Haksız Tahrikte İlk Haksız Hareketin Kimden Kaynaklandığının Belirlenememesi

Haksız Tahrikte İlk Haksız Hareketin Kimden Kaynaklandığının Belirlenememesi - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Ağır Ceza Avukatı - Zülküf Arslan Hukuk Bürosu 0352 222 1661

Haksız Tahrikte İlk Haksız Hareketin Kimden Kaynaklandığının Belirlenememesi

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu

Haksız tahrik – Madde 29

(1) Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onsekiz yıldan yirmidört yıla ve müebbet hapis cezası yerine oniki yıldan onsekiz yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hallerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir.

Madde Gerekçesi

Maddede ceza sorumluluğunu azaltan bir neden olarak haksız tahrik hâli düzenlenmiştir. Haksız tahrikin ana koşulu, yapılan haksız hareketin fail üzerinde bir hiddet veya şiddetli elem meydana getirmesi ve suçun işlendiği anda failin bu durumda bu etki altında bulunması olduğundan, madde söz konusu psikolojik hâlleri belirtecek biçimde kaleme alınmıştır. Gazap, aslında hiddetlenmeyi ifade eder; şedit bir elem deyimi psikolojik bakımdan aslında hareketsizliğe, pasifliğe yöneltici bir ruh hâli ise de, burada söz konusu olan hiddete yönelten bir elemdir. Bu itibarla sadece hiddet sözcüğünün kullanılması bu hâli de kapsar idi. Ancak uygulamada duraksamalara neden olmamak için metinde her iki sözcüğün kullanılması uygun sayılmıştır.

Hiddet veya şiddetli elemin haksız bir fiil sonucu ortaya çıkması gerekir. Maddeye bu ibarenin eklenmesinin amacı, ülkemizde özellikle “töre veya namus cinayeti” olarak adlandırılan akraba içi öldürme suçlarında haksız tahrik indiriminin yanlış biçimde uygulanmasının önüne geçmektir.

Maddedeki düzenleme nedeniyle bir suçun mağduruna yönelik olarak gerçekleştirilen fiiller dolayısıyla fail haksız tahrik indiriminden yararlanamayacaktır. Örneğin cinsel saldırıya maruz kalmış kadına karşı babanın veya erkek kardeşin işlediği öldürme fiilinde, haksız tahrike dayalı olarak ceza indirimi yapılamayacaktır. Maddedeki haksız fiil terimi, bir davranışın hukuk düzenince tasvip edilmediği anlamına gelmektedir. Ancak böyle bir haksız fiili yapan kişiye karşı yönelik fiilin varlığı durumunda maddenin uygulanması söz konusu olabilecektir.

Bu düzenlemede ayrıca 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanununda yer alan adi ve ağır tahrik ayırımı kaldırılmıştır. Tahrik hâlinde verilecek ceza bakımından aşağı ve yukarı sınırlar kabul edilmek suretiyle olayın özelliğine göre uygulamada takdir olanağı tanınması amaçlanmıştır. Hâkim tahrikin ağırlık derecesine göre yapılacak indirimi saptayabilecektir. Ancak bu inirimin yapılabilmesi için haksız fiilin bir hiddet veya şiddetli elem etkisi doğurabilecek ağırlıkta olması gerekir. Bu nedenle böyle bir etkiyi meydana getirebilecek ağırlıkta olmayan haksız fiiller bakımından hükmün uygulanması söz konusu olmayacaktır.

Tehdit – Madde 106

(1) Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle tehdit eden kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun kadına karşı işlenmesi hâlinde cezanın alt sınırı dokuz aydan az olamaz. Malvarlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratacağından veya sair bir kötülük edeceğinden bahisle tehditte ise, mağdurun şikayeti üzerine, altı aya kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.

(2) Tehdidin;

a) Silahla,

b) Kişinin kendisini tanınmayacak bir hale koyması suretiyle, imzasız mektupla veya özel işaretlerle,

c) Birden fazla kişi tarafından birlikte,

d) Var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak,

İşlenmesi halinde, fail hakkında iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

(3) Tehdit amacıyla kasten öldürme, kasten yaralama veya malvarlığına zarar verme suçunun işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı ceza verilir.

Madde Gerekçesi

Maddeyle, “tehdit” bizatihi suç hâline getirilmiş bulunmaktadır. Bilindiği üzere tehdit diğer bazı suçlarda ayrıca unsur olarak öngörülmüştür. Burada tehdidin koruduğu hukukî değer, kişilerin huzur ve sükunudur; böylece kişilerde bir güvensizlik duygusunun meydana gelmesi engellenmektedir. Bu nedenle, söz konusu madde ile, insanın kendisine özgü sulh ve sükununa karşı işlenen saldırılar cezalandırılmış olmaktadır. Fakat, tehdidin bu maddeyle korumak istediği esas değer, kişinin karar verme ve hareket etme hürriyetidir.

Tehdit, çoğu zaman başka bir suçun unsurunu oluşturmaktadır. Ancak, bu suç tanımında, tehdidin kendisi bağımsız bir suç olarak tanımlanmıştır. Bu bakımdan tehdit suçu, genel ve tamamlayıcı bir suçtur.

Tehdit hâlinde, gerçekleşmesi failin isteğinin yerine getirilmemesi kaydına bağlı bir tecavüz, kötülük mağdura bildirilmektedir. Tehdidin konusunu, kişinin hayatının veya vücut bütünlüğünün tehlikeye maruz bırakılacağının, suç teşkil eden belli bir fiilin işleneceğinin, genel olarak kuvvet kullanılacağının veya herhangi bir kötülüğün, haksızlığın gerçekleştirileceğinin bildirilmesi oluşturmaktadır.

Tehdidin özelliği, kötülüğün gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinin, tehdit edenin iradesine bağlı olmasıdır. Tehdit konusu kötülüğün gerçekleşip gerçekleşmemesi, gerçekten veya en azından görünüş itibarıyla failin takdirine bağlıdır. Fakat bu, kötülüğün mutlaka tehdit eden tarafından gerçekleştirileceği anlamına gelmez; bir üçüncü kişi vasıtasıyla bu kötülüğün gerçekleştirileceğinin bildirilmesi ile de, tehditte bulunulabilir.

Suçun oluşması bakımından tehdit konusu kötülüğün gerçekleşip gerçekleşmemesi, önemli değildir. Tehdidin objektif olarak ciddî bir mahiyet arzetmesi gerekir. Yani, istenilenin yerine getirilmemesi hâlinde tehdit konusu kötülüğün gerçekleşeceği ihtimali objektif olarak mevcut olmalıdır. Sarfedilen sözler, gerçekleştirilen davranış muhatap alınan kişi üzerinde ciddî bir korku yaratma açısından sonuç almaya elverişli, yeterli ve uygun değilse, tehdidin oluştuğu ileri sürülemez. Failin söz ve davranışlarının muhatabı üzerinde ciddî şekilde korku ve endişe yaratacak uygunluk ve yeterlilik içerip içermediğinin her somut olayda araştırılması gerekir. Objektif olarak ciddî bir mahiyet arzeden tehdidin somut olayda muhatabı üzerinde etkili olması şart değildir. Kişi, fail, objektif olarak ciddî bir mahiyet arzeden söz ve davranışlarla mağduru tehdit etmek istemiş olmasına rağmen; mağdur, bu söz ve davranışları ciddiye almamış olabilir. Bu durumda tehdit yine gerçekleşmiştir. Tehdidin gerçekleşip gerçekleşmemesi, muhatabı üzerinde etkili olup olmamasına bağlı tutulmamalıdır. Failin de kendisinin tehdit konusu tecavüzü gerçekleştirebilecek imkân ve iktidara sahip olduğu kanaatini karşı tarafta uyandırdığını bilmesi gerekir. Mağdurda bu kanaat uyandırıldıktan sonra, failin tehdit konusu tecavüzü gerçekleştirebilecek imkân ve iktidara gerçekte sahip olmamasının bir önemi yoktur. Mağdur tehdit konusu tecavüzün ciddî olduğuna hile kullanılmak suretiyle inandırılmış olabilir. Fakat, batıl inançlara dayanılarak bir kötülüğe maruz bırakılabileceği beyanıyla, bir kimse tehdit edilmiş olmaz.

Tehdit konusu kötülük, mağdura değil de, bir üçüncü şahsa yönelik olabilir. Ancak, bu durumda mağdur ile üçüncü kişi arasında belli bir akrabalık, yakınlık ilişkisi mevcut olmalıdır.

Tehdit hâlinde kişi, tehdit konusu tecavüzün ileride vuku bulacağı beyanıyla korkutularak, belli bir davranışta bulunmaya zorlanmaktadır, mecbur edilmektedir.

Maddenin birinci fıkrasında yapılan tanımda, tehdidin yöneldiği hukukî değere göre bir ayırım yapılmıştır. Buna göre, tehdidin, mağdurun kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle yapılması, söz konusu suçun temel şeklini oluşturmaktadır. Buna karşılık, tehdidin, mağduru malvarlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratacağından veya sair bir kötülük edeceğinden bahisle yapılması ise, suçun temel şekline göre daha az cezayı gerektirmektedir. Ayrıca, bu suçtan dolayı soruşturma ve kovuşturma yapılması, mağdurun şikâyetine bağlı kılınmıştır.

Maddenin ikinci fıkrasında tehdidin daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâlleri gösterilmiştir. Bu hâller, tehdidin kapsadığı korkutma gücünün ciddîliği ve yoğunluğu hususunda mağdurda ciddî kaygılar meydana getirmeye elverişli durumlardır. Tehdit silâhla icra olunursa bunun ciddîliği hususunda bir korkunun meydana gelmesi çok daha kolay olur. Aynı suretle kendisini tanınmayacak bir hâle getiren kişinin veya bir kaç kişinin birlikte olarak tehdit icra etmeleri hâlinde meydana gelen korku çok yoğun olur.

İmzasız bir mektup veya özel işaretler kullanarak bir kişinin tehdit edilmesi hâlinde de meydana gelen korku bakımından bir duraksama meydana gelmez. Söz gelimi bir kimseye gönderilmiş olan imzasız mektup kişinin kendisini savunma olanağını gidereceğinden ağır tehdidi oluşturacaktır. Yine bir kimseye karşı gönderilmiş olan mektuplarda ucundan kan damlayan bıçak resimlerinin yapılması yani böylece özel işaret kullanılması korkuyu yoğunlaştırabilir.

Gizli veya açık, var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları tehdit gücünün de, kişileri paniğe kapılacak surette korkutabilmesi dolayısıyla, suçun nitelikli hâli olarak sayılması uygun görülmüştür.

Maddenin üçüncü fıkrasında, tehdit amacıyla kasten öldürme, kasten yaralama veya mala zarar verme suçunun işlenmesi hâlinde, ayrıca bu suçlardan dolayı cezaya hükmedileceği belirtilmiştir. Kişi tehdidinin ciddiliğini vurgulamak için, bir başkasını öldürmüş veya yaralamış ya da malına zarar vermiş olabilir. Bu gibi durumlarda gerçek içtima hükümleri uygulanarak ayrıca bu suçlardan dolayı da cezaya hükmedilmelidir.

Kamu görevine ait araç ve gereçleri suçta kullanma – Madde 266

(1) Görevi gereği olarak elinde bulundurduğu araç ve gereçleri bir suçun işlenmesi sırasında kullanan kamu görevlisi hakkında, ilgili suçun tanımında kamu görevlisi sıfatı esasen göz önünde bulundurulmamış ise, verilecek ceza üçte biri oranında artırılır.

Madde Gerekçesi

Madde metninde, kamu görevlisinin görevi gereği olarak elinde bulundurduğu araç ve gereçleri bir suçun işlenmesi sırasında kullanması, ilgili suç açısından daha ağır cezayı gerektiren bir nitelikli unsur olarak kabul edilmiştir. Ancak, bunun için, kanunda kamu görevlisi sıfatının ilgili suçun bir unsuru olarak öngörülmemiş olması gerekir.

Haksız Tahrikte İlk Haksız Hareketin Kimden Kaynaklandığının Belirlenememesi

Yargıtay Ceza Genel Kurulu

Esas No: 2015/1153 Karar No: 2018/548 Karar Tarihi: 20.11.2018

Kararı Veren Yargıtay Dairesi: 4. Ceza Dairesi

Mahkemesi: Asliye Ceza Mahkemesi

Özet: Mevsim koşulları ile olay saati dikkate alındığında, gecenin ilerleyen saatlerinde alkollü olduklarını kabul eden şahıslar tarafından yakılan ateşin, çevrede oturanlar üzerinde yaratacağı tedirginlik ve sanığın makul karşılanabilecek olan uyarısına ters cevap verilerek gürültüye devam edilmesi bir bütün hâlinde haksız hareket olarak kabul edilebilecek olup, gerek Yargıtay Ceza Genel Kurulunun gerekse özel dairelerin yerleşik uygulamaya dönüşen içtihatlarında, haksız tahrikte ilk haksız hareketin kimden kaynaklandığının belirlenemediği hâllerde dahi “Şüpheden sanık yararlanır” ilkesi uyarınca sanık lehine haksız tahrik hükümlerinin uygulanması gerektiğinin kabul edilmesi gerekmektedir.

İçtihat Metni

Silahla tehdit suçundan sanık …’ın 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 106/2-a, 266, 62, 53 ve 54. maddeleri uyarınca 2 yıl 2 ay 20 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve müsadereye ilişkin Karapınar Asliye Ceza Mahkemesince verilen 10.03.2011 tarihli ve 35-43 sayılı hükmün, sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 4. Ceza Dairesince 27.05.2015 tarih ve 16179-29808 sayı ile onanmasına karar verilmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının İtirazı

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 09.07.2015 tarih ve 245977 sayı ile;

“Sanığın aşamalardaki beyanlarında olay gecesi ikamet ettiği evine giderken evinin yanında daha önce tanımadığı üç kişinin ateş yakarak çevreyi rahatsız edecek şekilde gürültü yaptıklarını görmesi üzerine kendilerine yaklaşarak normal bir ses tonu ile saatin geç olduğunu ateşi söndürmelerini ve gürültü yapmamalarını, ayrıca evinin yaklaşık kırk metre mesafede olduğunu, evinde kalan annesinin hasta olduğunu, çevrede oturan insanların ve ailesinin rahatsız olabileceklerini söylemesi üzerine bu şahısların kendisine ters cevap vererek sinkaflı kelimelerle kendisine hakaret edip üzerine doğru yürümeleri nedeniyle yanında bulundurduğu tabancayı çıkartarak şahısları ikaz etmesine rağmen şahısların ısrarla hakaret eylemlerini sürdürmeleri ve üzerine doğru yürümeye devam etmeleri üzerine kendisini korumak amacıyla tabanca ile havaya iki el ateş ettiğini belirttiği ve tarafsız tanığı bulunmayan olayda, ilk haksız hareketin hangi taraftan geldiği hususunda taraflar arasında farklı beyanlar bulunduğu, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 22.10.2002 tarihli ve 2002/4-238-367 sayılı kararı Ceza Dairelerinin aynı doğrultudaki yerleşmiş ve süreklilik gösteren kararlarında da kabul edildiği üzere, haksız tahrikte ilk haksız hareketin kimden kaynaklandığı şüpheye yer bırakmayacak şekilde belirlenemediğinden şüpheli kalan bu hâlin sanık lehine 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 29. maddesinde düzenlenen haksız tahrik hükümlerinin uygulanmasının gerektiği”

görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 4. Ceza Dairesince 05.11.2015 tarih ve 22392-37261 sayı ile; itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık hakkında haksız tahrik hükmünün uygulanma koşullarının oluşup oluşmadığının belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

01.12.2009 tarihli olay ve görgü tespit tutanağına göre; olayın faaliyette olmayan oto yıkama dükkânının bahçesinde gerçekleştiği, bahçenin içinde sönmüş közlerin olduğu, belirtilen yerin mağdur …’ın evine 200 metre mesafede olduğunun belirtildiği,

01.12.2009 tarihinde saat 16.00’da düzenlenen adli muayene raporuna göre; mağdur …’ın alkolsüz olduğu,

01.12.2009 tarihinde saat 17.00’da düzenlenen adli muayene raporuna göre; sanık …’ın alkolsüz olduğu,

Olayda kullanılan N 9332 seri numaralı CZ-75 marka silaha ve 11 adet fişeğe 01.12.2009 tarihinde el konulduğu ve el koyma kararının Karapınar (Kapatılan) Sulh Ceza Mahkemesinin 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 127. maddesi uyarınca verilen 02.12.2009 tarihli ve 262 sayılı kararı ile onandığı,

Mağdur … tarafından olayda kullanılan tabancaya ait biri deforme olmuş toplam iki adet boş kovanın emniyet görevlilerine teslim edildiği,

İstanbul Valiliği İl Emniyet Müdürlüğünün 01.07.2010 tarihli yazısına göre; suçta kullanılan silahın Emniyet Hizmetleri Sınıfı Personeline Görevlerinde Kullanılmak Üzere Bedeli Mukabili Zati Demirbaş Tabanca Satışına Dair Yönetmelik hükümleri uyarınca sanığa görevinde kullanmak üzere bedeli mukabili satışı yapılan zatî demirbaş tabanca statüsünde olduğu,

Kağıthane İlçe Emniyet Müdürlüğünün 14.06.2010 tarihli yazısına göre; suça konu silahın Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından görevde kullanması için satış senediyle sanığa satıldığı,

Anlaşılmaktadır.

Mağdur … soruşturma evresinde; olay gecesi tanık … ile lokantada alkol aldıklarını, evinin yakınına geldiklerinde üşüdükleri için ateş yaktıklarını, sonradan tanık Ali’nin de kendilerine eşlik ettiğini, yanlarına alkollü olan sanığın da gelerek “Yazgan’ların Mahallesinde neden ateş yakıyorsunuz lan, dağılın, s…in gidin lan” dediğini, evlerinin bu civarda olduğunu söyleyince, sanığın hakaret içerikli sözlerine devam ettiğini, belinden çıkardığı silahı kalbine dayayarak tetik düşürdüğünü, silahın patlamadığını, korktuklarından kaçtıklarını, “O… çocuğu sensin” diyerek sanığa karşılık verdiğini, sanığın kendisine silahı doğrultarak arkasından iki el ateş ettiğini, daha sonra olay yerinden boş kovanları alıp polis memurlarına teslim ettiğini,

Kovuşturma evresinde önceki beyanından farklı olarak; sanığın arkalarından havaya doğru iki el ateş ettiğini,

Tanık … soruşturma evresinde; olay gecesi arkadaşları olan mağdur … ve tanık … ile… Restoran isimli bir iş yerinde bir miktar alkol aldıklarını, eve giderken yaklaşık 50 metrelik mesafede ateş yakarak sohbet ettikleri bir sırada; hareketlerinden alkollü olduğunu anladıkları sanığın gelerek “Söndürün bu ateşi“ dediğini, kendilerinin üç kişi olmalarının verdiği güvenle “Ateşi söndürmeyiz” şeklinde cevap vermelerinden sonra sanığın yanlarına yaklaşarak silahını çıkarıp, mağdur …’in kalbine dayayarak mekanizmayı kurmadan tetiği düşürerek kendilerine küfür ettiğini, bunun üzerine, sanığa bu mahallede oturduklarını söylediğini, silahtan korktukları için de yavaş adımlarla olay yerinden ayrıldıklarını, mağdur …’in ateşi söndürmek için ateşin başında bir süre kaldıktan sonra yanlarına geldiğinde, sanığın iki el ateş ettiğini, olay sabahı sanığın ismini öğrendiklerini ve boş kovanları bularak mağdura verdiğini,

Kovuşturma evresinde ise; daha önceki ifadesinin doğru olduğunu, ekleyecek herhangi bir husus olmadığını, ateş yakıp sohbet ederken sanığın yanlarına gelerek “Yazganların mahallesinden gidin” diye sinkaflı sözlerle hakaretlerde bulunduğunu, kendilerinin de bu mahallede oturduklarını söylediklerini, ancak sanığın belinden bir tabanca çıkarıp, mağdur …’in kalbine dayayarak tetik düşürdüğünü, korktukları için yavaş yavaş kaçarken sanığın arkalarından iki el ateş ettiğini, mağdur …’in sanık tetik düşürdükten sonra kaçarken sanığa küfürle karşılık verdiğini, ondan önce mağdur …’in küfür etmediğini,

Olay nedeniyle polis memuru olan sanık hakkında yapılmakta olan idari soruşturma sırasında; tanık sıfatıyla verdiği 22.07.2010 tarihli ifadesinde; mağdur … ve tanık …ile… Restoran isimli iş yerinde ikişer bardak bira içip eğlendikten sonra eve doğru yürürken, evlerinin bulunduğu yerde ateş yakarak ısınmaya çalıştıkları sırada, tanımadıkları bir şahısın yanlarına gelerek “Ateşi söndürün” dediğini, mağdur …’in ise “Söndüremeyiz sana ne” demesi üzerine sanığın “Duymuyor musunuz, ateşi söndürün“ dediğini, bu kezde kendisinin sanığa hitaben “Söndüremeyiz, istersen gel sen söndür“ dediğini, bunun üzerine sanığın silahını çıkararak mağdur …’in kalbine dayayıp, tetiği düşürdüğünü, ancak silahın patlamadığını, kendisi ile tanık Ali’nin yavaş yavaş olay yerinden uzaklaşmaya başladıkları sırada sanığın mağdur …’in kolundan tutarak “Söndür lan ateşi” dediğini, sanığın ayrıca kendilerine de küfür ettiğini, bir süre sonra mağdur …’inde yanlarına geldiğini ve sanığa “O. çocuğu“ demesi üzerine sanığın iki el ateş ettiğini;

Soruşturma evresinde ifadesi alınamayan tanık … Kozanlı yargılama evresinde; olay gecesi, arkadaşları ile birlikte evlerinin yakınlarında mahalle arasındaki bir sokakta ateş yakarak ısındıkları bir sırada, tanımadıkları bir şahsın yanlarına gelerek “Niye ateş yakıyorsunuz” diyerek küfür ettiğini, sonra da silahı çıkarıp mağdur …’in kalbine dayayarak tetiği düşürdüğünü, ancak silahın patlamadığını, kendileri olay yerinden uzaklaştıktan sonra sanığın arkalarından iki el ateş ettiğini,

Polis memuru olan sanık hakkında yapılmakta olan idari soruşturma sırasında; tanık sıfatıyla verdiği 05.08.2010 tarihli ifadesinde; mağdurla akraba olduklarını, olay tarihinde mağdur ve tanık … ile üşüdüklerinden dolayı mahallelerinde ateş yaktıklarını, yanlarına gelen sanığın “Neden ateş yakıyorsunuz” diyerek kendilerine sinkaflı bir şekilde hakaret ettiğini, sonrasında belinden çıkardığı silahı mağdurun kalbine dayayarak tetiğe bastığını, silahın ateş almadığını, olay yerinden uzaklaştıktan sonra arkalarından iki el ateş edildiğini,

İfade etmişlerdir.

Sanık …; İstanbul’da polis memuru olduğunu, yıllık iznini kullanmak için olay tarihinde memleketine gittiğini, olay gecesi saat 00.10 civarında evine doğru giderken evine yaklaşık 40 metre uzaklıkta üç kişinin ateş yaktıklarını ve muhtemelen alkollü olan bu şahısların çevreyi rahatsız edecek şekilde gürültü yaptıklarını görünce ateşi söndürmelerini istediğini, ayrıca belirtilen yere yakın olan evinde hasta annesinin bulunması nedeniyle gürültü yapmamalarını söylediğini, ancak bu şahısların kendisine ters bir şekilde cevap verip üzerine yürüdüklerini ve sinkaflı bir şekilde hakaret ettiklerini, havanın sisli olması nedeniyle net olarak göremediği bir şahsın kendisine “Bacını, ananı avradını sinkaf edeceğim, seni bulurum o zaman seninle görüşeceğiz” demesi üzerine kendisinin de hakaret ederek karşılık verdiğini, sonrasında şahısları üzerine gelmemeleri konusunda uyarmasına rağmen üzerine doğru geldikleri için beylik tabancasını çıkarıp kendini korumak amacıyla havaya iki el ateş edince olay yerinden uzaklaştıklarını, şahısların arkasından gitmediğini, bu şahısların komşularının çocukları olduğunu ertesi gün öğrendiğini, suçlamayı kabul etmediğini savunmuştur.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 29. maddesinde haksız tahrik;Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onsekiz yıldan yirmidört yıla ve müebbet hapis cezası yerine oniki yıldan onsekiz yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hâllerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir. şeklinde, ceza sorumluluğunu azaltan bir neden olarak hüküm altına alınmıştır.

Ceza sorumluluğunu azaltan bir neden olarak düzenlenen haksız tahrik, kişinin haksız bir fiilin kendisinde meydana getirdiği hiddet ya da şiddetli elemin etkisi altında suç işlemesi durumunda kusur yeteneğindeki azalmayı ifade etmektedir. Bu hâlde fail, suç işleme yönünde önceden bir karar vermeden, dışarıdan gelen etkinin ruhsal yapısı üzerinde meydana getirdiği karışıklığın neticesi olarak bir suç işlemeye yönelmektedir. Bu yönüyle haksız tahrik, kusurun irade unsuru üzerinde etkili olan nedenlerden biridir. Başka bir anlatımla, haksız tahrik hâlinde failin iradesi üzerinde zayıflama meydana gelmekte, böylece haksız fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altındaki kişinin suç işlemekten kendisini alıkoyma yeteneği önemli ölçüde azalmaktadır.

Ceza Genel Kurulunun istikrar kazanmış kararları ile öğretide de kabul gören görüşler doğrultusunda haksız tahrik hükümlerinin uygulanabilmesi için;

a) Tahriki oluşturan haksız bir fiil bulunmalı,

b) Fail öfke veya şiddetli elemin etkisi altında kalmalı,

c) Failin işlediği suç, bu ruhsal durumunun tepkisi olmalı,

d) Haksız tahrik teşkil eden eylem, mağdurdan sâdır olmalıdır.

01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nda, 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu’nda yer alan “ağır – hafif tahrik” ayırımına son verilerek; tahriki oluşturan fiilin, somut olayın özelliklerine göre hâkim tarafından değerlendirilip, sanığın iradesine etkisi göz önünde bulundurulmak suretiyle, maddede gösterilen iki sınır arasında belirlenen oranda cezasından makul bir indirim yapılacağı hüküm altına alınmıştır.

Haksız tahrik hükmünün uygulanabilmesi açısından, failin suçu ilk haksız fiilin doğurduğu öfke veya şiddetli elemin etkisiyle işleyip işlememesi önemlidir. Mağdur ya da maktulden gelen haksız hareketin psikolojik etkisinin devam ettiğinin kabulünde zorunluluk bulunan hâllerde, haksız tahrik hükmünün uygulanması gerekmektedir.

Yerleşmiş yargısal kararlarda kabul edildiği üzere; gerek fail, gerekse mağdur ya da maktulün karşılıklı haksız davranışlarda bulunması hâlinde, tahrik uygulamasında kural olarak haksız bir eylem ile mağdur ya da maktulü tahrik eden fail, karşılaştığı tepkiden dolayı tahrik altında kaldığını ileri süremez. Ancak böyle bir durumda, fail ve mağdurun bir diğeri yönünden tahrik oluşturan bu haksız davranışları birbirlerine oranla değerlendirilmeli, öncelik sonralık durumları ile birbirlerine etki tepki biçiminde gelişip gelişmedikleri göz önünde tutulmalı, ulaştıkları boyutlar, vahamet düzeyleri, etkileri ve dereceleri gibi hususlar dikkate alınmalı, buna göre; etki tepki arasında denge bulunup bulunmadığı gözetilerek, failin başlangıçtaki haksız davranışına gösterilen tepkide aşırılık ve açık bir oransızlık saptanması hâlinde, failin haksız tahrik hükümlerinden yararlandırılması yoluna gidilmelidir.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Olay gecesi yanında bulunan arkadaşları ile birlikte bir miktar alkol aldıktan sonra; evinin yakınlarında boş olan iş yerinin bahçesinde ateş yakarak sohbet ettiklerini beyan eden mağdurun; sohbet esnasında yanlarına gelen sanığın ateşi söndürmelerini isteyip kendilerine hitaben sinkaflı sözlerle küfür ettiğini, evlerinin bu civarda olduğunu söylemeleri üzerine de sanığın hakaret içerikli sözlerine devam ederek belinden çıkardığı silahı kalbine dayayıp tetik düşürdüğünü, ancak silahın patlamadığını, silahtan korkarak olay yerinden uzaklaşmaya çalışırken sanığın arkasından havaya iki el ateş ettiğini ileri sürmüş olması, mağdurun arkadaşları olan tanıkların da sonuca etkili olamayacak değişikliklerle aynı mahiyette açıklamalarda bulunmalarına karşın sanığın savunmasında; polis memuru olarak görev yapmakta iken yıllık iznini geçirmek amacıyla memleketinde bulunduğu sırada olay gecesi saat 00,10 sıralarında evine doğru giderken evinin çok yakınında daha önceden tanımadığı, ancak aynı mahallede oturduklarını sonradan öğrendiği mağdur ile tanıklar …ve …’in ateş yakarak konuştuklarını görmesi üzerine alkollü olan mağdur ile tanıklara, çevreyi rahatsız edecek şekilde gürültü yapmamaları ve ateşi söndürmeleri konusunda uyarıda bulunduğunu, ayrıca ateş yakılan yere çok yakın olan evinde hasta olan annesinin bulunduğunu söylemesine rağmen mağdur ile yanında bulunan tanıkların ters bir şekilde cevap vererek hakaret içerikli sözlerle üzerine yürümeleri nedeniyle kendisini korumak amacıyla üzerinde bulunun beylik tabancasını çıkararak havaya iki el ateş ettiğini beyan etmiş olması, sanığın savunmasının, olay nedeniyle yapılmakta olan idari soruşturma sırasında tanık olarak beyanına başvurulan tanık …’in 22.07.2010 tarihli ifadesi ile kısmen desteklenmiş olması ve mevsim koşulları ile olay saati dikkate alındığında oldukça soğuk bir günde gecenin ilerleyen saatinde alkollü olduklarını kabul eden şahıslar tarafından yakılan ateşin, çevrede oturanlar üzerinde yaratacağı tedirginlik ile birlikte makul karşılanabilecek olan uyarıya rağmen ters cevap verilerek rahatsızlık verici gürültüye devam edilmesinin bir bütün hâlinde haksız hareket olarak kabul edilebileceği gibi gerek Yargıtay Ceza Genel Kurulunun gerekse özel dairelerin yerleşik uygulamaya dönüşen içtihatlarında, haksız tahrikte ilk haksız hareketin kimden kaynaklandığının belirlenemediği hâllerde dahi “Şüpheden sanık yararlanır” ilkesi uyarınca sanık lehine haksız tahrik hükümlerinin uygulanması gerektiğinin kabul edilmesi karşısında; haklı nedene dayanan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire onama kararının kaldırılmasına, Yerel Mahkeme hükmünün sanık hakkında haksız tahrik hükmünün uygulanmaması isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.

Kayseri Ceza Avukatı

Alanında yetkin Kayseri ceza avukatı kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz; ceza yargılamalarında savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek taraflara avukatlık ve hukuki danışmanlık hizmeti vermektedir.

Ceza davalarında gerekli başvuru veya itirazların zamanında ve usulüne uygun yapılması açısından alanında uzman bir Kayseri ceza avukatı veya ağır ceza avukatından hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Yargılama sırasında herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için güncel mevzuat ve Yargıtay kararlarının takip edilmesi önem arz etmektedir. 

Alanında yetkin Kayseri Avukat kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz, savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde taraflara hukuki yardım sunmaktadır. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde herhangi bir mağduriyete veya hak kaybına uğramamak için gerekli başvuruların zamanında ve usulüne uygun yapılması büyük önem arz etmektedir. Bu süreçte, alanında uzman bir avukattan hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Zülküf Arslan Hukuk Bürosu olarak; Yalçınkaya Kararı başta olmak üzere AİHM kararlarının Türkçe çevirilerini yapan Eski AİHM Hukukçusu Dr. Orhan Arslan koordinatörlüğünde müvekkillerimize Anayasa Mahkemesi ve AİHM başvurusunun yanı sıra emsal AYM ve AİHM Kararları çerçevesinde yeniden yargılama başvurusu hususunda da hukuki destek vermekteyiz.

Kayseri ceza avukatı veya Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’ne başvuru yapmak ve süreci takip etmek için bir avukat arıyorsanız 15 yılı aşkın deneyimi ile avukat kadromuzdan dava süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile başvuru ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz.