Elektrik Enerjisi Hakkında Hırsızlık Suçu
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu
Karşılıksız yararlanma – Madde 163
(1) Otomatlar aracılığı ile sunulan ve bedeli ödendiği takdirde yararlanılabilen bir hizmetten ödeme yapmadan yararlanan kişi, iki aydan altı aya kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.
(2) Telefon hatları ile frekanslarından veya elektromanyetik dalgalarla yapılan şifreli veya şifresiz yayınlardan sahibinin veya zilyedinin rızası olmadan yararlanan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.
(3) Abonelik esasına göre yararlanılabilen elektrik enerjisinin, suyun veya doğal gazın sahibinin rızası olmaksızın ve tüketim miktarının belirlenmesini engelleyecek şekilde tüketilmesi halinde kişi hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
Madde Gerekçesi
Madde metninde karşılıksız yararlanma suçu tanımlanmıştır. Otomatlar aracılığı ile sunulan ve bedeli ödendiği takdirde yararlanılabilen bir hizmetten ödeme yapmadan yararlanmak, karşılıksız yararlanma suçunu oluşturmaktadır. Otomatlar aracılığı ile satışa sunulan hizmetlerden, otomatın teknik işleyişini devre dışı bırakan müdahalelerle, bedeli ödenmeksizin yararlanılması durumunda, ortada bir taşınabilir mal bulunmadığı için, hırsızlık suçu oluşmayacaktır. Örneğin, toplu taşım sistemlerinde yolcuların geçişlerini kontrol eden otomatlara müdahale edilmek suretiyle ücret ödenmeksizin yolculuk yapılması durumunda, karşılıksız yararlanma suçunun oluştuğunu kabul etmek gerekir. Burada, bir hilenin varlığından söz edilemez. Çünkü bu durumda herhangi bir kişi aldatılmamaktadır. Yapılan müdahale ile bir otomatın teknik işleyişinin devre dışı bırakılması durumunda, bir hilenin varlığından söz edilemez. Çünkü, dolandırıcılık suçu açısından hilenin varlığı için muhatabın mutlaka insan olması gerekir.
Keza, başkasına ya da kamuya ait telefon şebekesinden bedeli ödenmeksizin ve hukuk dışı yollarla yararlanılması durumunda, hırsızlık suçu oluşmaz. Çünkü, ortada taşınabilir bir mal yoktur. Başkasına ya da kamuya ait telefon şebekesinden bedeli ödenmeksizin ve hukuk dışı yollarla yararlanılması fiili, karşılıksız yararlanmanın tipik bir örneğini oluşturmaktadır.
Kamu veya özel kuruluşlarca kurulmuş bulunan telli ve telsiz telefon hatları ile sistemlerinden veya elektromanyetik dalgalar yolu ile şifreli veya şifresiz yayın yapan televizyon yayınlarından sahiplerinin veya zilyetlerinin rızası olmadan yararlanılması durumunda da bu suç oluşur. Bu durumlarda bir mal söz konusu olmadığı için hırsızlık suçunun oluştuğundan söz edilemez.
(3. Fıkra Değişikliği: 6352 s. Kanun md.83) 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun karşılıksız yararlanma başlıklı 163 maddesine yeni bir fıkra eklenmek suretiyle esas itibarıyla karşılıksız yararlanma kapsamında değerlendirilmesi gereken ve abonelik esasına göre yararlanılabilen elektrik enerjisinin, suyun veya doğalgazın sahibinin rızası olmaksızın tüketilmesi eylemleri de karşılıksız yararlanma olarak düzenlenmektedir. Bu değişiklikle, bedelini ödemek niyeti taşıyan tüketicilerin, tükettikleri enerji miktarının tartışmaya yer bırakmayacak şekilde belirlenmesini sağlamaları halinde, ceza sorumluluğu cihetine gidilmemesi amaçlanmıştır. Ancak, bu suretle işlenen karşılıksız yararlanma suçundan dolayı verilecek olan cezanın alt ve üst sınırları bir ve üç yıl olarak değiştirilmiştir.
Elektrik Enerjisi Hakkında Hırsızlık Suçunda Kurum Zararının Giderilmesi Halinde Sanığa Ceza Verilir mi
Yargıtay Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2017/968 Karar No: 2017/460 Karar Tarihi: 07.11.2017
Kararı Veren Yargıtay Dairesi: 17. Ceza Dairesi
Mahkemesi: Asliye Ceza Mahkemesi
İçtihat Metni
Elektrik enerjisi hakkında hırsızlık suçundan sanık …’un 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 142/1-f, 62 ve 53. maddeleri uyarınca 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin Edirne 3. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 20.01.2011 gün ve 128-20 sayılı hükmün, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 18.07.2012 gün ve 325738 sayı ile 6352 sayılı Kanun’un geçici 2/2. maddesi uyarınca yeniden değerlendirme yapılmak üzere dosyanın mahalline gönderilmesine karar verilmiş,
Yeniden inceleme yapan Edirne 3. Asliye Ceza Mahkemesince 24.09.2013 gün ve 128-20 sayı ile sanığın 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 163/3, 62 ve 53. maddeleri uyarınca 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna karar verilmiştir.
Hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 8. Ceza Dairesince 11.12.2014 gün ve 21215-31037 sayı ile;
“02.07.2012 tarihinde kabul edilip 28344 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan ve 05.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkındaki Kanun’un geçici 2. maddesinin 1. ve 2. fıkrası hükümleri birlikte ele alınıp değerlendirildiğinde, ‘yapılan değişiklikle amaçlananın bu kapsam dahilindeki suçlar bakımından kurum zararının ödenmesi halinde, olayın sanık ya da sanıkları hakkında ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilerek işin esasına girilmesinin önlenmesi’ olduğu değerlendirilip, daha önce aynı suç tutanağına ilişkin olarak İbrahim Halil Tatlı hakkında yapılan yargılama sırasında keşif yapılarak bilirkişi raporu alınmış olduğunun anlaşılması karşısında, söz konusu dosyada bulunan keşif tutanağı ve bilirkişi raporunun onaylı örneklerinin dosya kapsamına alınması ve sanığa normal tarifeye göre hesaplanan, vergisiz ve cezasız kaçak kullanım bedelini içeren bilirkişi raporu okunarak anılan Kanunun geçici 2. maddesi gereğince; sanığa makûl bir süre verilip süresi içinde bilirkişi tarafından hesaplanan normal tarifeye göre vergisiz ve cezasız kaçak kullanım bedelinden doğan zararı giderdiği taktirde hakkında ceza verilmesine yer olmadığı kararı verileceği hususunda tebligat yapılarak, ödeme yapılmaması halinde işin esasına girilerek sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekirken, eksik araştırma ile yazılı şekilde karar verilmesi”
isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiş,
Direnme Kararı
Yerel mahkeme ise 15.05.2015 gün ve 37-234 sayı ile;
“Gerek 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu, gerek 5252 sayılı Kanun, gerekse 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile ceza mahkemelerine uzlaşma hükümleri ve ön ödemelik suçlar dışında, sanıklara veya davanın taraflarına kanunla veya yönetmeliklerle yapılan düzenlemeleri bildirme, ihtarda bulunma ve tebliğ etme yükümlülüğü getirilmemiştir. Kanunda aksine bir düzenleme yapılmadığı sürece böyle bir yükümlülük, yorum yapmak sureti ile mahkemelere yükletilemez. Kanunlarca emredici bir usul hükmü bulunmamasına rağmen mahkeme kararının sırf bu nedenle bozulması açıkça kanuna aykırı olup, bozma ilâmında belirtildiği şekilde bir tebliğin ve ihtaratın sanığa yapılması halinde dahi 6352 sayılı Kanun’un geçici 2. maddesi hükmü kesin ve emredici bir düzenleme getirmiş olduğundan, ceza verilmesine yer olmadığına şeklinde karar verilemeyeceği, zira kovuşturma aşamasındaki suçlar için Kanunun yürürlük tarihinden itibaren 6 aylık bir süre öngörüldüğü, karar tarihi itibarıyla 6 aylık sürenin dolduğu, sanığın bu süre içerisinde katılanın zararını karşılamadığı, 6 aylık süre geçtikten sonra sanık tarafından katılanın zararı giderilse dahi ancak 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 168/5. maddesi uyarınca cezadan indirim yapılabileceği, sürenin Kanunda açıkça sınırlandırılmış olması nedeniyle yoruma açık olmadığı ve içtihat yolu ile bu sürenin uzatılmasının mümkün bulunmadığı, aksi bir uygulamanın kanun koyucu tarafından istenilmeyen ve öngörülmeyen bir durumun ortaya çıkmasına neden olacağı, bu nedenlerle bozma ilâmına uyulmasının sanık lehine veya aleyhine bir değişiklik yapmayacağı”
şeklindeki gerekçe ile önceki hükümde direnilmesine karar vermiştir.
Bu hükmün de sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 29.10.2015 gün ve 341677 sayılı “bozma” istekli tebliğnamesi ile Yargıtay 17. Ceza Dairesine, aynı Dairece de direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; elektrik enerjisi hakkında hırsızlık suçundan dava açılan sanığa, sonradan yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanun’un geçici 2/2. maddesi gereğince katılan kurum zararını gidermesi halinde hakkında ceza verilmesine yer olmadığına karar verileceğine dair bildirimde bulunulmadan karşılıksız yararlanma suçundan mahkûmiyetine karar verilmesinin isabetli olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Sanık hakkında elektrik sayacına şerit parçaları sokmak ve sayaç mühürlerini kopartmak suretiyle kaçak elektrik kullandığı iddiasıyla hırsızlık suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda, 20.01.2011 tarihinde sanığın mahkûmiyetine karar verildiği, sanığın temyizi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca dosyanın, 6352 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesi nedeniyle yeniden değerlendirme yapılmak üzere 18.07.2012 tarihinde mahalline gönderildiği, yerel mahkemece sanığa suçtan kaynaklanan zararın ödenmesi halinde ceza verilmeyeceğine ilişkin usulüne uygun bildirimde bulunulmadan karşılıksız yararlanma suçundan mahkûmiyetine karar verildiği, sanığın temyizi üzerine inceleme yapan Özel Dairece hükmün, aynı suç tutanağına ilişkin olarak İbrahim Halil Tatlı hakkındaki yargılama sırasında yapılan keşfe ilişkin tutanağın ve bilirkişi raporunun onaylı örneğinin dosya içine alınıp, raporda belirlenen zarar miktarının sanığa 6352 sayılı Kanun gereğince bildirilmeden mahkûmiyet kararı verilmesi isabetsizliğinden bozulduğu, yerel mahkeme tarafından sanığa herhangi bir bildirimde bulunulmadan direnme kararı verildiği anlaşılmaktadır.
Abonelik esasına göre yararlanılan su ve elektrik enerjisine karşı gerçekleştirilen eylemler 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 141. maddesinde;
“(1) Zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden alan kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir.
(2) Ekonomik bir değer taşıyan her türlü enerji de, taşınır mal sayılır”
Aynı Kanunun 142. maddesinin (1) fıkrasının (f) bendinde;
“(1) Hırsızlık suçunun; …
f) Elektrik enerjisi hakkında, …
İşlenmesi halinde, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.”
şeklinde hırsızlık suçu olarak düzenlenmişken 05.07.2012 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanun’un 105. maddesi ile 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 141. maddesinin 2. fıkrası; 82. maddesi ile de 142. maddesinin 1. fıkrasının (f) bendi yürürlükten kaldırılmış, yerine, aynı Kanunun 83. maddesi ile karşılıksız yararlanma suçunun düzenlendiği TCK’nın 163. maddesine “Abonelik esasına göre yararlanılabilen elektrik enerjisinin, suyun veya doğal gazın sahibinin rızası olmaksızın ve tüketim miktarının belirlenmesini engelleyecek şekilde tüketilmesi halinde kişi hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” şeklindeki 3. fıkranın eklenerek abonelik esasına göre yararlanılan su, doğalgaz ve elektrik enerjisine karşı gerçekleştirilen eylemlerin karşılıksız yararlanma suçu kapsamında kaldığı belirtilmiştir.
6352 sayılı Kanun’un geçici 2. maddesinin 1 ve 2. fıkralarında yer alan düzenlemeye göre;
“(1) Bu Kanunda yapılan değişiklikler karşısında; ilgili suçlardan dolayı açılan ve temyiz aşamasında bulunan dava dosyalarından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında bulunanlar, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca; Yargıtay ilgili dairesinde bulunan dosyalar ise bu dairece, hükmü veren mahkemeye gönderilir.
(2) Abonelik esasına göre yararlanılabilen elektrik enerjisinin, suyun ve doğal gazın sahibinin rızası olmaksızın ve tüketim miktarının belirlenmesini engelleyecek şekilde tüketilmesi dolayısıyla bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla hakkında hırsızlık suçundan dolayı kovuşturma yapılan veya kesinleşmiş olup olmadığına bakılmaksızın hakkında hüküm verilen kişinin, bu Kanun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içinde, zararı tamamen tazmin etmesi hâlinde, hakkında cezaya hükmolunmaz, verilen ceza tüm sonuçlarıyla ortadan kalkar.”
6352 sayılı Kanun’un geçici 2. maddesinin 1 ve 2. fıkraları birlikte değerlendirildiğinde; 05.07.2012 tarihinden önce işlenen suçlar yönünden öncelikle kurum zararının giderilmesi halinde işin esasına girilmeden ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilerek bu dosyaların bir an önce sonuçlandırılmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır. Kanunun genel gerekçesindeki “iş yükü açısından önemli yer tutan bazı davaların daha hızlı sonuçlandırılması amacıyla yeni düzenlemeler yapılmakta ve ceza yargılamasına ilişkin süreci hızlandıracak değişiklikler öngörülmektedir” şeklindeki açıklama da bu düşünceyi doğrulamaktadır.
Her ne kadar kanunda “yürürlük tarihinden itibaren 6 ay içinde” ibaresine yer verilmiş ise de, suç nedeniyle meydana gelen zararın tespitinin bilirkişi marifetiyle mümkün olduğu dikkate alınarak meydana gelen zarar tespit edildikten sonra sanığa, zararı tazmin ettiği takdirde hakkında ceza verilmeyeceğine ilişkin bildirim yapıldıktan sonra sanığın durumunun değerlendirilmesi gerekmekte olup, bu görüş af niteliğinde bir düzenlemeyle sanığa ikinci bir şans veren kanun koyucunun amacına daha uygun olacaktır.
Bu nedenle 05.07.2012 tarihinden önce işlenen karşılıksız yararlanma suçlarından dolayı sanığa kurum borcunu ödediği takdirde hakkında ceza verilmesine yer olmadığı kararı verileceğine dair ihtarat yapılıp, kurum zararının ödenmesi için makul bir süre verilerek, ödemede bulunulması halinde hakkında ceza verilmesine yer olmadığına dair karar verilmeli, ödemede bulunulmaması halinde ise hukuk durumu değerlendirilmelidir. Hüküm tarihi itibarıyla kanunun öngördüğü 6 aylık sürenin dolduğu gerekçesi ile ödeme ihtaratında bulunulmayacağının kabulü, lehe olan bir düzenlemeden sanığın bir kusuru olmadan yararlanamaması sonucunu doğuracaktır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Sanığın elektrik enerjisi hakkında hırsızlık suçundan mahkûmiyetine karar verilmesinden sonra, dosyanın Yargıtayda bulunduğu sırada, 6352 sayılı Kanun’la eylemin karşılıksız yararlanma suçu kapsamında kaldığına ve anılan Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 6 ay içinde suçtan kaynaklanan zararın ödenmesi halinde cezaya hükmolunmayacağına ilişkin düzenleme yapıldığı, ancak söz konusu 6 aylık sürenin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının yeniden değerlendirme yapılmak üzere dosyayı iade etmesi sonrası devam olunan yargılama sırasında dolduğu olayda; sanığa, başka bir dosya kapsamında iddianameye konu suç tutanağıyla ilgili olarak alınan cezasız kaçak kullanım bedelini içerir bilirkişi raporunda belirtilen zararı, mahkemece belirlenecek makul bir süre içerisinde ödediği takdirde hakkında cezaya hükmolunmayacağına ilişkin bildirimin yapılması, sonucuna göre hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekirken, 6 aylık sürenin dolduğu ve zararın tazmin edilmediğinden bahisle mahkûmiyet kararı verilmesinin usul ve kanuna aykırı olduğu kabul edilmelidir.
Bu itibarla, yerel mahkeme direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
Sonuç:
Açıklanan nedenlerle;
1- Edirne 3. Asliye Ceza Mahkemesinin 15.05.2015 gün ve 37-234 sayılı direnme hükmünün, sanığa, suçtan kaynaklanan zarar miktarını mahkemece belirlenecek makul bir süre içerisinde ödediği takdirde hakkında cezaya hükmolunmayacağına ilişkin bildirimde bulunularak sonucuna göre hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekirken mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 07.11.2017 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.
Elektrik Enerjisi Hakkında Hırsızlık Suçunda Hükmün Duruşmada Hazır Bulunmayan Sanığa Tebliği
Yargıtay Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2015/8-671 Karar No: 2019/117 Karar tarihi: 19.02.2019
Özet: … tarihli mahkûmiyet hükmünün duruşmada hazır bulunmayan sanığa tebliğine ilişkin düzenlenen tutanakta sanığın imzası mevcut olmayıp Tebligat Kanunu’nun ilgili maddesi uyarınca sanığın da imzasının bulunması gerektiği gözetilmeden yapılan aynı tarihli tebliğ işlemi geçersiz olduğundan dosya kapsamına göre …. tarihli uyarlama kararının kalemde tebliğine kadar ilk mahkûmiyet hükmü ve içeriğinden haberdar olmadığı anlaşılan sanığın ….. tarihli temyiz isteminin kesinleşmemiş …. tarihli mahkûmiyet hükmüne yönelik olduğu ve uyarlama kararının hukuki değerden yoksun olduğu kabul edilmelidir. Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilmiştir.
(2709 s. K. m. 36, 40) (5237 s. K. m. 53, 62, 142, 163) (5275 s. K. m. 98, 101) (5252 s. K. m. 9) (5271 s. K. m. 34, 35, 40, 308) (7201 s. K. m. 23, 32, 36)
İçtihat Metni
Dava: Elektrik enerjisi hakkında hırsızlık suçundan sanık …’nin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 142/1-f, 62 ve 53. maddeleri uyarınca 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin Bakırköy 31. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 03.05.2012 tarihli ve 24-586 sayılı hüküm temyiz edilmediğinden bahisle 05.10.2012 tarihinde kesinleşme tarihi 25.05.2012 olarak gösterilip kesinleştirilmiştir.
Karar: 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun’un 05.07.2012 tarihinde yürürlüğe girmesi nedeniyle yapılan uyarlama yargılaması sonucunda karşılıksız yararlanma suçundan sanığın 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 163/3, 62 ve 53. maddeleri uyarınca 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin Bakırköy 31. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 09.04.2013 tarihli ve 24-586 sayılı ek kararın sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 8. Ceza Dairesince 04.03.2014 tarih ve 3741-5088 sayı ile;
“Kesinleşen hükümlerde 1 Haziran 2005 tarihinden sonra yürürlüğe giren kanunların hükümlü lehine olup olmadığının belirlenmesi için yapılan uyarlama yargılanmasının, 5252 sayılı Kanun’un 9. maddesiyle bir ilgisi bulunmayıp Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 17.05.2011 tarihli ve 66-96 sayılı kararında belirtildiği üzere, 5275 sayılı Kanun’un 98. maddesinin uygulanması gerektiği ve verilen kararın aynı Kanun’un 101/3. maddesi uyarınca itiraza tabi olduğu…”
gerekçesiyle sanığın temyiz isteminin reddine karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının İtirazı
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 11.03.2015 tarih ve 398751 sayı ile;
“…Burada öncelikli olarak çözülmesi gereken husus, 03.05.2012 tarihli kararın usulünce kesinleşip kesinleşmediğidir. Yukarıda belirtildiği şekilde kısa karar verilip imzalandıktan sonra, sanığa karardan bir suret verildiğinin yazılması, şerhin altına sanığın imzasının alınmaması nedeniyle usulünce yapılmış bir tebliğ olarak kabul edilmemelidir. Sanığın 1 yıl 8 ay hapis cezası öngören hükmü normal koşullar altında temyiz etmesi beklendiğinden, bu şerhin muhtemelen sehven yazıldığını akla getirmektedir. Sehven yazılmamış olsa bile sanığın imzası alınmadığından bu şerhi usulüne uygun tebligat olarak kabul etmek olanaklı değildir…”
görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 8. Ceza Dairesince 17.06.2015 tarih ve 5298-19351 sayı ile itiraz nedeninin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; Yerel Mahkemenin 03.05.2012 tarihli ve 24-586 sayılı kararının sanığa usulüne uygun olarak tebliğ edilip edilmediğinin, buna bağlı olarak anılan kararın kesinleşip kesinleşmediğinin belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
03.05.2012 tarihli oturum sonunda verilen ve gerekçe içeren kısa karara, hâkim ve kâtip imzasından sonra gelmek üzere; “Karar imzalandıktan sonra sanık geldi. Karardan bir suret kendisine tebliğ edildi. 03.05.2012” şerhi konularak bu ibarenin altına sanığın imzası alınmadan sadece hâkim ve kâtip tarafından imzalandığı,
Bu tebliğ işlemine dayanılarak gerekçeli karar sanığa ayrıca tebliğ edilmeden hükmün 05.10.2012 tarihinde kesinleşme tarihi 25.05.2012 olarak gösterilip kesinleştirildiği,
Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı İlamat ve İnfaz Bürosunun 15.10.2012 tarihli ve 2012/2-6807 sayılı yazısına göre; 05.07.2012 tarih 28344 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanun uyarınca elektrik enerjisi hakkında hırsızlık suçuna ilişkin yapılan değişiklik doğrultusunda infazın durdurulup durdurulmayacağı ve lehe kanunun belirlenmesi amacıyla uyarlama yapılması hususunda CGTİK’nın 98 ve 101. maddeleri uyarınca karar verilmesinin talep edildiği,
Bakırköy 31. Asliye Ceza Mahkemesinin 17.12.2012 tarihli ve 24-586 sayılı ek kararı ile; 03.05.2012 tarihli 24-586 sayılı 1 yıl 8 ay hapis cezasına ilişkin mahkûmiyet hükmünün infazının durdurulmasına karar verildiği,
6352 sayılı Kanun uyarınca yapılan uyarlama yargılaması sonucunda karşılıksız yararlanma suçundan sanığın 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 163/3, 62 ve 53. maddeleri uyarınca 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin Bakırköy 31. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 09.04.2013 tarihli ve 24-586 sayılı ek kararın 13.05.2013 tarihinde kalemde tebliğ edilmesi üzerine sanık tarafından temyiz edildiği,
Anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir hukuki çözüme kavuşturulabilmesi için bu konudaki anayasal ve kanuni düzenlemelerin incelenmesinde yarar bulunmaktadır.
Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrasında yer alan düzenlemeye göre;
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında yer alan düzenlemeye göre ise;
“Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.
Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.”
Anayasamızın 36. maddesinde, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu, 40. maddesinde, Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkesin, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkının bulunduğu belirtilmiştir.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun “Kararların gerekçeli olması” başlıklı 34. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan düzenlemeye göre;
“Kararlarda, başvurulabilecek kanun yolu, süresi, mercii ve şekilleri belirtilir.”
Aynı Kanunun “Eski hâle getirme” başlıklı 40. maddesinde yer alan düzenlemeye göre ise;
“(1) Kusuru olmaksızın bir süreyi geçirmiş olan kişi, eski hale getirme isteminde bulunabilir.
(2) Kanun yoluna başvuru hakkı kendisine bildirilmemesi halinde de, kişi kusursuz sayılır.”
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 34. maddesinde, hüküm ve kararlardaki kanun yolu bildiriminin; başvurulabilecek kanun yolu, mercii, şekli ve süresini de kapsaması zorunluluğu vurgulanmıştır. Aynı Kanun’un 40. maddesinin birinci fıkrasında, kusuru olmaksızın bir süreyi geçirmiş olan kişinin, eski hale getirme isteminde bulunabileceği, ikinci fıkrasında ise, kanun yoluna başvuru hakkının kendisine bildirilmemesi hâlinde, kişinin kusursuz sayılacağı belirtilmiştir.
Bu aşamada kararların açıklanması ve tebliği ile temyiz talebi ve süresi üzerinde durulmasında fayda bulunmaktadır.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun “Kararların Açıklanması ve Tebliği” başlıklı 35. maddesinin 2. fıkrasında; “Koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hâkim veya mahkeme kararları, hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur.” hükmüne yer verilmek suretiyle temyiz incelemesinin yapılabilmesi için, temyiz kanun yoluna başvuru hakkı bulunanların kararı tefhim veya tebliğ yoluyla öğrenmelerinin sağlanması gerektiği kanuni bir mecburiyet olarak düzenlenmiştir.
1412 sayılı (mülga) CMUK’nın, 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 310. maddesinin birinci fıkrası; “Temyiz talebi, hükmün tefhiminden bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt katibine yapılacak beyanla olur. Beyan tutanağa geçirilir ve tutanak hakime tasdik ettirilir” ikinci fıkrası ise “Hükmün tefhimi sanığın yokluğunda olmuşsa bu süre tebliğ tarihinden başlar.” şeklinde hüküm altına alınarak temyiz süresinin yüze karşı verilen kararlarda hükmün tefhimi ile, yoklukta verilen kararlarda ise gerekçeli kararın tebliği ile başlayacağı belirtilmiştir.
Kişilerin hak arama hürriyetlerinin Anayasa ve diğer kanunlarla güvence altına alındığı ve bu hakkın kullanılabilmesi için devlet işlemlerinin kişilere usulüne uygun olarak bildirilmesi gerektiği açıklandıktan sonra, duruşmada hazır bulunmayan muhataba gerekçeli kararın kalemde nasıl tebliğ edilmesi gerektiği hususuna gelince;
7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 19.01.2011 tarihli ve 27820 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6099 sayılı Kanun’un 10. maddesi ile değişik 36. maddesi; “Celse esnasında veya kalemde, soruşturmaya, davaya ya da takibe ait evrakın, taraflara, ilgili üçüncü kişilere, katılana veya vekillerine tutanağa geçirilmek suretiyle veya imza karşılığında, tebliğ konusu belirtilerek tevdii, tebliğ hükmündedir. Bu durumda ayrıca tebliğ mazbatası düzenlenmesi gerekmez ve masraf da alınmaz.” şeklinde düzenlenerek vasıtasız tebligat hallerinden biri olan celse esnasında veya kalemde tebligatın nasıl yapılması gerektiği hususu açıklığa kavuşturulmuştur.
Anılan maddenin gerekçesi “…Celse ve kalemde yapılan tebligatın nasıl yapılması gerektiği de açıkça belirtilmiştir. Buna göre, tebligat yapılan kişinin (taraf, katılan veya vekil) imzası alınarak ve tebliğ konusu da belirtilerek, tebligatın belgelendirilmesi gerekmektedir. Bu şekilde tebligat yapılması hâlinde, ayrıca tebliğ mazbatası düzenlenmesi gerekmeyecektir. Zira bu tür tebligat ya mahkeme tutanağı veya mahkeme kalemindeki belgelerle belgelendirilmektedir.” şeklinde açıklanarak kalemde tebligat yapılırken tebligat yapılan kişinin imzası alınıp tebliğin konusu da belirtilerek bu hususun belgelendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.
Nitekim öğretide de; “Yazı işlerinde (kalemde) tebligat yapılırken düzenlenen tutanakta, tebligatı yapan memurun adı, soyadı, imzası, tebliğ tarihi, tebellüğ edenin adı, soyadı ve imzası yer alır (Teb.K md. 23). Bu hükme uyulmaması halinde, tebliğ geçersiz olur (usulsüz tebliğ Teb.K md. 32).” düşüncesine yer verilmiştir (Timuçin Muşul, Tebligat Hukuku, Adalet Yayınevi, 7. Baskı, s. 131.)
Konumuzla ilgisi bakımından usulüne aykırı tebliğin hangi hallerde geçerli olacağına da değinilmesi gerekmektedir.
7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun “Usulüne aykırı tebliğin hükmü” başlıklı 32. maddesinde yer alan düzenlemeye göre;
“Tebliğ usulüne aykırı yapılmış olsa bile, muhatabı tebliğe muttali olmuş ise muteber sayılır.
Muhatabın beyan ettiği tarih, tebliğ tarihi addolunur.”
Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik’in “Usulüne aykırı Tebliğin Hükmü” başlıklı 53. maddesi ise;
“(1) Tebliğ, usulüne aykırı yapılmış olsa bile, muhatabı tebliği öğrenmiş ise geçerlidir. Aksi takdirde tebligat yapılmamış sayılır. Muhatap, her ne şekilde olursa olsun tebliğ evrakını veya davetiyeyi alırsa ya da bunların içeriğini öğrenirse tebliği öğrenmiş sayılır.
(2) Muhatabın tebliği öğrendiğini beyan ettiği tarih, tebliğ tarihi olarak kabul edilir.
(3) Tebliğin usulüne aykırı yapılmış olması halinde, muhatabın tebliği öğrendiğinin ve bunun tarihinin iddia ve ispatı mümkün değildir.”
şeklinde düzenlenmek suretiyle sanığın tebliği öğrendiğini beyan ettiği veya hâl ve hareketleri ile bunu ortaya koyduğu tarihte tebliğin geçerli olacağı kabul edilmiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu ve Ceza Dairelerince tereddüde mahal bırakmayacak şekilde sürdürülen uygulamalara göre de; yoklukta kurulan hükmün temyiz hakkı olanlara usulüne uygun tebliğ edilmediği hâllerde temyiz süresi işlemeye başlamayacağından, öğrenme üzerine verilen temyiz dilekçelerinin süresinde olduğu kabul edilmektedir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
03.05.2012 tarihli mahkûmiyet hükmünün duruşmada hazır bulunmayan sanığa tebliğine ilişkin düzenlenen tutanakta sanığın imzası mevcut olmayıp Tebligat Kanunu’nun 36. maddesi uyarınca sanığın da imzasının bulunması gerektiği gözetilmeden yapılan aynı tarihli tebliğ işlemi geçersiz olduğundan dosya kapsamına göre 09.04.2013 tarihli uyarlama kararının kalemde tebliğine kadar ilk mahkûmiyet hükmü ve içeriğinden haberdar olmadığı anlaşılan sanığın 13.05.2013 tarihli temyiz isteminin kesinleşmemiş 03.05.2012 tarihli mahkûmiyet hükmüne yönelik olduğu ve uyarlama kararının hukuki değerden yoksun olduğu kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Dairenin temyiz isteminin reddi kararının kaldırılmasına ve 03.05.2012 tarihli hükme ilişkin temyiz incelemesi yapılması için dosyanın Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.
Sonuç:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 04.03.2014 tarihli ve 3741-5088 sayılı ret kararının KALDIRILMASINA,
3- Dosyanın, 03.05.2012 tarihli hükme ilişkin temyiz incelemesi yapılması için Yargıtay 8. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 19.02.2019 günü yapılan müzakerede oybirliği ile karar verildi.
Kayseri Ceza Avukatı
Alanında yetkin Kayseri ceza avukatı kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz; ceza yargılamalarında savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek taraflara avukatlık ve hukuki danışmanlık hizmeti vermektedir.
Ceza davalarında gerekli başvuru veya itirazların zamanında ve usulüne uygun yapılması açısından alanında uzman bir Kayseri ceza avukatı veya ağır ceza avukatından hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Yargılama sırasında herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için güncel mevzuat ve Yargıtay kararlarının takip edilmesi önem arz etmektedir.
Alanında yetkin Kayseri Avukat kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz, savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde taraflara hukuki yardım sunmaktadır. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde herhangi bir mağduriyete veya hak kaybına uğramamak için gerekli başvuruların zamanında ve usulüne uygun yapılması büyük önem arz etmektedir. Bu süreçte, alanında uzman bir avukattan hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Zülküf Arslan Hukuk Bürosu olarak; Yalçınkaya Kararı başta olmak üzere AİHM kararlarının Türkçe çevirilerini yapan Eski AİHM Hukukçusu Dr. Orhan Arslan koordinatörlüğünde müvekkillerimize Anayasa Mahkemesi ve AİHM başvurusunun yanı sıra emsal AYM ve AİHM Kararları çerçevesinde yeniden yargılama başvurusu hususunda da hukuki destek vermekteyiz.
Kayseri ceza avukatı veya Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’ne başvuru yapmak ve süreci takip etmek için bir avukat arıyorsanız 15 yılı aşkın deneyimi ile avukat kadromuzdan dava süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile başvuru ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz.