Zincirleme Cinsel Saldırı
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu
Cinsel saldırı – Madde 102
(1) Cinsel davranışlarla bir kimsenin vücut dokunulmazlığını ihlâl eden kişi, mağdurun şikâyeti üzerine, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel davranışın sarkıntılık düzeyinde kalması hâlinde iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir.
(2) Fiilin vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, on iki yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur. Bu fiilin eşe karşı işlenmesi hâlinde, soruşturma ve kovuşturmanın yapılması mağdurun şikâyetine bağlıdır.
(3) Suçun;
a) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
b) Kamu görevinin, vesayet veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
c) Üçüncü derece dâhil kan veya kayın hısımlığı ilişkisi içinde bulunan bir kişiye karşı ya da üvey baba, üvey ana, üvey kardeş, evlat edinen veya evlatlık tarafından,
d) Silahla veya birden fazla kişi tarafından birlikte,
e) İnsanların toplu olarak bir arada yaşama zorunluluğunda bulunduğu ortamların sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle,
işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilen cezalar yarı oranında artırılır.
(4) Cinsel saldırı için başvurulan cebir ve şiddetin kasten yaralama suçunun ağır neticelerine neden olması hâlinde, ayrıca kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.
(5) Suç sonucu mağdurun bitkisel hayata girmesi veya ölümü hâlinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.
Madde Gerekçesi
Cinsel dokunulmazlık, kişilerin vücudu üzerinde cinsel davranışlarda bulunulması suretiyle ihlâl edilir. Bu bölümde yer alan suçlarla korunan ortak hukukî değer, kişilerin cinsel dokunulmazlığıdır. Bu Bölümde yer alan suçlar, esasen kişiye karşı işlenmiş olan suçlar olması itibarıyla, İkinci Kitabın “Kişilere Karşı Suçlar” başlıklı İkinci Kısım altında düzenlenmişlerdir.
Maddenin birinci fıkrasında, cinsel saldırı suçunun temel şekli tanımlanmıştır. Bu suçun oluşabilmesi için, cinsel arzuları tatmin amacına yönelik davranışlarla kişinin vücut dokunulmazlığının ihlâl edilmesi gerekir.
Suçun temel şekline ilişkin maddî unsuru, kişinin vücudu üzerinde gerçekleştirilen, cinsel arzuları tatmin amacına yönelik ve fakat cinsel ilişkiye varmayan cinsel davranışlar oluşturmaktadır. Suçun oluşması için, gerçekleştirilen hareketlerin objektif olarak şehevî nitelikte bulunmaları yeterlidir; failin şehevi arzularının fiilen tatmin edilmiş olması gerekmez.
Söz konusu suç, farklı cinsten kişiye karşı işlenebileceği gibi, aynı cinsten kişiye karşı da işlenebilir.
Suçun temel şekline ilişkin olarak soruşturma ve kovuşturmanın yapılması, mağdurun şikâyetine bağlı tutulmuştur.
Maddenin ikinci fıkrasında, cinsel saldırının vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi, bu suçun nitelikli hâli olarak tanımlanmıştır. Suçun bu nitelikli hâli için, vücuda vajinal, anal veya oral yoldan organ veya sair bir cismin ithal edilmesi gerekir. Bu bakımdan vücuda penis ithal edilebileceği gibi, vajinal veya anal yoldan cop gibi sair bir cisim de ithal edilebilir. Bu bakımdan, söz konusu suçun temel şeklinin aksine, bu fıkrada tanımlanan nitelikli hâlinin oluşabilmesi için, gerçekleştirilen davranışın cinsel arzuların tatmini amacına yönelik olması şart değildir.
Cinsel saldırı suçunun nitelikli hâlini oluşturan bu fiiller, eşe karşı da işlenebilir. Evlilik birliği, eşlere sadakat yükümlülüğünün yanı sıra, karşılıklı olarak birbirlerinin cinsel arzularını tatmin yükümlülüğü de yüklemektedir. Buna karşılık, evlilik birliği içinde bile, cinsel arzuların tatminine yönelik talepler açısından tıbbi ve hukukî sınırların olduğu muhakkaktır. Bu sınırların ihlâli suretiyle eş üzerinde gerçekleştirilen ve cinsel saldırı suçunun nitelikli hâlini oluşturan davranışlar, ceza yaptırımını gerekli kılmaktadır. Ancak, bu durumda soruşturma ve kovuşturmanın yapılması, mağdur eşin şikâyetine bağlı tutulmuştur.
Üçüncü fıkrada, bu suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli unsurları tanımlanmıştır. Buna göre, suçun, a) beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı, b) kamu görevinin veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle, c) üçüncü derece dahil kan veya kayın hısımlığı ilişkisi içinde bulunan bir kişiye karşı, d) silâhla veya birden fazla kişi tarafından birlikte işlenmesi hâlinde, verilecek cezanın belirtilen oranda artırılması gerekmektedir. (d) bendinde, cinsel saldırının birden fazla kişi tarafından birlikte işlenmesi, bu suçun icra hareketlerinin müşterek fail olarak sorumluluğu gerektirecek şekilde gerçekleştirilmesini ifade etmektedir. Bu bakımdan, söz konusu suçun örneğin bir başkası tarafından azmettiren veya yardım eden sıfatıyla iştirak ederek işlenmesi hâlinde, sadece bu nedenle (d) bendi hükmüne istinaden cezada artırım yapılamayacaktır.
Cinsel saldırı suçunun özelliği, bu suçu oluşturan fiillerin mağdurun iradesi dışında gerçekleştirilmesidir. Mağdura karşı cebir veya tehdit ya da hile kullanılabileceği gibi, örneğin bilincinin yitirilmesine neden olmak veya örneğin uyku hâli dolayısıyla bilincinin kapalı olmasından yararlanmak suretiyle de bu suçlar işlenebilirler. Maddenin dördüncü fıkrasına göre, bu suçun işlenmesi sırasında mağdurun direncinin kırılmasını sağlayacak ölçünün ötesinde cebir kullanılması durumunda, ayrıca kasten yaralama suçundan dolayı cezaya hükmetmek gerekecektir.
Beş ve altıncı fıkralarda cinsel saldırı suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hâlleri düzenlenmiştir. Bu itibarla, cinsel saldırı suçunun işlenmesi suretiyle mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulmasına neden olunması, daha ağır ceza ile cezalandırılmayı gerektirmektedir. Keza, cinsel saldırı sonucunda mağdurun bitkisel hayata girmesi veya ölümü hâlinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunacaktır. Ancak, bu durumlarda, netice sebebiyle ağırlaşmış suçlar dolayısıyla sorumluluk için aranan koşulların gerçekleşmesi gerekir.
Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma – Madde 109
(1) Bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakan kişiye, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir.
(2) Kişi, fiili işlemek için veya işlediği sırada cebir, tehdit veya hile kullanırsa, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(3) Bu suçun;
a) Silahla,
b) Birden fazla kişi tarafından birlikte,
c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,
d) Kamu görevinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
e) Üstsoy, altsoy veya eşe ya da boşandığı eşe karşı,[41]
f) Çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
İşlenmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza bir kat artırılır.
(4) Bu suçun mağdurun ekonomik bakımdan önemli bir kaybına neden olması halinde, ayrıca bin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.
(5) Suçun cinsel amaçla işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek cezalar yarı oranında artırılır.
(6) Bu suçun işlenmesi amacıyla veya sırasında kasten yaralama suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hallerinin gerçekleşmesi durumunda, ayrıca kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.
Madde Gerekçesi
Madde metninde kişi hürriyetinden yoksun kılma suçu tanımlanmıştır. Bu suç ile korunan hukukî değer, kişilerin kendi arzusu ve iradesi çerçevesinde hareket edebilme hürriyetidir. Kişiler, bir yerde kalma ve bir yere gitme konusunda tercihte bulunma serbestisine sahiptirler. Söz konusu suç işlenmekle kişinin bir yerde kalma ve bir yere gitme hürriyeti ihlâl edilmiş olmaktadır.
Söz konusu suç, bir kimsenin hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakılmasıyla oluşmaktadır. Örneğin kişinin bir yere kapatılması, bir yerde tutulması veya bir yere götürülmesi veya bir yere gitmekten men olunması fiilleri, bu tanıma göre ceza yaptırımını gerektirmektedir.
Maddede geçen hukuka aykırı olarak ibaresi, hukukun izin vermediği hâlleri ifade eder. Örneğin bir suça ilişkin soruşturma kapsamında suç şüphesi altında bulunan kişinin ceza muhakemesi hukukunun gereklerine uygun olarak tutulması, gözaltına alınması veya tutuklanması hâllerinde, fiil hukuka uygundur ve bu suç oluşmaz.
Maddenin ikinci fıkrasında kişi hürriyetinden yoksun kılma suçunun cebir, tehdit veya hile kullanılarak işlenmesi, bu suç açısından daha ağır cezayı gerektiren bir nitelikli hâl olarak belirlenmiştir. Suçun temel şekli açısından cebir, tehdit veya hile kullanılmasına gerek yoktur. Örneğin kişi içeride uyumakta iken kapının kilitlenmesi hâlinde, söz konusu suçun temel şekli gerçekleşmiş olmaktadır.
Maddenin üçüncü fıkrasında, bu suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâlleri sayılmıştır. Bu nitelikli hâllerden bir kısmı, suçun işleniş tarzına ilişkindir. Söz konusu suçun işlenmesi bakımından, silâhlı olunması veya kamu görevinin sağladığı nüfuzun kötüye kullanılması, bir kolaylık sağlamaktadır.
Kişi hürriyetinden yoksun kılma suçu, kişinin yerine getirdiği kamu görevi dolayısıyla işlenmiş olabilir. Suçun bu seçimlik nitelikli unsuru için, failin saiki önem taşımaktadır. Suçun işlendiği sırada kişi kamu görevlisi sıfatını taşımayabilir, örneğin emekliye ayrılmış olabilir. Keza, suç, kamu görevlisinin yakınına karşı da işlenebilir. Bir hâkimin verdiği karara tepki olarak oğlunun kaçırılması bu hâle örnek olarak gösterilebilir.
Suçun birden fazla kişi tarafından birlikte işlenmesi de bu fıkra kapsamında bir seçimlik nitelikli unsur olarak kabul edilmiştir. Suçun icra hareketlerinin birden fazla kişi tarafından birlikte gerçekleştirilmesi gerekir. Yani suçun işlenişi acısından müşterek faillik durumunun varlığı hâlinde, bu nitelikli unsur oluşur. Ancak, suçun icra hareketlerinin bir kişi tarafından gerçekleştirilmesine karşılık, diğer suç ortaklarının azmettiren veya yardım eden olması hâlinde, bu fıkraya göre ceza artırılamaz.
Suçun üstsoy, altsoy veya eşe karşı, çocuğa karşı ya da beden veya ruh bakımından kendini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı işlenmesi de, üçüncü fıkra hükmüne istinaden cezanın artırılmasını gerektiren mağdurun şahsı itibarıyla seçimlik nitelikli unsurlar olarak kabul edilmiştir.
Maddenin dördüncü fıkrasına göre; bu suçun mağdurun ekonomik bakımdan önemli bir kaybına neden olması hâlinde, ayrıca bin güne kadar adli para cezasına hükmedilecektir. Dikkat edilmelidir ki, bu durumda, suçun netice nedeniyle bir ağırlaşmış hâli söz konusudur. Bu nedenle, failde bu neticeye yönelik kastın bulunması gerekmez. Bu hükmün uygulanabilmesi için, mağdurun ekonomik kaybının önemli miktarda olması gerekir.
Beşinci fıkra hükmüne göre, suçun cinsel amaçla işlenmesi, söz konusu suç açısından failin güttüğü amaç itibarıyla ayrı bir nitelikli unsur oluşturmaktadır. Bu nitelikli unsurun gerçekleşmesi hâlinde verilecek cezanın ayrıca artırıma tabi tutulması gerekmektedir.
Altıncı fıkraya göre, kişi hürriyetinden yoksun kılma suçunun işlenmesi amacıyla veya sırasında kasten yaralama suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hâllerinin gerçekleşmesi durumunda, ayrıca kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır. Bu itibarla, kasten yaralama suçunun temel şeklinin gerçekleşmesi hâlinde, maddenin ikinci fıkrasına istinaden cezaya hükmedilmelidir.
Zincirleme suç – Madde 43
(1) Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Ancak bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır. Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır. Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır.
(2) Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır.
(3) Kasten öldürme, kasten yaralama, işkence ve yağma suçlarında bu madde hükümleri uygulanmaz.
Madde Gerekçesi
“Müteselsil suç” yerine zincirleme suç kavramı benimsenmiştir. Zincirleme suç hâlinde aynı suçun birden fazla işlenmiş olması söz konusudur. Ancak, bu suçlar, aynı suç işleme kararı kapsamında işlenmektedirler, yani, bu suçlar arasında sübjektif bir bağ bulunmaktadır. Bu nedenle, kişiye bu suçların her birinden dolayı ayrı ayrı değil, bir ceza verilmekte ve fakat cezanın miktarı artırılmaktadır. Ancak, bu durumda cezanın artırım oranları Tasarıya göre yükseltilmiştir.
Bir suçun aynı suç işleme kararı kapsamında olsa da değişik kişilere karşı birden fazla işlenmesi hâlinde, zincirleme suç hükümleri uygulanamaz. Buna göre, örneğin, bir otoparkta bulunan otomobillerin camları kırılarak radyo teyplerin çalınması durumunda, her bir kişiye ait otomobildeki hırsızlık, bağımsız bir suç olma özelliğini korur ve olayda cezaların içtimaı hükümleri uygulanır.
Maddenin ikinci fıkrasında, bir fiille birden fazla kişiye karşı işlenen suçlardan dolayı sorumlulukla ilgili bir içtima hükmüne yer verilmiştir. Bu hükümle, uygulamamızda karşılaşılan tereddütlerin önüne geçilmek amaçlanmıştır. Örneğin bir sözle birden fazla kişiye sövülmüş olması durumunda, her bir mağdur bakımından ayrı sövme suçları değil, bir sövme suçu oluşur. Ancak, bu durumda suçun cezası birinci fıkrada belirtilen oranlarda artırılır.
Maddenin üçüncü fıkrasında, zincirleme suç hükümlerinin uygulanamayacağı suçlar belirtilmiştir.
Zincirleme Cinsel Saldırı: Organ Sokmak Suretiyle Nitelikli Cinsel Saldırı Suçunun Birden Fazla İşlenmesi
Yargıtay Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2017/717 Karar No: 2017/485 Karar Tarihi: 21.11.2017
Özet: Sanığın, farklı zaman ve yerlerde mağduru yedi kez hürriyetinden yoksun kıldığı ve organ sokmak suretiyle nitelikli cinsel saldırı eylemlerini gerçekleştirdiği olayda; sağır ve dilsiz olan mağdur ile sanığın yakın akraba olması, katılan ile şikâyetçi tarafından uyarılmasına rağmen sanığın eylemlerine devam etmesi ve sanığın mağdurdan on üç yaş büyük olması karşısında, yargılama süreci boyunca maddi gerçeğe ulaşma ve adaleti sağlama yolunda çaba harcayan ve sanığı birebir gözlemleyen Yerel Mahkemenin, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 61. maddesi uyarınca temel cezaları, organ sokmak suretiyle nitelikli cinsel saldırı suçu bakımından on yıl, kişiyi hürriyeti yoksun kılma suçu bakımından ise dört yıl hapis olarak belirlemesi ve sanığın, mağdura karşı zincirleme suça vücut veren eylemlerini yedi kez gerçekleştirmesi dikkate alındığında; belirlenen temel cezalarda, TCK’nın 43. maddesinin birinci fıkrası uyarınca 1/2 oranında artırım yapması dosya kapsamına uygun olup, TCK’nın 3. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen “orantılılık ilkesi”ne de aykırılık oluşturmamaktadır.
İçtihat Metni
Kararı Veren Yargıtay Dairesi: 14. Ceza Dairesi
Mahkemesi: Ağır Ceza Mahkemesi
Nitelikli cinsel saldırı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından sanık …’nin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 102/2, 43/1, 53 ve 63. maddeleri uyarınca 15 yıl; TCK’nın 109/2-5, 43/1, 53 ve 63. maddeleri gereğince 9 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba ilişkin Artvin Ağır Ceza Mahkemesince verilen 12.06.2015 gün ve 35-59 sayılı kısmen resen temyize tabi olan hükümlerin, sanık ve müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 14. Ceza Dairesince 22.03.2016 gün ve 225-2811 sayı ile;
“…Mahkemece 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 61. maddesinin birinci fıkrasında belirtilen hususlar gözönünde bulundurularak gerekçesini de göstermek suretiyle alt sınırdan uzaklaşılarak temel ceza belirlenebilir ise de; dosya içeriği ile suçların işleniş biçimi, sanığın kastının yoğunluğu, meydana gelen zararın ağırlığı ve orantılılık koşulları da gözetilerek, sanık hakkında sübutu kabul olunan suçlardan adalet ve hakkaniyete uygun biçimde ve aynı gerekçelerle TCK’nın 43. maddesi uygulanırken de bu ilkelere uyularak ceza tayini gerekirken, alt sınırdan makul oranı aşacak şekilde ayrılmak suretiyle fazla ceza tayini…”
isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Direnme Kararı
Artvin Ağır Ceza Mahkemesi ise 18.05.2016 gün ve 44-57 sayı ile;
“Her ne kadar ceza miktarı belirlenirken dosya içeriği ile suçların işleniş biçimi, sanığın kastının yoğunluğu, meydana gelen zararın ağırlığı ve orantılılık koşulları da gözetilerek, sanık hakkında sübutu kabul olunan suçlardan adalet ve hakkaniyete uygun biçimde makul oranı aşacak şekilde alt sınırdan uzaklaşılması, ayrıca aynı gerekçelerle TCK’nın 43. maddesi uygulanırken de bu ilkelere aykırı davranılması bozma nedeni yapılmış ise de;
Temel cezanın belirlenmesine ilişkin ilkeler ise 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 61/1. maddesinde, 765 sayılı (mülga) TCK’nın 29. maddesine benzer olarak;
“(1) Hâkim, somut olayda,
a) Suçun işleniş biçimini,
b) Suçun işlenmesinde kullanılan araçları,
c) Suçun işlendiği zaman ve yeri,
d) Suçun konusunun önem ve değerini,
e) Meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığını,
f) Failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığını,
g) Failin güttüğü amaç ve saiki,
Göz önünde bulundurarak, işlenen suçun kanuni tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırı arasında temel cezayı belirler”.
şeklinde düzenlenmiştir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi” başlıklı 3. maddesinin birinci fıkrasındaki, “Suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur.” biçimindeki hüküm ile de işlenen fiil ile hükmolunan ceza ve güvenlik tedbirleri arasında ‘orantı’ bulunması gerektiği vurgulanmıştır.
Kanun koyucu, cezaların kişiselleştirilmesinin sağlanması bakımından hâkime, olayın özelliği ve işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı bir şekilde gerekçesini göstererek iki sınır arasında temel cezayı belirleme yetki ve görevi yüklemiştir. Hâkimin temel cezayı belirlerken dayandığı gerekçenin TCK’nın 61/1. maddesine uygun olarak, suçun işleniş biçimi, işlenmesinde kullanılan araçlar, işlendiği zaman ve yer, suç konusunun önem ve değeri, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı, failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığı, failin güttüğü amaç ve saiki ile ilgili dosyaya yansıyan bilgi ve belgelerin isabetle değerlendirildiğini gösterir biçimde kanuni ve yeterli olmalıdır.
Cinsel saldırı suçu yönünden, sanık hakkında 6545 sayılı Kanunun 58. maddesindeki değişiklikten önceki 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 102/2. maddesinin alt sınırının 7 yıldan 12 yıla kadar hapis cezası olarak belirlendiği, ayrıca sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nın 43/1. maddesinin uygulanması halinde ise 1/4 ile 3/4 oranında artırım yapılması gerektiği dikkate alındığında, alt sınırdan uygulama yapıldığında sonuç cezanın 8 yıl 9 ay hapis cezası olduğu, üst sınırdan uygulama yapıldığında sonuç cezanın 21 yıl olduğu, mahkememizce bu suç yönünden ise 8 yıl 9 ay hapis ile 21 yıl hapis cezası arasında 15 yıl hapis cezası belirlendiği,
Kişi hürriyetinden yoksun kılma suçu yönünden, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 109/2. maddesinde 2 yıldan 7 yıla kadar hapis cezası olarak belirlendiği, TCK’nın 109/5. maddesi gereğince yarı oranında artırım yapılması gerektiği, TCK’nın 43/1. maddesinin uygulanması halinde ise 1/4 ile 3/4 oranında artırım yapılması gerektiği dikkate alındığında, alt sınırdan uygulama yapıldığında sonuç cezanın 3 yıl 9 ay hapis cezası olduğu, üst sınırdan uygulama yapıldığında sonuç cezanın 18 yıl 4 ay 15 gün olduğu, mahkememizce bu suç yönünden ise 3 yıl 9 ay hapis ile 18 yıl 4 ay 15 gün hapis cezası arasında 9 yıl hapis cezası belirlendiği görülmüştür.
Dosyanın incelenmesinde, sanığın 1972 doğumlu, mağdurun ise 1985 doğumlu, sağır ve dilsiz olduğu, eylemin kendisine karşı zorla gerçekleştirildiği, eylem sayısının yedi olduğu, sanığın bu konuda mağdurun annesi tarafından uyarılmasına karşın eylemlerine devam ettiği, ayrıca bu olayın mağdurun aşamalardaki bir biri ile tutarlı beyanları ile mağdurun annesi … ile tanık …’nın beyanlarından da açık bir şekilde anlaşıldığı, hatta bir dönem cinsel saldırı eylemi sonrası mağdurda anksiyete bozukluğu belirtileri gösterdiği, ancak zamanla bu durumun düzeldiğinin anlaşıldığı, Yusufeli ilçesinin küçük bir ilçe olduğu, bu nedenle mağdurun ortam değiştirmesinin dahi mümkün olmadığı, sürekli yaşanan olaydan dolayı etkileneceği, sanığın mağdurun sağır ve dilsiz olmasından faydalanarak kimseye olayları anlatamayacağı düşüncesi ile bu suçu işlemiş olduğu anlaşılmıştır.
Mahkememizce karar verilmeden önce mağdur gerek yüzyüze gerekse CD incelemesinde bizzat gözlemlenmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının tebliğnamesinde de onama istenmesine karşın, tebliğnameye aykırı karar çıkmasına karşın, karara da itirazda bulunulmadığı anlaşılmıştır.
Mahkememizce her iki suç yönünden temel cezanın ve zincirleme suç hükümlerine göre artırım oranının, somut olayda yargılama aşamasında sanığı gözlemleyen, yüz yüzelik ilkesi gereğince delilleri takdir eden mahkememiz tarafından alt ve üst sınırlar arasında, dosya muhteviyatına uygun 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 3 ve 61. maddesinde belirtilen suçun işleniş biçimi, suç kastının yoğunluğu, hak ve nasafet kuralları ve orantılılık ilkesi de gözönüne alınarak makul bir oranda belirlendiği, bu nedenle önceki mahkeme kararımızın usul, yasa ve dosya kapsamına uygun olduğu anlaşıldığından, mahkememiz hükmünde direnilmesine karar verilmiştir.
2- Her ne kadar mahkememizin hükümlerinden sonra Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 tarihli, 29542 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 gün ve 140-85 Karar sayılı ilamı ile 5237 sayılı TCK’nın 53. maddesi yönünden kısmi iptal kararı verildiğinden, anılan husus nazara alınarak yeniden değerlendirme yapılmasında zorunluluk bulunması gerektiği belirtilerek mahkememiz kararı bozulmuş ise de, söz konusu iptal kararının hükümden sonra verilmiş olması, ayrıca infaz aşamasında bu durumun hapis cezasının kanuni sonucu olarak uygulanmasının zorunlu olması, ayrıca bir çok Yargıtay ilamında bu durumun düzeltilerek onandığı ya da infaz aşamasında değerlendirilebileceğinden bozma nedeni dahi yapılmadığı anlaşıldığından, mahkememizce, söz konusu iptal kararının infaz aşamasında da değerlendirilebileceği dikkate alınarak, önceki hükümlerde bu konuda da direnilmiştir.”
şeklindeki gerekçeyle direnerek, ilk hükümde olduğu gibi sanığın mahkûmiyetine karar vermiştir.
Kısmen resen temyize tabi olan bu hükümlerin de sanık ve müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığını 06.09.2016 gün ve 284612 sayılı “bozma” istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca 14.12.2016 gün ve 1223-1750 sayı ile; 6763 sayılı Kanunun 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanuna eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 14. Ceza Dairesince 18.04.2017 gün, 422-2113 sayı ve oyçokluğuyla direnme kararı yerinde görülmemiş,
Karşı Oy Gerekçesi
Daire Üyesi H. Arslan;
“Sayın çoğunluk ile aramızdaki görüş ayrılığı temel cezaların ve teselsül nedeniyle yapılan artırım oranının alt sınırdan uzaklaşılarak tayin edilirken gösterilen gerekçenin yasal ve yeterli olup olmadığı, cezaların orantılılık ilkesine ve hakkaniyete uygun olarak belirlenip belirlenmediği hususuyla sınırlıdır.
Dosya içeriğine ve oluşa uygun kabule göre; 1972 doğumlu sanığın, 1985 doğumlu olup sağır ve dilsiz olan mağduru kimsenin göremeyeceği yerlere götürüp cebir ve şiddet kullanarak fiili livata suretiyle yedi kez nitelikli saldırıda bulunduğu, eyleme bağlı olarak sonradan iyileşen anksiyete bozukluğu belirtileri oluştuğu, eylemi öğrenen mağdurun annesinin uyarılarına rağmen sanığın fiilini sürdürdüğü, ikamet edilen ilçenin küçük olması nedeniyle mağdurun ortam değiştirip bunlardan kurtulmasının olanaklı olmadığı, mağdurun sağır ve dilsiz olmasından dolayı kimseye anlatamayacağı düşüncesiyle eylemlerini gerçekleştirdiği anlaşılmaktadır.
Yerel mahkemece, temel cezalarının belirlenmesi sırasında alt sınırdan uzaklaşma gerekçesi olarak kararın hüküm bölümünde; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 3/1 ve 61. maddeleri gereğince suçun işleniş biçimi ve suç kastının yoğunluğu hususlarının gösterildiği, yine birden fazla gerçekleştirdiğinden aynı yasanın 43. maddesi uyarınca takdiren 1/2 oranında artırım uygulandığı anlaşılmaktadır.
Ceza kanunları genel olarak, her bir suça uygulanacak cezayı sabit ceza şeklinde değil, alt ve üst sınırlar arasında bir miktarın belirlenmesine imkan verecek şekilde öngörmektedir. Bu durumlarda ceza kanunumuzda olduğu gibi cezanın somut şekilde belirlenmesi yargıcın taktir yetkisine bırakılmıştır, ancak keyfiliği, soyut nedenlerle ceza tayinini ve takdirde yanılgıyı önlemek, kararı aydınlatmak, tarafları tatmin etmek, uygulama birliğini ve denetimi sağlamak amacıyla iki sınır arasında temel cezanın belirlenmesine ilişkin ilkeler ile uygulanması gereken yöntem 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 61/1. maddesinde ayrıca gösterilmiştir. Buna göre:
“(1) Hâkim, somut olayda;
a) Suçun işleniş biçimini,
b) Suçun işlenmesinde kullanılan araçları,
c) Suçun işlendiği zaman ve yeri,
d) Suçun konusunun önem ve değerini,
e) Meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığını,
f) Failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığını,
g) Failin güttüğü amaç ve saiki,
Göz önünde bulundurarak, işlenen suçun kanuni tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırı arasında temel cezayı belirler.”
şeklinde düzenlenmiştir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi” başlıklı 3. maddesinin 1. fıkrasındaki, “Suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur.” biçimindeki hüküm ile de, işlenen fiil ile hükmolunan ceza ve güvenlik tedbirleri arasında ‘orantı’ bulunması gerektiği vurgulanmıştır.
Kanun koyucu, cezaların kişiselleştirilmesinin sağlanması bakımından hâkime, olayın özelliği ve işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı bir şekilde gerekçesini göstererek iki sınır arasında temel cezayı belirleme yetki ve görevi yüklemiştir. Hâkimin temel cezayı belirlerken Anayasanın 141/3. maddesi ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 34/1. maddesi gereğince dayandığı gerekçenin 5237 sayılı TCK’nın 61/1. maddesine uygun olarak, suçun işleniş biçimi, işlenmesinde kullanılan araçlar, işlendiği zaman ve yer, suç konusunun önem ve değeri, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı, failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığı, failin güttüğü amaç ve saiki ile ilgili dosyaya yansıyan bilgi ve belgelerin isabetle değerlendirildiğini gösterir biçimde yasal ve yeterli olmalıdır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde,
Oluşa uygun kabule nazaran sanığın sağır ve dilsiz mağdura karşı, cebir ve şiddet kullanarak fiili birçok kez gerçekleştirdiği, annesinin durumu fark edip uyarmasına rağmen eylemini sürdürüp yoğun kastını ortaya koyduğu, mağdurun fiziksel durumu ve ikamet edilen yerin özellikleri nedeniyle eylemden kurtulamadığı görülmektedir. Bu nedenle Yerel mahkemece temel cezalar belirlenirken, ‘sanığın suçu işleyiş biçimi ve kastının yoğunluğu’ şeklinde kullanılan alt sınırdan uzaklaşma gerekçeleri 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 61/1-a-e-f. maddesi anlamında yasal, yeterli ve dosya içeriğine uygundur. Yasal ve yeterli gerekçelere dayanmak kaydıyla iki sınır arasında temel cezayı belirleme yetkisi yerel mahkemeye aittir. Yargılama süreci boyunca maddi gerçeğe ulaşma ve adaleti sağlama yolunda çaba harcayan, sanığı ve mağduru birebir gözlemleyen yerel mahkemece, temel cezaların alt sınırdan uzaklaşılarak tayin ve takdir edilmesinde, ayrıca eylem sayısına nazaran teselsül nedeniyle 1/2 oranında artırım uygulanmasında isabetsizlik bulunmamaktadır. Olayın yukarıda açıklanan özelliği ve ağırlığı karşısında bu uygulama 5237 sayılı TCK’nın 3/1. maddesinde düzenlenen orantılılık ilkesine de ya da hakkaniyete aykırılık oluşturmamaktadır. Arz olunan nedenlerle yerel mahkemenin direnme kararı yerinde olduğundan sayın çoğunluğun düşüncesine iştirak edilmemiştir.”
düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.
Direnme hükmünün yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçe ile karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire çoğunluğu ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1- 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 102. maddesinin ikinci fıkrası gereğince suç tarihi itibarıyla 7 yıldan 12 yıla kadar hapis cezasını gerektiren organ sokmak suretiyle nitelikli cinsel saldırı suçundan hüküm kurulurken, temel cezanın 10 yıl,
2- TCK’nın 109. maddesinin ikinci fıkrası gereğince 2 yıldan 7 yıla kadar hapis cezasını gerektiren kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan hüküm kurulurken temel cezanın 4 yıl,
3- Her iki suçtan TCK’nın 43. maddesinin birinci fıkrası uyarınca uygulama yapılırken artırım oranının 1/2,
Olarak belirlenmesinin isabetli olup olmadığının tespitine ilişkindir.
Mağdur …’ın suç tarihi itibarıyla 28 yaşının içinde bulunup sağır ve dilsiz olduğu,
Sanık …’nin suç tarihi itibarıyla 41 yaşı içinde bulunup evli ve bir çocuklu olduğu, geçimini inşaat işçiliği yaparak sağladığı ve mağdurun öz dayısının oğlu olduğu,
Mağdurun 15.11.2013 tarihinde tanık T. Şanlı ile birlikte kolluğa müracaat ederek sanığın kendisine organ sokmak suretiyle cinsel saldırıda bulunduğunu beyan etmesi üzerine sanık hakkında soruşturmanın başladığı,
Atatürk Üniversitesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlığı tarafından düzenlenen 16.11.2013 tarihli rapora göre; mağdurun anal muayenesinde tespit edilen saat 11 hizasındaki lezyonun fıili livata sonucu oluşabileceği gibi farklı nedenlere bâğlı olarak da gelişebileceği,
Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Farabi Hastanesince düzenlenen rapora göre; olay nedeni ile mağdurun ruh sağlığının etkilendiği,
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sağlık ve Uygulama Hastanesince düzenlenen 28.01.2015 tarihli rapora göre; bir yıl önce fiili livataya maruz kaldığını belirten hastanın yapılan anal muayenesinde anal fissur hattı, anüs ve çevresinde ekimotik alan veya rektal tuşede sfinkterlerde yaralanma tespit edilemediği, bulguların negatif olmasına karşın sürenin uzun olması nedeni ile yorum yapılamadığı, aynı kurum tarafından düzenlenen 03.02.2015 tarihli rapora göre ise; mağdurun maruz kaldığı cinsel saldırı eylemi sonrası anksiyete bozukluğu belirtileri gösterdiği, olay nedeni ile ruh sağlığının bozulduğu, ancak zaman içerisinde yakınmalarının azalarak düzeldiği, halihazır durumu itibarıyla ruh sağlığında bir bozukluk bulunmadığı, zeka geriliği ve akıl zayıflığı olmadığı, işitme ve konuşma engeli olsa da olayın oluş şekli göz önüne alındığında söz konusu eylem sırasında beden ve ruh bakımından kendini savunabileceği,
Yer Gösterme tutanağına göre; mağdurun farklı zamanlarda, dere kenarı ve ormanlık alandaki yedi ayrı yerde sanığın cinsel saldırısına maruz kaldığını anlattığı,
Yerel mahkemece, sanık hakkında temel cezaların belirlenmesi sırasında gerekçe olarak; “5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 3/1 ve 61. maddeleri uyarınca suçun işleniş biçimi ve suç kastının yoğunluğu”, TCK’nın 43/1. maddesi uyarınca artırım yaparken de “aynı suç işleme kararının icrası kapsamında, mağdura yönelik birden fazla kez aynı suçu işlediği” hususlarının gösterildiği,
Anlaşılmıştır.
Mağdur …; sanığın birlikte balık tutacaklarını söyleyerek kendisini yol kenarındaki ağaçların yanına götürdüğünü ve yere yatırdığını, ardından kendisini darp edip pantolonunu çıkardıktan sonra “konuşma” diyerek arkasına cinsel organını soktuğunu, bu eylemi daha önce de gerçekleştirdiğini,
Katılan … kollukta; oğlu olan mağdurun sağır ve dilsiz olduğunu, geçen sene mağdurun kendisine sanık tarafından bir kaç sefer dövülüp tehdit edildiğini söylediğini, akrabaları olması nedeni ile şikâyetçi olmadıklarını, 12.11.2013 günü mağdurun eve geç saatlerde geldiğini, “elindeki çizikleri kim yaptı” diye sorduğu mağdurun “Hikmet beni yine dövdü ve tehdit etti” dediğini, sanığı gördüğünde “oğlum akrabayız, ayıp değil mi yaptığın, bu çocuğu neden dövüyorsun, seni şikâyet edeceğim” demesine rağmen sanığı şikâyet etmediğini,
Mahkemede; sanık ve mağdurun hala-dayı çocukları olduğunu, olay tarihinden on beş gün kadar önce mağdurun eve geç geldiğini, elbiselerinin ıslak ve çamurlu, durumunun kötü olduğunu görünce mağdura neden geciktiğini sorduğunu, mağdurun kendisine sanığın arkadan cinsel saldırıda bulunduğunu söylediğini, daha sonrasında sanığa mağdurun anlattıklarını söyleyip olayı sorduğunu, sanığın ise hiçbir şey söylemeden uzaklaştığını, sonraki günlerde de karşılaştıklarında sanığın yanlarından kaçtığını, olay günü mağdurun sanığın cinsel saldırısına maruz kaldığını söylemesi üzerine şikâyette bulunduklarını, kısmi çelişki nedeniyle sorulduğunda; mağdurun olayı sadece sanığın kendisini dövüp tehdit ettiği şeklinde değil, cinsel saldırıda da bulunduğunu söyleyerek anlattığını, sonraki olayda ise mağdurun tanık Turan ile karakola gittikten sonra kendisine yaşananları anlattığını,
Şikâyetçi …; mağdurun kendi oğlu olduğunu, konu ile ilgili bir bilgisinin olmadığını, katılanın kendisine sanığın mağduru dövüp tehdit ettiğini anlattığını, sanığı gördüğünde kendisine “bir daha böyle bir şey yapma” dediğini, olayları yeni öğrendiğini,
Tanık Turan Şanlı; mağdurun akrabası olduğunu, önceki yıllarda katılanın kendisine sanığın, mağdura sürekli zarar verip hakaret ve tehdit ettiğini söylediğini, yaklaşık 5-6 ay önce de mağdurun, el hareketleri ile sanığın kendisine cinsel saldırıda bulunup, tehdit ve hakaret ettiğini anlattığını, ancak yanlış anladığını düşünerek önemsemediğini, 15.11.2013 tarihinde yanına gelen mağdurun daha önceden yaptığı şikâyetleri anlatmaya başlaması üzerine mağduru polis merkezine götürdüğünü, mahkemede farklı olarak; mağdurun farklı zamanlarda yanına gelerek sanığın kendisine vurarak rahatsız ettiğini anlattığını, suç tarihinde de sanığın kendisine vurduğunu söylemesi üzerine karakola götürdüğünü, mağdurun kendisine sanığın cinsel saldırısına maruz kaldığına ilişkin bir şey anlatmadığını,
İfade etmişlerdir.
Sanık …; mağdurun yakın akrabası olduğunu, hakkındaki suçlamaları kabul etmediğini, mağdur ile birlikte Derekapı ve Demirçubuk mahallesinde bulunmadığını, yaklaşık 2-3 ay kadar önce O..’ın Yeri isimli kıraathanede çalışırken bira içerken gördüğü mağdura kızması sebebiyle mağdurun kendisine iftira attığını, mağdur ile aralarında husumet bulunmadığını savunmuştur.
Suç tarihinde sanığın işlediği kabul edilen 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 102. maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen organ sokmak suretiyle nitelikli cinsel saldırı suçu, 7 yıldan 12 yıla kadar hapis, TCK’nın 109. maddesinin ikinci fıkrasında hüküm altına alınan kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçu, 2 yıldan 7 yıla kadar hapis cezasını gerektirecek şekilde yaptırımlara bağlanmış, temel cezanın belirlenmesine ilişkin ilkeler ise 5237 sayılı TCK’nın 61. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenmiştir;
“(1) Hâkim, somut olayda,
a) Suçun işleniş biçimini,
b) Suçun işlenmesinde kullanılan araçları,
c) Suçun işlendiği zaman ve yeri,
d) Suçun konusunun önem ve değerini,
e) Meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığını,
f) Failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığını,
g) Failin güttüğü amaç ve saiki,
Göz önünde bulundurarak, işlenen suçun kanuni tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırı arasında temel cezayı belirler.”
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi” başlıklı 3. maddesinin birinci fıkrasındaki, “Suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur.” biçimindeki hüküm ile de, işlenen fiil ile hükmolunan ceza ve güvenlik tedbirleri arasında “orantı” bulunması gerektiği vurgulanmıştır.
Kanun koyucu, cezaların kişiselleştirilmesinin sağlanması bakımından hâkime, olayın özelliği ve işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı bir şekilde gerekçesini göstererek iki sınır arasında temel cezayı belirleme yetki ve görevi yüklemiştir. Hâkimin temel cezayı belirlerken dayandığı gerekçenin, TCK’nın 61. maddesinin birinci fıkrasına maddesine uygun olarak, suçun işleniş biçimi, işlenmesinde kullanılan araçlar, işlendiği zaman ve yer, suç konusunun önem ve değeri, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı, failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığı, failin güttüğü amaç ve saiki ile ilgili, dosyaya yansıyan bilgi ve belgelerin isabetle değerlendirildiğini gösterir biçimde kanuni ve yeterli olmalıdır.
Zincirleme suç söz konusu olduğu durumda ise, TCK’nın 61. maddesi hükümlerine göre belirlenen temel cezanın aynı Kanunun 43. maddesinin birinci fıkrası uyarınca dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılacağı hüküm altına alınmıştır. Bu hüküm uyarınca hâkim, somut olaydaki zincirleme şekilde işlenen suçların sayısını göz önünde bulundurarak maddede gösterilen oranlar arasında bir belirleme yapıp cezayı artıracaktır. (İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin, 2014, 10. Bası, s.553)
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konuları değerlendirildiğinde;
Sanığın, farklı zaman ve yerlerde mağduru yedi kez hürriyetinden yoksun kıldığı ve organ sokmak suretiyle nitelikli cinsel saldırı eylemlerini gerçekleştirdiği olayda; sağır ve dilsiz olan mağdur ile sanığın yakın akraba olması, katılan ile şikâyetçi tarafından uyarılmasına rağmen sanığın eylemlerine devam etmesi ve sanığın mağdurdan on üç yaş büyük olması karşısında, yargılama süreci boyunca maddi gerçeğe ulaşma ve adaleti sağlama yolunda çaba harcayan ve sanığı birebir gözlemleyen yerel mahkemenin, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 61. maddesi uyarınca temel cezaları, organ sokmak suretiyle nitelikli cinsel saldırı suçu bakımından on yıl, kişiyi hürriyeti yoksun kılma suçu bakımından ise dört yıl hapis olarak belirlemesi ve sanığın, mağdura karşı zincirleme suça vücut veren eylemlerini yedi kez gerçekleştirmesi de dikkate alındığında; belirlenen temel cezalarda, TCK’nın 43. maddesinin birinci fıkrası uyarınca 1/2 oranında artırım yapması dosya kapsamına uygun olup TCK’nın 3. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen “orantılılık ilkesi”ne de aykırılık oluşturmamaktadır.
Bu itibarla, yerel mahkeme direnme gerekçesinin isabetli olduğu kabul edilmelidir.
Ancak, 24.11.2015 gün ve 29542 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesinin 08.10.2015 gün ve 140-85 sayılı kararı ile, 5237 sayılı TCK’nın 53. maddesinin bazı hükümlerinin iptal edilmesi karşısında, sanık hakkında belirtilen maddenin uygulanması bakımından, yeniden değerlendirme yapılmasında zorunluluk bulunduğundan, diğer yönleri usul ve kanuna uygun bulunan yerel mahkeme direnme hükümlerinin bu nedenle bozulmasına, yeniden yargılama gerektirmeyen bu durumun, 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi gereğince karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 322. maddesi uyarınca düzeltilmesi mümkün bulunduğundan, her iki suça ilişkin hüküm fıkrasından hak yoksunluğuna ilişkin bendlerin çıkarılması ve yerine “Kasıtlı bir suçtan mahkûmiyetine karar verilen sanık hakkında 24.11.2015 gün ve 29542 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesinin 08.10.2015 gün ve 140-85 sayılı iptal kararı da gözetilerek TCK’nın 53/1-2-3. maddesinin uygulanmasına” ibaresinin yazılması suretiyle, hükümlerin düzeltilerek onanmasına karar verilmelidir.
Kayseri Ceza Avukatı
Alanında yetkin Kayseri ceza avukatı kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz; ceza yargılamalarında savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek taraflara avukatlık ve hukuki danışmanlık hizmeti vermektedir.
Ceza davalarında gerekli başvuru veya itirazların zamanında ve usulüne uygun yapılması açısından alanında uzman bir Kayseri ceza avukatı veya ağır ceza avukatından hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Yargılama sırasında herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için güncel mevzuat ve Yargıtay kararlarının takip edilmesi önem arz etmektedir.
Alanında yetkin Kayseri Avukat kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz, savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde taraflara hukuki yardım sunmaktadır. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde herhangi bir mağduriyete veya hak kaybına uğramamak için gerekli başvuruların zamanında ve usulüne uygun yapılması büyük önem arz etmektedir. Bu süreçte, alanında uzman bir avukattan hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Zülküf Arslan Hukuk Bürosu olarak; Yalçınkaya Kararı başta olmak üzere AİHM kararlarının Türkçe çevirilerini yapan Eski AİHM Hukukçusu Dr. Orhan Arslan koordinatörlüğünde müvekkillerimize Anayasa Mahkemesi ve AİHM başvurusunun yanı sıra emsal AYM ve AİHM Kararları çerçevesinde yeniden yargılama başvurusu hususunda da hukuki destek vermekteyiz.
Kayseri ceza avukatı veya Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’ne başvuru yapmak ve süreci takip etmek için bir avukat arıyorsanız 15 yılı aşkın deneyimi ile avukat kadromuzdan dava süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile başvuru ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz.