6136 sayılı Kanun Kapsamında Bıçak ve Ruhsatsız Silah Taşıma Suçunda Ayrı Ayrı Ceza Verilebilir mi?
Özet: Bir adet ruhsatsız tabanca ve bir adet yasak bıçak ele geçirilmesi hâlinde, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 44. maddesinde düzenlenen fikri içtima kuralı uyarınca en ağır cezayı gerektiren 6136 sayılı Kanun’un 13/1. maddesinde tanımlanan ruhsatsız tabanca taşımak suçundan hüküm kurulmalı, ele geçirilen bıçak da dikkate alınarak ceza alt sınırdan uzaklaşılarak tayin edilmelidir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2014/605 Karar No: 2018/243 K. Tarihi: 29.05.2018
İçtihat Metni
Kararı veren Yargıtay Dairesi: 8. Ceza Dairesi
Mahkemesi: Sulh Ceza Mahkemesi
6136 sayılı Kanuna muhalefet suçundan sanık …’in, aynı Kanunun 15/1; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 62/1, 50/1-a, 52/2-4 ve 54/1. maddeleri uyarınca hapis cezasından çevrilen 3.000 ve doğrudan verilen 400 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına, taksitlendirmeye ve müsadereye ilişkin … Sulh Ceza Mahkemesince verilen 06.05.2013 gün ve 104-423 sayılı hükmün, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 8. Ceza Dairesince 30.04.2014 gün ve 3118-11150 sayı ile;
“22.01.2009 tarihinde meydana gelen ateşli silahla kasten öldürme suçunun şüphelisi olarak yakalanan ve yaralı olması nedeniyle götürüldüğü acil serviste üzerinden emanette kayıtlı bıçak ele geçirilen sanık hakkında, 04.03.2009 tarihli iddianame ile kasten öldürme, mala zarar verme ve ruhsatsız tabanca taşıma nedeniyle 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun‘un 13/1. maddesine aykırılık suçlarından açılan kamu davasında İzmir 7. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 25.09.2009 gün ve 84-217 sayılı mahkûmiyet kararı verildiği, bu kararın 02.05.2012 tarihinde kesinleştiği anlaşılmakla; sanığın aynı anda bir adet tabanca ve bir adet yasak bıçak taşımaktan ibaret eyleminin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 44. maddesi hükmü gözetildiğinde 6136 sayılı Kanunun 13/1. maddesine uyan tek bir suç oluşturacağı cihetle, sanığın yargılanıp mahkûm olduğu silahla aynı gün üzerinden elde edilen bıçak nedeniyle açılan davanın hukuki ve fiili bağlantı nedeniyle görevsizlik kararı verilerek evvelki davaya bakan İzmir 7. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesi, anılan mahkemece önceki hüküm de dikkate alınarak ek karar verilip sanığın hukuki durumunun takdiri gerektiğinin gözetilmemesi”
isabetsizliğinden sanığın kazanılmış hakkı gözetilerek bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın İtirazı
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 11.06.2014 gün ve 196706 sayı ile;
“…Sanığın aynı anda bir adet tabanca ve bir adet yasak bıçak taşımaktan ibaret eyleminin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 44. maddesi hükmü gözetildiğinde, 6136 sayılı Kanunun 13/1. maddesine uyan tek bir suçu oluşturduğu, bu nedenle aynı tarihte gerçekleştirdiği yasak tabanca taşımak suçundan kesinleşmiş mahkûmiyet kararı bulunan sanık hakkında, yasak bıçak taşımak suçundan açılan inceleme konusu kamu davasının mükerrer olduğu şüphesizdir.
Diğer yandan, İzmir 7. Ağır Ceza Mahkemesinin, 6136 sayılı Kanunun 13/1. maddesine aykırılık suçundan sanık hakkında verdiği mahkûmiyet kararının kesinleşmesi nedeniyle anılan mahkeme yönünden ortada görülmekte olan bir dava kalmamıştır.
Bu durumda, sanık hakkında yasak nitelikte bıçak taşımak suçundan açılan davaya bakma görevi 5235 sayılı Kanun’un 10. maddesi uyarınca İzmir 15. Sulh Ceza Mahkemesine aittir.
O hâlde, İzmir 15. Sulh Ceza Mahkemesince, sanık hakkında aynı fiil nedeniyle önceden verilmiş bir hüküm bulunması nedeniyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 223/7. maddesi uyarınca davanın reddine karar verilmesi gerekirken mahkûmiyet hükmü kurulması yasaya aykırıdır”
görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 8. Ceza Dairesince 11.07.2014 gün ve 19317-18503 sayı ile; “Sulh Ceza Mahkemesinin, Ağır Ceza Mahkemesinin kararını inceleyip irdeleyerek ceza tayin etmesinin görev kuralları ile bağdaşmayacağı” gerekçesiyle itiraz nedenleri yerinde görülmediğinden Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; kasten öldürme suçunda kullandığı ruhsatsız ateşli silah nedeniyle 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun’un 13/1. maddesi uyarınca verilen mahkûmiyet hükmü kesinleşen sanık hakkında, kasten öldürme ve 6136 sayılı Kanuna muhalefet suçlarını işlediği gün üzerinde taşıdığı yasak niteliği haiz bıçak nedeniyle sulh ceza mahkemesine 6136 sayılı Kanuna muhalefet suçundan açılan ayrı bir kamu davası sonucunda, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 223/7. maddesi uyarınca kamu davasının reddine mi karar verilmesi, yoksa kasten öldürme suçunun görüldüğü mahkemece önceki hüküm de dikkate alınarak ek karar mı verilmesi gerektiğinin belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Sanık … hakkında, 22.01.2009 tarihinde yasak nitelikteki ruhsatsız ateşli silahla kasten öldürme suçunu işlediği iddiasıyla kasten öldürme suçunun yanında ayrıca 6136 sayılı Kanuna muhalefet suçundan kamu davası açıldığı, sanığın aynı gün üzerinde ele geçirilen bıçağın muhafaza altına alınarak, el koymanın onaylanmasına karar verildikten sonra adli emanete alındığı, söz konusu bıçak ile ilgili herhangi rapor aldırılmadığı gibi iddianamede de müsaderesi veya iadesiyle ilgili herhangi bir talepte bulunulmadığı,
İzmir 7. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda, sanığın öldürme suçunda kullandığı ruhsatsız ateşli silah nedeniyle 6136 sayılı Kanun’un 13/1, 5237 sayılı TCK’nın 62/1, 52/2, 53/1 ve 54/1. maddeleri uyarınca 10 ay hapis ve 500 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve müsadereye karar verildiği, ayrıca sanıktan ele geçirilen ve adli emanette kayıtlı olan bıçağın bizatihi suç unsuru olup olmadığı tespit edilemediğinden gereğinin İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca yerine getirilmesine karar verildiği, hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesi tarafından 02.05.2012 gün ve 1891-3453 sayı ile onanmasına karar verilerek hükmün kesinleştiği,
İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca, söz konusu bıçakla ilgili sanık hakkında 6136 sayılı Kanuna muhalefet suçundan 2012/110926 sayılı ayrı bir soruşturma başlatıldığı, soruşturma kapsamında alınan 31.12.2012 tarihli ekspertiz raporunda; metal sapında parmak geçirmeye yarayan delik bulunan, 10,9 cm uzunluğunda, tek ağızlı, sivri uçlu, sırt kısmı meyilli, düz, küt ve tırtıklı namluya sahip, genel yapısı ve mekanik aksamı bakımından sustalı bıçağın, 6136 sayılı Kanun‘un 4. maddesinde belirtilen yasak niteliği haiz bıçaklardan olduğunun belirtildiği,
İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 21.01.2013 tarihli iddianameyle sanık hakkında, yasak bıçak taşımak eylemi nedeniyle 6136 sayılı Kanuna muhalefet suçundan kamu davası açıldığı ve İzmir 15. Sulh Ceza Mahkemesince 06.05.2013 gün ve 104-423 sayı ile sanığın mahkûmiyetine karar verildiği,
Anlaşılmaktadır.
Ceza muhakemesi yapılabilmesi için bir takım “olmazsa olmaz” (sine qua non) şartlar aranır. Bu bağlamda muhakeme yapılabilmesinin şartlarından birisi de “Non bis in idem” olarak ifade edilen, aynı fiilden dolayı verilmiş bir hükmün veya açılmış bir davanın bulunmamasıdır.
“Non bis in idem” ilkesi evrensel hukukun temel ilkelerinden biri olup, doktrinde de kabul edildiği gibi yazılı kural hâline getirilmemiş olsa bile uygulanması gereken bir kuraldır. 1412 sayılı (mülga) Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu‘nun 253. maddesinin üçüncü fıkrası; “Aynı konuda, aynı sanık için evvelce verilmiş bir hüküm veya açılmış bir dava var ise davanın reddine karar verilir“, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun “Duruşmanın sona ermesi ve hüküm” başlıklı 223. maddesinin yedinci fıkrası ise; “Aynı fiil nedeniyle, aynı sanık için önceden verilmiş bir hüküm veya açılmış bir dava varsa davanın reddine karar verilir” şeklinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerden anlaşılacağı üzere, aynı fiil nedeniyle, aynı sanık hakkında önceden verilmiş bir hüküm veya açılmış bir dava varsa, sonradan açılmış olan davanın reddine karar verilecektir.
“Non bis in idem” ilkesine uluslararası sözleşmelerde de yer verilmiş olup, konu İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin 7 numaralı Ek Protokolünün “Aynı suçtan iki kez yargılanmama ve cezalandırılmama hakkı” başlıklı 4. maddesinin ilk fıkrasında yer alan düzenlemeye göre;
“Hiç kimse bir devletin ceza yargılaması usulüne ve yasaya uygun olarak kesin bir hükümle mahkûm edildiği ya da beraat ettiği bir suçtan dolayı aynı devletin yargısal yetkisi altındaki yargılama usulleri çerçevesinde yeniden yargılanamaz veya mahkûm edilemez.“
Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözüme kavuşması için “farklı neviden fikri içtima” kavramına değinmekte fayda bulunmaktadır.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na hâkim olan ilke gerçek içtima olduğundan, bunun sonucu olarak, “kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza” söz konusu olacaktır. Nitekim bu husus Adalet Komisyonu raporunda; “Ceza hukukunun temel kurallarından birisi, ‘kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır’ şeklinde ifade edilmektedir. Bunun istisnaları, suçların içtimaı bölümünde belirlenmiştir. Bu istisnalar dışında, işlenen her bir suçla ilgili olarak ayrı ayrı cezaya hükmedilecektir. Böylece verilen her bir ceza, bağımsızlığını koruyacaktır” şeklinde dile getirilmiştir. Bu kuralın istisnalarına ise, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “suçların içtimaı” bölümünde, 42 (bileşik suç), 43 (zincirleme suç) ve 44. (fikri içtima) maddelerinde yer verilmiştir.
765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu’nda, aynı neviden fikri içtima ile farklı neviden fikri içtima tek madde hâlinde ve Kanunun 79. maddesinde düzenlenmiş iken, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda bu iki hâl birbirinden ayrılarak, aynı neviden fikri içtima, zincirleme suçun düzenlendiği 43. maddenin 2. fıkrasında, farklı neviden fikri içtima ise Kanunun 44. maddesinde düzenlenmiştir.
Farklı neviden fikri içtima 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 44. maddesinde; “İşlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılır” şeklinde düzenlenmiş olup, bu hükmün uygulanabilmesi için işlenen bir fiille birden fazla farklı suçun oluşması gerekmektedir.
Kanun koyucu, işlediği bir fiille birden fazla farklı suçu işleyen failin, fiilinin tek olması nedeniyle en ağır ceza ile cezalandırılmasını yeterli görmüş, bu şekilde “non bis in idem” kuralı gereğince bir fiilden dolayı kişinin birden fazla cezalandırılmasının da önüne geçilmesini amaçlamış, “erime sistemi”ni benimsemek suretiyle, bu suçlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı ceza verilmesi ile yetinilmesini tercih etmiştir.
Bu bağlamda tek fiil veya bir fiilden ne anlaşılması gerektiğinin de değerlendirilmesi gerekmektedir.
Doğal anlamda gerçekleştirilen her bedensel eylem ayrı bir hareketi oluşturmakta ise de, hukuki manada hareketin tek olması ile ifade edilmek istenen husus, doğal anlamda birden fazla hareket bulunsa dahi, bu hareketlerin, hukuki nedenlerden dolayı değerlendirmede birlik oluşturması suretiyle tek hareket olarak kabulüdür. Fikri içtimada da, fiil ya da hareketin tek olması, doğal anlamda değil hukuksal anlamda tekliği ifade etmektedir. Bir kısım suçların işlenmesi sırasında doğal olarak birden fazla hareket yapılmakta ise de, ortaya konulan bu davranışlar, suçun kanuni tanımında yer alan hukuki anlamdaki tek bir fiili oluşturmaktadır. (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 9. Baskı, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2016, s. 492)
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanık …’in 22.01.2009 tarihinde işlediği kasten öldürme suçunun yanında bu suçta kullandığı ruhsatsız ateşli silah nedeniyle 04.03.2009 tarihli iddianame ile 6136 sayılı Kanuna muhalefet suçundan da cezalandırılmasının talep edildiği, mahkemece sanığın kasten öldürme ve 6136 sayılı Kanuna muhalefet suçlarından cezalandırılmasına karar verilerek sanığın aynı gün üzerinde ele geçirilen ve emanete alınan bıçakla ilgili gereğinin yerine getirilmesi için Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulduğu, yapılan soruşturmada söz konusu bıçağın 6136 sayılı Kanun‘un 4. maddesi kapsamında yasak niteliği haiz olduğunun tespit edilmesi üzerine, sanık hakkında 21.01.2013 tarihli iddianameyle yasak bıçak taşımak suçundan sulh ceza mahkemesine ayrı bir dava daha açıldığı, sanık hakkında ruhsatsız ateşli silah taşımak suçundan verilen mahkûmiyet hükmünün ise Özel Dairece onanmak suretiyle kesinleştiği anlaşılmaktadır.
Yerleşik Yargıtay içtihatlarına göre, bir adet ruhsatsız tabanca ve bir adet yasak bıçak ele geçirilmesi hâlinde, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 44. maddesinde düzenlenen fikri içtima kuralı uyarınca en ağır cezayı gerektiren fiilden hüküm kurulmalı, buna göre de sadece 6136 sayılı Kanunun 13/1. maddesinde tanımlanan ruhsatsız tabanca taşımak suçundan dolayı ele geçirilen bıçak da dikkate alınarak alt sınırdan uzaklaşılmak suretiyle ceza tayin edilmelidir.
Bu durumda, kasten öldürme suçunu işleyen sanığın aynı gün üzerinde taşıdığı tabanca ve bıçakla ilgili olarak, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca rapor aldırılıp 6136 sayılı Kanuna göre yasak niteliği haiz olduklarının anlaşılması durumunda, hukuki anlamda tek bir fiille 6136 sayılı Kanun’un 13/1 ve 15/1. maddelerini ihlal eden sanık hakkında, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 44. maddesinde düzenlenen fikri içtima hükümleri uyarınca en ağır cezayı gerektiren 6136 sayılı Kanunun 13/1. maddesine göre cezalandırılması ve tabanca ile bıçağın müsaderesine karar verilmesi istemiyle kamu davası açılması; bunun mümkün olmaması durumunda, kasten öldürme ve ruhsatsız tabanca taşımak suçlarından yargılama yapan mahkemece, emanette bulunan bıçakla ilgili rapor aldırılıp ayrı bir iddianame ile dava açılması sağlandıktan sonra, her iki kamu davasının birleştirilerek TCK’nun 44. maddesi delaletiyle sanığın en ağır cezayı gerektiren 6136 sayılı Kanunun 13/1. maddesi uyarınca alt sınırdan uzaklaşılmak suretiyle cezalandırılması gerektiği hâlde; ruhsatsız silah taşımak suçundan verilen ve Özel Dairece onanarak kesinleşen ilk hükme yönelik aleyhe temyiz olmadığı da gözetildiğinde, hukuksal anlamda tek olan fiil nedeniyle sanık hakkında ayrı ayrı kamu davaları açılarak sanığın ayrı ayrı cezalandırılmasında isabet bulunmamaktadır.
Bu itibarla, hukuksal anlamda tek bir fiil nedeniyle açılan ikinci dava “mükerrer dava” niteliğinde olduğundan, haklı nedene dayanan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün, mükerrer açılan davanın 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 223/7. maddesi uyarınca reddi yerine, duruşmaya devamla hüküm kurulması isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
Alanında yetkin Kayseri Ceza Avukatı kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz; ceza yargılamalarında savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek taraflara avukatlık ve hukuki danışmanlık hizmeti vermektedir.
Ceza davalarında gerekli başvuru veya itirazların zamanında ve usulüne uygun yapılması açısından alanında uzman bir Kayseri ceza avukatı veya ağır ceza avukatından hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Yargılama sırasında herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için güncel mevzuat ve Yargıtay kararlarının takip edilmesi önem arz etmektedir.
Kayseri ceza avukatı veya ağır ceza avukatı arıyorsanız 15 yılı aşkın deneyimi ile avukat kadromuzdan dava süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile dava ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz.