Kısa Süreli Hapis Cezasının Adli Para Cezası veya Seçenek Yaptırımlara Çevrilmesi
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu
Süreli hapis cezası – Madde 49
(1) Süreli hapis cezası, kanunda aksi belirtilmeyen hallerde bir aydan az, yirmi yıldan fazla olamaz.
(2) Hükmedilen bir yıl veya daha az süreli hapis cezası, kısa süreli hapis cezasıdır.
Madde Gerekçesi
Madde metninde süreli hapis cezasının alt ve üst sınırları belirtilmiştir. Ancak, bir suç tarımına ilişkin kanuni düzenlemede bunun aksi kabul edilebilecektir. Buna göre, üst sınır kural olarak yirmi yıl olmakla birlikte, bir suç tanımına ilişkin kanuni düzenlemede bu sınırın üzerine çıkılabilmektedir. Diğer yandan, maddede hapis cezasının, kanunda ayrıca belli edilmeyen durumlarda alt sınırının bir ay olarak kabulü uygun görülmüştür.
İkinci fıkrada, kısa süreli hapis cezası tanımı yapılmıştır. Ancak, kısa süreli hapis cezasının süresinin üst sınırı, iki yıldan bir yıla indirilmiştir.
Kısa süreli hapis cezasına seçenek yaptırımlar – Madde 50
(1) Kısa süreli hapis cezası, suçlunun kişiliğine, sosyal ve ekonomik durumuna, yargılama sürecinde duyduğu pişmanlığa ve suçun işlenmesindeki özelliklere göre;
a) Adlî para cezasına,
b) Mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle, tamamen giderilmesine,
c) En az iki yıl süreyle, bir meslek veya sanat edinmeyi sağlamak amacıyla, gerektiğinde barınma imkanı da bulunan bir eğitim kurumuna devam etmeye,
d) Mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle, belirli yerlere gitmekten veya belirli etkinlikleri yapmaktan yasaklanmaya,
e) Sağladığı hak ve yetkiler kötüye kullanılmak suretiyle veya gerektirdiği dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranılarak suç işlenmiş olması durumunda; mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle, ilgili ehliyet ve ruhsat belgelerinin geri alınmasına, belli bir meslek ve sanatı yapmaktan yasaklanmaya,
f) Mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle ve gönüllü olmak koşuluyla kamuya yararlı bir işte çalıştırılmaya,
çevrilebilir.
(2) Suç tanımında hapis cezası ile adlî para cezasının seçenek olarak öngörüldüğü hallerde, hapis cezasına hükmedilmişse; bu ceza artık adlî para cezasına çevrilmez.
(3) Daha önce hapis cezasına mahkûm edilmemiş olmak koşuluyla, mahkûm olunan otuz gün ve daha az süreli hapis cezası ile fiili işlediği tarihte onsekiz yaşını doldurmamış veya altmışbeş yaşını bitirmiş bulunanların mahkûm edildiği bir yıl veya daha az süreli hapis cezası, birinci fıkrada yazılı seçenek yaptırımlardan birine çevrilir.
(4) Taksirli suçlardan dolayı hükmolunan hapis cezası uzun süreli de olsa; bu ceza, diğer koşulların varlığı halinde, birinci fıkranın (a) bendine göre adlî para cezasına çevrilebilir. Ancak, bu hüküm, bilinçli taksir halinde uygulanmaz.
(5) Uygulamada asıl mahkûmiyet, bu madde hükümlerine göre çevrilen adlî para cezası veya tedbirdir.
(6) Hüküm kesinleştikten sonra Cumhuriyet savcılığınca yapılan tebligata rağmen otuz gün içinde seçenek tedbirin gereklerinin yerine getirilmesine başlanmaması veya başlanıp da devam edilmemesi halinde, infaz hâkimliği kısa süreli hapis cezasının tamamen veya kısmen infazına karar verir ve bu karar derhal infaz edilir. Bu durumda, beşinci fıkra hükmü uygulanmaz.
(7) Hükmedilen seçenek tedbirin hükümlünün elinde olmayan nedenlerle yerine getirilememesi durumunda, infaz hâkimliğince tedbir değiştirilir.
Madde Gerekçesi
Belli bir süreyle hapis cezasına mahkûm olmak, cezanın uyarı fonksiyonunu ve kişinin etkin pişmanlık duymasını sağlayabilir. Kişi, gördüğü eğitim, yaşadığı sosyal çevre, psişik ve ahlakî eğilimleri itibarıyla tesadüfi suçlu özelliği taşıyabilir. Bu kişilerin mahkûm oldukları cezanın infaz kurumunda çektirilmesi toplum barışı açısından bir zorunluluk göstermeyebilir. Ayrıca, kısa süreli hapis cezalarının infaz kurumunda çektirilmesinin doğurduğu sakıncalar nedeniyle, kısa süreli hapis cezasına mahkûm olan kişinin infaz kurumuna girmesini önleyecek seçenek yaptırımlara hükmedilmesi gerekebilir.
Hakkında seçenek yaptırımlardan birine hükmedilen kişinin bu yaptırımın gereklerine uygun hareket etmesi durumunda, bu ceza infaz edilmeyecek ve kişi açısından bu cezaya mahkûmiyete bağlı hukukî sonuçlar doğmayacaktır.
Ancak, Tasarının 64. maddesinde benimsenen seçenek yaptırımlar esas itibarıyla korunmakla birlikte, bunlara yeni bazı seçenekler eklenmiş ve bunun yanında söz konusu yaptırımların etkin biçimde uygulanmasına yönelik ilave düzenlemelerde bulunulmuştur. Nitekim, kamunun uğradığı zararın giderilmesi, özellikle bir meslek veya sanat edinmeyi sağlamak amacıyla, barınma imkânı da bulunan bir eğitim kurumuna devam etme gibi yeni seçenek yaptırımlara yer verilmiştir.
Getirilen diğer bir yenilikle; ehliyet ve ruhsat belgelerinin geri alınması ile belli bir meslek ve sanatı yapmaktan yasaklama seçenek yaptırımlarına başvurulabilmesi, bunların sağladığı hak ve yetkilerin kötüye kullanılması veya gerektirdiği dikkat özen yükümlülüğüne aykırı davranılması koşuluna bağlanmıştır. Böylece, ancak suçun ehliyet ve ruhsatla ya da meslek ve sanatın icrasıyla bağlantılı olması hâlinde, ehliyet ve ruhsatların geri alınması ya da meslek ve sanatın yasaklanması yaptırımına hükmedilebilecektir.
Kısa süreli hapis cezasına mahkûm olan kişinin cezası, hâkim tarafından uygun görülmesi ve kendisinin de rızasının bulunması hâlinde kamuya yararlı bir işte çalıştırma tedbirine çevrilecektir. Hükümlünün çalışacağı kurumda kadrolu olması ve bir ücret alması da söz konusu değildir. Kısa süreli hapis cezasını gerektiren bir suçu işlemiş olan ve eğitim derecesi elverişli bulunan bir kişinin örneğin okuma yazma öğreten bir kursta öğretici olarak görev yapmasına karar verilmesi, bu seçenek yaptırıma örnek olarak gösterilebilir. Doğal olarak, bu tedbirin uygulanma usulü ayrı bir tüzük veya yönetmelikte belirlenecektir.
İkinci fıkrada, bir kanun maddesinde hapis cezası ile adli para cezasından birinin hâkimin takdirine göre seçimlik ceza olarak uygulanabileceği belirtilmiş ve hâkim, takdirini kullanarak hapis cezasına hükmetmiş ise artık bu cezayı, maddenin birinci fıkrasını uygulamak suretiyle, adli para cezasına çeviremeyeceği açıklanmıştır.
Maddenin üçüncü fıkrasında, kısa süreli hapis cezasının adli para cezası veya diğer seçenek tedbirlerden birine çevrilmesi açısından mahkemenin takdir yetkisinin olmadığı hâller belirlenmiştir. Bu hâllerde, mahkeme kısa süreli hapis cezasını adli para cezasına veya diğer seçenek tedbirlerden birine çevirecektir. Bunun, için kişinin daha önce hapis cezasına mahkûm edilmemiş olması ve hükmolunan hapis cezasının otuz günden fazla olmaması gerekir. Keza, daha önce hapis cezasına mahkûm edilmemiş olmak koşuluyla, fiili işlediği tarihte onsekiz yaşını doldurmamış veya altmışbeş yaşını bitirmiş bulunanların mahkûm edildiği bir yıl veya daha az süreli hapis cezası, birinci fıkrada yazılı seçenek yaptırımlardan birine çevrilir.
Dördüncü fıkrada, taksirli suçlardan dolayı hükmolunan hapis cezası uzun süreli olsa da fail hakkında birinci fıkranın (a) bendinin uygulanabileceği belirtilmiştir. Ancak bu hükmün “bilinçli taksir” hâlinde uygulanamayacağı açıklanmıştır.
Maddenin beşinci fıkrasında, hapis cezasının adli para cezasına veya tedbire çevrilmesindeki esas amaç göz önünde tutularak, asıl mahkûmiyetin artık çevrilen adli para cezası veya tedbir olduğu belirtilmiş, böylece, gerek cezanın ertelenmesi gerek tekerrür açılarından hürriyeti bağlayıcı cezanın yerine verilmiş olan para cezasına veya tedbire itibar olunması sağlanmıştır.
Altıncı fıkrada, kısa süreli hapis cezası yerine hükmolunan adli para cezasının veya tedbirin gereklerinin yerine getirilmemesinin hukukî sonuçları düzenlenmiştir. Buna göre, hüküm kesinleştikten sonra Cumhuriyet savcılığınca yapılan tebligata rağmen otuz gün içinde seçenek yaptırımın gereklerinin yerine getirilmesine başlanmaması veya başlanıp da devam edilmemesi hâlinde, hükmü veren mahkeme kısa süreli hapis cezasının tamamen veya kısmen infazına karar verir ve bu karar derhâl infaz edilir. Bu durumda, uygulamada kısa süreli hapis cezası esas alınacaktır.
Yedinci fıkrada ise, hükmolunan tedbire riayet etmek olanaksızlığının meydana çıkması hâlinde mahkemeye, bunun yerine başka bir tedbire karar vermek yetkisinin tanınması uygun görülmüştür.
Kısa Süreli Hapis Cezasının Adli Para Cezasına veya Seçenek Yaptırımlara Çevrilmesi
Yargıtay Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2017/457 Karar No: 2017/425 K. Tarihi: 24.10.2017
Özet: Sanığın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 179/3. maddesi yollaması ile aynı Kanun’un 179/2 ve 62. maddeleri uyarınca 25 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin Yerel Mahkeme hükmünde, kısa süreli hapis cezasının TCK’nın 50/3. maddesine göre 1. fıkrada sayılan seçenek yaptırımlardan birine çevrilmesi gerektiğinin gözetilmemesi hukuka aykırıdır.
İçtihat Metni
Yargıtay Dairesi: 12. Ceza Dairesi
Trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçundan sanık …’ın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 179/3. maddesi yollamasıyla aynı Kanunun 179/2 ve 62. maddeleri uyarınca 25 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231/5. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin, Çine Sulh Ceza Mahkemesince verilen 19.07.2012 gün ve 97-465 sayılı karara Cumhuriyet savcısı tarafından itiraz edilmesi üzerine, Çine Asliye Ceza Mahkemesince 17.10.2012 gün ve 278 sayı ile itirazın kabulüne ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin kararın kaldırılmasına karar verilmiş, bunun üzerine Çine Sulh Ceza Mahkemesince 08.11.2012 gün ve 379-644 sayı ile; sanığın TCK’nın 179/3. maddesi yollamasıyla aynı Kanunun 179/2, 62 ve 51. maddeleri gereğince 25 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve ertelemeye karar verilmiş, hükmün Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 16.12.2013 gün ve 9750-29180 sayı ile;
“…Diğer temyiz itirazlarının reddine, ancak;
Sanığın trafik güvenliğini tehlikeye sokma olarak tespit edilen eyleminden dolayı 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 179/3, 62/1 ve 51/1-3. maddeleri gereğince 25 gün hapis cezası ile cezalandırılıp bu cezanın ertelenmesine hükmedilmiş ise de; suçun işlendiği tarih itibarıyla evvelce hapis cezasına ilişkin hükümlülüğü bulunmayan sanık hakkında, tayin olunan kısa süreli hapis cezasının, TCK’nın 50/3. Maddesindeki “Daha önce hapis cezasına mahkûm edilmemiş olmak koşuluyla, mahkûm olunan otuz gün ve daha az süreli hapis cezası ile fiili işlediği tarihte onsekiz yaşını doldurmamış veya altmışbeş yaşını bitirmiş bulunanların mahkûm edildiği bir yıl veya daha az süreli hapis cezası, birinci fıkrada yazılı seçenek yaptırımlardan birine çevrilir.” hükmü uyarınca aynı maddenin 1. fıkrasında yazılı seçenek yaptırımlardan birine çevrilmesi gerektiğinin gözetilmemesi”
isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Direnme Kararı
Yerel mahkeme ise 13.03.2014 gün ve 69-113 sayı ile;
“… 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 50/1. Maddesinde; sanığın mahkûm olunan hapis cezasının suçlunun kişiliğine, sosyal ve ekonomik durumuna, yargılama sürecinde duyduğu pişmanlığa ve suçun işlenmesindeki özelliklere göre;
a) Adli para cezasına,
b) Mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade, suçtan önceki hâle getirme veya tazmin suretiyle, tamamen giderilmesine,
c) En az iki yıl süreyle, bir meslek veya sanat edinmeyi sağlamak amacıyla, gerektiğinde barınma imkânı da bulunan bir eğitim kurumuna devam etmeye,
d) Mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle, belirli yerlere gitmekten veya belirli etkinlikleri yapmaktan yasaklanmaya,
e) Sağladığı hak ve yetkiler kötüye kullanılmak suretiyle veya gerektirdiği dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranılarak suç işlenmiş olması durumunda; mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle, ilgili ehliyet ve ruhsat belgelerinin geri alınmasına, belli bir meslek ve sanatı yapmaktan yasaklanmaya,
f) Mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle ve gönüllü olmak koşuluyla kamuya yararlı bir işte çalıştırılmaya,
çevrilebileceği düzenlenmiştir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 50/3. maddesinde daha önce hapis cezasına mahkûm edilmemiş olmak koşuluyla, mahkûm olunan otuz gün ve daha az süreli hapis cezası ile fiili işlediği tarihte 18 yaşını doldurmamış veya 65 yaşını bitirmiş bulunanların mahkûm edildiği bir yıl veya daha az süreli hapis cezasının Türk Ceza Kanunu’nun 50/1. maddesinde düzenlenen seçenek yaptırımlardan birine çevrileceği düzenlenmiştir.
Aynı Kanunun 51/1. maddesinde de daha önce kasıtlı bir suçtan dolayı üç aydan fazla hapis cezasına mahkûm olmamış olmak ve suçu işledikten sonra yargılama sürecinde gösterdiği pişmanlık dolayısıyla tekrar suç işlemeyeceği konusunda mahkemede bir kanaatin oluşması koşuluyla mahkûm olunan iki yıl veya daha az süreli hapis cezasının ertelenebileceği düzenlenmiştir.
Dikkat edilmelidir ki 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 231/5. maddesinde düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu gibi Türk Ceza Kanunu’nun 50. maddesinde düzenlenen seçenek yaptırımlara çevirme ve aynı Kanunun 51. maddesinde düzenlenen erteleme de bütünüyle sanık lehine getirilmiş düzenlemelerdir. Duruşmada sanık veya müdafii tarafından dile getirilen lehe hükümlerin uygulanması şeklindeki talebin bu kurumların uygulanmasını da kapsadığı tartışmasızdır. Yargıtayın yerleşik içtihatlarında da bu husus açıkça belirtilmektedir.
Sanık müdafiinin son celsedeki lehe hükümlerin uygulanmasına ilişkin isteği 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 50. maddesinde düzenlenen hapis cezasının seçenek yaptırımlara çevrilmesi ve TCK’nın 51. maddesinde düzenlenen erteleme hükümlerinin uygulanması talebini de kapsadığı hâlde, bu konuda olumlu ya da olumsuz bir karar verilmemesi… (Yargıtay 8. C.D. 30.04.2012 gün ve 13155-14552)”
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231/7. maddesinde açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümde, mahkûm olunan hapis cezasının ertelenemeyeceği ve kısa süreli olması durumunda seçenek yaptırımlara çevrilemeyeceği düzenlenmiştir.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 231/7. maddesinde yer alan düzenlemeden hükmün açıklanmasının geri bırakılması, erteleme ve seçenek yaptırımlara çevirme tedbirlerinin bir arada uygulanamayacağı, bu kurumlardan sadece birinin uygulanabileceği anlaşılmaktadır. Bu durumda öncelikle sanığın daha lehine hükümler içeren kurumun uygulanıp uygulanmayacağının tartışılması, bu kurumun uygulanmaması durumunda daha az lehe hükümler içeren kurumların tartışılması gerekmektedir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 50/3. maddesinde yer alan düzenleme, hükmolunan cezanın belirlenen miktarın altında kalması durumunda ve kanunun aradığı diğer koşulların da bulunması durumunda mutlak surette uygulanması gereken bir hüküm niteliğinde değil, sanığın daha lehine olan bir hüküm uygulanmamış olduğu durumlarda en son uygulanması gereken bir hükümdür. Aksinin kabulü, sadece hükmolunan cezanın kısa süreli olması nedeniyle hükmün açıklanmasının geri bırakılması yoluna gidilememesi anlamına gelecektir. Bu da otuz günden daha fazla hapis cezasına mahkûm olan sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması hükümleri uygulanabilirken daha az ceza gerektiren, daha hafif nitelikte bir suç işleyen sanığın hükmün açıklanmasının geri bırakılması hükümlerinden faydalanamaması sonucunu doğuracaktır.
Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 23.10.2013 gün ve 14060-10100 sayılı ilamında yer alan;
“Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 03.06.2008 gün ve 149-163; 13.11.2007 gün ve 171-235 sayılı kararlarında da belirtildiği üzere, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilip verilmeyeceğinin 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 231/5-6. maddesindeki şartlar gözetilmek suretiyle seçenek yaptırımlara çevirme ve erteleme gibi diğer kişiselleştirme nedenlerinden önce hâkim tarafından değerlendirilmesinin zorunlu olduğu, adli sicil kaydı bulunmayan ve lehine 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 51 ve 62. maddeleri uyarınca takdiri indirim ile erteleme hükümleri uygulanan sanık hakkında CMK’nın 231/6. bendinde öngörülen nesnel ve öznel koşulların bulunup bulunmadığı değerlendirilerek hükümlerin açıklanmasının geri bırakılıp bırakılmayacağı hususunun karar yerinde tartışılmaması…”
şeklindeki ifadeden de açıkça anlaşılacağı üzere sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün ertelenmesi ve seçenek yaptırımlara çevrilmesi için gerekli tüm koşullar bulunsa bile öncelikle daha lehe olan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun uygulanma koşullarının bulunup bulunmadığı değerlendirilmeli ve koşulların bulunması durumunda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilip verilmeyeceği tartışılmalıdır.
Buna göre sanık hakkında hükmolunan hapis cezasının otuz günün altında kalması durumunda da 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 50/3. maddesinin mutlak surette uygulanması yoluna gidilmeyip öncelikle hükmün açıklanmasının geri bırakılması hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının tartışılması gerektiği şüphesizdir.
Yargıtay 13. Ceza Dairesinin 16.03.2012 gün ve 31503-6152 sayılı ilamında yer alan;
“…sanığın suç tarihinde 18 yaşını doldurmamış olması nedeniyle koşulları oluşan cezasına ilişkin suçlar bakımından zorunlu seçenek yaptırım uygulanmasına gidildiği, bu yaptırımın uygulanması hâlinde ise 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 231/7. maddesi gözetildiğinde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemeyeceğine dair yasal ve yeterli olmayan gerekçe ile yazılı şekilde karar verilmesi…”
şeklindeki ifade de bu hususu açıkça ortaya koymaktadır.
Yapılan açıklamalardan da açıkça anlaşılmaktadır ki; daha evvel hapis cezasına mahkûm edilmemiş olan sanık hakkında otuz gün veya daha kısa süreli hapis cezasına hükmolunması durumunda 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 50/3. maddesinin uygulanması mutlak surette zorunlu değildir. Öncelikle sanığın daha lehine hükümler içeren kurumların uygulanıp uygulanmayacağı tartışılmalı, sanığın daha lehine olan başkaca bir hükmün uygulanmamış olması durumunda bu madde hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağı tartışılmalıdır.
Somut olayda, sanığın adli sicil kaydında kasıtlı suçtan mahkûmiyet bulunması nedeniyle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemeyeceği şüphesizdir. Bu durumda 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 51. maddesinde düzenlenen erteleme kurumunun aynı Kanunun 50. maddesinde düzenlenen seçenek yaptırımlara çevirme kurumundan önce uygulanmasının mümkün olup olmadığının tespiti bakımından hangi kurumun daha lehe hükümler içerdiğinin belirlenmesi gereklidir.
Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 01.02.2012 gün ve 16-1684 karar sayılı ilamında;
“Sanık hakkında, 16.03.2006 tarihinde mahkemece 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 85/1, 62, 51 ve 53/6. maddeleri gereğince hükmedilen hapis cezasının ertelendiği, söz konusu kararın sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 13.03.2008 gün ve 5349-1477 sayılı ilamı ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesinin değerlendirilmesi için bozulduğu ancak mahkemece bu kez sanık aleyhine sonuç doğuracak şekilde ve ilk hükümde cezanın ertelenmesine karar verildiği gözetilmeksizin bu kez TCK’nın 85/1, 62 ve 53/6. maddeleri gereğince hükmedilen hapis cezasının 50/1-a maddesi uyarınca para cezasına hükmedilmesi kanuna aykırı olup…”
denilmek suretiyle adli para cezasına çevirmenin ertelemeye göre sanığın aleyhine olduğu belirtilmiştir. Mahkememizin görüşü de bu doğrultudadır. Zira ertelemede sanığa yüklenen bir yükümlülük söz konusu değilken, adli para cezasına çevirme durumunda sanığa belirlenen miktarı ödeme yükümlülüğü getirilmektedir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 50. maddesinin b, c, f bentlerinde yer alan tedbirlere çevirme durumunda da aynı şekilde sanığa bazı somut yükümlülükler yüklenmektedir. Maddenin d ve e bentlerinde düzenlenen tedbirlere çevirme durumunda ise sanığın bazı eylemleri yapmaktan veya bazı yerlere gitmekten veya belli bir meslek ve sanatı yapmaktan yasaklanması, alıkonulması yükümlülükleri söz konusudur. Şüphesiz ki tedbir kapsamında yasaklanan bu faaliyetler kanunda suç olarak tanımlanmamış faaliyetlerdir. Zira suç olarak tanımlanan eylemlerin gerçekleştirilmesi sadece denetim altındayken değil her durumda yasaktır. Sanığın denetim süresi boyunca suç teşkil etmeyen bazı eylemleri gerçekleştirmekten alıkonulması suretiyle işlediği suç nedeniyle bir yaptırım olarak özgürlüğü kısıtlanmakta, hareket alanı daraltılmaktadır. Ertelemede ise sanığa herhangi bir yükümlülük getirilmemekte, sadece mahkemece öngörülen denetim süresinin suç işlemeden geçirilmesi yeterli olmaktadır. Denetim süresinin suç işlemeden geçirilmesinin hürriyetin kısıtlanması anlamına gelmeyeceği şüphesizdir. Zira kişinin suç işlemek şeklinde bir hürriyeti söz konusu değildir. Bu durumda sanık için herhangi bir yükümlülük öngörülmeyen ertelemenin seçenek yaptırımlara çevirmeye göre daha lehe olduğu kabul edilmelidir.
Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 50. maddesinde düzenlenen seçenek yaptırımlara çevirme ve aynı Kanunun 51. maddesinde düzenlenen ertelemenin sanık lehine getirilmiş düzenlemeler olması, 50/3. maddesinin mutlak surette uygulanması gereken bir madde olmayıp daha lehe olan bir madde uygulanmadığı takdirde uygulanması gereken bir madde olması ve sanığa herhangi bir yükümlülük yüklemeyen ertelemenin seçenek yaptırımlara çevirmeye göre daha lehe bir düzenleme olması karşısında sanık lehine düzenlenen 50/3. maddesinin sanık aleyhine uygulanmasına sebebiyet verecek şekilde yorumlanması anlamına gelen erteleme kararı verilemeyeceği şeklindeki görüşe mahkememizce iştirak edilmemiştir”
gerekçesiyle ilk hükümde direnmiştir.
Direnme hükmünün Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 01.07.2014 gün ve 154280 sayılı “bozma” istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca 07.12.2016 gün ve 473-780 sayı ile; 6763 sayılı Kanunun 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanuna eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 12. Ceza Dairesince 15.03.2017 gün ve 95-2011 sayı ile, direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; suç tarihinden önce hapis cezasına mahkûm edilmemiş sanık hakkında tayin edilen 25 gün hapis cezasının 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 50/3. maddesi gereğince seçenek yaptırıma çevrilmesinin zorunlu olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Otuz beş yaşındaki sanığın, 29.02.2012 tarihinde 243 promil alkollü şekilde sevk ve idaresindeki motosiklet ile seyrederken trafik kazasına karıştığı,
Adli sicil kaydına göre sanığın … Sulh Ceza Mahkemesinin 22.01.2009 gün ve … sayılı kararı ile TCK’nın 86/2, 29, 62 ve 52/1. maddeleri uyarınca 360 Lira adli para cezasından ibaret mahkûmiyetinin bulunduğu, bu hükmün 13.05.2009 tarihinde kesinleşip 23.10.2009 tarihinde infaz edildiği, başkaca mahkûmiyetinin bulunmadığı,
Anlaşılmıştır.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun “Kısa süreli hapis cezasına seçenek yaptırımlar“ başlıklı 50. maddesinin birinci fıkrasında yer alan düzenlemeye göre;
“Kısa süreli hapis cezası, suçlunun kişiliğine, sosyal ve ekonomik durumuna, yargılama sürecinde duyduğu pişmanlığa ve suçun işlenmesindeki özelliklere göre;
a) Adlî para cezasına,
b) Mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade, suçtan önceki hâle getirme veya tazmin suretiyle, tamamen giderilmesine,
c) En az iki yıl süreyle, bir meslek veya sanat edinmeyi sağlamak amacıyla, gerektiğinde barınma imkânı da bulunan bir eğitim kurumuna devam etmeye,
d) Mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle, belirli yerlere gitmekten veya belirli etkinlikleri yapmaktan yasaklanmaya,
e) Sağladığı hak ve yetkiler kötüye kullanılmak suretiyle veya gerektirdiği dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranılarak suç işlenmiş olması durumunda; mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle, ilgili ehliyet ve ruhsat belgelerinin geri alınmasına, belli bir meslek ve sanatı yapmaktan yasaklanmaya,
f) Mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle ve gönüllü olmak koşuluyla kamuya yararlı bir işte çalıştırılmaya,
çevrilebilir.”
Aynı maddenin 3. fıkrasında yer alan düzenlemeye göre;
“Daha önce hapis cezasına mahkûm edilmemiş olmak koşuluyla, mahkûm olunan otuz gün ve daha az süreli hapis cezası ile fiili işlediği tarihte onsekiz yaşını doldurmamış veya altmışbeş yaşını bitirmiş bulunanların mahkûm edildiği bir yıl veya daha az süreli hapis cezası, birinci fıkrada yazılı seçenek yaptırımlardan birine çevrilir.”
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 50/3. maddesi ile daha önce hapis cezasına mahkûm edilmemiş olmak koşuluyla, mahkûm olunan otuz gün ve daha az süreli hapis cezasının, aynı maddenin 1. fıkrasındaki seçenek yaptırımlardan birine çevrilmesi zorunlu kılınmış, herhangi bir takdire bağlanmamıştır. Bu nedenle, maddede yazılı şartların oluşması hâlinde başka herhangi bir değerlendirme yapılmadan, özgürlüğü bağlayıcı ceza seçenek yaptırımlardan birisine dönüştürülmelidir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanığın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 179/3. maddesi yollaması ile aynı Kanunun 179/2 ve 62. maddeleri uyarınca 25 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin yerel mahkeme hükmünde, kısa süreli hapis cezasının TCK’nın 50/3. maddesine göre 1. fıkrada sayılan seçenek yaptırımlardan birine çevrilmesi gerektiğinin gözetilmemesi hukuka aykırıdır.
Bu itibarla, yerel mahkeme direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
Seçenek Yaptırımlara Çevrilmesi Talep Edilen Kısa Süreli Hapis Cezasının Ertelenmesine Karar Verilebilir mi
Yargıtay Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2017/682 Karar No: 2018/473
Kararı Veren Yargıtay Dairesi: 18. Ceza Dairesi
Mahkemesi: Asliye Ceza Mahkemesi
Özet: Sanık müdafisinin mahkûmiyet kararı verilmesi hâlinde, hükmolunacak hapis cezasının paraya çevrilmesini talep etmesine rağmen Yerel Mahkemece sanığın kişiliğine, sosyal ve ekonomik durumuna, yargılama sürecinde duyduğu pişmanlığa ve suçun işlenmesindeki özelliklere göre bir değerlendirme yapılarak, hükmolunan kısa süreli hapis cezasının 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 50/1-a maddesi uyarınca adli para cezası seçenek yaptırımına çevrilip çevrilmeyeceği hususunda bir değerlendirme yapılması gerekirken bu hususa ilişkin istemin kabul veya reddine dair dayanakların kararda gösterilmemesi suretiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 230/1-d maddesine muhalefet edildiği kabul edilmelidir.
İçtihat Metni
Görevi yaptırmamak için direnme suçundan sanık …’nın 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 265/1-3, 62 ve 51. maddeleri uyarınca 6 ay 20 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve ertelemeye ilişkin Ankara (Kapatılan) 27. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 11.03.2009 tarihli ve 1056-308 sayılı hükmün, sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 4. Ceza Dairesince 04.12.2012 tarih ve 18006-28733 sayı ile;
“1- Sanık müdafii 06.03.2009 tarihli dilekçesinde sanık hakkında verilecek hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesini istediği hâlde, bu konuda bir karar verilmemesi,
2- Sanık hakkında görevi yaptırmamak için direnme suçu nedeniyle temel ceza alt sınırdan tayin edilmesine karşın, TCK’nın 51/3. maddesi gereğince denetim süresinin gerekçe gösterilmeksizin alt sınırdan uzaklaşılarak 2 yıl olarak belirlenmesi”
isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
Direnme Kararı
Yerel Mahkeme ise 10.09.2013 tarih ve 675-1012 sayı ile;
“1- Sanık hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 51. maddesi uygulanarak ceza ertelenmiştir. Bu erteleme süresi içinde sanık yeniden kasti suç işlemeyerek hapse girme tehlikesini ortadan kaldırabilir ise de, cezanın paraya çevrilmesi hâlinde, günümüzün ekonomik koşullarında para cezasını ödeyemeyerek başlangıçta para cezası hapse çevrilebilir.
Türk Ceza Kanunu‘nun 50 ve 51. maddelerinin kriterleri birbirine çok yakındır. İkisi birlikte uygulanamamakta, birisi uygulanırken diğerinin uygulanmama gerekçesi çelişmektedir. ‘Sanığın para cezası talebi ile mahkeme bağlıdır’ da denemez. Kanun’da böyle bir zorunluluk, normlar önceliği yoktur. Bu nedenle mahkeme takdir hakkını kullanarak cezanın teciline karar vermiştir.
2- 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 51/3. maddesi ‘Cezası ertelenen hükümlü hakkında, bir yıldan az, üç yıldan fazla olmamak üzere, bir denetim süresi belirlenir. Bu sürenin alt sınırı, mahkûm olunan ceza süresinden az olamaz.‘ hükmünü taşımaktadır.
Kanun sadece alt had yönünden bir sınır koymuştur. Verilen ceza ile ilgili başkaca hiçbir sınır yoktur. Asıl cezanın alt hadden verilmesi hâlinde dahi, hâkim sanığın infaz ve ıslah süresini gözeterek, 1-3 yıl arası bir denetim süresi belirleyebilir. 1 ya da 2 yıl arasında bir denetim süresi belirlerken, bu süreler hakkında gerekçe gösterilmesi de mümkün değildir.”
gerekçesiyle direnerek, önceki hüküm gibi karar vermiştir.
Direnme kararına konu bu hükmün de Cumhuriyet savcısı ve sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 18.09.2015 tarihli ve 343002 sayılı “iade” istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca 14.12.2016 tarih ve 779-1565 sayı ile; 6763 sayılı Kanun’un 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanun’a eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, Yargıtay 4. Ceza Dairesince 26.01.2017 tarih ve 365-2971 sayı ile görevsizlik kararı verilerek dosyanın gönderildiği Yargıtay 18. Ceza Dairesince 11.04.2017 tarih ve 1227-4075 sayı ile, hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesi talebi konusunda yerel mahkemece değerlendirme yapılmasının gerekmediğine dair direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanık … hakkında görevi yaptırmamak için direnme suçundan verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin karar itiraz edilmeksizin kesinleşmiş olup direnmenin kapsamına göre inceleme, sanık … hakkında kurulan hükümle sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık müdafisinin sanık hakkında verilecek hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesini talep etmesi nedeniyle yerel mahkemece bu konuda değerlendirme yapılması gerekip gerekmediğinin belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Sanık hakkında görevi yaptırmamak için direnme suçundan kamu davası açıldığı, kovuşturma aşamasında sanık müdafisi tarafından sunulan 09.03.2009 havale tarihli dilekçe ile sanık hakkında hükmolunacak cezanın paraya çevrilmesi, ertelenmesi ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesinin talep edildiği, yapılan yargılama sonucunda sanığın aynı suçtan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 265/1-3, 62 ve 51. maddeleri uyarınca 6 ay 20 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına, ertelemeye ve adli sicil kaydına göre kasıtlı suçtan adli para cezasına ilişkin mahkûmiyeti nedeniyle hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar verildiği, ancak hükmolunan kısa süreli hapis cezasının seçenek yaptırımlara çevrilip çevrilmeyeceği hususunda değerlendirme yapılmadığı,
Sanık müdafisi tarafından temyiz edilen hükmün Özel Dairece; sanık müdafisinin sanık hakkında verilecek hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesini istediği hâlde, bu konuda bir karar verilmediği gerekçesiyle bozulmasından sonra Yerel Mahkemece;
“Sanık hakkında TCK’nın 51. maddesi uygulanarak cezası ertelenmiştir. Bu erteleme süresi içinde sanık yeniden kasti suç işlemeyerek hapse girme tehlikesini ortadan kaldırabilir ise de, cezanın paraya çevrilmesi hâlinde, günümüzün ekonomik koşullarında para cezasını ödeyemeyerek başlangıçta para cezası hapse çevrilebilir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 50 ve 51. maddelerinin kriterleri birbirine çok yakındır. İkisi birlikte uygulanamamakta, birisi uygulanırken diğerinin uygulanmama gerekçesi çelişmektedir. ‘Sanığın para cezası talebi ile mahkeme bağlıdır’ da denemez. Kanun’da böyle bir zorunluluk, normlar önceliği yoktur. Bu nedenle mahkeme takdir hakkını kullanarak cezasının teciline karar vermiştir.”
şeklindeki gerekçeyle direnme kararı verildiği anlaşılmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması“ başlıklı 141. maddesinin üçüncü fıkrası; “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.“ şeklinde düzenlenmiştir.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun “Kararların gerekçeli olması” başlıklı 34. maddesinin birinci fıkrasında yer alan düzenlemeye göre;
“Hâkim ve mahkemelerin her türlü kararı, karşı oy dahil, gerekçeli olarak yazılır. Gerekçenin yazımında 230. madde göz önünde bulundurulur. Kararların örneklerinde karşı oylar da gösterilir.”
Aynı Kanun’un “Hükmün gerekçesinde gösterilmesi gereken hususlar“ başlıklı 230. maddesinde yer alan düzenlemeye göre;
“(1) Mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde aşağıdaki hususlar gösterilir:
a) İddia ve savunmada ileri sürülen görüşler.
b) Delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi; bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi.
c) Ulaşılan kanaat, sanığın suç oluşturduğu sabit görülen fiili ve bunun nitelendirilmesi; bu hususta ileri sürülen istemleri de dikkate alarak, Türk Ceza Kanununun 61 ve 62. maddelerinde belirlenen sıra ve esaslara göre cezanın belirlenmesi; yine aynı Kanunun 53 ve devamı maddelerine göre, cezaya mahkûmiyet yerine veya cezanın yanı sıra uygulanacak güvenlik tedbirinin belirlenmesi.
d) Cezanın ertelenmesine, hapis cezasının adlî para cezasına veya tedbirlerden birine çevrilmesine veya ek güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına veya bu hususlara ilişkin istemlerin kabul veya reddine ait dayanaklar.
(2) Beraat hükmünün gerekçesinde, 223. maddenin ikinci fıkrasında belirtilen hallerden hangisine dayanıldığının gösterilmesi gerekir.
(3) Ceza verilmesine yer olmadığına dair kararın gerekçesinde, 223. maddenin üçüncü ve dördüncü fıkralarında belirtilen hallerden hangisine dayanıldığının gösterilmesi gerekir.
(4) Yukarıdaki fıkralarda belirtilen hükümlerin dışında başka bir karar veya hükmün verilmesi hâlinde bunun nedenleri gerekçede gösterilir.”
Aynı Kanun’un “Hükmün gerekçesi ve hüküm fıkrasının içereceği hususlar” başlıklı 232. maddesinde yer alan düzenlemeye göre;
“(1) Hükmün başına, ‘Türk Milleti adına’ verildiği yazılır.
(2) Hükmün başında;
a) Hükmü veren mahkemenin adı,
b) Hükmü veren mahkeme başkanının ve üyelerinin veya hâkimin, Cumhuriyet savcısının ve zabıt kâtibinin, katılanın, mağdurun, vekilinin, kanunî temsilcisinin ve müdafiin adı ve soyadı ile sanığın açık kimliği,
c) Beraat kararı dışında, suçun işlendiği yer, tarih ve zaman dilimi,
d) Sanığın gözaltında veya tutuklu kaldığı tarih ve süre ile halen tutuklu olup olmadığı,
Yazılır.
(3) Hükmün gerekçesi, tümüyle tutanağa geçirilmemişse açıklanmasından itibaren en geç onbeş gün içinde dava dosyasına konulur.
(4) Karar ve hükümler bunlara katılan hâkimler tarafından imzalanır.
(5) Hâkimlerden biri hükmü imza edemeyecek hâle gelirse, bunun nedeni mahkeme başkanı veya hükümde bulunan hâkimlerin en kıdemlisi tarafından hükmün altına yazılır.
(6) Hüküm fıkrasında, 223. maddeye göre verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme olanağının bulunup bulunmadığının, başvuru olanağı varsa süresi ve merciinin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmesi gerekir.
(7) Hükümlerin nüshaları ve özetleri mahkeme başkanı veya hâkim ile zabıt kâtibi tarafından imzalanır ve mühürlenir.”
Buna göre, Anayasa’nın 141. maddesi ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 34, 230 ve 232. maddeleri uyarınca mahkeme kararlarının karşı oy da dahil olmak üzere gerekçeli olarak yazılması zorunlu olup, hüküm; başlık, sorun, gerekçe ve sonuç (hüküm) bölümlerinden oluşmalıdır. “Başlık” bölümünde; hükmü veren mahkemenin adı, mahkeme başkanının ve üyelerinin veya hâkimin, Cumhuriyet savcısının, zabıt kâtibinin, katılanın, mağdurun, varsa vekilinin ve kanuni temsilcisinin adı ve soyadı, sanığın açık kimliği ile varsa müdafisinin adı ve soyadı, beraat kararı dışında suçun işlendiği yer, tarih ve zaman dilimi, sanığın gözaltında veya tutuklu kaldığı tarih ve süre ile hâlen tutuklu olup olmadığı belirtilmeli, “sorun” bölümünde; iddia ve savunmada ileri sürülen görüşler ortaya konulmalı, “gerekçe” kısmında; mevcut deliller tartışılıp değerlendirildikten sonra, hükme esas alınan ve reddedilen deliller belirlenmeli, delillerle sonuç arasındaki bağ üzerinde durularak, niçin bu sonuca ulaşıldığı anlatılmak suretiyle hukuki nitelendirmeye yer verilmeli ve sonuç bölümünde açıklanan uygulamaların dayanaklarına değinilmeli, “sonuç (hüküm)” kısmında ise; 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 230 ve 232. maddeleri uyarınca aynı Kanun’un 223. maddesine göre verilen kararın ne olduğu, Türk Ceza Kanunu’nun 61. ve 62. maddelerinde belirlenen sıra ve esaslara göre uygulanan kanun maddeleri ve hükmolunan ceza miktarı, yine aynı Kanun’un 53 ve devamı maddelerine göre, mahkûmiyet yerine veya cezanın yanı sıra uygulanacak güvenlik tedbiri, cezanın ertelenmesine, hapis cezasının adli para cezasına veya tedbirlerden birine çevrilmesine veya ek güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına veya bu hususlara ilişkin taleplerin kabul veya reddine ait dayanaklar, kanun yollarına başvurma ve tazminat talep etme imkanının bulunup bulunmadığı, kanun yoluna başvurma mümkün ise kanun yolunun ne olduğu, şekli, süresi ve mercii tereddüte yer vermeyecek biçimde açıkça gösterilmelidir.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözüme kavuşturulabilmesi açısından mahkeme kararlarının “gerekçe” bölümü üzerinde ayrıca durulması gerekmektedir.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 230. maddesi uyarınca, hükmün gerekçe bölümünde, suç oluşturduğu kabul edilen fiilin gösterilmesi, nitelendirilmesi ve sonuç (hüküm) bölümünde yer alan uygulamaların dayanaklarının gösterilmesi zorunludur. Gerekçe, hükmün dayanaklarının, akla, hukuka ve dosya muhtevasına uygun açıklamasıdır. Bu nedenle, gerekçe bölümünde hükme esas alınan veya reddedilen bilgi ve belgelerin belirtilmesi ve bunun dayanaklarının gösterilmesi, bu dayanakların da, geçerli, yeterli ve kanuni olması gerekmektedir. Kanuni, yeterli ve geçerli bir gerekçeye dayanılmadan karar verilmesi, kanun koyucunun amacına uygun düşmeyeceği gibi, uygulamada da keyfiliğe yol açacaktır. Bu itibarla keyfiliği önlemek, tarafları tatmin etmek, sağlıklı bir denetime imkân sağlamak bakımından, hükmün gerekçeli olmasında zorunluluk bulunmaktadır.
Öte yandan, hükmün gerekçeyi ihtiva etmemesi, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 289/1-g maddesi ve 1412 sayılı (mülga) CMUK’un 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 308. maddesinin yedinci fıkrası uyarınca hukuka kesin aykırılık hallerinden birini oluşturacaktır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM); bir yargılamada hak ve özgürlüklerin gerçek anlamda korunabilmesi için davaya bakan mahkemelerin, tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini etkili bir biçimde inceleme görevi olduğunu belirtmektedir. (Dulaurans/Fransa, B. No: 34553/97, 21/3/2000, § 33).
AİHM; mahkemelerin davaya yaklaşma yönteminin, başvurucuların iddialarına yanıt vermekten ve temel şikâyetlerini incelemekten kaçınmaya neden olduğunu tespit ettiği durumları, davanın hakkaniyete uygun bir biçimde incelenme hakkı yönünden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 6. maddesinin ihlâli olarak nitelendirmektedir. (Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/4/2007, §§ 84, 85).
AİHM ayrıca, derece mahkemelerinin, kararların yapısı ve içeriği ile ilgili olarak özellikle delillerin kabulü ve değerlendirilmesinde geniş bir takdir yetkisine sahip olduğunu pek çok kararında yinelemiştir (Van Mechelen ve diğerleri/Hollanda, B. No: 21363/93, 21364/93, 21427/93 ve 22056/93, 23/4/1997, § 50; Barbera Messegue ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6/12/1988, § 68). Bu bağlamda, temel hak ve özgürlüklerin ihlâli sonucunu doğuracak derecede ve keyfî olmadıkça belirli bir kanıt türünün (tanık beyanı, bilirkişi raporu veya uzman mütalaası) kabul edilebilir olup olmadığına, değerlendirme şekline veya aslında başvurucunun suçlu olup olmadığına karar vermenin ilk derece mahkemelerinin görevi olduğunu vurgulamaktadır (Garcia Ruiz/İspanya, B. No: 30544/96, 21/1/1996, § 28; S.N./İsveç, B. No: 34209/96, 2/7/2002, § 44).
AİHM; derece mahkemelerinin kendilerine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda olmamakla birlikte somut davanın özelliğine göre esas sorunları incelemiş olduğunun, açık ya da zımni anlaşılabilir bir şekilde gerekçeli kararında yer almasına önem vermektedir (Boldea/Romanya, B. No: 19997/02, 15/2/2007, § 30; Hiro Balani/İspanya, B. No: 18064/91, 9/12/1994, § 27). Zira mahkemelerin, tarafların temyiz hakkını kullanabilmeleri için gerekli olan “kararlarını hukuken geçerli hangi temele dayandırdıklarını yeterince açıklama” yükümlülüğü altında bulunduklarını belirtmektedir (Hadjıanastassıou/Yunanistan, B. No: 12945/87, 16/12/1992, § 33).
Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamakta; tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda, kendi adlarına verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de gerekli olmaktadır (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31, 34).
Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde, davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve diğerleri, § 35).
Aksi bir tutumla mahkemenin, davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında “ilgili ve yeterli bir yanıt” vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmış olması hak ihlâline neden olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri, § 39).
Nitekim Anayasa Mahkemesi’nin 25.05.2017 tarihli ve 11798 sayılı kararında da aynı hususlar vurgulanmıştır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanığın görevi yaptırmamak için direnme suçundan mahkûmiyetine ilişkin hükümde; sanık müdafisinin sanık hakkında mahkûmiyet kararı verilmesi hâlinde, hükmolunacak hapis cezasının paraya çevrilmesini talep etmesine rağmen Yerel Mahkemece savunmada ileri sürülen görüşlerin gösterilmeyerek 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 230. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine muhalefet edildiği, sanık müdafisinin söz konusu talebi karşısında, sanığın kişiliğine, sosyal ve ekonomik durumuna, yargılama sürecinde duyduğu pişmanlığa ve suçun işlenmesindeki özelliklere göre bir değerlendirme yapılarak, hükmolunan kısa süreli hapis cezasının 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 50. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca adli para cezası seçenek yaptırımına çevrilip çevrilmeyeceği hususunda bir değerlendirme yapılması gerekirken bu hususa ilişkin istemin kabul veya reddine dair dayanakların kararda gösterilmemesi suretiyle CMK’nın 230. maddesinin birinci fıkrasının (d) bendine muhalefet edildiği anlaşıldığından; direnme kararına konu hükmün, Anayasa’nın 141. maddesi ve CMK’nın 34, 230 ve 232. maddelerinde öngörülen şekilde kanuni ve yeterli gerekçeyi içermediği, dolayısıyla Yerel Mahkemece 1412 sayılı (mülga) CMUK’un 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 308. maddesinin yedinci fıkrasına muhalefet edildiği kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yerel Mahkemenin direnme kararına konu hükmünün, Anayasa’nın 141. maddesi ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 34, 230 ve 232. maddelerinde öngörülen şekilde kanuni ve yeterli gerekçeyi içermemesi isabetsizliğinden 1412 sayılı (mülga) CMUK’un 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi gereği karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 308. maddesinin yedinci fıkrası uyarınca diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.
Kayseri Ceza Avukatı
Alanında yetkin Kayseri ceza avukatı kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz; ceza yargılamalarında savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek taraflara avukatlık ve hukuki danışmanlık hizmeti vermektedir.
Ceza davalarında gerekli başvuru veya itirazların zamanında ve usulüne uygun yapılması açısından alanında uzman bir Kayseri ceza avukatı veya ağır ceza avukatından hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Yargılama sırasında herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için güncel mevzuat ve Yargıtay kararlarının takip edilmesi önem arz etmektedir.
Alanında yetkin Kayseri Avukat kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz, savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde taraflara hukuki yardım sunmaktadır. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde herhangi bir mağduriyete veya hak kaybına uğramamak için gerekli başvuruların zamanında ve usulüne uygun yapılması büyük önem arz etmektedir. Bu süreçte, alanında uzman bir avukattan hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Zülküf Arslan Hukuk Bürosu olarak; Yalçınkaya Kararı başta olmak üzere AİHM kararlarının Türkçe çevirilerini yapan Eski AİHM Hukukçusu Dr. Orhan Arslan koordinatörlüğünde müvekkillerimize Anayasa Mahkemesi ve AİHM başvurusunun yanı sıra emsal AYM ve AİHM Kararları çerçevesinde yeniden yargılama başvurusu hususunda da hukuki destek vermekteyiz.
Kayseri ceza avukatı veya Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’ne başvuru yapmak ve süreci takip etmek için bir avukat arıyorsanız 15 yılı aşkın deneyimi ile avukat kadromuzdan dava süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile başvuru ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz.