İnfaz Kurumuna Yasak Eşya Sokma: Suç İşlenmesinde Kullanılan Eşyanın Müsaderesine Karar Verilebilir mi

İnfaz Kurumuna Yasak Eşya Sokma: Suç İşlenmesinde Kullanılan Eşyanın Müsaderesine Karar Verilebilir mi - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Ağır Ceza Avukatı - Zülküf Arslan Hukuk Bürosu 0352 222 1661

Tutukevi veya İnfaz Kurumuna Yasak Eşya Sokma

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu

İnfaz kurumuna veya tutukevine yasak eşya sokmak – Madde 297

(1) İnfaz kurumuna veya tutukevine silah, uyuşturucu veya uyarıcı madde veya elektronik haberleşme aracı sokan veya bulunduran kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun konusunu oluşturan eşyanın, temin edilmesi veya bulundurulması ayrı bir suç oluşturduğu takdirde; fikri içtima hükümlerine göre belirlenecek ceza yarı oranında artırılır.

(2) Birinci fıkra kapsamı dışında kalan;

a) Firarı kolaylaştırıcı her türlü alet ve malzemeyi,

b) Her türlü saldırı ve savunma araçları ile yangın çıkarmaya yarayan malzemeyi,

c) Alkol içeren her türlü içeceği,

d) Kumar oynanmasına olanak sağlayan eşya ve malzemeyi,

e) 188 inci maddede tanımlanan suçlar saklı kalmak üzere, yeşil reçeteye tabi ilaçları,

f) Kurum idaresince incelenmek üzere alınanlar hariç, mahkemelerce yasaklanmış veya suç örgütlerini temsil eden yayın, afiş, pankart, resim, sembol, işaret, doküman ve benzeri malzemeler ile örgütsel haberleşme araçlarını,

g) Yetkili makamlarca izin verilenler hariç, ses ve görüntü almaya yarayan araçları,

ceza infaz kurumuna veya tutukevine sokan, buralarda bulunduran veya kullanan kişi bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(3) Bir ve ikinci fıkralarda tanımlanan suçların hükümlü veya tutukluların muhafazasıyla görevli kişiler tarafından işlenmesi halinde, verilecek ceza bir kat artırılır.

(4) Bir ve ikinci fıkralarda tanımlanan suçların konusunu oluşturan eşyayı yanında bulunduran veya kullanan hükümlü veya tutuklu, bunu kimden ve ne suretle elde ettiği hususunda bilgi verirse, verilecek ceza yarı oranında indirilir.

Madde Gerekçesi

Madde metninde bazı eşyaların yetkisiz olarak ceza infaz kurumlarına sokulması veya bulundurulması, suç hâline getirilmiştir.

Birinci fıkrada, infaz kurumu veya tutukevine sokulan veya bulundurulan eşyanın silâh, uyuşturucu veya uyarıcı madde veya elektronik haberleşme aracı olması hâlinde verilecek ceza belirlenmiştir. Ancak, bunlardan silâhın, uyuşturucu veya uyarıcı maddenin temin edilmesi ya da bulundurulması esasen suç teşkil etmektedir. Bu durumda fikri içtima hükümlerine göre fail daha ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılacaktır. Ancak, bu şekilde belirlenen ceza, fıkrada belirtilen oranda artırılacaktır.

İkinci fıkrada ise, uyuşturucu veya uyarıcı madde veya elektronik haberleşme aracı dışında kalıp da, kanuna uygun olarak yasaklanmış olan her türlü eşya, araç, gereç veya malzemeleri ceza infaz kurumları ve tutukevlerine sokanlar hakkında uygulanacak cezalar öngörülmüştür. Ancak, bu suçun oluşabilmesi için, suç konusu eşyanın infaz kurumuna veya tutukevine sokulmasının mevzuat çerçevesinde yasaklanmış olduğunun fail tarafından bilinmesi gerekir. Yani bu suç, ancak doğrudan kastla işlenebilir.

Maddenin üçüncü fıkrasında, ceza infaz kurumu veya tutukevine yasak eşya sokma suçlarının tutuklu veya hükümlülerin muhafazasıyla görevli kişiler tarafından işlenmesi, bu suçlar açısından daha ağır cezayı gerektiren nitelikli unsur olarak kabul edilmiştir.

Dördüncü fıkrada ise, suç konusu yasak eşyayı infaz kurumu veya tutukevinde bulunduran kişiler açısından bir etkin pişmanlık hükmüne yer verilmiştir.

Eşya müsaderesi – Madde 54

(1) İyiniyetli üçüncü kişilere ait olmamak koşuluyla, kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine tahsis edilen ya da suçtan meydana gelen eşyanın müsaderesine hükmolunur. Suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanan eşya, kamu güvenliği, kamu sağlığı veya genel ahlak açısından tehlikeli olması durumunda müsadere edilir. Eşyanın üzerinde iyiniyetli üçüncü kişiler lehine tesis edilmiş sınırlı ayni hakkın bulunması hâlinde müsadere kararı, bu hak saklı kalmak şartıyla verilir.

(2) Birinci fıkra kapsamına giren eşyanın, ortadan kaldırılması, elden çıkarılması, tüketilmesi veya müsaderesinin başka bir surette imkansız kılınması halinde; bu eşyanın değeri kadar para tutarının müsaderesine karar verilir.

(3) Suçta kullanılan eşyanın müsadere edilmesinin işlenen suça nazaran daha ağır sonuçlar doğuracağı ve bu nedenle hakkaniyete aykırı olacağı anlaşıldığında, müsaderesine hükmedilmeyebilir.

(4) Üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşya, müsadere edilir.

(5) Bir şeyin sadece bazı kısımlarının müsaderesi gerektiğinde, tümüne zarar verilmeksizin bu kısmı ayırmak olanaklı ise, sadece bu kısmın müsaderesine karar verilir.

(6) Birden fazla kişinin paydaş olduğu eşya ile ilgili olarak, sadece suça iştirak eden kişinin payının müsaderesine hükmolunur.

Madde Gerekçesi

Müsadere ve “suç nedeniyle mülkiyetin devlete geçmesi” başlığını taşıyan yaptırımlar Tasarıda “fer’i ceza” olarak düzenlenmiştir. Bilindiği üzere müsadere, bir şeyin mülkiyetinin devlete geçmesini sonuçlayan bir yaptırımdır. Bu nedenle müsadere yanında “suç nedeniyle mülkiyetin devlete geçmesi” adıyla ayrı bir yaptırım düzenlemesi, bilimsel açıdan doğru olmadığı gibi, kavram karışıklığına da yol açabilecektir.

Ayrıca, Tasarıda müsadere yaptırımı bir “ceza” olarak öngörülmesine rağmen, “suç dolayısıyla hiç kimse mahkûm edilmese de” müsadereye hükmedilebilmesi kabul edilmiştir. Ceza niteliğindeki bir yaptırıma, bir kimsenin mahkûmiyeti olmadan başvurulamayacağı açıktır.

Belirtilen bu sakıncaların giderilmesi ve müsaderenin Anayasada yer alan mülkiyet hakkını zedelememesi için, suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine tahsis edilen eşyanın müsaderesine karar verileceği kabul edilmiştir. Ancak, bunun için, eşyanın iyiniyetli üçüncü kişilere ait olmaması gerekir. Başka bir deyişle, kişinin suçun işlenmesine iştirak etmemesi, suçun işlenişinden haberdar olmaması durumunda, sahibi bulunduğu eşya bir suçun işlenmesinde kullanılmış olsa bile, müsadereye hükmedilemeyecektir. Suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanmış olan eşya ise, suçun icra hareketlerine henüz başlanmamış ise, sadece bu nedenle müsadere edilemeyecektir. Ancak bu eşyanın niteliği itibarıyla kamu güvenliği, kamu sağlığı veya genel ahlâk açısından tehlikeli olması durumunda müsaderesine hükmedilecektir.

Yapılan yeni düzenleme ile getirilen temel değişiklik, müsaderenin hukukî niteliğinin bir güvenlik tedbiri olduğunun kabul edilmesidir. İşte bu nedenledir ki, müsadereye hükmedilmesi için bir suçun işlenmesi zorunlu olmakla birlikte, bu suçtan dolayı bir kimsenin cezaya mahkûm edilmesi gerekmemektedir. Örneğin suç işlenmesinde kullanılan tehlikeli eşya, bunu kullanan fail çocuk veya akıl hastası olması nedeniyle cezalandırılamasa dahi, müsaderesine hükmedilebilecektir.

İkinci fıkraya göre, müsadere konusu eşyanın ortadan kaldırılması, elden çıkarılması, tüketilmesi veya müsaderesinin başka bir surette imkânsız kılınması hâlinde; bunun değeri kadar para tutarının müsaderesine hükmedilecektir.

Üçüncü fıkrada ise, müsaderede orantılılık kuralı kabul edilmiştir. Buna göre, suçta kullanılan eşyanın müsadere edilmesinin işlenen suça nazaran daha ağır sonuçlar doğuracağı ve bu nedenle hakkaniyete aykırı olacağı anlaşıldığında, müsaderesine hükmedilmeyecektir.

Maddenin dördüncü fıkrasında, yasak olan eşyanın müsaderesine ilişkin hükme yer verilmiştir. Üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşyanın, her hâlde müsaderesine hükmolunacaktır.

Beşinci fıkrada, kısmi müsadere; altıncı fıkrada ise, müşterek veya iştirak hâlinde mülkiyete konu olan eşyanın müsaderesi düzenlenmiştir.

İnfaz Kurumuna Yasak Eşya Sokma: Suç İşlenmesinde Kullanılan Eşyanın Müsaderesine Karar Verilebilir mi

Yargıtay Ceza Genel Kurulu        

Esas No: 2016/1161 Karar No: 2019/126 Karar Tarihi: 21.02.2019

Kararı veren Yargıtay Dairesi: 16. Ceza Dairesi

Mahkemesi: Asliye Ceza Mahkemesi

Özet: Sanığın nakil nedeniyle E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna alınırken yanında getirdiği eşyanın X-ray cihazından geçişi sırasında şampuan kutusunun içerisinde ucu sivriltilmiş bir adet vidaya rastlanması üzerine, infaz kurumuna veya tutukevine sokulması veya bu yerlerde bulundurulması yasak nitelikteki vidaya ve içerisinde bulunduğu şampuan kutusuna el koyulduğu olayda; suça konu vidanın sanığa atılı infaz kurumuna veya tutukevine yasak eşya sokma suçunun işlenmesinde kullanılan eşya niteliğinde olması, şampuan kutusunun da somut olayda suça konu vidayı gizleyen, suçun icra hareketleri olan yasak eşyayı gerek “infaz kurumunda veya tutukevinde bulundurma” gerekse bu yerlere “sokma” fiillerinin işlenmesini kolaylaştıran, dolayısıyla suçtan beklenen sonucu elde etmeye yardımcı olan eşya niteliğinde olması birlikte değerlendirildiğinde; hem suça konu vidanın hem de bu vidanın konulduğu şampuan kutusunun 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 54. maddesi uyarınca müsaderesine karar verilmesi gerekmektedir.

İçtihat Metni

İnfaz kurumuna veya tutukevine yasak eşya sokmak suçundan sanık …’in 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 297/1, 62 ve 53. maddeleri uyarınca 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin Adıyaman 2. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 24.09.2013 tarihli ve 95-373 sayılı hükmün, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 16. Ceza Dairesince 27.10.2015 tarih ve 4682-3311 sayı ile onanmasına karar verilmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının İtirazı

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 16.12.2015 tarih ve 345160 sayı ile;

“Suça konu vida üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmadan eksik inceleme ile hüküm verilmesi yasaya aykırıdır.

Bilindiği üzere 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 297/2 maddesindeki Birinci fıkrada sayılanların dışında kalıp da yetkili makamlar tarafından infaz kurumuna veya tutukevine sokulması yasaklanmış bulunan eşyayı, bu yasağı bilerek, infaz kurumuna veya tutukevine sokan veya bulunduran ya da kullanan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. şeklindeki hüküm 21/10/2011 tarih ve 28091 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Anayasa Mahkemesi’nin 07/07/2011 tarih ve 2010/69 E. ve 2011/116 K. Sayılı kararı ile iptal edilmiştir.

Söz konusu kararın iptal gerekçesinde yer verilen açıklamalara göre;

‘Başvuru kararında, itiraz konusu kuralla infaz kurumuna veya tutukevine sokulması yasaklanmış bulunan eşyayı belirleme yetkisinin yetkili makamların takdirine bırakıldığı, böylece idareye düzenleyici işlem ile hangi eşyaların infaz kurumunda bulundurulmasının yasak olduğunu belirleme ve suç tanımlama yetkisinin verildiği belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 2., 7., 11. ve 38. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 297. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, infaz kurumuna veya tutukevine silah, uyuşturucu veya uyarıcı madde veya elektronik haberleşme aracı sokmak veya bulundurmak yasaklanmış ve bu yasağa uymayanların hapis cezası ile cezalandırılacakları öngörülmüştür. İtiraz konusu kuralın yer aldığı anılan maddenin (2) numaralı fıkrasında ise (1) numaralı fıkrada sayılanların dışında kalıp da yetkili makamlar tarafından infaz kurumuna veya tutukevine sokulması yasaklanmış bulunan eşyayı, bu yasağı bilerek, infaz kurumuna veya tutukevine sokan veya bulunduran ya da kullanan kişinin hapis cezası ile cezalandırılacağı belirtilmiştir.

Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri ‘belirlilik’tir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi de gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup birey hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini doğurduğunu bilmelidir. Birey ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörebilir ve davranışlarını belirler. Hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.

Anayasa’nın 7. maddesinde, ‘Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.’ denilmektedir. Buna göre, Anayasa’da yasa ile düzenlenmesi öngörülen konularda yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi olanaklı değildir. Yürütmenin düzenleme yetkisi, sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetkidir. Bu nedenle, Anayasa’da öngörülen ayrık durumlar dışında, yürütme organına yasalarla düzenlenmemiş bir alanda genel nitelikte kural koyma yetkisi verilemez. Ayrıca, yürütme organına düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının Anayasa’nın 7. maddesine uygun olabilmesi için temel ilkelerin konulması, çerçevenin çizilmesi, sınırsız, belirsiz, geniş bir alanın bırakılmaması gerekir.

Anayasa’nın 38. maddesinin ilk fıkrasında, ‘Kimse, … kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz’ denilerek ‘suçun yasallığı’, üçüncü fıkrasında da ‘ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur’ denilerek, ‘cezanın yasallığı’ ilkesi getirilmiştir. Anayasa’da öngörülen suçta ve cezada yasallık ilkesi, insan hak ve özgürlüklerini esas alan bir anlayışın öne çıktığı günümüzde, ceza hukukunun da temel ilkelerinden birini oluşturmaktadır. Anayasa’nın 38. maddesine paralel olarak Türk Ceza Kanunu’nun 2. maddesinde yer alan ‘suçta ve cezada kanunilik’ ilkesi uyarınca, hangi eylemlerin yasaklandığı ve bu yasak eylemlere verilecek cezaların hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde yasada gösterilmesi, kuralın açık, anlaşılır ve sınırlarının belli olması gerekmektedir. Kişilerin yasak eylemleri önceden bilmeleri düşüncesine dayanan bu ilkeyle temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması amaçlanmaktadır.

297. maddenin (1) numaralı fıkrasında suça konu olabilecek eşyaların nitelikleri tek tek sayılmış olmasına karşın, itiraz konusu kuralda böyle bir nitelik belirlemesi yapılmadan, sınırsız, belirsiz ve geniş bir alanda idare içinde yer alan yetkili makama suça konu olabilecek eşyaları belirleme yetkisi tanınmıştır. Buna göre kuralda, idare içinde yer alan yetkili makama suça konu olabilecek eşyaları belirlerken hangi nitelikleri esas alacağı hususuna açık ve belirgin olarak yer verilmediğinden dolayı kural, belirli ve öngörülebilir olmadığı gibi suçun yasallığı ilkesine de uygun değildir.

Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 2., 7., 11. ve 38. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.’

Bu durumda infaz kurumuna veya tutukevine sokulan eşyanın ancak 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 297/1 maddesinde belirtilensilâh, uyuşturucu veya uyarıcı madde veya elektronik haberleşme aracı olması halinde fail cezalandırılabilecektir. Bu fıkra kapsamına girmeyip de Ceza İnfaz Kurumlarında Bulundurulabilecek Eşya ve Maddeler Hakkında Yönetmelik hükümleriyle ya da idarenin diğer idari tasarrufları ile infaz kurumuna veya tutukevine sokulması yasaklanan eşyaların infaz kurumuna veya tutukevine sokulması durumunda ancak disiplin hükümleri uygulanabilecektir.

Davaya konu olan ‘vida’nın ise 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 297/1 maddesi kapsamındaki bir silah olup olmadığının belirlenmesi, bu maddenin tatbik şartlarının oluşup oluşmadığını tespit için zorunluluk arz etmektedir. Oysa davada böyle bir inceleme yapılmadan vidanın silah olarak kabul edildiği görülmektedir ki bu, yasaya aykırıdır.

2- Suç teşebbüs aşamasında kalmış olmasına rağmen, ‘sanığın başka bir cezaevinden nakledildiği ve kendi beyanına göre oradan doğrudan Adıyaman Cezaevi’ne nakledildiği dikkate alındığında suçun teşebbüs aşmasında kalmadığı’ şeklindeki kabulle sanığın suça konu eşyayı evvelki cezaevinde de üzerinde bulundurduğunun herhangi bir delile dayanmadan farazi olarak kabul edilmesi suretiyle 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 35/2 maddesinin uygulanmaması,

3- Suça konu edilen eşyanın müsaderesi, suç konusu olmayan 1 şişe şampuanın ise sanığa iadesine karar verilmesi gerekirken her iki eşyanın da delil olarak dosyada saklanmasına karar verilmesinin yasaya aykırı bulunduğu…”

görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 16. Ceza Dairesince 14.04.2016 tarih ve 8764-2468 sayı ile, itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;

1- Sanığa atılı infaz kurumuna veya tutukevine yasak eşya sokmak suçundan eksik araştırma ile hüküm kurulup kurulmadığının,

2- Eksik araştırma ile hüküm kurulmadığının kabulü hâlinde;

a- Suçun teşebbüş aşamasında kalıp kalmadığının,

b- Suçta kulanılan vida ile şampuan kutusunun dosyada delil olarak saklanmasının isabetli olup olmadığının,

Belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

Sanık … başka suçtan tutuklu olarak Osmaniye T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda bulunmaktayken, Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 24.01.2013 tarihli yazısı doğrultusunda sanığın güvenlik nedeniyle Adıyaman E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmesine karar verildiği, UYAP sistemindeki kayıtlara göre sanığın 31.01.2013 tarihinde infaz kurumları arasındaki naklinin gerçekleştirildiği,

Adıyaman E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu görevlilerince düzenlenen 31.01.2013 tarihli tutanağa göre; sanığın nakil nedeniyle aynı gün infaz kurumuna alınırken yanında getirdiği eşyanın X-ray cihazından geçişi sırasında şampuan kutusunun içerisinde ucu sivriltilmiş bir adet vidaya rastlanılması üzerine söz konusu vidaya ve şampuan kutusuna el konularak sanık hakkında suç duyurusunda bulunulduğu,

Yürütülen soruşturma sırasında suça konu vidaya ve Bioxcin marka şampuan kutusuna ait fotoğrafların dosyaya konulduğu ve soruşturma sonucunda sanık hakkında infaz kurumuna veya tutukevine yasak eşya sokmak suçundan kamu davası açıldığı, kovuşturma evresinde sanığın da hazır bulunduğu oturumda Yerel Mahkemece yapılan gözlem sonucunda; suça konu vidanın 5 cm uzunluğunda, 0,5 cm genişliğinde, uç kısmı sivri hâlde, bu şekliyle de yaralayıcı özelliğe sahip olduğundan bahisle silah olarak kabul edilmesinin gerektiğinin, şampuan kutusunun kısmen dolu olduğunun, içerisinde başka bir madde bulunmadığının duruşma tutanağında belirtildiği, sanığın da bu tespite ilişkin bir itiraz ileri sürmediği,

Anlaşılmaktadır.

Sanık infaz kurumunca yürütülen disiplin soruşturmasında; nakil yoluyla geldiği infaz kurumuna alınırken eşyasında yapılan aramada şampuan kutusu içerisinde ucu sivriltilmiş vida bulunduğunu, bu vidanın ne şekilde ve nasıl şampuan kutusunun içine girdiğini bilmediğini, vidayı kimin koyduğunu da görmediğini ve vidayla ilgisinin olmadığını,

Savcılıkta; nakil yoluyla geldiği Adıyaman E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunun kapısından girerken X-ray cihazının sinyal vermesi nedeniyle eşyasının görevlilerce aranması üzerine şampuan kutusu içerisinde vida bulunduğunu, daha önce tutuklu bulunduğu infaz kurumunda kendisine karşı husumeti olan başka tutukluların suça konu vidayı şampuan kutusuna koymuş olabileceklerini,

Mahkemede; Osmaniye T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan, Adıyaman E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilirken toplanan eşyalarının arasında şampuan kutusunun bulunduğunu,

Savunmuştur.

Uyuşmazlık konularının ayrı ayrı değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır.

1- Sanığa atılı infaz kurumuna veya tutukevine yasak eşya sokmak suçundan eksik araştırma ile hüküm kurulup kurulmadığının değerlendirilmesinde:

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun İnfaz kurumuna veya tutukevine yasak eşya sokmak” başlıklı 297. maddesi;

“(1) İnfaz kurumuna veya tutukevine silah, uyuşturucu veya uyarıcı madde veya elektronik haberleşme aracı sokan veya bulunduran kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun konusunu oluşturan eşyanın, temin edilmesi veya bulundurulması ayrı bir suç oluşturduğu takdirde; fikri içtima hükümlerine göre belirlenecek ceza yarı oranında artırılır.

(2) Birinci fıkrada sayılanların dışında kalıp da yetkili makamlar tarafından infaz kurumuna veya tutukevine sokulması yasaklanmış bulunan eşyayı, bu yasağı bilerek, infaz kurumuna veya tutukevine sokan veya bulunduran ya da kullanan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(3) Bir ve ikinci fıkralarda tanımlanan suçların hükümlü veya tutukluların muhafazasıyla görevli kişiler tarafından işlenmesi halinde, verilecek ceza bir kat artırılır.

(4) Bir ve ikinci fıkralarda tanımlanan suçların konusunu oluşturan eşyayı yanında bulunduran veya kullanan hükümlü veya tutuklu, bunu kimden ve ne suretle elde ettiği hususunda bilgi verirse, verilecek ceza yarı oranında indirilir.”

biçiminde ve anılan maddenin birinci fıkrasında sayılanlar dışında kalıp da yetkili makamlar tarafından infaz kurumuna veya tutukevine sokulması yasaklanmış bulunan eşyayı, bu yasağı bilerek, infaz kurumu veya tutukevine sokma, bu kurumlarda bulundurma veya kullanma eylemleri aynı maddenin ikinci fıkrasında suç olarak düzenlenmişken, söz konusu ikinci fıkra Anayasa Mahkemesinin 07.07.2011 tarihli ve 69-116 sayılı kararında belirtilen

“…297. maddenin (1) numaralı fıkrasında suça konu olabilecek eşyaların nitelikleri tek tek sayılmış olmasına karşın, itiraz konusu kuralda böyle bir nitelik belirlemesi yapılmadan, sınırsız, belirsiz ve geniş bir alanda idare içinde yer alan yetkili makama suça konu olabilecek eşyaları belirleme yetkisi tanınmıştır. Buna göre kuralda, idare içinde yer alan yetkili makama suça konu olabilecek eşyaları belirlerken hangi nitelikleri esas alacağı hususuna açık ve belirgin olarak yer verilmediğinden dolayı kural, belirli ve öngörülebilir olmadığı gibi suçun yasallığı ilkesine de uygun değildir.”

şeklindeki gerekçeyle iptal edilmiş ve iptal kararı Resmi Gazete’de yayımlandığı 21.10.2011 tarihinden başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmiştir.

Karar tarihinden sonra 02.12.2016 tarihinde yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanun ile anılan maddenin ikinci fıkrasında yapılan düzenlemeye göre;

“Birinci fıkra kapsamı dışında kalan;

a) Firarı kolaylaştırıcı her türlü alet ve malzemeyi,

b) Her türlü saldırı ve savunma araçları ile yangın çıkarmaya yarayan malzemeyi,

c) Alkol içeren her türlü içeceği,

d) Kumar oynanmasına olanak sağlayan eşya ve malzemeyi,

e) 188 inci maddede tanımlanan suçlar saklı kalmak üzere, yeşil reçeteye tabi ilaçları,

f) Kurum idaresince incelenmek üzere alınanlar hariç, mahkemelerce yasaklanmış veya suç örgütlerini temsil eden yayın, afiş, pankart, resim, sembol, işaret, doküman ve benzeri malzemeler ile örgütsel haberleşme araçlarını,

g) Yetkili makamlarca izin verilenler hariç, ses ve görüntü almaya yarayan araçları,

Ceza infaz kurumuna veya tutukevine sokan, buralarda bulunduran veya kullanan kişi bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 297. maddesinin 6763 sayılı Kanun ile yeniden düzenlenen ikinci fıkrasının gerekçesinde yer verilen açıklamalara göre;

“Madde ile, Türk Ceza Kanununun 297. maddesinin ikinci fikrası yeniden düzenlenerek, birinci fıkra kapsamı dışında kalan eşya ve malzemelerden hangilerinin ceza infaz kurumuna veya tutukevine sokulmasının ya da buralarda bulundurulmasının veya kullanılmasının suç oluşturacağı açıkça belirlenmektedir.

Anayasa Mahkemesi 7/7/2011 tarihli ve E.: 2010/69, K.: 2011/116 sayılı Kararında, Anayasanın 2 nci maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden birinin belirlilik ilkesi olduğunu, bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması gerektiğini belirterek söz konusu ikinci fıkrayı iptal etmiştir.

Yapılan düzenlemeyle, ceza infaz kurumuna sokulması ya da bu kurumlarda bulundurulması veya kullanılması yasak olan eşyalar açıkça belirlenmek suretiyle Anayasa Mahkemesinin bahse konu iptal kararı doğrultusunda hüküm getirilmektedir.”

Buna göre; Anayasa Mahkemesinin 07.07.2011 tarihli ve 69-116 sayılı iptal kararında belirtilen ilkeler doğrultusunda ilgili fıkra yeniden düzenlenerek, maddenin birinci fıkrası kapsamındaki silah, uyuşturucu veya uyarıcı madde veya elektronik haberleşme aracı dışında kalan eşya ve malzemelerden hangilerinin ceza infaz kurumuna veya tutukevine sokulmasının ya da buralarda bulundurulmasının veya kullanılmasının suç oluşturacağı belirlenmiştir.

Maddenin birinci fıkrasına göre, suçun oluşabilmesi için iki seçimlik hareket öngörülmüş olup bunlardan birincisi;İnfaz kurumuna veya tutukevine silah, uyuşturucu veya uyarıcı madde veya elektronik haberleşme aracı sokma“, ikincisi ise; “İnfaz kurumunda veya tutukevinde silah, uyuşturucu veya uyarıcı madde veya elektronik haberleşme aracı bulundurma“dır. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 297. maddesinin birinci fıkrasındaki suçun oluşabilmesi için bu iki seçimlik hareketten birisinin gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Fıkrada sayılan eşyanın temin edilmesi veya bulundurulmasının ayrı bir suç oluşturması hâlinde ise, Türk Ceza Kanunu’nun 44. maddesi gereğince fikri içtima hükümleri uyarınca belirlenecek cezanın yarı oranında artırılacağı belirtilmiştir.

“Bulundurma” kavramı, maddede sayılan eşyanın kişinin üzerinde veya hâkimiyet alanında tutulması anlamına gelmektedir. Ancak bulundurmanın kabul edilebilmesi için kişinin yasak eşyayı üzerinde veya hakimiyet alanında tutması fiilinin makul bir süre devam etmesi gerekmektedir. Başka bir kişi tarafından üstte veya hâkimiyet alanında bulundurulan yasak eşyanın sadece kullanılması eylemi tek başına bulundurma olarak kabul edilemeyecektir (Osman Yaşar-Hasan Tahsin Gökcan-Mustafa Artuç, Türk Ceza Kanunu, 2. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara 2014, C. 6, s. 8591). “Yasak eşya sokma” biçimindeki seçimlik hareket ise, belirtilen yasak eşyanın çeşitli yol ve yöntemlerle dışarıdan infaz kurumuna veya tutukevinin içine sokulması suretiyle gerçekleştirilebilecektir. Nitekim Ceza Genel Kurulunun 17.10.2017 gün ve 797-415 sayılı kararında da aynı hususlar vurgulanmıştır.

Uyuşmazlığın çözümünde sağlıklı bir hukuki çözüme ulaşabilmek için Ceza İnfaz Kurumlarında Bulundurulabilecek Eşya ve Maddeler Hakkında Yönetmeliğin üzerinde de durulması gerekmektedir.

17.06.2005 tarih ve 25848 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Ceza İnfaz Kurumlarında Bulundurulabilecek Eşya ve Maddeler Hakkında Yönetmeliğin “El işi faaliyetleri” başlıklı 14. maddesinde yer alan düzenlemeye göre;

“Hükümlülerin, gerekli malzemeler kantinden temin edilmek koşuluyla, el işi faaliyetlerini, ceza infaz kurumlarının uygun bölümlerinde yapmaları esastır.

Ceza infaz kurumunun güvenliğini bozmamak kaydı ile bu faaliyetlerin devamına koğuş, oda ve eklentilerinde izin verilebilir.

Maket bıçağı, tornavida gibi kesici ve delici alet ile boyama ve yapıştırmada kullanılan madde ve malzemelerin koğuş, oda ve eklentilerinde bulundurulmasına izin verilmez.”

Anılan madde ile, ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlü ve tutukluların el işi faaliyetlerini nerede ve ne şekilde yürütebileceklerine dair usul ve esaslar belirlenmiştir. Buna göre, hükümlü ve tutukluların koğuş, oda ve eklentilerinde el işi faaliyetleri yapmaları izne tabi tutulmuştur. Ancak, maket bıçağı, tornavida gibi kesici ve delici aletler ile boyama ve yapıştırmada kullanılan madde ve malzemelerin anılan yerlerde bulundurulmasına izin verilmeyeceği belirtilmiştir.

Gelinen bu aşamada 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 297. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinde belirtilen “silah”; aynı fıkranın ikinci cümlesindeki “bu silahın, temin edilmesi veya bulundurulmasının ayrı bir suç oluşturması” ve aynı maddenin 02.12.2016 tarihinde yürürlüğe giren ikinci fıkrasının (b) bendinde yer alan “her türlü saldırı ve savunma araçları” tabirleri de irdelenmelidir.

Silahtan neyin anlaşılması gerektiği, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 6. maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinde beş alt bent halinde sıralanmıştır. Buna göre;

1. Ateşli silâhlar,

2. Patlayıcı maddeler,

3. Saldırı ve savunmada kullanılmak üzere yapılmış her türlü kesici, delici veya bereleyici alet,

4. Saldırı ve savunma amacıyla yapılmış olmasa bile fiilen saldırı ve savunmada kullanılmaya elverişli diğer şeyler,

5. Yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı, boğucu, zehirleyici, sürekli hastalığa yol açıcı nükleer, radyoaktif, kimyasal, biyolojik maddeler,

silah sayılmaktadır.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 297. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinde düzenlenen suçun tipe uygun eylem unsuru, infaz kurumuna veya tutukevine silah sokulması yahut bulundurulması olduğundan, bu suçun işlenip işlenmediğinin tespiti için öncelikle somut olayda eyleme konu nesnenin, aynı Kanun’un 6. maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinde belirtilen anlamda bir silah olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir (Yener Ünver, TCK’da Düzenlenen Adliyeye Karşı Suçlar, 4. Baskı, Seçkin Hukuk, Ankara, 2016, s. 586). Zira, TCK’nın 297. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinde kastedilen “silah”ın, aynı Kanun’un 6. maddesinde tanımlanan nesnelerden olduğu anlaşılmaktadır (Zeki Hafızoğulları/Muharrem Özen, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Millete ve Devlete Karşı Suçlar, 1. Baskı, US-A Yayıncılık, Ankara, 2017, s. 278).

Öte yandan, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 297. maddesinin birinci fıkrasının, Bu suçun konusunu oluşturan eşyanın, temin edilmesi veya bulundurulması ayrı bir suç oluşturduğu takdirde; fikrî içtima hükümlerine göre belirlenecek ceza yarı oranında artırılır. şeklinde düzenlenen ikinci cümlesinde, maddenin birinci fıkrasında sayılan silahın, infaz kurumuna veya tutukevine sokulması veya buralarda bulundurulması fiilleri ayrı bir suç oluşturduğu takdirde, örneğin ele geçirilen eşyanın 6136 sayılı Kanun kapsamına girmesi hâlinde, TCK’nın 44. maddesinde düzenlenen fikri içtima hükümlerine göre belirlenecek cezanın yarı oranda artırılacağı hükme bağlanarak, kanun koyucu bu suçların faillerinin daha fazla ceza ile cezalandırılmaları yönünde iradesini ortaya koymuştur. Buna göre, TCK’nın 6. maddesinin birinci fıkrasının (f) bendi kapsamında kalan bir silahın, temin edilmesi veya bulundurulmasının ayrı bir suç oluşturması hâlinde, 297. maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesi tatbik edilecek, aksi takdirde aynı fıkranın birinci cümlesi uygulanacaktır.

Diğer taraftan, 6763 sayılı Kanun ile 02.12.2016 tarihinde yürürlüğe giren anılan maddenin ikinci fıkrasının (b) bendi Her türlü saldırı ve savunma araçları…” şeklinde düzenlenmiş olup ikinci fıkranın ancak birinci fıkra kapsamı dışında kalan hâllerde uygulanabileceği madde metninde açıkça belirtilmiş, ikinci fıkranın gerekçesinde de bu husus vurgulanmıştır. Yine söz konusu gerekçede, anılan fıkranın düzenleniş amacı olarak Anayasa Mahkemesinin iptal kararında belirtilen ilkelerin gözetildiği belirtilmiştir. Bu bakımdan, 6763 sayılı Kanun ile 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 297. maddesinin ikinci fıkrası ihdas edilirken, kanun koyucunun aynı maddenin birinci fıkrasının kapsamını daraltmayı ve suçun unsurlarını değiştirmeyi amaçlamadığı anlaşılmaktadır. Tüm bu hususlar birlikte gözetildiğinde, TCK’nın 6. maddesinin birinci fıkrasının (f) bendi kapsamında olduğu belirlenen silaha ilişkin olarak, aynı Kanun’un 297. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinin tatbik edilmesi gerekirken, anılan Kanun’un 6. maddesinin birinci fıkrasının (f) bendi kapsamında kalmadığı saptanan, ancak her türlü saldırı ve savunma araçları tanımına giren bir aletle ilgili olarak, aynı Kanun’un 297. maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendinin uygulanması gerekmektedir.

O hâlde; infaz kurumuna veya tutukevine yasak eşya sokmak suçuna konu aletin, silah“, “bu silahın, temin edilmesi veya bulundurulmasının ayrı bir suç oluşturması” ile “her türlü saldırı ve savunma araçları tabirlerinden hangisine uyduğuna ilişkin yapılacak ayrımı şu şekilde sıralamak mümkündür.

1- Suça konu silahın temin edilmesinin veya bulundurulmasının ayrı bir suç oluşturması hâlinde, silahın vasfına göre fikri içtima hükümleri uyarınca 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 297. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi veya ilgili Kanun hükümleri gereği belirlenecek temel ceza, TCK’nın 297. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesi gereğince yarı oranında artırılmalıdır.

2- Suça konu aletin temin edilmesinin veya bulundurulmasının ayrı bir suç oluşturmadığının, ancak Türk Ceza Kanunu’nun 6. maddesinin birinci fıkrasının (f) bendi kapsamında kaldığının tespit edilmesi durumunda, aynı Kanun’un 297. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi tatbik edilmelidir.

3- Suça konu aletin, gerek temin edilmesinin veya bulundurulmasının ayrı bir suç oluşturmadığının gerekse Türk Ceza Kanunu’nun 6. maddesinin birinci fıkrasının (f) bendi kapsamında kalmadığının, ancak her türlü saldırı ve savunma araçları tanımına girdiğinin saptanması hâlinde, aynı Kanun’un 297. maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendi uygulanmalıdır.

Bununla birlikte, uyuşmazlık konusuyla bağlantısı bakımından ceza muhakemesinde bilirkişilik kurumu üzerinde de durulmalıdır.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun Bilirkişinin Atanması” başlıklı 63. maddesinin birinci fıkrası;

“Çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına re’sen, Cumhuriyet savcısının, katılanın, vekilinin, şüphelinin veya sanığın, müdafiinin veya kanunî temsilcinin istemi üzerine karar verilebilir. Ancak hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukukî bilgi ile çözülmesi olanaklı konularda bilirkişi dinlenemez.

şeklindeyken, suç ve hüküm tarihinden sonra 24.11.2016 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6754 sayılı Bilirkişilik Kanunu’nun 42. maddesi ile anılan fıkra;

“Çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına re’sen, Cumhuriyet savcısının, katılanın, vekilinin, şüphelinin veya sanığın, müdafiinin veya kanunî temsilcinin istemi üzerine karar verilebilir. Ancak, genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukukî bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz. Hukuk öğrenimi görmüş kişiler, hukuk alanı dışında ayrı bir uzmanlığa sahip olduğunu belgelendirmedikçe, bilirkişi olarak görevlendirilemez.”

biçiminde değiştirilmiştir.

Suç ve hüküm tarihinde yürürlükte bulunan Ceza Muhakemesi Kanununa Göre İl Adlî Yargı Adalet Komisyonlarınca Bilirkişi Listelerinin Düzenlenmesi Hakkında Yönetmeliğin 3. maddesi ile sonradan 03.08.2017 tarihli ve 30143 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren ve anılan Yönetmeliği yürürlükten kaldıran Bilirkişilik Yönetmeliğinin 4. maddesinin (c) bendinde bilirkişi; “Çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde oy ve görüşünü sözlü ya da yazılı olarak vermesi için başvurulan gerçek veya tüzel kişi” şeklinde tanımlanmıştır. Bu tanımdan da hareketle, sahip bulunduğu uzmanlık bilgisiyle mahkemeye bir ispat sorununda yardımcı olup, raporu delil değil, delil değerlendirmesi aracı olan bilirkişiye başvurmanın amacı; “çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hallerde görüş alınmasıdır”.

Ceza muhakemesinde bir sorunun çözümünün uzmanlığı ya da özel veya teknik bir bilgiyi gerektirip gerektirmediğine, bilirkişi görevlendirmekle yetkili olan Cumhuriyet savcısı veya hâkim karar verecek, bilirkişi kendiliğinden bir rol üstlenemeyecektir. Esasen incelenen davanın bilirkişisi, hâkim veya Cumhuriyet savcısının kendisi olup kural olarak bilgisi, kültürü ve müktesebatı ile önüne gelen bir konuyu çözmek yeteneğine sahiptir. İhtisasla ilgisi bulunmayan hallerde bilirkişinin mütalaasına başvurulmasında kanuni bir zorunluluk bulunmamaktadır. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 63. maddesinde de bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına “karar verilebileceği” belirtilmek suretiyle bilirkişiye başvurma zorunlu kılınmamıştır.

Bununla birlikte maddi gerçeğe ulaşmayı amaç edinen ceza muhakemesinde bazı durumlarda işin niteliği gereği bilirkişiye başvurulması zorunluluk gösterebilmektedir. Kanun koyucunun uzmanlığa, özel veya teknik bir bilgiye ihtiyaç bulunduğunu baştan kabul ettiği, örneğin; Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 73. maddesi uyarınca sahte para ve değerler üzerinde inceleme yapılması, 74. maddesi uyarınca şüpheli veya sanığın akıl sağlığının incelenmesi, 75 ve 76. maddeleri uyarınca beden muayenesi ve vücuttan örnek alınması, 78. maddesi uyarınca moleküler ve genetik incelemeler yapılması, 86 ve 87. maddeler uyarınca ölünün adli muayenesi ve otopsi, 89. maddesi uyarınca zehirlenme şüphesi üzerine yapılacak işlemlerde bilirkişi incelemesi yapılması zorunludur. Kanun koyucu bu durumlarda bilirkişi incelemesi yaptırılması zorunluluğunu kendisi belirlemiş ve böylece bilirkişi incelemesi yaptırmaya yetkili olan merciin, sorunun çözümünün özel ve teknik bilgiyi gerektirip gerektirmediği konusundaki takdir yetkisini ortadan kaldırmıştır.

Öte yandan, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 63. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde bilirkişiye başvurmanın yasak olduğu hâl, hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ile çözülmesi mümkün konular olarak belirtilmiş olup hukuki sorunun çözümüne ilişkin konularda bilirkişiye başvurulamayacaktır.

Görüldüğü üzere, hukuki sorunun çözümüne yönelik konularda bilirkişiye başvurulmayacak, buna karşın CMK’nın yukarıda örneklerine yer verilen delillerin değerlendirilmesine ilişkin olarak bilirkişi incelemesi yaptırılması zorunlu olacak, mahkemelerce genel kültür bilgisi ya da hukuki bilgi ile çözülemeyecek diğer konularda ise somut olayın özelliği ve delil durumuna göre gerektiğinde bilirkişiye başvurulabilecektir.

Ceza Genel Kurulunun 27.04.2010 tarihli ve 174–92 sayılı kararında; çözümü ancak uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren konularda bilirkişiye başvurulması gerektiği, hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ile çözümlenmesi gereken konularda, bilirkişiye başvurulmasına gerek olmadığı, 25.03.2014 tarihli ve 9-138, 13.05.2014 tarihli ve 1-256 ile 09.10.2007 tarihli ve 139-202 sayılı kararlarında da; 1412 sayılı (mülga) CMUK’un 66 ve benzer düzenlemeyi içeren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 63. maddeleri uyarınca, hâkimin genel ve hukuki bilgisiyle çözemeyeceği, çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hallerde bilirkişi görüşüne başvurulmasının zorunlu olduğu vurgulanmıştır.

Bu konuda öğretide de; hâkimin ancak ve yalnız özel ve uzmanlık bilgisi gerektiren durumlarda maddi gerçeğe ulaşma görevini kolaylaştırmak üzere bilirkişiye başvurabileceği, bilirkişinin ceza muhakemesi organlarının bilgi eksikliklerini tamamlama amacına hizmet ettiği ve bilirkişiye başvurmanın kural olarak zorunlu olmadığı görüşlerine yer verilmiştir (Ahmet Caner Yenidünya-Zafer İçer, Ceza Muhakemesi Hukukunda Bilirkişilik, 1. Bası, Adalet Yayınevi, Ankara 2013, s.11; Yener Ünver-Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 8. Bası, Adalet Yayınevi, Ankara, 2013, s.365; Nur Centel-Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 10. Bası, Beta Yayıncılık, İstanbul, 2013, s. 265; Yüksel Ersoy, Türk Ceza Hukukunda Bilirkişilik ve Uygulamadan Doğan Sorunlar, Hukuk Kurultayı, 16.01.2000, s. 429 vb.).

Bu açıklamalar ışığında birinci uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Sanık hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 297. maddesinde düzenlenen infaz kurumuna veya tutukevine yasak eşya sokmak suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sırasında Yerel Mahkemece; olayda ele geçirilen ve denetime elverişli fotoğrafları da dosya arasında bulunan ucu sivriltilmiş vidanın anılan maddede belirtilen yerlere sokulması veya bu yerlerde bulundurulması suç sayılan “silah” niteliğinde olup olmadığının belirlenmesi açısından adli emanetten getirtilerek sanığın da hazır bulunduğu oturumda incelenmiş olması, bu inceleme sonucunda 5 cm uzunluğunda, 0,5 cm genişliğinde, uç kısmın sivri ve bu hâliyle yaralayıcı özelliğe sahip olduğu tespit edildiğinden bahisle vidanın silah kabul edilmesi gerektiğinin duruşma tutanağında açıkça belirtilmesi, sanığın bu tespite karşın suç eşyası üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmasına ilişkin 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 63. maddesi uyarınca bir talebinin bulunmaması ve suça konu eşyanın TCK’nın 6. maddesi uyarınca silah kapsamında kalıp kalmadığı hususunun çözümünün uzmanlığı gerektiren bir durum olmayıp her somut olayda deliller değerlendirmek suretiyle hâkime ait bir görev olması birlikte değerlendirildiğinde, suça konu vidanın TCK’nın 6. maddesinin 1. fıkrasının (f) bendinin 4. alt bendinde tanımlanan “saldırı ve savunma amacıyla yapılmış olmasa bile fiilen saldırı ve savunmada kullanılmaya elverişli diğer şeyler” kapsamında kaldığı, böylece aynı Kanun’un 297. maddesinde düzenlenen suçun maddi konusunu oluşturduğu hususunda herhangi bir tereddüt bulunmadığından, suça konu vidanın silah kapsamında olup olmadığının tespiti bakımından bilirkişi raporu alınmasına gerek bulunmayıp Yerel Mahkemece dosyadaki mevcut delillerle hüküm kurulmasında herhangi bir isabetsizlik bulunmamaktadır.

Bu itibarla, eksik araştırma ile hüküm kurulduğuna yönelik Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının reddine karar verilmelidir.

2- Eksik araştırma ile hüküm kurulmadığı sonucuna varıldığından;
a-) Suçun teşebbüş aşamasında kalıp kalmadığı;

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 35. maddesinin birinci fıkrası;Kişi, işlemeyi kastettiği bir suçu elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da elinde olmayan nedenlerle tamamlayamaz ise teşebbüsten dolayı sorumlu tutulur” şeklindedir.

Suça teşebbüsün varlığından söz edilebilmesi için;

1- Failde kasıtlı bir suç işleme kararı olmalı,

2- Elverişli hareketlerle suçun doğrudan doğruya icrasına başlanmalı,

3- Failin elinde bulunmayan nedenlerle suç tamamlanamamalı veya amaçlanan sonuç gerçekleşmemelidir.

Suça teşebbüste fail, eylemini tamamlamak amacıyla hareket etmesine karşın, elinde olmayan nedenlerden dolayı fiilini gerçekleştirememekte, bu durumda kişiye tamamlanmış suça oranla daha az ceza verilmektedir.

Genel olarak suçun dış dünyada oluşmaya başladığı süreç, “hazırlık hareketleri” ve “icra hareketleri” olmak üzere birbirinden farklı iki evreye ayrılmaktadır. Suçu işlemek için kullanılacak âletlerin üretilmesi ya da temini, eylem yerinin araştırılması veya gözetlenmesi, eylemle ilgili çeşitli bilgilerin toplanması, suç işlendikten sonra sorumlu tutulmayı önleyici tedbirler alınması, suçtan elde edilecek eşyalar için güvenli bir yer ayarlanması gibi fiiller hazırlık hareketleri olup, suç tipini oluşturan icra hareketlerinden önce gerçekleştirilen ve cezalandırılmayan davranışlardır. Teşebbüs, suçun tamamlanmasından önce, fakat hazırlık hareketleri aşamasından sonra gelen, başlanmış ancak bitirilememiş bir eylemli evreyi ifade etmektedir. Bu kapsamda cezalandırılabilir davranışların, yani suça teşebbüsün sınırlarının belirlenmesi, diğer bir ifadeyle suç yolunda ilerleyen sanık ile ilgili olarak, ceza hukukunun hangi andan itibaren devreye gireceği sorununun çözülmesi gerekmektedir.

Öğretide; teşebbüs açısından “doğrudan doğruya icraya başlama” ölçütünün kabul edilmesiyle “objektif teori”nin benimsendiği, suçun kanuni tanımında unsur veya nitelikli hal olarak belirtilmiş hareketlerin gerçekleştirilmesi halinde icra hareketlerinin başladığının kabul edilmesi, örneğin öldürmek için silahını hasmına doğrultarak nişan alınmasının icra hareketi sayılması gerektiği, ancak öldürmek için elverişli silah veya zehir satın alınmasının belirleyici bir niteliğe sahip olmaması nedeniyle hazırlık hareketi sayılabileceği belirtilmiştir (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 10. Baskı, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2017, s. 410).

Öte yandan, suça teşebbüsle ilgili bir değerlendirme yapılabilmesi, failin hangi suçu işlemeyi kastettiğinin belirlenmesini gerektirir ki buna subjektif unsur denir. Failin davranışı ile bir suçu işlemeye teşebbüs edip etmediğini, eğer etmişse hangi suça teşebbüs ettiğini tespit edebilmek için öncelikle kastın varlığının belirlenmesi gerekmektedir. Başka bir deyişle, tıpkı tamamlanmış suçta olduğu gibi, teşebbüs aşamasında kalan suçlarda da, işlenmek istenen suç tipindeki tüm unsurlar fail tarafından bilinmelidir (Kayıhan İçel-Füsun Sokullu Akıncı-İzzet Özgenç-Adem Sözüer-Fatih Selami Mahmutoğlu-Yener Ünver, İçel Suç Teorisi, 2. Kitap, 2. Baskı, Sebat Yayınevi, İstanbul 2000, s. 315).

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Başka bir suçtan tutuklu olarak Osmaniye T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda bulunmaktayken güvenlik nedeniyle 31.01.2013 tarihinde Adıyaman E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilen sanığın, görevlilerce ve kişisel eşyasıyla birlikte aynı gün Adıyaman E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna getirildiği, kuruma alınırken geçtiği X-ray cihazının sinyal vermesi üzerine yanında getirdiği eşyasında yapılan aramada bir adet şampuan kutusu içerisinde ucu sivri hâlde bir adet vidanın ele geçirildiği olayda; sanığın soruşturmada, önceki ceza infaz kurumunda arasında husumet bulunan diğer tutukluların bu vidayı eşyasının arasına koymuş olabileceklerine dair savunmasıyla, nakil işlemini öğrenmesi üzerine topladığı kişisel eşyası arasında bu şampuan kutusunun da bulunduğuna dair kovuşturmadaki savunmasının örtüşmemesi, sanığın bir kapalı infaz kurumundan alınarak doğrudan diğer kapalı infaz kurumuna nakledilmesi ve bu işlemin baştan sona görevlilerin nezaretinde gerçekleşmiş olması karşısında; sanığın eyleminin yalnızca dışarıdan getirilen yasak eşyanın ceza infaz kurumuna sokulmasına teşebbüs etmekten ibaret olmayıp ayrıca suça konu eşyanın nakil işlemi öncesinde makul süreyle Osmaniye T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda da bulundurulduğu anlaşıldığından, sanığın nakil öncesi Osmaniye T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda yasak eşya bulundurmak suretiyle tamamladığı ve diğer infaz kurumunda ele geçirildiği ana kadar temadi eden eylemi nedeniyle, TCK’nın 297. maddesinde tanımlanan suçun seçimlik hareketleri arasında sayılan “infaz kurumuna veya tutukevinde yasak eşya bulundurma” fiili yönünden suçun tamamlandığının kabulü gerekmektedir.

Bu itibarla, bu uyuşmazlık konusu yönünden de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının reddine karar verilmelidir.

b-) Suçta kullanılan vida ile şampuan kutusunun dosyada delil olarak saklanmasının isabetli olup olmadığının değerlendirilmesine gelince;

Müsadere, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun “Genel Hükümler” başlıklı birinci kitabının, “Yaptırımlar” başlıklı üçüncü kısmının, “Güvenlik Tedbirleri” başlıklı ikinci bölümünün “Eşya müsaderesi” başlıklı 54. ve “Kazanç müsaderesi” başlıklı 55. maddelerinde düzenlenmiş olup uyuşmazlığın konusunu oluşturan Eşya müsaderesi” başlıklı suç ve hüküm tarihinde 54. maddesinde yer alan düzenlemeye göre;

“(1) İyiniyetli üçüncü kişilere ait olmamak koşuluyla, kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine tahsis edilen ya da suçtan meydana gelen eşyanın müsaderesine hükmolunur. Suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanan eşya, kamu güvenliği, kamu sağlığı veya genel ahlâk açısından tehlikeli olması durumunda müsadere edilir.

(2) Birinci fıkra kapsamına giren eşyanın, ortadan kaldırılması, elden çıkarılması, tüketilmesi veya müsaderesinin başka bir surette imkânsız kılınması hâlinde; bu eşyanın değeri kadar para tutarının müsaderesine karar verilir.

(3) Suçta kullanılan eşyanın müsadere edilmesinin işlenen suça nazaran daha ağır sonuçlar doğuracağı ve bu nedenle hakkaniyete aykırı olacağı anlaşıldığında, müsaderesine hükmedilmeyebilir.

(4) Üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşya, müsadere edilir.

(5) Bir şeyin sadece bazı kısımlarının müsaderesi gerektiğinde, tümüne zarar verilmeksizin bu kısmı ayırmak olanaklı ise, sadece bu kısmın müsaderesine karar verilir.

(6) Birden fazla kişinin paydaş olduğu eşya ile ilgili olarak, sadece suça iştirak eden kişinin payının müsaderesine hükmolunur.”

Müsadere, bir şeyin mülkiyetinin devlete geçmesi sonucunu doğurmakta olup 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nda müsadere bir güvenlik tedbiri olarak kabul edilmiştir. Türk Ceza Kanunu’nun 54. maddesinin birinci fıkrasına göre, kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine tahsis edilen ya da suçtan meydana gelen eşya, iyiniyetli üçüncü kişilere ait olmamak şartıyla müsadere edilir. Suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanmış olan eşya ise, suçun icra hareketlerine henüz başlanmamış ise, sadece bu nedenle müsadere edilemeyecek, ancak niteliği itibarıyla kamu güvenliği, kamu sağlığı veya genel ahlak açısından tehlikeli olması durumunda eşyanın müsaderesine hükmedilecektir.

Müsadereye hükmedilmesi için kasıtlı bir suçun işlenmesi zorunlu olmakla birlikte, bu suçtan dolayı bir kimsenin mutlaka cezaya mahkûm edilmesi gerekmemektedir. Örneğin akıl hastası olması nedeniyle cezalandırılamayan failin suçun işlenmesinde kullanılan eşyanın da müsaderesine karar verilebilecektir.

Öte yandan, “Suçun işlenmesinde kullanılan eşya” 05.01.1944 tarihli ve 33-1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında; “Suçta kullanılan veya kullanılmak üzere hazırlanan şeyden maksat, suçun işlenmesini kolaylaştıran harici bir vasıtadır ki o vasıtanın cürümden maksut olan gaye ile münasebeti mücerret suçun işlenmesinden beklenen neticenin elde edilmesine yardım etmiş olmaktan ibarettir.” şeklinde tanımlanmıştır. Bu bağlamda suçun işlenmesinde kullanılan eşyanın, suçun işlenmesini kolaylaştıran ve suçtan beklenen sonucu elde etmeye yardımcı olan dışsal araçlar olduğu kabul edilmektedir (Ayhan Önder, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Cilt: 3, Beta Yayınları, Eylül 1989, s. 95; Faruk Erem, Ümanist Doktrin Açısından Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Cilt: 2, 12. Baskı, Seçkin Kitabevi, Ankara 1985, s. 386-387; Öykü Didem Aydın, Emniyet Tedbirleri, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, s. 191). Bu tür eşya suçun işlenmesi bakımından zorunlu olmamakla birlikte faile yardımcı olan eşyadır. Örneğin, üçüncü kattaki bir daireye girmek için kullanılan merdiven hırsızlık suçunun işlenmesi bakımından zorunlu bir araç iken, zemin kattaki dairenin penceresine tırmanmak için suçu kolaylaştıran bir araç olarak kabul edilebilecektir. Görüldüğü üzere, suçu kolaylaştıran ve yardımcı olan herhangi bir aracın, sınırlandırma olmaksızın suçta kullanıldığı kabul edilebilecektir (Mualla Buket Soygüt Arslan, Türk Ceza Hukukunda Müsadere, Yayınlanmamış Doktora Tezi, s. 330-331).

Bununla birlikte, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun Elkonulan Eşyanın İadesi” başlıklı 131. maddesinde yer alan düzenlemeye göre;

“(1) Şüpheliye, sanığa veya üçüncü kişilere ait elkonulmuş eşyanın, soruşturma ve kovuşturma bakımından muhafazasına gerek kalmaması veya müsadereye tabi tutulmayacağının anlaşılması halinde, re’sen veya istem üzerine geri verilmesine Cumhuriyet savcısı, hâkim veya mahkeme tarafından karar verilir. İstemin reddi kararlarına itiraz edilebilir.

(2) 128 inci madde hükümlerine göre elkonulan eşya veya diğer malvarlığı değerleri, suçtan zarar gören mağdura ait olması ve bunlara delil olarak artık ihtiyaç bulunmaması halinde, sahibine iade edilir.”

Suç ve hüküm tarihinde yürürlükte bulunan Suç Eşyası Yönetmeliğinin, iade kararına konu olup sahipleri tarafından alınmayan veya maddi değeri olmayan eşyaya dair işlemleri düzenleyen 19 ve 21. maddeleriyle aynı doğrultuda hükümler içeren ve sonradan 23.03.2016 tarihli ve 29662 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girerek anılan Yönetmeliği yürürlükten kaldıran Suç Eşyası YönetmeliğininSahipleri tarafından alınmayan ve sahibi belli olmayan eşya hakkında yapılacak işlemler” başlıklı 21. maddesinde yer alan düzenlemeye göre;

“(1) İadesine karar verilmiş olup usulüne uygun meşruhatlı tebligata rağmen sahipleri tarafından bir ay içinde alınmayan veya kendilerine tebligat yapılamayan kimselere ait eşya en geç iki ay içerisinde satılarak bedeli millî bankalardan birinde ilgilisi adına açılacak vadeli hesaba yatırılır. Satışa karar verecek merci suç eşyasının bulunduğu yer sulh ceza hâkimidir.

(2) İadesine karar verilen eşyanın, sahibinin tespit edilememesi hâlinde 22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun bulunmuş eşyaya ilişkin hükümlerine göre işlem yapılır…”

Aynı Yönetmeliğin “Değeri olmayan eşyanın imhası işlemleri” başlıklı 24. maddesinde yer alan düzenlemeye göre;

“(1) İadesine karar verilmiş olup da mahkeme kararı kendilerine tebliğ edildiği hâlde sahipleri tarafından 21 inci maddede yazılı süre içerisinde alınmayan ve ekonomik değeri bulunmayan eşyanın, Cumhuriyet savcısı başkanlığında, emanet memuru ve bir zabıt kâtibinden oluşan komisyonca imhasına karar verilir. İmha, komisyon huzurunda yapılır ve buna dair bir tutanak tanzim olunur.

(2) Birinci fıkrada belirtilen imha komisyonuna hangi zabıt kâtibinin katılacağı, adalet komisyonlarınca, bulunmayan yerlerde kıdemli hâkim tarafından belirlenir.”

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun “Elkonulan Eşyanın İadesi” başlıklı 131. maddesinde; şüpheliye, sanığa veya üçüncü kişilere ait elkonulmuş eşyanın, soruşturma ve kovuşturma bakımından muhafazasına gerek kalmaması veya müsadereye tâbi tutulmayacağının anlaşılması hâlinde, resen veya istem üzerine geri verilmesine Cumhuriyet savcısı, hâkim veya mahkeme tarafından karar verileceği düzenlenmiştir. Bu hükümler uyarınca iade kararı verilebilmesi için, eşyanın müsadereye tabi tutulamayacak olması ve aidiyetleri hususunda da herhangi bir kuşku bulunmaması gerekmektedir. Suç Eşyası Yönetmeliğinin 21 ve 24. maddelerine göre ise; iadesine karar verilmiş olup da ancak yapılan tebligata rağmen sahipleri tarafından bir ay içerisinde alınmayan veya kendilerine tebligat yapılamayan kimselere ait olan ve ekonomik değeri bulunmayan eşyanın imhasına karar verilebilmektedir. Görüldüğü üzere, ekonomik değeri bulunmayan bir eşyanın imhasına karar verilebilmesi için; söz konusu eşyanın müsadereye tabi tutulamayacak nitelikte, dolayısıyla iadesine kararı verilebilecek eşya olması ve iade kararı sonrasında yapılan tebligata rağmen sahipleri tarafından bir ay içerisinde alınmaması veya kendilerine tebligat yapılamayan kimselere ait olması gerekmektedir.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Sanığın nakil nedeniyle Adıyaman E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna alınırken yanında getirdiği eşyanın X-ray cihazından geçişi sırasında şampuan kutusunun içerisinde ucu sivriltilmiş bir adet vidaya rastlanılması üzerine, infaz kurumunda veya tutukevine sokulması veya bu yerlerde bulundurulması yasak nitelikteki vidaya ve bu eşyanın konulduğu şampuan kutusuna el konulduğu olayda; suça konu vidanın sanığa atılı infaz kurumuna veya tutukevine yasak eşya sokma suçunun işlenmesinde kullanılan eşya niteliğinde olması, şampuan kutusunun da somut olayda suça konu vidayı gizlemek, böylece suçun icra hareketleri olan yasak eşyayı gerek “infaz kurumunda veya tutukevinde bulundurma”, gerekse bu yerlere “sokma” fiillerinin işlenmesini kolaylaştıran, dolayısıyla suçtan beklenen sonucu elde etmeye yardımcı olan eşya niteliğinde olması birlikte değerlendirildiğinde; hem suça konu vidanın, hem de bu vidanın konulduğu şampuan kutusunun 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 54. maddesi uyarınca müsaderesine karar verilmesi gerekmektedir.

Öte yandan, şampuan kutusunun ekonomik değeri bulunmadığından bahisle imhasına karar verilebileceği ileri sürülebilir ise de; bir eşyanın müsadereye tâbi tutulmayacağının anlaşılması hâlinde iadesine karar verilebilecek olması ve ancak iade kararı sonrasında yapılan tebligata rağmen sahipleri tarafından bir ay içerisinde alınmayan veya kendilerine tebligat yapılamayan kimselere ait eşyanın imhasına karar verilebileceği gözetildiğinde; söz konusu şampuan kutusunun imhasına karar verilmesi olanağı bulunmamaktadır. Müsaderesine karar verilen bir malın daha sonra koşullarının bulunması halinde imha edilmesi de mümkün olup daha sonraki aşama düşünülecek bir husustur.

Bu itibarla, bu uyuşmazlık konusu bakımından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının değişik gerekçeyle kabulüne karar verilmelidir.

Kayseri Ceza Avukatı

Alanında yetkin Kayseri ceza avukatı kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz; ceza yargılamalarında savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek taraflara avukatlık ve hukuki danışmanlık hizmeti vermektedir.

Ceza davalarında gerekli başvuru veya itirazların zamanında ve usulüne uygun yapılması açısından alanında uzman bir Kayseri ceza avukatı veya ağır ceza avukatından hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Yargılama sırasında herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için güncel mevzuat ve Yargıtay kararlarının takip edilmesi önem arz etmektedir. 

Alanında yetkin Kayseri Avukat kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz, savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde taraflara hukuki yardım sunmaktadır. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde herhangi bir mağduriyete veya hak kaybına uğramamak için gerekli başvuruların zamanında ve usulüne uygun yapılması büyük önem arz etmektedir. Bu süreçte, alanında uzman bir avukattan hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Zülküf Arslan Hukuk Bürosu olarak; Yalçınkaya Kararı başta olmak üzere AİHM kararlarının Türkçe çevirilerini yapan Eski AİHM Hukukçusu Dr. Orhan Arslan koordinatörlüğünde müvekkillerimize Anayasa Mahkemesi ve AİHM başvurusunun yanı sıra emsal AYM ve AİHM Kararları çerçevesinde yeniden yargılama başvurusu hususunda da hukuki destek vermekteyiz.

Kayseri ceza avukatı veya Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’ne başvuru yapmak ve süreci takip etmek için bir avukat arıyorsanız 15 yılı aşkın deneyimi ile avukat kadromuzdan dava süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile başvuru ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz.