Üçüncü Kişilere Karşı Dava
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu
Eşlerin paylarının hesaplanması
Eklenecek değerler – Madde 229
Aşağıda sayılanlar, edinilmiş mallara değer olarak eklenir:
1. Eşlerden birinin mal rejiminin sona ermesinden önceki bir yıl içinde diğer eşin rızası olmadan, olağan hediyeler dışında yaptığı karşılıksız kazandırmalar,
2. Bir eşin mal rejiminin devamı süresince diğer eşin katılma alacağını azaltmak kastıyla yaptığı devirler.
Bu tür kazandırma veya devirlere ilişkin uyuşmazlıklarda mahkeme kararı, davanın kendisine ihbar edilmiş olması koşuluyla, kazandırma veya devirden yararlanan üçüncü kişilere karşı da ileri sürülebilir.
Üçüncü kişilere karşı dava – Madde 241
Tasfiye sırasında, borçlu eşin malvarlığı veya terekesi, katılma alacağını karşılamadığı takdirde, alacaklı eş veya mirasçıları, edinilmiş mallarda hesaba katılması gereken karşılıksız kazandırmaları bunlardan yararlanan üçüncü kişilerden eksik kalan miktarla sınırlı olarak isteyebilir.
Dava hakkı, alacaklı eş veya mirasçılarının haklarının zedelendiğini öğrendikleri tarihten başlayarak bir yıl ve her hâlde mal rejiminin sona ermesinin üzerinden beş yıl geçmekle düşer.
Yukarıdaki fıkra hükümleri ve yetki kuralları dışında mirastaki tenkis davasına ilişkin hükümler kıyas yoluyla uygulanır.
Üçüncü Kişilere Karşı Dava: Katılma Alacağının Davalı Eş ve Üçüncü Kişiden Müştereken ve Müteselsilen Tahsili
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi
Esas No: 2012/11057 Karar No: 2013/7419 Karar Tarihi: 20-05-2013
Özet: Dava, yasal mal rejimi olarak kabul edilen edinilmiş mallara katılma rejimi süresi içerisinde edinilen taşınmazdan kaynaklanan ve kanun maddeleri gereğince açılan katılma alacağı isteğine ilişkindir. Bu açıklamalardan da anlaşıldığı üzere kanun maddesinin tek başına ve aynı kanunun maddesinden bağımsız olarak ve ayrı yorumlanarak suretiyle uygulanması düşünülemez. Bu nedenle, Mahkemece hüküm altına alınan artık değerin sadece davalı eş Ş.’dan tahsiline karar verilmesi gerekirken hükmü temyiz eden ve üçüncü kişi durumunda bulunan davalı S. S.’da katılmak suretiyle davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır. Çünkü kanun maddesinde öngörülen ekleme, sadece hesabi bir işlem olarak görülmektedir. Doktrinde ağırlıklı görüşte bu yöndedir. Dosya kapsamından, kanun maddesinde öngörülen katılma alacağından eksik kalan kısmın olup olmadığı anlaşılamamaktadır. Eksikliğin bulunması halinde kanun maddesi devreye girmektedir.
(4721 s. K. m. 202, 218, 219, 229, 231, 232, 235, 236) (743 s. K. m. 170) (4722 s. K. m. 10) (6100 s. K. m. 331)
Dava
Ö. A. ile S. S. ve müşterekleri aralarındaki katkı payı, aile konutu şerhi konulması, tapu iptali ve tescil davasının kısmen kabulüne, kısmen karar verilmesine yer olmadığına ve mahkemenin görevsizliğine dair Mersin 3. Aile Mahkemesi’nden verilen 22.05.2012 gün ve 951/386 sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davalı Ş. A. vekili ile davalı S. S. vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü.
Karar
Davacı Ö. vekili dava dilekçesinde; vekil edeni ile davalı Ş.’nin 1986 yılında evlendiklerini, evlilik birliği içerisinde edindikleri 47 ada 14 sayılı parselin davalı Ş. adına tapuda kayıtlı bulunduğunu, davacı Ö.’in hırdavatçılık yaptığını, davalı Ş.’nin ise ev hanımı olup herhangi bir gelirinin olmadığını, 14 sayılı parselin 2002 tarihinden sonra arsa niteliği ile davalı adına tapuya kaydedildiğini ve alındığını, ancak arsa üzerine 5 katlı binanın yapıldığını, inşaatın 2007 yılında bittiğini, 05.06.2009 tarihinde kat irtifakına geçildiğini, taşınmazın 14.08.2008 tarihinde davalı tarafından diğer davalı S.A.’ya onun tarafından da 07.04.2009 tarihinde diğer davalı S. S.’ya satılıp devredildiğini, gerçek değerinden düşük bir fiyata satışlarının yapıldığını, birinci satışta tapuda 22.200,00 TL ikinci satışta ise resmi senette, 142.500,00 TL satış değeri gösterildiğini, ard arda ve kısa aralıklarla satışların yapılması, ortada bir tertibin olduğunu gözler önüne serdiğini, 4 nolu dairenin aile konutu olduğunu, taşınmazı alan S.A. ve S. S.’ın bunun aile konutu olduğunu bildiklerini açıklayarak aile konutu ile ilgili olarak yapılan satışın iptaline eski hale getirilerek, davalı Ş.A. adına tapuya kayıt ve tesciline, tapuya aile konutu şerhi verilmesine, 2002 yılından sonra edinilen ve davalı eş üzerinde tapuda kayıtlı bulunan taşınmazın tapu kaydının iptali ile davalı Ş. adına tapuya kayıt ve tesciline, olmadığı takdirde fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak koşuluyla şimdilik 150000,00 TL katkı payı alacağının yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı S. S. 06.11.2009 tarihli cevap dilekçesinde, davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Davalı Ş. vekili cevap dilekçesinde, Davalı S. taşınmazı 100.000,00 TL karşılığında davalı Ş.’dan satın aldığını, 50.000,00 TL’sini peşin verdiğini, kalan, 50.000,00 TL’yi de inşaatı bitirmek için masraf yaptıklarını, daha sonra 145.000,00 TL’ye diğer davalı S.’a sattığını, Ş.’ın kalan borcunu ödediğini belirterek davanın reddini istemiştir. Mahkemece, , karar verilmesi üzerine hüküm, yalnızca davalı Ş. ve diğer davalı S. tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı ile davalı S.’in herhangi bir temyizi söz konusu değildir. Dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nca yasal mal rejimi olarak kabul edilen edinilmiş mallara katılma rejimi süresi içerisinde edinilen taşınmazdan kaynaklanan ve TMK’nın 202, 218, 229, 231, 232, 235 ve 236. maddeleri gereğince açılan katılma alacağı isteğine ilişkindir. Taraflar 28.11.1986 tarihinde evlenmiş, 01.12.2008 tarihinde açılan boşanma davasının kabulü ve hükmün 09.06.2011 tarihinde kesinleşmesiyle boşanmışlardır. Taraflar arasında, evlendikleri 28.11.1986 tarihinden 01.01.2002 tarihine kadar 743 sayılı (mülga) Türk Kanunu Medenisi’nin 170. maddesi uyarınca mal ayrılığı, taraflar sözleşmeyle başka bir mal rejimini seçtiklerini ileri sürmediklerine göre 4721 sayılı TMK’nın yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihinden boşanma davasının açıldığı 01.12.2008 tarihine kadar edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir. (743 s. TKM. md.202; 4722 s. K. md.10)
Taraflar arasındaki mal rejimi, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 225/2. fıkrası uyarınca boşanma davasının açıldığı tarihte sona ermiştir. Davalı Ş. vekilinin temyiz itirazları bakımından yapılan incelemede; davalı vekili temyiz dilekçesinde, katkı payı alacağı olduğu halde Mahkemece değer artış payı olarak değerlendirilip karar verilmesinin doğru olmadığını, bilirkişi raporunda katılma alacağı olarak değerlendirildiğini, terditli istek konusunda görevsizlik kararı verilmesinin doğru olmadığını, aile konutu bakımından görevsizlik kararı verildiğine göre vekalet ücreti ve yargılama giderleri konusunda hüküm kurulmamasının yerinde bulunmadığını, dava dilekçesinde öncelikle tapu iptali isteğinde bulunduğundan dava harcının 231,500 TL değil taşınmazın değeri olan 463,00 TL üzerinden eksik harcın tamamlanması gerektiğini, vekil edeninin taşınmazı babasından gelen miras malı ve kardeşlerinin yardımı ile aldığını açıklayarak hükmün bozulmasına karar verilmesini istemiştir.
Dosya kapsamındaki bilgi ve belgelere göre 47 ada 14 sayılı parselin 08.06.2004 tarihinde arsa niteliğiyle alındığı ve davalı adına tapuda kayıtlı bulunduğu, 2005-2007 yılları arasında üzerine 5 katlı binanın yapıldığı daha sonra kat irtifakına geçildiği, 1, 2, 3, 4 ve 5 nolu bağımsız bölümlerle ilgili olarak irtifak hakkının kurulduğu, taşınmazın 14.08.2008 tarihinde davalı eş Ş. tarafından S. A.’ya, daha sonra bunun tarafından da 07.04.2009 tarihinde diğer davalı S. S.’ya tapuda satış yapılarak devir edildiği, taşınmazın halen S. S. adına tapuda kayıtlı bulunduğu belirlenmiştir.
Taşınmaz, edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu 01.01.2002 tarihinden sonra 8.6.2004 tarihinde satın alındığına ve aksi de kanıtlanmadığına göre 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 219. ve 222/3. fıkrası gereğince edinilmiş mal olduğunun kabulü gerekir. Davalı Ş. her ne kadar babasından gelen miras malından kaynaklanan para ve kardeşlerinin yardımı ile söz konusu evi aldığını ileri sürmüş ise de, bu savunmasını kanıtlayamadığı dosya kapsamındaki bilgi ve belgeler ile sabittir.
Taşınmazın, tasfiye tarihine yani karar tarihine yakın bir tarihte tespit edilen sürüm değeri (TMK. md. 232, 235/1) esas alınarak 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 236/1. fıkrası uyarınca, artık değerin yarısı olan 231.500 TL katılma alacağının hüküm altına alınmasında usul ve kanuna aykırı bir yön bulunmamıştır. Bundan ayrı, aile konutu satışının iptali ve eski hale getirilmesi isteği konusunda verilen görevsizlik kararı yerinde bulunmaktadır.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 331/2.maddesi gereğince, denildiğine göre bundan sonra bakacak görevli ve yetkili Mahkemece vekalet ücreti ve yargılama giderleri konusunda bir karar verileceğinden davalı Ş. vekilinin katılma alacağına görevsizlik kararı ile ilgili olarak vekalet ücreti ve yargılama giderlerine ilişkin tüm temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. Davalı S. S. vekilinin temyiz itirazlarına gelince; davalı S. vekili temyiz dilekçesinde; davacı yararına 231.500,00 TL değer artış payı alacağının davalılardan müştereken ve müteselsilen alınmasına karar verildiğini, taşınmazı ilk alan Ş. A.’ın kiracısı olduğunu, Ş.’ı bu şekilde tanıdığını, çeşitli konularda mülk sahibi olması nedeniyle yardımına başvurduğunu, bu nedenle vekil edeninin taşınmazı muvazaalı olarak değil gerçek bir satış işlemiyle devraldığını, bilirkişilerce katılma alacağı olarak nitelendirilen miktarın değer artış payı (katkı payı) olarak nitelendirilip mahkemece hükmedilmesinin doğru olmadığını, ortada muvazaanın unsurlarının bulunmadığını, Ş. tarafından taşınmazın önce davalı S.’e, ondan da vekil edeni tarafından tapuda yapılan satış ve devirle aldığını, tapu iptali ve tescil davası bakımından görevsizlik kararı verildiğine göre vekil edeni yararına vekalet ücreti takdiri gerektiğini, muvazaa iddiasının kanıtlanamadığını ve bu nedenle vekil edeninin katılma alacağından sorumlu olamayacağını açıklayarak hükmün bozulmasına karar verilmesi isteğinde bulunmuştur.
Davalı S. taşınmazı alan üçüncü el durumundadır. Az yukarıda da açıklandığı üzere Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 231/1. maddesi gereğince vekalet ücreti ve yargılama giderleri konusunda dosyanın gideceği görevli ve yetkili Mahkemece karar verileceğinden davalı S. vekilinin bu yöne ilişkin temyiz itirazları yukarıda açıklandığı biçimde yerinde görülmemiştir. Katılma alacağı bakımından yapılan temyiz incelemesinde ise, davalı S., 07.04.2009 tarihinde 47 ada 14 sayılı parselde bulunan taşınmazı davalı S. A.’dan satın almıştır. Mahkemece, katılma alacağının müştereken ve müteselsilen davalılardan tahsiline ve davacıya ödenmesine karar verilmiştir. Davalı S. bu nedenle davaya göre üçüncü kişi durumundadır.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Eklenecek değerler” başlığını taşıyan 229. maddesinde yer alan düzenlemeye göre;
“1- Eşlerden birinin mal rejiminin sona ermesinden bir yıl içinde diğer eşin rızası olmadan, olağan hediyeler dışında yaptığı karşılıksız kazandırmalar,
2- Bir eşin mal rejiminin devamı süresince diğer eşin katılma alacağını azaltmak kastıyla yaptığı devirler,
Bu tür kazandırma veya devirlere ilişkin uyuşmazlıklarda mahkeme kararı, davanın kendisine ihbar edilmiş olması koşuluyla, kazandırma veya devirden yararlanan üçüncü kişilere karşı da ileri sürülebilir.”
Dava konusu 47 ada 14 sayılı parselde bulunan taşınmaz, 08.06.2004 tarihinde edinildiğine, 2005-2007 tarihleri arasında üzerinde 5 katlı bina yapılıp bitirildiğine göre edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu dönemde edinildiğinden Türk Medeni Kanunu’nun 219 ve 222/3. fıkrası gereğince edinilmiş mal olduğunun kabulü gerekir. TMK’nın 219/.-5. bendi uyarınca edinilmiş malların yerine geçen değerler de edinilmiş mal sayılır. Bu durum karşısında taşınmazdan kaynaklanan alacak, katılma alacağı niteliğinde bulunduğu halde, Mahkemece, değer artış payı alacağı olarak nitelendirilmesi maddi hata niteliğinde kabul edilmiştir. Çünkü alacağın katılma alacağı olduğu konusunda bir duraksama söz konusu değildir. Temyiz edenlerin bu yöne ilişkin temyiz itirazları bu bakımdan, yerinde olup, ancak sonuca etkili bulunmamaktadır.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Üçüncü kişilere karşı dava” başlıklı 241. maddesine göre de;
“Tasfiye sırasında, borçlu eşin malvarlığı veya terekesi, katılma alacağını karşılamadığı takdirde, alacaklı eş veya mirasçıları, edinilmiş mallarda hesaba katılması gereken karşılıksız kazandırmaları bunlardan yararlanan üçüncü kişilerden eksik kalan miktarla sınırlı olarak isteyebilir.
Dava hakkı, alacaklı eş veya mirasçılarının haklarının zedelendiğini öğrendikleri tarihten başlayarak bir yıl ve her hâlde mal rejiminin sona ermesinin üzerinden beş yıl geçmekle düşer.
Yukarıdaki fıkra hükümleri ve yetki kuralları dışında mirastaki tenkis davasına ilişkin hükümler kıyas yoluyla uygulanır.”
Somut olayda, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 229. maddesi göz önünde bulundurularak, davacının istediği katılma alacağından hükmü temyiz eden S.’ın müştereken ve müteselsilen sorumlu tutulup tutulamayacağı, sözü edilen maddenin tek başına uygulama olanağının bulunup bulunmadığı, TMK’nın 229 ve 241. maddelerinin birlikte değerlendirilip değerlendirilemeyeceği ve üçüncü kişilerin ne zaman katılma alacağından sorumlu olacakları uyuşmazlık noktası oluşturmaktadır. Bu nedenle, bu hususun değerlendirilip sonuca ulaşılması gerekmektedir.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 229/1. fıkranın 1 ve 2. bentlerini uygulanabilmesi için eşler dışında başka kimselere kazandırma veya devrin yapılması gerekmektedir. Eşler arasında yapılan bu tür devirlerde sözü edilen bentlerin uygulanma olanağı bulunmamaktadır. Madde kapsamından da anlaşıldığı üzere, amaç bir eşin diğer eşin rızası olmaksızın edinilmiş mallardan üçüncü kişilere yaptıkları belirli niteliklerdeki sağlar arası tasarruf veya borçlandırıcı karşılıksız kazandırmaların mal rejiminin tasfiyesi sırasında değeri itibariyle artık değer hesabında edinilmiş mallar arasında aktiflere katılmasını sağlamaktır. Yani ekleme, sadece hesabi bir işlem olarak ortaya çıkar ve TMK’nın 241. maddesi hükmü saklı kalmak koşuluyla yapılan karşılıksız kazandırmaların geçerliliğine dokunulamaz. (Doç. Dr. Mustafa Alper Gümüş, Evliliğin Genel Hükümleri ve Mal Rejimleri, 2008 bası, s.366 vd.) TMK’nın 229/1. fıkranın 1 ve 2. bentlerine göre, bu tür kazandırma ve devirlere ilişkin uyuşmazlıklarda mahkeme kararı davanın, kendisine ihbar edilmiş olması koşuluyla kazandırma veya devirden yararlanan üçüncü kişilere karşı da ileri sürülebilir.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 229/1. fıkranın 1 ve 2. bentlerinde belirtilen mal varlığı değerleri mal rejiminin sona ermesi anında mevcut bulunmamaktadır. Çünkü mallar elden çıkarılmış mallardır. Fakat artık değerin bulunmasında teorik olarak ya da kağıt üzerinde hesaba katılırlar. Ekleme sonrası oluşan artık değerden hesap yoluyla elde edilen katılma alacağını bir eş diğer eşten elde edebilirse eklenecek değer olarak ifade edilen bu tür işlemler geçerliliğini korurlar. (Doç. Dr. Faruk Acar, Aile Konutu Mal Rejimleri, 2012 bası, s. 244 vd.)
Türk Medeni Kanunu’nun 229. maddesinin uygulanabilmesi için bu tür kazandırma veya devirlere ilişkin uyuşmazlıklarda katılma alacağının elde edilemediği ve tasarrufta bulunan eşin mal varlığının bunu karşılamadığını belirtir mahkeme kararı, tasarruf ve devirden yararlanan üçüncü şahıslara ancak davanın ihbar edilmiş olması koşuluyla ileri sürülebilecektir.
Bu halde alacaklı durumda olacak kişinin istekte bulunması imkanı olacaktır. Bu somut olgu karşısında, TMK’nın 229. maddesinin TMK’nın 241. maddesinden ayrı ve bağımsız olarak uygulanması mümkün görülmemektedir. Alacaklı eşin bu isteğinin hangi hallerde ve ne şekilde ileri sürülebileceği TMK’nın 241. maddesinde açıklanmıştır. Bu maddeye göre, alacaklı eş, ancak yerine getirilmeyen katılma alacağı oranında bunu isteme hakkına sahiptir. Bu nedenle, maddenin açık kapsamından da anlaşılacağı üzere, Türk Medeni Kanunu’nun 241. maddesiyle katılma alacağı ihlal edilen eşe, üçüncü şahsa karşı dava açma hakkı tanınmıştır.
Doktrinde bu davaya Miras Hukukundan kaynaklanan tenkis davasına benzetilmekte ve tenkis davasına ilişkin hükümlerin uygulanacağı öngörülmektedir. Ancak, aralarında farkların bulunduğu ve ileri sürme davasının mal rejimine özgü bir tenkis davası olarak bazı yazarlarca isimlendirildiği görülmektedir. Saptanan bu durum karşısında, TMK’nın 229. maddesiyle getirilen istek sadece, eş tarafından tahsil edilemeyen katılma alacağı miktarı ile sınırlı kazandırma veya devir oranında değerini para olarak üçüncü şahıstan isteme olanağına sahiptir. TMK’nın 241/1. fıkrası açıkça bunu göstermektedir. Yani üçüncü şahıstan kazandırma veya devirle elde ettiği malın geri istenmesi mümkün değildir. İstenecek olan tek şey maddenin birinci fıkrasında da belirtildiği gibi eksik kalan miktarla sınırlıdır. Şu halde istenen şey, alacak niteliğinde bir şahsi haktır. Aynı hakkın istenmesi olanaksız görülmektedir.
Bu açıklamalardan da anlaşıldığı üzere;
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 229. maddesinin tek başına ve aynı Kanun’un 241. maddesinden bağımsız olarak ve ayrı yorumlanarak suretiyle uygulanması düşünülemez. Bu nedenle, Mahkemece hüküm altına alınan 231.500,00 TL artık değerin sadece davalı eş Ş.’dan tahsiline karar verilmesi gerekirken hükmü temyiz eden ve üçüncü kişi durumunda bulunan davalı S. S.’da katılmak suretiyle davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır. Çünkü TMK’nın 219. maddesinde öngörülen ekleme, sadece hesabi bir işlem olarak görülmektedir. Doktrinde ağırlıklı görüşte bu yöndedir.
Dosya kapsamından, Türk Medeni Kanunu’nun 241. maddesinde öngörülen katılma alacağından eksik kalan kısmın olup olmadığı anlaşılamamaktadır. Eksikliğin bulunması halinde TMK’nın 241. maddesi devreye girmektedir.
Yukarıda yapılan tüm açıklamalar ile dosya kapsamındaki tüm bilgi ve belgeler birlikte değerlendirildiğinde, katılma alacağı olarak hesaplanan 231.500,00 TL bakımından hükmü temyiz edenlerin temyiz itirazları yerinde bulunmamıştır. Ancak davalı S. vekilinin temyiz itirazları sorumluluk (ödeme-tahsil) yönünden yerinde bulunmaktadır.
Sonuç:
Davalı S. S. vekilinin temyiz itirazları katılma alacağının tahsiline ilişkin hüküm fıkrası bakımından yerinde olduğundan kabulüyle hükmün 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesinin yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’nun 428. maddesi uyarınca ibaresi bakımından BOZULMASINA, taraflarca HUMK’nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve HUMK’nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 3.437,75 TL peşin harcın davalı Ş. A. ve davalı S. S.’ya ayrı ayrı iadesine 20.05.2013 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
Alanında yetkin Kayseri boşanma avukatı kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Bürosu, anlaşmalı boşanma ve çekişmeli boşanma davalarında Kayseri boşanma avukatı ve arabulucu olarak tazminat davası, nafaka davası, velayet davası, mal rejiminin tasfiyesi gibi aile hukuku ile ilgili her türlü konuda avukatlık, arabuluculuk ve hukuki danışmanlık hizmeti vermektedir.
Kayseri Boşanma Avukatı kadrosu ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz, boşanma davası sırasında ve sonrasında müvekkillerimize gerekli hukuki danışmanlık desteği sağlamaktadır. Kayseri boşanma avukatı kadromuz; boşanma davası, anlaşmalı boşanma, çekişmeli boşanma, zina nedeniyle boşanma, terk nedeniyle boşanma, tanıma ve tenfiz davası, nafaka davası, tazminat davası, velayet davası, mal rejimi davası gibi aile hukuku davalarında müvekkillerimizi temsil etmekte, ayrıca hukuki danışmanlık ve arabuluculuk hizmeti de vermektedir.
Kayseri boşanma avukatı kadromuz; anlaşmalı boşanma davası, çekişmeli boşanma davası, boşanma sonrası mal paylaşımı, nafaka davası, velayet davası ve velayetin değiştirilmesi, iştirak nafakası, maddi ve manevi tazminat davası gibi aile hukuku alanına giren konularda uzmanlığa ve 15 yılı aşkın tecrübeye sahiptir. Kayseri boşanma avukatı arıyorsanız 15 yılı aşkın deneyimi ile avukat kadromuzdan boşanma süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile boşanma davası ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz.