. Ancak, bu durumlarda, bilirkişinin yapacağı inceleme, işin tekniği ile sınırlı olmalıdır. Bunun dışında, bilirkişi tarafından münhasıran hâkimin yetkisinde bulunan kusurluluk konusunda herhangi bir değerlendirme yapılmamalıdır. Aksi yöndeki tutum, bilirkişilik görevinin sınırını aşmayı ve hâkimin yerine geçmeyi ifade eder.
Hâkim, bu teknik veriler çerçevesinde somut olayda failin kusurlu olup olmadığını takdir edecektir. Failin kusurlu bulunması durumunda, kusurun ağırlığı ve diğer sebepleri de göz önünde bulundurmak suretiyle suçun kanuni tanımındaki cezanın alt ve üst sınırı arasında bir cezaya hükmedecektir.
Birden fazla kişinin taksirle işlediği suçlarda herkes kendi kusuru göz önünde bulundurulmak suretiyle sorumlu tutulur. Taksirli suçun kanuni tanımında belirlenen netice birden fazla kişinin karşılıklı olarak işledikleri taksirli fiiller sonucunda gerçekleşmiş olabilir. Örneğin bir trafik kazasında sürücü ile yaya veya her iki sürücü de taksirle hareket etmiş olabilir. Bu gibi durumlarda neticenin oluşumu açısından her kişinin taksirli fiili dolayısıyla kusurluluğu bir diğerinden bağımsız olarak belirlenmelidir.
Aynı şekilde birden fazla kişinin katılımıyla gerçekleştirilen bir ameliyatın ölüm veya sakatlıkla sonuçlanması durumunda, ameliyata katılan kişiler müştereken hareket etmektedirler. Ancak tıbbın gereklerine aykırılık dolayısıyla ölüm veya sakatlıkla sonuçlanan bu ameliyatta işlenen taksirli suçun işlenişi açısından suça iştirak kuralları uygulanamaz. Kanunun suça iştirake ilişkin hükümleri, kasten işlenen suçlarda suçun işlenişine iştirak eden kişilerin sorumluluk statülerini belirlemektedir. Birden fazla kişinin katılımıyla yapılan ameliyat sırasında meydana gelen ölüm veya sakatlık neticeleri bakımından her bir kişinin sorumluluğu kendi kusuru göz önünde bulundurulmak suretiyle belirlenmelidir. Bu tespitte diğer kişilerin kusurlu olup olmadığı hususu dikkate alınamaz.
Bu düşünceler ışığında, Hükûmet Tasarısının “Taksirli suçlarda indirim” başlıklı 32. maddesi metinden çıkarılmış ve bunun yerine, 23. maddeye üçüncü fıkrasından sonra gelmek üzere iki fıkra eklenmiştir.
Maddenin üçüncü fıkrasında, bilinçli taksirin tanımı verilmiştir. Bilinçli taksiri basit taksirden ayıran özellik, fiilin neticesinin failce fiilen öngörülmüş ve fakat istenmemiş olmasıdır. Bilinçli taksir hâlinde hükmedilecek ceza üçte birden yarısına kadar artırılacaktır. Böylece bilinçli taksir, iş kazalarını, trafikte meydana gelen taksirli suçları önlemek bakımından caydırıcı etki yapacak ve suçların önlenmesinde yarar sağlayacaktır.
Örneğin ülkemizde özellikle kırsal bölgelerde rastlandığı üzere, taksirli suçlarda failin meydana gelen netice itibarıyla bizzat kendisinin ve ailesi bireylerinin ağır derecede mağduriyete uğradıkları görülmektedir. Söz gelimi, köylü kadınların gündelik uğraşları ve hayat zorlukları itibarıyla, sayısı çok kere üç dörtten fazlasına varan küçük çocuklarına gerekli dikkati ve itinayı gösterememeleri sonucu, çocukların yaralandıkları veya öldükleri görülmektedir. Aynı şekilde meydana gelen trafik kazalarında da benzer olaylara rastlanmaktadır. Bu gibi hâllerde ananın taksirli suçtan dolayı kovuşturmaya uğraması ve cezaya mahkûm edilmesi, esasen suçtan dolayı evladını kaybetmesi sonucu uğradığı ıstırabı şiddetlendirmekle kalmamakta, ayrıca, ailenin tümüyle ağır derecede mağduriyete düşmesine neden olmaktadır.
Söz konusu fıkraya göre, hâkim suçlunun durumunu takdir ile ceza vermeyebilecektir. Elbette ki hâkim bu husustaki takdirini kullanırken suçlunun ekonomik durumunu, aile yükümlerini, söz gelimi diğer çocukların bakımını göz önünde bulunduracak, ona göre hüküm kuracaktır. Ancak, dikkat edilmelidir ki, bu fıkranın uygulanabilmesi için fiilden dolayı münhasıran failin kişisel ve ailevî durumu itibarıyla zararlı netice meydana gelmiş bulunmalıdır; böyle bir netice ile birlikte söz konusu durumlara ilişkin bulunmayan başka bir netice de meydana gelmişse fıkra uygulanmayacaktır. Fıkrada yazılı suç bilinçli taksir hâlinde işlenirse ceza yarıdan üçte birine kadar indirilebilir.
Taksirle yaralama – Madde 89
(1) Taksirle başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.
(2) Taksirle yaralama fiili, mağdurun;
a) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflamasına,
b) Vücudunda kemik kırılmasına,
c) Konuşmasında sürekli zorluğa,
d) Yüzünde sabit ize,
e) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma,
f) Gebe bir kadının çocuğunun vaktinden önce doğmasına,
Neden olmuşsa, birinci fıkraya göre belirlenen ceza, yarısı oranında artırılır.
(3) Taksirle yaralama fiili, mağdurun;
a) İyileşmesi olanağı bulunmayan bir hastalığa veya bitkisel hayata girmesine,
b) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirilmesine,
c) Konuşma ya da çocuk yapma yeteneklerinin kaybolmasına,
d) Yüzünün sürekli değişikliğine,
e) Gebe bir kadının çocuğunun düşmesine,
Neden olmuşsa, birinci fıkraya göre belirlenen ceza, bir kat artırılır.
(4) Fiilin birden fazla kişinin yaralanmasına neden olması halinde, altı aydan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(5) Taksirle yaralama suçunun soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlıdır. Ancak, birinci fıkra kapsamına giren yaralama hariç, suçun bilinçli taksirle işlenmesi halinde şikâyet aranmaz.
Madde Gerekçesi
Madde metninde, taksirle yaralama suçu tanımlanmıştır. “Genel Hükümler” başlıklı Birinci Kitapta yer alan taksire ilişkin hükümler, bu suç açısından da geçerlidir. Yaralama kavramının içeriği bakımından, kasten yaralama suçuna ilişkin gerekçeye bakılmalıdır.
Maddenin iki ve üçüncü fıkralarında taksirle yaralama suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hâlleri düzenlenmiştir. Bu hususlarla ilgili açıklamalar için, kasten yaralama suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hâllerine ilişkin madde gerekçesine bakılmalıdır.
Dördüncü fıkrada, birden fazla kişinin yaralanmasına neden olunması hâlinde, verilecek cezanın alt ve üst sınırı belirlenmiştir.
Trafik güvenliğini tehlikeye sokma – Madde 179
(1) Kara, deniz, hava veya demiryolu ulaşımının güven içinde akışını sağlamak için konulmuş her türlü işareti değiştirerek, kullanılamaz hale getirerek, konuldukları yerden kaldırarak, yanlış işaretler vererek, geçiş, varış, kalkış veya iniş yolları üzerine bir şey koyarak ya da teknik işletim sistemine müdahale ederek, başkalarının hayatı, sağlığı veya malvarlığı bakımından bir tehlikeye neden olan kişiye bir yıldan altı yıla kadar hapis cezası verilir.
(2) Kara, deniz, hava veya demiryolu ulaşım araçlarını kişilerin hayat, sağlık veya malvarlığı açısından tehlikeli olabilecek şekilde sevk ve idare eden kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Alkol veya uyuşturucu madde etkisiyle ya da başka bir nedenle emniyetli bir şekilde araç sevk ve idare edemeyecek halde olmasına rağmen araç kullanan kişi yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır.
Madde Gerekçesi
Madde metninde, trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçu tanımlanmıştır.
Birinci fıkrada tanımlanan suç, kara, deniz, hava veya demiryolu ulaşımının güven içinde akışını sağlamak için konulmuş her türlü işareti değiştirerek, kullanılamaz hâle getirerek, konuldukları yerden kaldırarak, yanlış işaretler vererek, geçiş, varış, kalkış veya iniş yolları üzerine bir şey koyarak ya da teknik işletim sistemine müdahale ederek, başkalarının hayatı, sağlığı veya malvarlığı bakımından bir tehlikeye neden olunması ile oluşur.
İkinci fıkrada ise, kara, deniz, hava veya demiryolu ulaşım araçlarını kişilerin hayat, sağlık veya malvarlığı açısından tehlikeli olabilecek şekilde sevk ve idare edilmesi, ayrı bir suç olarak tanımlanmıştır. Bu suçun oluşabilmesi için, aracın, tehlikeli bir şekilde sevk ve idare edilmesi gerekir. Aracın sevk ve idaresinin salt trafik düzenine aykırılığı bu suçun oluşumuna neden olmayacaktır. Bu suçun oluşabilmesi için, aracın trafik düzenine aykırı olarak ve ayrıca kişilerin hayatı, sağlığı veya malvarlığı açısından tehlikeli olabilecek şekilde kullanılması gerekir. Bu suç ayrıca, trafik güvenliği için öngörülmüş bakım ve onarımlar yapılmadan aracın trafiğe çıkarılması hâlinde de işlenebilir. Ancak bunun için ayrıca, gerekli bakım ve onarımı yapılmamış aracın trafiğe çıkarılması suretiyle kişilerin hayatı, sağlığı veya malvarlığı açısından bir tehlikeye neden olunması gerekir. Bu bakımdan söz konusu suç, somut tehlike suçu niteliği taşımaktadır.
Maddenin üçüncü fıkrasında, alkol veya uyuşturucu madde etkisiyle ya da başka bir nedenle emniyetli bir şekilde araç sevk ve idare edemeyecek hâlde olmasına rağmen araç kullanan kişinin cezalandırılması öngörülmüştür. Bu bakımdan, örneğin, uzun süre araç kullanmak dolayısıyla yorgun ve uykusuz olan kişilerin araç kullanmaya devam etmesi hâlinde de bu suçun oluştuğunu kabul etmek gerekir.
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu
Trafik kazalarında sürücü kusurlarının tespiti ve asli kusur sayılan haller – Madde 84
Araç sürücüleri trafik kazalarında;
a) Kırmızı ışıklı trafik işaretinde veya yetkili memurun dur işaretinde geçme,
b) Taşıt giremez trafik işareti bulunan karayoluna veya bölünmüş karayolunda karşı yönden gelen trafiğin kullandığı şerit, rampa ve bağlantı yollarına girme,
c) İkiden fazla şeritli taşıt yollarında, karşı yönden gelen trafiğin kullandığı şerit veya yol bölümüne girme,
d) Arkadan çarpma,
e) Geçme yasağı olan yerlerde geçme,
f) Doğrultu değiştirme manevralarını yanlış yapma,
g) Şeride tecavüz etme,
h) Kavşaklarda geçiş önceliğine uymama,
i) Kaplamanın dar olduğu yerlerde geçiş önceliğine uymama,
j) Manevraları düzenleyen genel şartlara uymama,
k) Yerleşim birimleri dışındaki karayolunun taşıt yolu üzerinde, zorunlu haller dışında park etme veya duraklama ve her durumda gerekli tedbirleri almama,
l) Park için ayrılmış yerlerde veya taşıt yolu dışında kurallara uygun olarak park edilmiş araçlara çarpma,
Hallerinde asli kusurlu sayılırlar.
Ancak, kazada bu hareketlerden herhangi biri, kazaya karışan araç sürücülerinden birden fazlası tarafından yapılmış veya kaza bu hareketler dışında kurallarla, yasaklamalara, kısıtlamalara ve talimatlara uyulmaması nedenlerinden doğmuşsa, karayolunu kullananlar için kusur oranı yönetmelikte belirtilen esaslara göre tespit edilir.
Bilinçli Taksirle Yaralama: Trafik Kazası Sonucu Duyu veya Organların İşlevini Yitirmesine Neden Olma
Yargıtay Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2017/269 Karar No: 2019/210 Karar Tarihi: 14.03.2019
Özet: Aracının hızını yol ve trafik durumunun gerektirdiği şartlara uydurmamak suretiyle Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin 100. maddesinde belirlenen yasal hız sınırlarını aşıp 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu‘nun 52/1-b maddesinde öngörülen yükümlülüklerini de yerine getirmeyen ve aynı Kanun’un 84. maddesi gereğince “arkadan çarpma” nedeniyle asli kusurlu olan sanığın, meskûn mahalde yasal hız sınırlarının çok üzerinde bir hızla ve diğer sanığın sevk ve idaresindeki araçla yarışır vaziyette seyrederken, istememekle birlikte neden olabileceği bir trafik kazasını ve buna bağlı olarak üçüncü kişilerin zarar görebileceğini öngörmesi gerektiği, sanığın buna rağmen hareketlerine devam ederek katılanın yaralanmasıyla sonuçlanan trafik kazasına neden olduğundan meydana gelen neticeyi TCK’nın 22/3. maddesi kapsamında öngörmekle birlikte istemediği, bu nedenle olayda bilinçli taksir hâlinin bulunduğu kabul edilmelidir.
İçtihat Metni
Kararı Veren Yargıtay Dairesi: 12. Ceza Dairesi
Mahkemesi: Asliye Ceza Mahkemesi
Taksirle bir kişinin yaralanmasına neden olma suçundan sanık …’ın beraatine, sanık …’ın 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 89/1, 89/3-b, 62, 51 ve 53/6. maddeleri uyarınca 6 ay 20 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, ertelemeye, bir yıl süre ile denetime tabi tutulmasına ve 3 ay süre ile sürücü belgesinin geri alınmasına ilişkin Nevşehir (Kapatılan) 2. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 28.03.2013 tarihli ve 178-326 sayılı hükümlerin sanıklar müdafileri ve katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 08.05.2014 tarih ve 17830-11349 sayı ile, sanık … müdafisinin temyiz isteminin süresinde olmadığından bahisle 1412 sayılı (mülga) CMUK’nın 317. maddesi gereğince reddine, şikâyetçi …’ün sanık … hakkında açılan kamu davasına 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 237/2. maddesi uyarınca katılmasına karar verilerek yapılan incelemede;
“…Katılan vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;
1- Gündüz vakti, tek yönlü, iki şeritli hafif eğimli, meskûn mahaldeki yolda sanık …’ın idaresindeki otomobil ile yarıştığı … idaresindeki otomobili geçmek için kontrolsüzce sağ şeride geçiş yaptığında … idaresindeki kamyona arkadan çarpması sonucu, …’nin idaresindeki otomobildeki katılanın uzuv işlev yitimi olacak şekilde yaralanması şeklinde meydana gelen olayda, sanık …’ın da kusurlu olduğu gözetilmeden yazılı şekilde beraatine karar verilmesi,
Kabule göre;
2- Sanık … hakkında, bilinçli taksirin koşullarının oluştuğu gözetilmeden, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 22/3. maddesinin uygulanmaması sureti ile sanık hakkında eksik ceza tayini,
3- Meydana gelen zararın ağırlığı, sanığın taksirinin yoğunluğu nazara alınarak alt sınırdan daha fazla uzaklaşılarak ceza tayin edilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde hüküm tesisi,
4- Kendisini vekil ile temsil ettiren katılan lehine vekâlet ücretine hükmedilmemesi,”
isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
Direnme Kararı
6545 sayılı Kanun’un 84. maddesiyle 5320 sayılı Kanun’a eklenen geçici 6. maddenin 1. fıkrası uyarınca sulh ceza mahkemelerinin kaldırılması nedeniyle bozmadan sonra yargılama yapan Nevşehir 3. Asliye Ceza Mahkemesi ise 16.10.2014 tarih ve 539-278 sayı ile;
“…Yargıtayın yerleşik içtihatları ile de sabit olduğu üzere; iki sınır arasında ceza tayini, hâkimin takdir ve değerlendirme yetkisinin içerisindedir. Bu yetkinin kullanılmasında, adalet ve hakkaniyet kurallarına bağlı kalınması, suçun işleniş biçimi, suçun işlenmesinde kullanılan araç, suç konusunun özellikleri, zararın ve tehlikenin ağırlığı, kastın veya taksirin yoğunluğu, suç sebepleri ve saikleri, failin amacı, fiilden sonraki durumu gibi unsurların göz önünde bulundurulması, cezanın adil ölçüler içinde tayini ve dosya içeriğine uygun olması gerekir.
Dolayısıyla yargılamanın ilk aşamasından itibaren hâkim, sanıklar ve katılan taraf ile duruşmalar sırasında bir araya gelmiş, olay yerinde keşif yapmış, meydana gelen kaza sonucu katılandaki yaralanma ve sanıkta gözlemlenen pişmanlık veya iyi hâl gibi kişisel durumları birebir gözlemlemiştir. Bu gözlemlerin sentezi olarak, alt sınırdan ne kadar uzaklaşması gerektiğine kanaat getirmiş ve buna göre bir karar vermiştir.
Alt sınırdan hangi sebeple ne kadar uzaklaştığını ise kararın gerekçe kısmında somutlaştırmıştır.
Hâl böyle iken, sadece alt sınırdan yeterince uzaklaşılmadığı gerekçesi ile yerel mahkeme kararının bozulması soyut kalmakta ve bir anlamda hâkimin takdir yetkisine müdahale niteliği taşımaktadır.
Ayrıca; sanık … hakkında Adli Tıp Kurumu tarafından düzenlenen raporda sanığın kusursuz olduğu belirtilmiştir. Sanığın meydana gelen kazada kusurlu olduğu yönünde dosya arasında başkaca bir delil yoktur. Her ne kadar Yargıtay 12. Ceza Dairesi, sanığın kusurlu olduğundan bahisle…kararı bozmuşsa da; Adli Tıp Kurumu raporu ve dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde sanığın kusurlu olduğu yönünde somut, kesin delil olmadığı gibi, kusurlu olmadığı yönünde düzenlenen Adli Tıp Kurumu raporu esas alındığında sanık … hakkında verilen beraat kararının hukuka ve vicdana uygun olduğu,”
gerekçesiyle bozmaya direnerek önceki hükümler gibi sanık …’ın beraatine, sanık …’ın cezalandırılmasına karar vermiştir.
Direnme kararına konu bu hükümlerin de sanıklar müdafileri ve katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 26.11.2015 tarihli ve 3791 sayılı “bozma” istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gelen dosya, Ceza Genel Kurulunca 07.12.2016 tarih ve 1131-877 sayı ile; 6763 sayılı Kanun’un 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanun’a eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen Daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 12. Ceza Dairesince 01.03.2017 tarih ve 3-1552 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar; bir kişinin duyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirilmesine neden olacak şekilde yaralanmasıyla neticelenen trafik kazasında;
1- Sanık …’ın kusurunun bulunup bulunmadığının,
2- Sanık … hakkında kurulan mahkûmiyet hükmü yönünden;
a) 3 aydan 1 yıla kadar hapis veya adli para cezası öngören 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 89/1. maddesi gereğince temel cezanın 4 ay hapis cezası olarak belirlenmesinin isabetli olup olmadığının,
b) Sanığın eylemini taksirle mi yoksa bilinçli taksirle mi gerçekleştirdiğinin,
c) Katılan lehine vekâlet ücretine hükmolunmasının gerekip gerekmediğinin,
Belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
11.07.2010 tarihli trafik kazası tespit tutanağına göre; sanık …’ın sevk ve idaresindeki 50 … plaka sayılı otomobil ile Aksaray çevre yolu üzerinde Şehitlik kavşağı istikametinden Avanos kavşağı istikametine seyri sırasında otomobilin sağ ön kısmı ile önünde aynı yönde seyir hâlinde olan sürücü …’in sevk ve idaresindeki 50 … plakalı kamyonun sol arka kısmına çarptıktan sonra otomobilin takla atarak tali yola devrilmesi sonucu meydana gelen yaralamalı ve maddi hasarlı trafik kazasında sanık …’ın 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu‘nun 84. maddesinde sayılan “arkadan çarpma” hâli nedeniyle asli kusurlu olduğu, kamyon sürücüsü …’in kusurunun olmadığı, kazanın 11.07.2010 tarihinde saat 13.30 sıralarında, yerleşim yeri içerisinde, açık havada, gündüz vakti, tek yönlü, 7 metre genişliğinde, asfalt kaplamalı, kuru yüzeyli, hafif eğimli, düz yolda arkadan çarpma şeklinde gerçekleştiği,
Mahkemece yapılan keşfe istinaden düzenlenen 04.10.2012 tarihli bilirkişi raporunda; kazanın belediye sınırları içinde, yerleşim yerinde meydana geldiği, yolun araçların seyir istikametine göre aşağı doğru eğimli ve sola hafif virajlı olduğu, yağışın olmadığı, bölünmüş yol niteliğindeki yolda 300-400 metrelik görüş mesafesinin bulunduğu, 7 metre genişliğindeki 2 şeritli yolda yol şerit çizgileri mevcut olup hız limitinin de 50 km/saat olduğu belirtilerek sanık …’ın 2918 sayılı Kanun’un 84. maddesinde asli kusurlardan sayılan “arkadan çarpma” hâlinden ve dikkatsiz ve tedbirsiz olarak aracın hızını yol, hava ve trafik durumunun gerektirdiği şartlara uydurmamak suretiyle aynı Kanun’un 52/1-b maddesini ihlal etmesinden dolayı kazada tamamen (%100) kusurlu olduğu, yolun sağ tarafından kendi şeridi üzerinde kurallara uygun seyreden kamyon sürücüsü … ile sanık …’nin yarış yaptığı belirtilen …’ın kusurlarının olmadığı yönünde kanaat bildirildiği,
Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesince düzenlenen 24.12.2012 tarihli raporda; sanık …’ın sevk ve idaresindeki aracı ile seyir hâlinde iken önünde aynı yönde seyreden araç trafiğini gerektiği şekilde kontrol etmesi ve hız durumuna göre yeterli mesafe bırakması gerekirken önünde seyreden kamyona aşırı hızla ve kontrolsüzce yaklaşarak arkadan çarptığı, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı hareketi ile olaya sebebiyet verdiği, asli derecede ve tam kusurlu olduğu, kamyon sürücüsü …’in nizami kurallar dahilinde seyretmesinden dolayı, sevk ve idaresindeki otomobil ile sol şeritte seyreden sanık …’in ise meydana gelen olayda etkenliği bulunmaması nedeniyle kusursuz oldukları yönünde görüş bildirildiği,
Katılan … hakkında Erciyes Üniversitesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlığınca düzenlenen 21.07.2011 tarihli raporda; katılanın trafik kazası hikâyesiyle 11.07.2010 tarihinde Nevşehir Devlet Hastanesinde yapılan muayenesinde, sağ tibiada kas ve fasyayı açıkta bırakan açık kırık, sol tibiada 15 cm’lik yara olduğu, 11.07.2010 tarihinde Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastaneleri anestezi yoğun bakım ünitesine yatışının yapıldığı, yapılan muayenesinde şuurunun bulanık olduğu, sağ el sırtından dirseğe kadar uzanan yaygın laserasyon, sağ el bileğinde 4 cm’lik kesi, 1. parmak tırnak yatağında ayrılma, dirsekte 2 adet kesi, sağ tibiada parçalı kırık, cilt laserasyonu, sol popliteada oblik tarzda 20 cm’lik kesi, tibia 1/3 proksimal cisim açıkta olduğu, ayak bileği tomografisinde sağ tibial distal epifiz lokalizasyonunda ekleme uzanan minimal fraktür hattı, sağ kalkaneus posteriorunda deplase fragmante parçalı fraktür ve cilt altında yaygın hava dansiteleri, sol kalkaneus lateral inferior yüzeyde fraktür hattı, cilt altında yaygın hava dansitelerine ait görünümler izlendiği, 15.07.2010 tarihinde fasyakütan flep uygulama, yara debritmanı operasyonu yapıldığı, 21.07.2010 tarihinde yara debritmanı, gastrokinemius flebi uygulama operasyonu yapıldığı, takiplerinde plastik cerrahi tarafından dört farklı seansta yara debritmanı, kas flebi, deri grefti, fasyakütan flep uygulama operasyonları yapıldığı, 21.08.2010 tarihinde prastik cerrahi servisine devredildiği, yapılan muayenesinde sağ cruriste eksternal fiksatör, sağ ve sol cruris anterior, posterior yüzlerde, bilateral topuklarda cilt defektleri olduğu, 26.11.2010 tarihinde operasyona alındığı, sol ve sağ uyluk anteriordan alınan deri greftleri ile her iki cruris anterior ve posteriordaki cilt defektlerinin onarıldığı, 29.11.2010 tarihinde operasyona alındığı, uyluk anteriordan alınan deri grefti ile topuk bölgesindeki cilt defektinin onarıldığı, 03.12.2010 tarihinde tekrar operasyona alınarak kalan cilt defektlerinin onarıldığı, yara debritmanı uygulandığı, 16.12.2010 tarihinde operasyona alınarak sağ uyluk posterior ve lateralden alınan deri greftleri ile her iki cruris posteriordaki, ayak bilekleri ve sağ dizdeki defekt alanlarının onarıldığı, 06.01.2011 tarihinde sol ayak deformitesi, varus deformitesi tanısıyla ortopedi servisine yatışının yapıldığı, 17.01.2011 tarihinde eksternal fiksatör ile ayak deformitesi düzeltme, sol ayak 1 ve 2. parmak deformitesi için perkütan aşilektomi operasyonu yapıldığı, 19.01.2011 tarihinde taburcu edildiği, sol ayak bileği crush injury tanısı ile 29.03.2011 tarihinde tekrar ortopedi servisine yatışının yapıldığı, operasyona alınarak eskternal fiksatörün çıkarıldığı, 04.04.2011 tarihinde taburcu edildiği belirtilerek katılanın trafik kazasına bağlı, şuur değişikliğine ve yoğun bakım şartlarında tedavi edilmesine, her iki alt ekstremitede ezilmeye, sağ tibia açık parçalı kemik kırığına, sol tibiada açık kemik kırığına, sağ kalkaneus parçalı kemik kırığına, sol kalkaneus kırığına neden olan yaralanmasının şahsın yaşamını tehlikeye soktuğu, basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olmadığı, vücuttaki kemik kırıklarının hayat fonksiyonlarını müştereken ağır (6) derecede etkileyeceğinin, Nevşehir Devlet Hastanesince düzenlenen 22.02.2013 tarihli raporda da; her iki alt ekstremitede multipl kemik kırığının mevcut olduğu, sol alt ekstremitedeki fonksiyonel bozukluğun uzvun işlevinin sürekli zayıflamasına yol açtığı, sağ alt ekstremitede kalan nörolojik arazın uzvun işlevinin yitirilmesi niteliğinde olduğunun bildirildiği,
Anlaşılmaktadır.
Katılan … 24.01.2011 tarihinde Kollukta; 11.07.2010 tarihinde saat 09.00 sıralarında annesine ait Şahin model, 50… plaka sayılı aracı yıkatmak için dayısının oğlu L. Ceran ile birlikte sanık …’a ait yıkamacıya gittiklerini, arabayı yıkattıktan sonra arabanın teklemeye başladığını, sanık …’ın “Arabayı deneyelim, açılsın, sen yanıma otur” dediğini, …’ın otomobili çalıştırdığını, kendisinin …’nin yanına oturduğunu, birlikte Şehitlik’e vardıklarını, saat 12.00 sıralarında çevre yolundan Avanos istikametine doğru gittiklerini, …’nin otomobil ile biraz hızlı gittiğini fakat aracın hız göstergesine bakmadığını, bu sırada önlerinde sağ tarafta kırmızı kasalı bir kamyon gördüğünü, otomobilin sağ tarafının kamyonun sol arka tarafına çarptığını hatırladığını, sonrasını hatırlamadığını, kendine geldiğinde hastanede olduğunu ve uzun süredir komada kaldığını öğrendiğini, yaralanmasına neden olan …’dan şikâyetçi olduğunu,
Tanık … 11.07.2010 tarihinde Kollukta; aynı tarihte saat 13.30 sıralarında Aksaray çevre yolunun yanındaki toprak yoldan yaya olarak sanayi istikametine doğru gittiğini, bu esnada Aksaray çevre yolu üzerinden Şehitlik istikametinden iki tane Doğan veya Şahin model, plakasını kaza nedeniyle öğrendiği 50 … plaka sayılı gri renkli araç ile plakasını bilmediği beyaz renkli otonun yarış yaparcasına cadde üzerinden hızlı bir şekilde yan yana gittiklerini, beyaz renkli aracın yolun solundan, gri renkli aracın ise yolun sağından gittiğini, gri renkli aracın beyaz renkli aracı sollamak istediğini, beyaz renkli aracın gri renkli araca yol vermediğini, gri renkli aracın beyaz renkli aracı sağından geçmek istediği esnada fren yaptığını ancak duramadığını, yolun sağına doğru gittiğini ve toprak zemine çarparak durduğunu, aracın yanına gittiğinde şahıslardan bir tanesini yol ortasında sağ ayağını tutar vaziyette gördüğünü, ayağının diz kapağından kopmak üzere olduğunu, diğer şahsın da alnının kanadığını, kaza anını görmediğini, Mahkemede; sanayi istikametine doğru yürüdüğü sırada beyaz renkli bir aracın hızla geçtiğini gördüğünü, bu aracın geçmesi ile birlikte geriden bir çarpma sesi duyduğunu, dönüp baktığında bir şahsın yolda yaralı vaziyette olduğunu, soruşturmadaki beyanı okunup sorulduğunda; araçların yarış hâlinde olduğunu görmediğini, bir anda beyaz renkli aracın yanından geçtiğini, hemen ardından ses geldiğini, geriye dönüp baktığında kaza yapan gri renkli aracı ve kamyonu gördüğünü,
Tanık … 11.07.2010 tarihinde Kollukta; aynı tarihte saat 13.30 sıralarında sevk ve idaresindeki 50 … plaka sayılı, yaklaşık 14 ton kum yüklü kamyon ile Aksaray yolunu takiben Nevşehir istikametine seyir hâlinde olduğunu, yükünden dolayı yolun sağ şeridinden ağır vaziyette indiğini, inmiş olduğu yolun rampa olduğunu, aynadan arkadan gelen trafiği kontrol ettiğinde 50 … plaka sayılı beyaz renkli Şahin model bir araç ile gri renkli aynı model başka bir aracın yan yana çok süratli şekilde yarış yaparcasına geldiklerini, 50 … plaka sayılı aracın aşırı derecede hızlı bir şekilde kendisini sollayarak geçtiğini, 2 saniye sonra gri renkli aracın önce kullandığı kamyonun sol arka tekerinin olduğu yere, arkasından yolun soluna savrulup orta refüje çarptığını, sonrasında kamyonun önüne geçip yana yatmış vaziyette 150 metre kadar sürüklendiğini ve yolun sağ tarafındaki toprak zemine çıkarak iki takla attıktan sonra lastiklerinin üzerine durduğunu, Mahkemede; 50 … plaka sayılı beyaz renkli araç ile sanık …’nin sevk ve idaresindeki gri renkli aracın herhâlde yarış hâlinde olduğunu, beyaz renk aracın süratle kendisini geçmesinden bir iki saniye sonra gri renkli aracın kendi aracının sol dingil çamurluk kısmına sağ tarafıyla vurduğunu, soruşturmadaki beyanı okunup sorulduğunda; o ifadesini olayın şokuyla verdiğini, yan yana geldiklerini görmediğini, yarış yaptıkları konusunda da bir kanaatinin oluşmadığını, bir ara sollarken gördüğünü, her iki aracın da hızlı olduğunu, 28 yıllık şoför olduğunu, rampadan aşağı 30 km/saat hızla gittiğini, kendisine çarpan araç ile diğer aracın çok süratli olduğunu, saatte 130 km hızla gittiklerini düşündüğünü, aynaya baktığında beyaz renkli aracın kendisini sollamasıyla diğerinin kurtaramayıp kendisinin aracına çarpmasının bir anda olduğunu, doğrudan görmediğini ancak iki aracın birbiriyle yarış eder vaziyette olduğunu, kaza sonrasında da herhangi bir fren izi görmediğini, Keşif sırasında; aynadan arkayı kontrol ettiğinde 50 … plakalı aracın çok süratli bir şekilde geldiğini gördüğünü, önceki beyanı okunup sorulduğunda; olayın üzerinden çok zaman geçtiği için kazayı tam olarak hatırlamadığını ancak önceki beyanının doğru olduğunu ve o beyanında belirttiği üzere beyaz renkli araç ile gri renkli aracın yan yana çok süratli bir şekilde geldiklerini,
Tanık … 04.08.2011 tarihinde Kollukta; 50 … plaka sayılı Şahin model aracı yaklaşık 3 yıl önce satın aldığını ancak ruhsatın kendi üzerine olmadığını, olay tarihinde kendisinin ön yolcu koltuğunda oturduğu, arkadaşı olan sanık …’in de kullandığı söz konusu araçla seyir hâlinde iken Metal İş Sanayi Sitesi çıkışında sanık …’ın sevk ve idaresindeki başka bir araç ile karşılaştıklarını ve o aracı geçtiklerini, Ertaş Petrol civarına geldiklerinde yaklaşık 600-700 metre arkalarından bir toz bulutu yükseldiğini, ne olduğuna bakmak için dönerek olay yerine gittiklerini, …’ın çarpmış olduğu kamyonu kendilerinin normal olarak solladıklarını, gittiklerinde …’nin sevk ve idaresindeki aracın kaza yapmış olduğunu gördüklerini, yaralıyı ambulansa bindirerek olay yerinden ayrıldıklarını, yarış yapmadıklarını, hız kadranı arızalı olduğu için hızlarının ne olduğunu tam bilmediğini ancak 110-120 km/saat civarında olduğunu, Mahkemede; olay günü sanık … ile birlikte sanık …’nin iş yerine gittiklerini, …’nin başının kalabalık olduğunu, oradan ayrıldıktan sonra Metal İş Sanayi Sitesi civarında diğer aracı kullanan … ile tekrar karşılaştıklarını, durup araç içinden selamlaştıklarını, kaza olduğu sırada kendi hızlarının saatte 120 km civarında olduğunu, kendileriyle kaza mahalli arasında 600-700 metre mesafe olduğunu, yarış hâlinde olmadıklarını,
Tanık L. Ceran Mahkemede; sürücü belgesi olmasından dolayı olay tarihinde halası …’ün kendisini arayıp aracını yıkatmasını istediğini, katılan …’la birlikte sanık …’ye ait iş yerine gittiklerini, aracı yıkattıktan sonra gelen bir şahsın katılana “Arabayı açalım, yarıştıralım” şeklinde sözler söylediğini, katılanın “Ehliyetim yok, yarışamam” dediğini, kendisinin bu sırada beklemek için üst kata çıktığını, oturduğu sırada katılanın “Abi gitme” dediğini duyduğunu, aşağıya baktığında sanık …’nin sürücü koltuğunda olduğunu, katılanın da sağ yolcu kısmına bindiğini, yıkamacıya gelen beyaz renkli diğer araçla birlikte hızlı bir şekilde yola çıktıklarını, arkalarından koşmasına rağmen yetişemediğini, sanıklar gösterilerek sorulduğunda; olay tarihinde beyaz renkli aracı yıkamacıya getiren ve “Yarış yapalım” diyen şahsın sanık … olduğunu, olaydan sonra kimsenin kendisinin beyanını almadığını,
Tanık … Mahkemede; olay tarihinde arkadaşı olan sanık …’yi yıkamacıda ziyaret ettiğini, katılan …’ı da tanıdığını, katılanın olay günü sanık …’ye “Hadi abi, sanayiye gidelim” dediğini, birlikte araca bindiklerini, sürücü koltuğuna katılanın geçtiğini, sanık …’nin de yan tarafa oturduğunu, birlikte çekip gittiklerini, sanık …’i de tanıdığını, o gün sanık …’i görmediğini, bu tanığın beyanına karşı sanık … müdafisinden sorulduğunda; kaza olduğu sırada aracın sürücü koltuğunda sanık …’nin olduğunu, bu hususa ilişkin bir itirazlarının olmadığını,
Beyan etmişlerdir.
Sanık … Kollukta; olay tarihinde 50 … plaka sayılı Şahin model aracı kendisinin kullandığını, yanında da aracın sahibi olan …’in bulunduğunu, Metal İş Sanayi Sitesi çıkışında arkadaşı olan sanık … ile karşılaştıklarını, yol kenarında durarak bir süre sohbet ettiklerini, daha sonra kendisinin hareket ettiğini, diğer aracın sürücüsü olan sanık …’nin arkada kaldığını, Ertaş Petrol civarına geldiklerinde 600-700 metre gerilerinden bir toz bulutu yükseldiğini, dönüş yaparak olay yerine gittiklerini, …’nin kullandığı aracın kaza yaptığını gördüklerini, …’nin çarptığı kamyonu kendisinin normal bir şekilde solladığını, yarış yapmadıklarını, hız kadranı arızalı olduğu için hızlarını net olarak bilemediğini ancak 110-120 km/saat civarında bir hızlarının olduğunu, kaza ile bağlantılarının olmadığını, Mahkemede; Metal İş Sanayi Sitesi girişinde karşılaştıkları sanık …’nin yanında katılan …’ın da olduğunu, aracın motorunu yıkadıklarını söylediklerini, daha sonra hareket edip yollarına devam ettiklerini, 600-700 metre geriden gelen sanık …’yi sollamadığını, geride bir toz bulutu gördüklerinde kaza olduğunu anlayıp dönüş yaparak kaza yerine gittiklerini, sanık …’la yarış hâlinde olmadıklarını,
Sanık … 11.07.2010 tarihinde Kollukta; aynı tarihte saat 13.30 sıralarında sevk ve idaresinde bulunan 50 … plaka sayılı Şahin model otomobil ile yanında katılan … olduğu hâlde Aksaray çevre yolunu takiben şehir merkezi istikametine doğru seyir hâlinde olduklarını, Zahire Pazarı karşısına geldiğinde içerisinde bulunduğu aracın sağ sol yapmaya başladığını, tahminine göre arka lastik patlaması sonucu aracın kontrolünü kaybettiğini, bu esnada bir yere çarptığını ancak tam olarak çarptığı şeyi hatırlamadığını, Mahkemede; kolluktaki ifadesini tekrar ettiğini belirterek o ifadenin doğru olduğunu,
Savunmuşlardır.
Yerel Mahkemece, sanık … hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 89/1. maddesi uyarınca temel ceza 4 ay hapis cezası olarak tayin edilmiş ve gerekçe olarak “…sanığın kişiliği, suçun işleniş biçimi, suç konusunun önem ve değeri, meydana gelen zarar ve tehlikenin ağırlığı…” hususları gösterilmiştir.
Av. …’ın katılan … vekili olarak duruşmaları takip ettiği, adı geçen avukatın vekil tayin edilmesine ilişkin genel vekâletmenin dosya kapsamında mevcut olduğu, sanık …’ın mahkûmiyetine ilişkin olarak gerek bozmadan önce gerek bozmadan sonra kurulan hükümlerde kendisini vekil ile temsil ettiren katılan yararına vekâlet ücretine hükmedilmediği, katılan … vekilinin, hem bozmadan önce hem de bozmadan sonra sanık … hakkında kurulan beraat hükümleri ile sanık … hakkında kurulan mahkûmiyet hükümlerini temyiz ettiği görülmektedir.
Uyuşmazlık konularının sırayla değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır.
1- Bir kişinin duyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirilmesine neden olacak şekilde yaralanmasıyla neticelenen trafik kazasında sanık …’ın kusurunun bulunup bulunmadığı;
Uyuşmazlık konusunda isabetli bir hukuki çözüme ulaşılabilmesi bakımından öncelikle taksir ve unsurları üzerinde durulmalıdır.
Türk Ceza Kanunu’nun hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde “kanunda tanımlanmış haksızlık” olarak ifade edilen suç; kural olarak ancak kastla, kanunda açıkça gösterilen hâllerde ise taksirle de işlenebilir. İstisnai bir kusurluluk şekli olan taksirde, failin cezalandırılabilmesi için mutlaka kanunda açık bir düzenleme bulunması gerekmektedir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 22/2. maddesinde taksir; “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın, suçun yasal tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir” şeklinde tanımlanmıştır. Toplumsal yaşamda belli faaliyetlerde bulunan kimselerin başkalarına zarar vermemek için birtakım önlemler alma ve bazı davranış kurallarına uyma zorunlulukları bulunmaktadır. Bu kurallar toplum olarak yaşama mecburiyetinden doğabileceği gibi, Devletin müdahalesiyle de ortaya çıkabilmektedir. Taksirli suç, bu kuralların ihlal edilmesi sonucu belirmekte, fail; dikkatli, tedbirli ve öngörülü davranmamış olduğu için cezalandırılmaktadır. Bu bakımdan sorumluluğun nedeni, öngörebilme imkân ve ödevinin varlığına rağmen, sonuca iradi bir hareketle neden olmaktan kaynaklanmaktadır.
Ceza Genel Kurulunun birçok kararında vurgulandığı ve öğretide de benimsendiği üzere taksirli suçlarda aranması gereken hususlar;
1- Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması,
2-Hareketin iradi olması,
3-Sonucun istenmemesi,
4- Hareket ile sonuç arasında nedensellik bağının bulunması,
5- Sonucun öngörülebilir olmasına rağmen öngörülmemiş olması,
şeklinde kabul edilmektedir.
Uyuşmazlığa konu olayın özellikleri dikkate alınarak, dördüncü bentte yer alan “hareket ile sonuç arasında nedensellik bağının bulunması” şartına ayrıntılı olarak değinilmelidir.
Taksirli hareket ile meydana gelen netice arasında illiyet bağı bulunmaması hâlinde fail bu sonuçtan sorumlu tutulamayacaktır. Neticenin gerçekleşmesinde, mağdur veya başka bir kişinin taksirli davranışının da etkili olması durumunda, diğer taksirli davranış nedensellik bağını kesmediği sürece bu durum failin sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı gibi taksirin vasfını da değiştirmeyecektir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nda taksirle işlenebilen suçlarda kusurun derecelendirilmesi suretiyle herhangi bir ceza indirimi söz konusu olmadığından, bu hâl ancak temel cezanın belirlenmesinde dikkate alınabilecektir.
Taksirle gerçekleştirilen bazı fiillerin kanunda suç olarak tanımlanıp cezai yaptırıma bağlanmasıyla, insanların gittikçe yoğunlaşan ve karmaşık hâle gelen toplum hayatı içerisinde daha dikkatli davranmalarının temini amaçlanmaktadır. Kanun ve ortak hayat tecrübelerinin sonucu olarak kendisine toplum tarafından yüklenen dikkat ve özen mükellefiyetini ihlal eden ve bu hareketiyle öngörülebilir zararlı bir neticeye sebep olan kişinin taksirle işlenen suçlara ilişkin cezai sorumluluğu benimsenmiş, fakat taksirden söz edilebilmesi için failin hareketi ile meydana gelen zararlı netice arasında illiyet bağının varlığı aranmıştır. Diğer bir ifade ile tüm suçlarda olduğu gibi, taksirli suçlarda da fiil ile netice arasında nedensellik bağının bulunması cezalandırmanın şartını teşkil edecektir.
Bu aşamada, önce genel anlamda, sonrasında ise taksirli suçlar açısından nedensellik bağı üzerinde durulmasında fayda vardır.
“Neden” Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğünde; “bir olayı ya da durumu gerektiren, doğuran başka olay veya durum, sebep” biçiminde, “neden olmak” ise; “bir şeyin olmasına ya da ortaya çıkmasına yol açmak, sebep olmak” şeklinde tanımlanmaktadır. Buradan hareketle “nedensellik” kavramı; “neden-sonuç ilişkisi ya da sonuç ile bu sonuca neden olan olgu veya durum arasındaki bağlantı” olarak açıklanabilir.
Türk Ceza Kanunu’nun hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde nedensellik bağı, “kanunda tanımlanmış bir haksızlık” olarak öngörülen suçtan failin sorumlu tutulabilmesi için gerekli olan “maddi, manevi ve hukuka aykırılık” unsurlarından “maddi unsur” içerisinde yer almaktadır.
Neticeli bütün suçlar bakımından araştırılması gerekli olan “nedensellik bağı” ceza hukukunda bu kavramın mahiyeti gereği, suçun yasal tanımında neticeye yer verilmiş olması hâlinde failin fiili ile netice arasında sebep-sonuç ilişkisini kuran bağ anlamına gelmektedir. Failin yapmak veya yapmamak şeklinde gerçekleştirdiği eylemi neticesinde dış dünyada zarar ya da tehlikenin meydana gelmiş olması hâlinde nedensellik söz konusu olacaktır. Doğaldır ki, yapılan her hareket, dış dünyada bir veya birden fazla neticeye sebebiyet verebilir; ancak dış dünyada vuku bulan her sonuç değil, suçun kanuni tanımında belirtilmiş olan netice nazara alınacaktır.
Türk Ceza Kanunu’nda nedensellik bağı ile ilgili olarak genel bir düzenlemeye yer verilmemiş olup konu öğreti ve uygulamaya bırakılmıştır. Öğretide nedensellik bağı çeşitli teorilerle açıklanmaktadır. Şartların eşitliği ya da doğal nedensellik teorisinde; netice birçok şartın bir bütün oluşturarak meydana gelmesiyle oluştuğundan ve bunlardan birinin olmaması neticenin gerçekleşmesini engelleyeceğinden, bu şartlardan birini gerçekleştiren failin eylemi ile gerçekleşen netice arasında nedensellik bağı vardır. Uygun sebep ya da kuralcı nedensellik teorisinde; hareket ile netice arasında nedensellik bağı bulunduğunun kabul edilebilmesi için, hareketin o neticeyi meydana getirmeye uygun olması gerekir. Objektif isnadiyet teorisinde ise; şart teorisi anlamında hareketinin verdiği netice, ancak hareketin suçun konusu üzerinde hukuken tasvip edilmeyen bir tehlike veya risk yaratması ve kendini tipik neticeye yansıtması hâlinde objektif olarak faile yükletilebilir. (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara 2014, 7. Baskı, s. 123-131; Nur Centel-Hamide Zafer-Özlem Çakmut, Türk Ceza Hukukuna Giriş, Beta Yayınevi, İstanbul 2014, 8. Baskı, s. 256-268; M. Emin Artuk-Ahmet Gökçen-M. Emin Alşahin-Kerim Çakır, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 11. Baskı, Ankara, 2017, s. 279-286.; Berrin Akbulut, Tıp Ceza Hukukunda Nedensellik Bağı, Tıp Ceza Hukukunun Güncel Sorunları Türk-Alman Tıp Hukuku Sempozyumu, Türkiye Barolar Birliği Yayınları, 2008, s. 222-234.) Bununla birlikte öğretide, objektif isnadiyet teorisinin nedensellik teorisi olmayıp, bir değerlendirme teorisi olduğu da ileri sürülmektedir. (Veli Özer Özbek, Türk Ceza Kanunu İzmir Şerhi, Yeni Türk Ceza Kanununun Anlamı, Seçkin Yayınevi, Ankara 2006, 3. Baskı, s. 321.)
Uyuşmazlığa konu somut olayın özellikleri itibarıyla objektif isnadiyet kavramına ayrıca yer verilmesi gerekmektedir. Günümüz modern ceza hukuku anlayışında nedensellik bağının belirlenmiş olması tek başına failin cezalandırılması için yeterli bulunmayıp, ayrıca gerçekleşen neticenin failin eseri olup olmadığının, diğer bir ifadeyle ortaya çıkan neticenin belli bir kişiye objektif olarak isnadının mümkün olup olmadığının tespit edilmesi de gerekir. Olayda öncelikle şart teorisine göre nedensellik bağı ortaya konulmalı, ardından gerçekleşen neticenin faile isnat edilip edilemeyeceği araştırılmalıdır. Eğer meydana gelen netice, üçüncü kişinin veya bir rastlantının eseri ise faile isnat edilemeyecektir. Bu nedenle netice, insanın hükmedebileceği alanın dışında kalıyorsa hukuken önemli olan bir tehlike ya da risk bulunmamaktadır. Hükmedilebilirlik, neticenin önemli derecede idare edilebilirliği anlamına gelmekte olup gerçekleştirilen fiil, hukuken önemli bir tehlike ya da risk oluştursa bile, olayın tamamen hayatın olağan akışının ve genel hayat tecrübelerinin dışarısında kalması nedeniyle beklenebilir değilse, netice faile yüklenemeyecektir.
Kişinin nedensellik bağının üzerinde hâkimiyetinin bulunmaması objektif isnadiyetin yokluğu anlamına gelir. Objektif isnadiyetin varlığı için tipik neticenin fail tarafından oluşturulan risk nedeniyle meydana gelmesi gerekir. Neticenin, failin meydana getirdiği riskin dışında başka bir risk nedeniyle gerçekleşmesi hâlinde bu netice objektif olarak faile isnat edilemez. Ancak fiilin, suçun konusuna yönelik hukuken izin verilen riski aşan bir tehlike oluşturması ve neticenin bu fiil sonucunda meydana gelmesi durumunda objektif isnat edilebilirlik söz konusu olacak diğer bir deyişle fail tipe uygun neticeye sebebiyet veren hukuken önemli bir tehlike ya da risk oluşturmuş ise netice faile yüklenebilecektir. Gerçekleşen netice, failin hareketi ile tesadüfen birleşen başka sebeplerden meydana gelmişse, bu durumda neticenin faile isnat edilmesi söz konusu olmayacaktır. Bunun gibi sonradan işlenen fiilin daha önceden gerçekleştirilmiş fiilin neticeye ulaşmasını engellemesi hâlinde de önceki fiili gerçekleştiren faile neticenin isnat edilmesi mümkün bulunmayacaktır. (Veli Özer Özbek-Koray Doğan-Pınar Bacaksız-İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Akademik ve Mesleki Yayınlar, Ankara 2017, 8. Baskı, s.225.; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara 2014, 7. Baskı, s. 128-131.; M. Emin Artuk-Ahmet Gökcen-M. Emin Alşahin-Kerim Çakır, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 11. Baskı, Ankara, 2017, s. 286-287.; Berrin Akbulut, Türk Ceza Kanunu İle Kabahatler Kanununun Genel Hükümlerinin Yaptırım Hükümleri Dışında Karşılaştırmalı Olarak İncelenmesi, Adalaet Yayınevi, Ankara 2010, s. 237.; Nebahat Kayaer, Ceza Hukukunda Hekimin Tıbbi Müdahalesi Çerçevesinde İşlenen Taksirle Öldürme Suçu, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Kamu Hukuku Anabilim Dalı, İzmir 2012, s. 111-112.)
Nedensellik bağı, öğretideki görüşlere göre hukuki bir kavram değil mantıksal ya da doğal bir olgudur. (Nur Centel-Hamide Zafer-Özlem Çakmut, Türk Ceza Hukukuna Giriş, Beta Yayınevi, İstanbul 2014, 8. Baskı, s. 255.; İzzet Özgenç, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, Ankara 2014, 10. Baskı, s. 171-173.) Bu anlamda, dış dünyada gerçekleşen netice ile bu neticeyi doğuran sebep arasındaki nedensellik bağı, doğa bilimleri bağlamında değerlendirilmeli ve hayat tecrübeleriyle mantığa göre belirlenmelidir. İlliyet bağının doğal olarak belirlenmesi yalnızca icrai suçlar bakımından geçerlidir, zira ihmali suçlarda farklılık söz konusudur.
Nedensellik bağının tespiti, tabiatıyla genellikle neticeli suçlar şeklinde düzenlenmiş bulunan taksirli suçlar bakımından da gereklidir. Taksirle işlenen suçtan kaynaklanan netice failin hareketi olmasaydı gerçekleşmeyecek denilebiliyorsa bu durumda nedensellik bağının varlığı kabul edilir. Örneğin ölüm neticesi failin taksirli hareketine bağlı olarak gerçekleşmiş ise, diğer bir deyişle failin taksirli hareketi olmasaydı ölümün gerçekleşmeyeceği sonucuna varılıyorsa, başka bir ifadeyle ölüm failin eseriyse bu takdirde failin eylemi ile netice arasında bir nedensellik bağının var olduğu kabul edilecektir. Taksirli suçlarda aranacak olan objektif isnat edilebilirlik, dikkat ve özen yükümlülüğünün yerine getirilmemesi sonucunda neticeye sebebiyet verilmesidir. “Fail gerekli dikkat ve özen yükümlülüğünü yerine getirmiş olsaydı netice gerçekleşmeyecekti” denebilir ise, bu takdirde netice faile isnat edilebilecektir.
Öte yandan, nedensellik bağı hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel bilgi ve tecrübe ile çözümlenebiliyorsa bu bağlantı hâkim tarafından ortaya konulmalı, uzmanlık veya teknik ve özel bilgi gerektiren bir hususta ise söz konusu bağ, bilirkişilerden görüş alınarak tespit edilmelidir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 22. maddesinin dördüncü ve beşinci fıkralarında yer alan düzenlemeye göre;
“(4) Taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek olan ceza failin kusuruna göre belirlenir.
(5) Birden fazla kişinin taksirle işlediği suçlarda, herkes kendi kusurundan dolayı sorumlu olur. Her failin cezası kusuruna göre ayrı ayrı belirlenir.”
Madde gerekçesinde yer verilen açıklamalara göre;
“Birden fazla kişinin taksirle işlediği suçlarda herkes kendi kusuru göz önünde bulundurulmak suretiyle sorumlu tutulur. Taksirli suçun kanuni tanımında belirlenen netice birden fazla kişinin karşılıklı olarak işledikleri taksirli fiiller sonucunda gerçekleşmiş olabilir. Örneğin bir trafik kazasında sürücü ile yaya veya her iki sürücü de taksirle hareket etmiş olabilir. Bu gibi durumlarda neticenin oluşumu açısından her kişinin taksirli fiili dolayısıyla kusurluluğu bir diğerinden bağımsız olarak belirlenmelidir. Aynı şekilde birden fazla kişinin katılımıyla gerçekleştirilen bir ameliyatın ölüm veya sakatlıkla sonuçlanması durumunda, ameliyata katılan kişiler müştereken hareket etmektedirler. Ancak tıbbın gereklerine aykırılık dolayısıyla ölüm veya sakatlıkla sonuçlanan bu ameliyatta işlenen taksirli suçun işlenişi açısından suça iştirak kuralları uygulanamaz. Kanunun suça iştirake ilişkin hükümleri, kasten işlenen suçlarda suçun işlenişine iştirak eden kişilerin sorumluluk statülerini belirlemektedir. Birden fazla kişinin katılımıyla yapılan ameliyat sırasında meydana gelen ölüm veya sakatlık neticeleri bakımından her bir kişinin sorumluluğu kendi kusuru göz önünde bulundurulmak suretiyle belirlenmelidir. Bu tespitte diğer kişilerin kusurlu olup olmadığı hususu dikkate alınamaz.”
Zararlı neticenin, failin hareketlerinin mağdurun ya da üçüncü bir kişinin hareketi ile birleşmesi sonucu meydana geldiği durumlarda, failin taksirli sorumluluk şartlarının bulunup bulunmadığının belirlenmesi açısından, neticeye kimin sebebiyet verdiği, failin iradi hareketi ile netice arasındaki nedensellik bağının kesilip kesilmediğinin tespit edilmesi gerekmektedir. Mağdur ya da üçüncü kişinin hareketinin ya da bir başka nedenin neticenin tek sebebi olduğu veya zararlı neticenin yalnızca bu kişilerin kusurlu hareketlerinden kaynaklandığı durumlarda, failin hareketi ile netice arasındaki nedensellik bağının ortadan kalktığı kabul edilmelidir.
Buna karşılık failin kusurlu hareketine mağdur ya da üçüncü bir kişinin kusurlu hareketinin eklendiği ve neticenin çeşitli kusurlu hareketlerin birleşmesinden meydana geldiği hallerde, nedensellik bağı kesilmeyip; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 40. maddesine göre taksirli suçlarda iştirak ilişkisi de mümkün olmadığından, anılan Kanun’un 22. maddesinin dört ve beşinci fıkralarına göre herkes kendi kusurundan dolayı ve kusuruna göre sorumlu olacaktır.
Öğretide ileri sürülen görüşlere göre;
“Üçüncü bir kişinin veya mağdurun hareketinin failin taksirli hareketine eklenmesi durumunda nedensellik ilişkisinin ortadan kalkıp kalkmadığı araştırılmalıdır. Eklenen hareketler kusurlu değilse, neticenin failin taksirli hareketinden kaynaklandığı kabul edilir. Diğer hareketler kusurlu ise bunların taksirin varlığını tamamen veya kısmen kaldırıp kaldırmadığına bakılmalıdır.” (Nur Centel-Hamide Zafer-Özlem Çakmut, Ceza Hukukuna Giriş, Beta Yayınevi, 8. Baskı, İstanbul, 2014, s. 366.);
“Birden fazla kişinin birleşen fiilleri ile bir neticeye neden oldukları hâllerde, bu faillerin hareketi ile netice arasındaki nedensellik ilişkisi özel önem taşır. Belirtelim ki bu hâllerde her bir kişinin hareketi ile netice arasında nedensellik ilişkisinin bulunması ön koşuldur. Ekip hâlinde faaliyet gösterenlerden birisine diğerlerini denetleme ve kişiler arasında koordinasyonu sağlama yükümlülüğü yüklenmiş ise kişi bu yükümlülüğe uygun davranmadığı için neticeye sebebiyet vermiş olabilir. Bu hâlde bu kişi neticeden sorumlu olur.” (Hamide Zafer, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayınevi, 4. Baskı, İstanbul, 2015, s. 254.);
“Failin dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı hareketiyle mağdurun kusurlu hareketinin birleşmesi söz konusu olabilir. Bu durumda, failin sorumluluğunun ortadan kalkabilmesi için, failin netice üzerindeki hâkimiyetinin devam etmemesi gerekir. Diğer bir deyişle, neticenin meydana gelmesinde mağdurun kusurlu hareketi, neticenin faile yüklenmesini engelleyecek derecede illi seri üzerinde hakimiyet kurmamış olmalıdır. Aksi takdirde failin sorumluluğu devam edecektir. Nitekim taksirli hareketler arasında takas da mümkün değildir.” (M. Emin Artuk-Ahmet Gökcen-M. Emin Alşahin-Kerim Çakır, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 11. Baskı, Ankara, 2017, s. 374.);
“Birden çok kişinin davranışı birlikte neticeye sebebiyet vermiş ve tüm katılanlar özen yükümlülüğüne aykırı hareket etmişse netice objektif olarak isnad edilebilir, herkes kendi taksirli fiilinden dolayı kusuruna göre sorumlu olur. Bu gibi hâllerde önceki taksirli hareket ile netice arasında illiyet bağı bulunmamasından veya kesilmesinden söz edilmesi doğru değildir.” (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 7. Baskı, Ankara, 2014, s. 214.);
“Fail zaten taksirli hareket ediyor ve bir başkasının taksirli hareketi buna ekleniyorsa, failin hareketi ile netice arasındaki nedensellik bağı mevcut olmaya devam eder. Bu durumda mesele artık nedensellik bağı meselesi değil, failin ve üçüncü kişinin kusurunun tespiti meselesidir. Bir inşaatın yıkımı sırasında yoldan gelip geçenlere zarar verilmemesi hususunda gerekli tertibatı almayan, örneğin yıkım alanını tahta perde ile çevirmeyen müteahhit, iki işçisinin binadan sökülen kalası dikkatsizce sokağa atmaları sonucu meydana gelen neticeden her iki işçisiyle beraber taksirinden dolayı sorumludur.” (Hakan Hakeri, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 17. Baskı, Ankara, 2014, s. 249.)
şeklinde görüşler ileri sürülmüştür.
Ülkemizde taksirli suçlarla en çok yaralama ya da ölümle sonuçlanan trafik kazalarında karşılaşılmaktadır. Trafik kazaları genellikle trafik kurallarının ihlali neticesinde gerçekleşir ve failin kusuru da ihlal edilen trafik kuralına göre belirlenir. Bu nedenle, uyuşmazlığın çözümünde Karayolları Trafik Kanunu ile bu Kanun’a dayanılarak hazırlanan Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin ilgili hükümleri de dikkate alınmalıdır.
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu‘nun “Hız sınırları” başlıklı 50. maddesinin birinci fıkrasında, motorlu araçların cins ve kullanma amaçlarına göre sürülebileceği en çok ve en az hız sınırlarının, şehirler arası çift yönlü karayollarında 90 km/saat, bölünmüş yollarda 110 km/saat, otoyollarda 120 km/saat hızını geçmemek üzere yönetmelikle belirleneceği düzenlenmiş, “Hız sınırlarına uyma zorunluluğu” başlıklı 51. maddesinin birinci fıkrasında, sürücülerin, aksine bir karar alınıp işaretlenmemişse yönetmelikte belirtilen hız sınırlarını aşmamak zorunda oldukları belirtilmiş, Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin 100. maddesinde de otomobiller için yerleşim yeri içindeki saatteki azami hız sınırının 50 km/saat olduğu hüküm altına alınmıştır.
2918 sayılı Kanun’un 52. maddesinin (b) bendinde de, sürücülerin hızlarını kullandıkları aracın yük ve teknik özelliklerine, görüş, yol, hava ve trafik durumunun gerektirdiği şartlara uygun hâle getirmelerinin zorunlu olduğu düzenlenmiştir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanık …’ın sevk ve idaresindeki 50 … plaka sayılı gri renkli otomobil ile ön yolcu koltuğunda katılan … olduğu hâlde, 11.07.2010 tarihinde saat 13.30 sıralarında, meskûn mahalde, kuru zeminli, asfalt kaplamalı, 7 metre genişliğinde, 2 şeritli, seyir istikametine göre aşağı doğru eğimli ve sola hafif virajlı, yol şerit çizgileri mevcut, hız limiti 50 km/saat olan ve yaklaşık 300-400 metrelik görüş mesafesi bulunan bölünmüş devlet yolunda seyrettiği sırada, sanık …’ın da sevk ve idaresindeki 50 … plaka sayılı beyaz renkli otomobil ile aynı istikamette seyrettiği, sanık …’in önünde yolun sağ şeridinde seyreden tanık …’in sevk ve idaresindeki kamyonu sollayıp geçmesinden hemen sonra sanık …’ın aynı kamyona arkadan çarpması neticesinde meydana gelen trafik kazasında katılan …’ün organlarından birinin işlevinin yitirilmesine neden olacak şekilde yaralandığı, mahkemece yapılan keşif sonucu düzenlenen 04.10.2012 tarihli raporda sanık …’ın 2918 sayılı Kanun’un 84. maddesinde asli kusurlardan sayılan “arkadan çarpma” hâlinden ve aracın hızını yol, hava ve trafik durumunun gerektirdiği şartlara uydurmamak suretiyle aynı Kanun’un 52/1-b maddesini ihlal etmesinden dolayı kazada tam ve asli kusurlu olduğu, tanık … ile sanık …’yle yarış yaptığı belirtilen sanık …’in kusurunun bulunmadığı, Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesince düzenlenen 24.12.2012 tarihli raporda 04.12.2012 tarihli raporda taraflara atfedilen kusur durumuna ilişkin görüşün olayın oluşuna uygun ve isabetli olduğu belirtilerek sanık …’ın önünde seyreden kamyona aşırı hızlı bir şekilde ve kontrolsüzce yaklaşarak arkadan çarptığı, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı hareketi ile olaya sebebiyet verdiği, asli derecede ve tam kusurlu olduğu, kamyon sürücüsü …’in kurallara uygun seyretmesinden dolayı, sevk ve idaresindeki otomobil ile sol şeritte seyreden sanık …’in ise meydana gelen olayda etken bir davranışının bulunmaması nedeniyle kusursuz oldukları yönünde görüş bildirildiği anlaşılan olayda; tanık …’in sanık …’nin kullandığı gri renkli otomobil ile sanık …’in kullandığı beyaz renkli otomobilin yarış yaparcasına cadde üzerinden hızlı bir şekilde yan yana gittikleri, gri renkli aracın beyaz renkli aracı sollamak istediği sırada beyaz renkli aracın gri renkli araca yol vermediği yönündeki anlatımları, kamyon sürücüsü tanık …’in olay esnasında aynadan arkadan gelen trafiği kontrol ettiğinde beyaz renkli otomobil ile gri renkli aracın yan yana çok süratli bir şekilde yarış yaparcasına geldikleri, beyaz renkli aracın aşırı derecede hızlı bir şekilde kendisini sollamasından 2 saniye sonra gri renkli aracın kullandığı kamyonun sol arka kısmına çarptığı yönündeki beyanları, olay esnasında sanık …’in kullandığı aracın ön yolcu koltuğunda bulunan tanık…’ın kolluk aşamasındaki sanık …’nin kullandığı araçla karşılaşıp o aracı geçtiklerine ve hızlarının yaklaşık 110-120 km/saat olduğuna dair beyanları, sanık …’in olay günü sanayi sitesi çıkışında arkadaşı olan sanık … ile karşılaşıp konuştuktan sonra, önce kendisinin arkasından da …’nin hareket ettiği, kendisinin hızının yaklaşık 110-120 km/saat olduğu, tanık …’in kullandığı kamyonu solladıktan sonra arkalarından bir toz bulutu yükseldiğine dair savunmaları birlikte değerlendirildiğinde, sanık … ile sanık …’nin meskûn mahaldeki yolda sevk ve idarelerindeki otomobiller ile yarış hâlinde oldukları, sol şeritte seyreden sanık …’in kendisini geçmek isteyen sanık …’ye yol vermediği ve geçmesine müsaade etmediği, sanık …’in yasal hız sınırlarının üzerinde bir hızla seyredip aracının hızını yol ve trafik durumunun gerektirdiği şartlara uydurmamak suretiyle Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin 100. maddesinde belirlenen yasal hız sınırlarını ihlal ettiği ve 2918 sayılı Kanun’un 52. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde öngörülen yükümlülüklerini yerine getirmediği sabit olup bu şekildeki hareketlerinin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 179/2. maddesinde düzenlenen trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçunu oluşturma ihtimali bulunmakta ise de sol şeritte yaklaşık 110-120 km/saat hızla seyreden sanığın kendisini geçmek isteyen diğer sanık …’ye yol vermek amacıyla sağ şeride geçmesi hâlinde önünde yaklaşık 30 km/saat hızla seyreden tanık … idaresindeki kamyona kendisinin çarpması tehlikesinin bulunması karşısında, sanık …’ten diğer sanık …’ye yol vermesinin beklenemeyeceği, kendisiyle yarış hâlinde olan sanık …’nin önünde seyreden kamyona arkadan çarpması şeklinde gerçekleşen neticenin sanık …’in hükmedebileceği alanın dışında kaldığı, sanığın dikkat ve özen yükümlülüğünü yerine getirmiş olması durumunda diğer sanık …’nin yaptığı kazanın kesinlikle meydana gelmeyeceğinin, olayın sanığın yasal hız sınırlarının üzerinde seyretmek suretiyle oluşturduğu risk nedeniyle meydana geldiğinin ve gerçekleşen neticenin sanığın eseri olduğunun söylenemeyeceği, dolayısıyla katılanın organlarından birinin işlevinin yitirilmesine neden olacak şekilde yaralanmasıyla sonuçlanan trafik kazasının objektif olarak sanığa isnat edilemeyeceği, buna bağlı olarak sanığın meydana gelen olayda kusurunun bulunmadığı kabul edilmelidir.
Bu itibarla, usul ve yasaya uygun bulunan Yerel Mahkemenin direnme kararına konu sanık … hakkındaki beraat hükmünün onanmasına karar verilmelidir.
2- Sanık … hakkında kurulan mahkûmiyet hükmü yönünden;
a) 3 aydan 1 yıla kadar hapis veya adli para cezası öngören TCK’nın 89/1. maddesi gereğince temel cezanın 4 ay hapis cezası olarak belirlenmesinin isabetli olup olmadığı;
Taksirle yaralama suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 89. maddesinin birinci fıkrasında; “Taksirle başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır” şeklinde düzenlemiş, aynı Kanun’un “Taksir” başlıklı 22. maddesinin 3. fıkrasında; “Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi hâlinde bilinçli taksir vardır; bu hâlde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır”, 4. fıkrasında da; “Taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek olan ceza failin kusuruna göre belirlenir” hükümlerine yer verilmiştir.
Temel cezanın belirlenmesine ilişkin ilkeler ise, Türk Ceza Kanunu’nun 61. maddesinin birinci fıkrasında yer alan düzenlemeye göre;
“(1) Hâkim, somut olayda;
a) Suçun işleniş biçimini,
b) Suçun işlenmesinde kullanılan araçları,
c) Suçun işlendiği zaman ve yeri,
d) Suçun konusunun önem ve değerini,
e) Meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığını,
f) Failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığını,
g) Failin güttüğü amaç ve saiki,
göz önünde bulundurarak, işlenen suçun kanuni tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırı arasında temel cezayı belirler.”
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun “Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi” başlıklı 3. maddesinin birinci fıkrasındaki; “Suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur.” biçimindeki hüküm ile de, işlenen fiil ile hükmolunan ceza ve güvenlik tedbirleri arasında “orantı” bulunması gerektiği vurgulanmıştır.
Kanun koyucu, cezaların kişiselleştirilmesinin sağlanması bakımından hâkime, olayın özelliği ve işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı bir şekilde gerekçesini göstererek iki sınır arasında temel cezayı belirleme yetki ve görevi yüklemiştir. Buna göre; 01.06.2005 tarihinden sonra işlenmiş olan herhangi bir suç nedeniyle alt ve üst sınırlar arasında bir ceza belirlenmesi gerektiğinde, kural olarak göz önünde bulundurulması gereken ölçüt, 5237 sayılı TCK’nın 61. maddenin 1. fıkrasındaki düzenlemedir. Ancak taksirle işlenen suçlar açısından kanun koyucu, aynı Kanun’un 22. maddenin 4. fıkrası ile bir ölçüt daha eklemiştir. Bu durumda, taksirle işlenen suçlarda alt ve üst sınır arasında ceza belirlenirken, TCK’nın 61/1 ile 22/4. madde ve fıkralarında yer alan ölçütlerin birlikte göz önüne alınması gerekmektedir.
Ancak, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 61/1. maddesindeki bu ölçütler genel nitelikli olup her suça uymayabileceğinden, her suç için tüm ölçütlerin değil sadece ilgili suça uyan kısımların nazara alınması gerekir. Bu açıdan taksirli suçlarda ancak kasıtlı suçlarda uygulanması mümkün olan 61/1. maddenin (b) bendinde yer alan “suçun işlenmesinde kullanılan araçlar”, (f) bendinde yer alan “failin kasta dayalı kusurunun ağırlığı” ve (g) bendinde yer alan “failin güttüğü amaç ve saik” ölçütleri uygulanamayacaktır.
Tüm bu kanuni düzenlemeler karşısında, taksirli suçlarda temel cezanın belirlenmesinde öncelikle failin kusurunun değerlendirilmesinin zorunlu olduğu, ancak kusurluluğun yanında “suçun işleniş biçimi”, “suçun işlendiği zaman ve yer”, “suç konusunun önem ve değeri” ile “meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı” ölçütlerinin de dikkate alınacağı sonucuna varılmaktadır.
Öte yandan, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 3. maddesi uyarınca işlenen fiil ile hükmolunan ceza ve güvenlik tedbirleri arasında “orantı” bulunması, böylelikle suç işlenmesiyle bozulan toplum düzeninde adaletin sağlanması için suç işleyen kimseye uygulanacak yaptırımın haklı ve ölçülü olması gerektiği de göz önünde bulundurulacaktır.
Bu nedenlerle taksire dayalı kusurun ağır olduğu durumlarda, alt sınırdan uzaklaşılarak, hafif olduğu durumlarda ise alt sınırdan veya alt sınıra yaklaşılarak temel ceza tayin edilmesi isabetli bir uygulama olacak ise de bundan her hâlde ağır kusurlu fail hakkında en üst hadden, hafif kusurlu fail hakkında ise alt hadden ceza tayin edilmesi gerektiği sonucu çıkarılmamalı, TCK’nın 22/4 ve 61/1. maddelerindeki olaya uyan diğer ölçütler ile 3. maddesindeki “orantılılık ilkesi” bir bütün hâlinde değerlendirilerek haklı ve ölçülü bir ceza belirlenmelidir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanığın sevk ve idaresindeki otomobille, meskûn mahaller için öngörülen 50 km/saat hız limitinin çok üzerindeki bir hızla diğer sanık …’la yarışır vaziyette seyir hâlinde iken asli ve tam kusurlu olarak neden olduğu trafik kazası neticesinde katılanın uzun sayılabilecek bir süreçte yoğun bakım şartlarında tedavi görerek defalarca operasyon geçirdiği, her iki alt ekstremitede ezilmeye, sağ tibia açık parçalı kemik kırığına, sol tibia açık kemik kırığına, sağ kalkaneus parçalı kemik kırığına ve sol kalkaneus kırığına neden olan yaralanmanın katılanın yaşamını tehlikeye soktuğu, saptanan kemik kırıklarının müştereken hayat fonksiyonlarını (6) ağır derecede etkilediği, sol alt ekstremitedeki fonksiyonel bozukluğun uzvun işlevinin sürekli zayıflamasına yol açtığı, sağ alt ekstremitede kalan nörolojik arazın ise organın işlevinin yitirilmesi niteliğinde olduğu ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 89/1. maddesi gereğince temel cezanın 4 ay hapis cezası olarak belirlendiği anlaşılan olayda; suçun işleniş biçimi, meydana gelen zararın ve sanığın taksire dayalı kusurunun ağırlığı dikkate alınarak üç aydan bir yıla kadar hapis cezasını gerektiren taksirle bir kişinin yaralanmasına neden olma suçundan sanık hakkında dosya muhtevası ile adalet ve hakkaniyet kurallarına uygun şekilde TCK’nın 89/1. maddesi uyarınca makul bir ceza tayin edilmesi gerekirken TCK’nın 3. maddesindeki “orantılılık ilkesi” ihlal edilerek alt sınırdan çok az uzaklaşılıp temel cezanın 4 ay hapis cezası olarak belirlenmesinde isabet bulunmamaktadır.
b) Sanığın eylemini taksirle mi yoksa bilinçli taksirle mi gerçekleştirdiği;
Taksir, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nda basit taksir ve bilinçli taksir şeklinde ayrıma tâbi tutulmuş, Kanun’un 22. maddesinin üçüncü fıkrasında bilinçli taksir; “kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi” şeklinde tanımlanarak, bu durumda taksirli suça ilişkin cezanın üçte birden yarıya kadar arttırılacağı öngörülmüştür. Anılan fıkranın gerekçesinde yer verilen açıklamalara göre;
“Bilinçli taksiri basit taksirden ayıran özellik, fiilin neticesinin failce fiilen öngörülmüş fakat istenmemiş olmasıdır. Bilinçli taksir halinde hükmedilecek ceza üçte birden yarısına kadar artırılacaktır. Böylece bilinçli taksir, iş kazalarını, trafikte meydana gelen taksirli suçları önlemek bakımından caydırıcı etki yapacak ve suçların önlenmesinde yarar sağlayacaktır.”
Basit taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayırıcı ölçüt; taksirde failin öngörülebilir nitelikteki neticeyi öngörememesi, bilinçli taksirde ise bu neticeyi öngörmüş olmasıdır.
Bilinçli taksirde, neticenin gerçekleşmesini istemeyen fail, hareketinin tipe uygun ve hukuka aykırı bir sonuca neden olabileceğini öngörmesine rağmen, hareketine devam ederek istemediği zararlı neticeyi meydana getirmektedir. Hukuka aykırı neticeyi öngördüğü hâlde gerçekleşmeyeceğine güvenen ve bu güvenle hareketini sürdüren failin söz konusu güveninin dayanağı; şans, bilgi, beceri, yetenek, tecrübe gibi çeşitli etkenler olabilir. Örneğin, sevk ve idaresindeki araçla trafikte seyri esnasında, kendi yönündeki araçlara kırmızı ışığın yandığını ve diğer istikametten gelen araç veya yayaların hareket etmeye başladığını görmesine rağmen şoförlük yetenek ve tecrübelerine güvenerek süratle yola girip yaya veya araçlara çarpan fail, gerçekleşen zararlı neticeyi öngörmesi ancak istememesi nedeniyle bilinçli taksirden sorumlu olacaktır.
Görüldüğü üzere, bilinçli taksirde meydana gelen netice, fail tarafından öngörüldüğü halde istenmemiştir. Gerçekten fiilinin kanunda suç olarak düzenlenen bir neticeye sebebiyet verebileceğini öngördüğü ve bu neticeyi istemediği hâlde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta beceri veya bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin hâli, bunu öngörmemiş bulunan kimsenin durumu ile bir tutulamayacağından ve neticeyi öngören kimse, ne olursa olsun bu sonucu meydana getirecek bir harekette bulunmamakla yükümlü olduğundan, “neticenin fail tarafından öngörülmesi” ölçü alınarak basit ve bilinçli taksir ayrımına gidilmiştir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Ayrıntıları yukarıda (1) numaralı uyuşmazlık konusunda anlatıldığı şekilde gerçekleşen, sanık …’nin diğer sanık … ile meskûn mahalde yasal hız limitinin iki katından fazla bir hızla birbirleriyle yarış hâlinde oldukları bir sırada önlerinde yasal hız limitleri dahilinde seyreden tanık …’in sevk ve idaresindeki kamyona çarpması şeklinde gerçekleşen ve katılanın yaralanmasıyla sonuçlanan olayda; aracının hızını yol ve trafik durumunun gerektirdiği şartlara uydurmamak suretiyle Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin 100. maddesinde belirlenen yasal hız sınırlarını aşıp 2918 sayılı Kanun’un 52. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde öngörülen yükümlülüklerini de yerine getirmeyen ve aynı Kanun’un 84. maddesi gereğince “arkadan çarpma”dan dolayı asli kusurlu olan sanığın, meskûn mahalde yasal hız sınırlarının çok üzerinde bir hızla ve diğer sanık …’in sevk ve idaresindeki araçla yarışır vaziyette seyrederken istememekle birlikte neden olabileceği bir trafik kazasını ve buna bağlı olarak üçüncü kişilerin zarar görebileceğini öngörmesi gerektiği, sanığın buna rağmen hareketlerine devam ederek katılanın yaralanmasıyla sonuçlanan trafik kazasına neden olması karşısında meydana gelen neticeyi Türk Ceza Kanunu’nun 22. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında öngördüğü ancak istemediği, dolayısıyla da olayda bilinçli taksir hâlinin bulunduğu kabul edilmelidir.
c) Katılan lehine vekalet ücretine hükmolunmasının gerekip gerekmediği;
Avukatlık sözleşmesinden kaynaklanan avukatlık ücreti ve Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre karşı tarafa yüklenen avukatlık ücreti olarak ikiye ayrılan “avukatlık ücreti”, 1136 sayılı Avukatlık Kanunu‘nun 164. maddesinin 1. fıkrasında; “avukatın hukuki yardımının karşılığı olan meblağı veya değeri ifade eder” şeklinde tanımlanmıştır. Hukuki yardımın ne şekilde yerine getirileceği maddede açıklanmamış ve tarafların aralarındaki yapacakları anlaşmaya bırakılmıştır.
Avukatlık Kanunu’nun 168. maddesi uyarınca hazırlanıp 29.12.2012 tarihli ve 28512 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren ve Yerel Mahkemenin bozmaya konu karar tarihinde geçerli olan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin “Ceza davalarında ücret” başlıklı 13/1. maddesindeki; “Kamu davasına katılma üzerine, mahkumiyete karar verilmiş ise vekili bulunan katılan lehine tarifenin ikinci kısım ikinci bölümünde belirlenen avukatlık ücreti sanığa yükletilir.” şeklindeki hükmüne göre, sanığın mahkûm olması hâlinde, kendisini vekille temsil ettiren katılan lehine, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin ikinci kısım ikinci bölümüne göre vekâlet ücreti ödenmesine karar verilmelidir. Katılan lehine vekâlet ücretine hükmedilmesi için ceza davasının mahkûmiyetle sonuçlanması ve katılanın kendisini hukuki yardımından yararlandığı bir vekille temsil ettirmesi yeterli olup ayrıca vekilin duruşmaları takip etmesi zorunluluğu bulunmamaktadır. Zira tarifeye göre hükmedilmesi gereken vekâlet ücreti, katılana vekili tarafından sunulan hukuksal yardımın şekli ve kalitesiyle ilintili olmayıp katılanın kendisini vekil ile temsil ettirmesinin bir sonucudur. Nitekim Ceza Genel Kurulunun 14.06.2005 gün ve 66-65 sayılı kararı da aynı doğrultudadır.
Öte yandan, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun “Yargılama giderleri” başlıklı 324/1. maddesindeki; “Harçlar ve tarifesine göre ödenmesi gereken avukatlık ücretleri ile soruşturma ve kovuşturma evrelerinde yargılamanın yürütülmesi amacıyla Devlet Hazinesinden yapılan her türlü harcamalar ve taraflarca yapılan ödemeler yargılama giderleridir.” şeklindeki hüküm uyarınca avukatlık ücreti yargılama giderlerindendir. Bu nedenle, isteme bağlı olmaksızın diğer yargılama giderleri gibi avukatlık ücretine de kendiliğinden hükmedilmesi gerekir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Katılan …, taksirle yaralama suçundan sanık …’nin mahkûmiyetiyle sonuçlanan ceza davasında kendisini vekille temsil ettirdiğinden, karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca lehine Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 324/1. maddesindeki yargılama giderlerinden olan vekâlet ücretine hükmedilmesi gerekmekte olup sanık hakkındaki mahkûmiyet hükmünün katılan tarafından temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece bu hususun da bozma nedeni yapılmasından sonra Yerel Mahkemece kendisini vekille temsil ettiren katılan lehine vekâlet ücretine hükmedilmemesinde isabet bulunmamaktadır.
Sonuç olarak, Yerel Mahkemenin direnme kararına konu sanık … hakkındaki mahkûmiyet hükmünün, sanık hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 89/1. maddesi uyarınca makul bir ceza tayin edilmesi gerekirken temel cezanın alt sınırdan çok az uzaklaşılarak belirlenmesi, TCK’nın 22/3. maddesi uyarınca bilinçli taksir hükmünün uygulanması gerektiğinin gözetilmemesi ve kendisini vekille temsil ettiren katılan yararına vekâlet ücretine hükmedilmemesi isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmelidir.
Kayseri Ceza Avukatı
Alanında yetkin Kayseri ceza avukatı kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz; ceza yargılamalarında savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek taraflara avukatlık ve hukuki danışmanlık hizmeti vermektedir.
Ceza davalarında gerekli başvuru veya itirazların zamanında ve usulüne uygun yapılması açısından alanında uzman bir Kayseri ceza avukatı veya ağır ceza avukatından hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Yargılama sırasında herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için güncel mevzuat ve Yargıtay kararlarının takip edilmesi önem arz etmektedir.
Alanında yetkin Kayseri Avukat kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz, savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde taraflara hukuki yardım sunmaktadır. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde herhangi bir mağduriyete veya hak kaybına uğramamak için gerekli başvuruların zamanında ve usulüne uygun yapılması büyük önem arz etmektedir. Bu süreçte, alanında uzman bir avukattan hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Zülküf Arslan Hukuk Bürosu olarak; Yalçınkaya Kararı başta olmak üzere AİHM kararlarının Türkçe çevirilerini yapan Eski AİHM Hukukçusu Dr. Orhan Arslan koordinatörlüğünde müvekkillerimize Anayasa Mahkemesi ve AİHM başvurusunun yanı sıra emsal AYM ve AİHM Kararları çerçevesinde yeniden yargılama başvurusu hususunda da hukuki destek vermekteyiz.
Kayseri ceza avukatı veya Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’ne başvuru yapmak ve süreci takip etmek için bir avukat arıyorsanız 15 yılı aşkın deneyimi ile avukat kadromuzdan dava süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile başvuru ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz.