İtirazın İptali Davası
İtirazın iptali davası başta olmak üzere borçlar hukuku ile icra ve iflas hukuku dava ve uyuşmazlıklarında herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için borçlar hukuku/usul hukukunda uzman avukattan hukuki yardım alınması oldukça önemlidir. Dava sürecinde güncel mevzuat ve Yargıtay kararlarının takip edilmesi önem arz etmektedir. Alanında yetkin Kayseri icra avukatı kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz, icra ve iflas hukuku uyuşmazlıklarında taraflara avukatlık, arabuluculuk ve hukuki danışmanlık hizmeti sunmaktadır.
Kayseri icra avukatı arıyorsanız 15 yılı aşkın deneyimi ile avukat kadromuzdan icra ve iflas süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile dava ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz.
İtirazın İptali Davasında Kısmi Dava Olarak Açılabilir mi, Islah Talebi Mümkün mü?
İtirazın iptali davasının konusunun bölünmesi mümkün olmadığından kısmi dava şeklinde itirazın iptali davası açılması da mümkün değildir. Ayrıca itirazın iptali davasında alınan bilirkişi raporu ile alacağın takipteki miktardan fazla olduğu ortaya çıksa bile, ıslahla talep arttırılamaz. İtirazın iptali davası icra takibine bağlı davadır ıslah olmaz, fazla talep varsa ek dava açılır. Hak edişlerin ilgililerinden temin edilmesi, maliyet hesaplarının sözleşmeye uygunluğunun denetlenmesi ve icra takibindeki taleple bağlı kalınarak davanın sonuçlandırılması gerekir.
Yargıtay 15. Hukuk Dairesi
Esas No: 2012/5307 Karar No: 2013/3233
ÖZET: Mahkemece yapılacak iş; taraflar arasında imzalanan sözleşmenin ilgili maddeleri kapsamında düzenlenen hak edişlerin ilgililerinden temin edilip, sözleşmenin ilgili maddesinde gösterilen maliyet hesap kalemlerinin ayrı ayrı belirtilerek maliyet hesabının ne şekilde yapıldığının temyiz denetimine elverişli şekilde belirlendiği ek bilirkişiler kurulu raporu alınarak, alınan rapor içeriğine göre maliyet hesaplarının sözleşmeye uygunluğu da denetlenerek davanın ıslah konusuyla ilgili olarak yapılan açıklamalar gözetilip, icra takibindeki taleple bağlı kalınmak suretiyle davalı şirket açısından sonuçlandırılması, diğer davalılar yönünden davanın pasif husumet yokluğundan dolayı reddine karar verilmesinden ibarettir. (2004 S. K. m. 67) (1086 S. K. m. 83) (6100 S. K. m. 176)
Dava: Hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiş, davalılar vekili tarafından duruşma istenmiş olmakla duruşma için tayin edilen günde davacı vekili Avukat H. K. ile davalılar vekili Avukat Z. G. ve Avukat N. Y. Ö. geldi. Temyiz dilekçelerinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve hazır bulunan taraflar avukatları dinlendikten sonra vaktin darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması başka güne bırakılmıştı. Bu kere dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği konuşulup düşünüldü:
Karar: Dava, eser sözleşmesinden kaynaklanan iş bedelinin tahsili istemiyle girişilen icra takibine vaki itirazın iptali, takibin devamı ve icra inkar tazminatı istemine ilişkin olup; mahkemece, davanın ıslah edilen ve alacak davası olarak görülen kısmı da dahil olmak üzere kabulüne ve icra inkar tazminatı isteğinin reddine dair verilen karar taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacının tüm; davalı şirketin ise aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazları yerinde görülmediğinden reddi gerekmiştir.
2- Davalı iş sahibi şirketin diğer temyiz itirazlarının incelenmesinde; davacı vekili dava dilekçesinde, taraflar arasında yapılan 05.10.2005 tarihli sözleşme gereği iş sahiplerine ait taşınmaz üzerine villa yapımı konusunda anlaşıldığını, sözleşmeye göre taraflarına maliyet + % 12 kâr verileceğinin kararlaştırıldığını, 26.03.2006 tarihi itibariyle işin % 50’lik kısmının tamamlandığını ve ihtarname gönderilmesine rağmen KDV dahil 201.648,27.-TL iş bedelinin ödenmediğini, girişilen icra takibinde de 152.262,00.-TL’lik alacak kısmına itiraz edildiğini ileri sürerek; itirazın iptali, takibin devamı ile lehlerine asgari % 40 oranında icra inkar tazminatına hükmedilmesine karar verilmesini talep etmiş; yargılama sırasında alınan bilirkişiler kurulu raporunda belirlenen alacak miktarına göre talebini ıslah ederek talep konusunu 101.983,00.-TL artırmış ve itirazın iptali davası kapsamı dışında kalan bu alacağın da takip tarihinden itibaren işleyecek avans faiziyle birlikte tahsilini talep etmiştir.
Davalılar vekili cevap dilekçesinde; davalı şirket ortaklarına husumet yöneltilmesinin mümkün olmadığını, onların şirketi temsilen sözleşmeyi imzaladıklarını, bunun dışında sözleşme gereği bir yükümlülüklerinin olmadığını, davacı yüklenicinin sözleşme gereği üzerine düşen edimlerini ifa etmediğini, mahkeme kanalı ile yapılan tespite göre, inşaat seviyesinin % 50’nin altında kaldığını ve yapılan bir kısım imalatın ayıplı olduğunu, ayrıca inşaatın sözleşmede öngörülen sürede bitirilmesinin de mümkün olmadığının belirlendiğini ifade ederek davanın reddi ile lehlerine alacağın % 40’ı oranında tazminata hükmedilmesi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece, alınan bilirkişiler kurulu kök ve ek raporlarında belirlenen bedel esas alınarak davanın ıslahla birlikte kabulüne ve icra inkar tazminatı isteğinin reddine karar verilmiştir.
Hukuk yargılamasında ıslah, tarafların usule ilişkin yaptıkları işlemleri kısmen veya tamamen düzeltmesine imkan veren bir kurumdur. Gerek ıslah tarihinde yürürlükte bulunan (mülga) 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu‘nun 83, gerekse karar tarihinde yürürlükte bulunan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 176. maddesinde, taraflardan her birinin, yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebileceği hükme bağlanmakla kural olarak Türk Hukukunda ıslaha izin verilmiştir. Islahın konusu, genel anlamda usul işlemleri olup, davanın sebebi, konusu ve talep neticesi ıslahla değiştirilebilir. Ancak, dava dilekçesinde talep edilmemiş bir alacak kaleminin ıslah yoluyla artırılıp dava konusu edilmesi mümkün değildir. Zira, ıslah ancak mevcut bir usul işleminin düzeltilmesine imkan tanır.
İtirazın iptali davaları, icra takibine bağlı davalardandır, itirazın iptali davasının konusu, davacı tarafından takibe konu edilip de davalı tarafından itiraz edilen alacak kaleminden ibarettir. Buna göre, itirazın iptali davasının en geniş hali, icra takibine bütünüyle itiraz edilmesi halinde söz konusu olur ki, bu halde takip talebinde alacağa konu edilen miktarın tamamı bir eda davası olan itirazın iptali davasının konusu haline gelir. Bu halde, itirazın iptali davasının konusunun bölünmesi mümkün olmadığından kısmi dava şeklinde itirazın iptali davası açılması da mümkün değildir. Başka bir anlatımla, itirazın iptali davalarında mahkeme, takip talebindeki taleple bağlı olup; ıslahın ancak mevut bir usul işlemine ilişkin olabileceği gözetilerek, ıslah yoluyla ancak itirazın iptali davasına konu edilen alacağın alacak davası olarak görülmesinin talep edilebileceği kabul edilerek sonuca ulaşılmalıdır. Bu nedenle icra takibine konu edilen bir talep olmadan itirazın iptali istemine ilaveten ıslah yoluyla alacak istenmesi mümkün değildir. Nitekim, dava itirazın iptali istemine ilişkin olup, davacının yargılama sırasında nisbi harç yatırarak itirazın iptali isteğine ilaveten takip kapsamı dışında kalan miktarda alacak isteminde bulunması, talebe yeni bir talep eklenmesi niteliğinde olup, usulüne uygun olarak yapılmış ıslah olarak kabul edilemeyeceğinden, mahkemece bu konuda esastan bir karar verilmesi mümkün değildir.
Somut olayda, davacı takip talebinde 201.648,27.-TL iş bedelinin tahsilini talep etmiş, davalı taraf bu bedelin 152.262,00.-TL’lik kısmına itiraz ederek kalan kısmı ödemiştir. Bu bakımdan, davacının davasına konu edebileceği alacak kalemi en fazla 152.262,00.-TL olup, bu miktarda alacak itirazın iptali davasına konu edilmiştir. Davacı tarafça, bilirkişiler kurulunca verilen raporda, hak edilen iş bedelinin 303.632,00.-TL olarak belirlendiği, davalının takibe konu icra takip dosyasına 49.087,00.-TL ödeme yaptığı, bakiye 254.545,00.-TL alacaklarının kaldığının belirlendiği gerekçesiyle icra takibine konu edilmeyen 101.983,00.-TL’nin davalıdan tahsilini talep etmiştir.
Takip talebinde tahsili istenen alacağın haricinde kalan kısmın ancak yeni bir dava ile istenmesinin mümkün olduğu gözetilmeden, usulüne uygun olmayan ıslah dilekçesiyle, dava konusu edilmeyen bir alacak isteminin asıl davaya ilave edilmesi suretiyle sonuca varılması doğru olmadığı gibi; takipteki talebin 26.03.2006 tarihine kadar oluşan iş bedeli alacağına ilişkin olduğu gözetilmeksizin talebin aşılması suretiyle 31.12.2006 gününe kadar oluşan iş bedeli alacağının hüküm altına alınması da doğru değildir.
Diğer taraftan; mahkemece, hükme esas alınan bilirkişiler kurulu kök ve ek raporlarında, maliyet hesabının hangi kalemler esas alınarak yapıldığı belirlenememektedir. Sadece dosyada mevcut 25.05.2007 ve 07.03.2010 tarihli sınırlı denetim raporları esas alınarak maliyet hesabı yapıldığından, sınırlı denetim raporu ekinde yer alan maliyet hesaplarına esas harcamaları gösteren defter kayıtlarından masrafın hangi imalat kalemine ilişkin olarak yapıldığı tespit edilememektedir. Başka bir anlatımla, bilirkişiler kurulu kök ve ek raporu temyiz denetimine elverişli nitelikte olmayıp, davalı ticari defterlerini esas alan sınırlı denetim raporunun tekrarından ibaret olduğundan, bu rapora itibar edilerek karar verilmiş olması da davanın esasının sonuçlandırılması bakımından doğru olmamıştır.
3- Davalılar S. ve S.’in temyiz itirazlarına gelince;
Mahkemece her ne kadar adı geçen davalılar yönünden de davanın kabulüne karar verilmişse de, anılan davalıların davacı yüklenici ile davalı iş sahibi şirket arasında imzalanan sözleşmede herhangi bir yükümlülük ve sorumluluk üstlenmedikleri açıktır. Ticaret Sicili Memurluğundan alınan yazıdan, bu davalıların davalı şirketin ortağı bulundukları ve şirketi temsile yetkili kişiler oldukları anlaşılmaktadır. Davalı şirketi temsilen sözleşmeyi kimin imzaladığı belli değilse de, şirketi temsilen atılan imzaların adı geçen davalılara ait olduğunun anlaşılması halinde, imzanın şirketi temsil amacıyla atıldığı ve gerçek kişi davalıları sorumluluk altına sokmadığı kabul edilmelidir. Buna göre, mahkemece davalılar S. ve S. hakkında açılan davaların pasif husumet yokluğu nedeniyle reddi gerekirken, kabulüne karar verilmiş olması da doğru değildir.
Mahkemece yapılacak iş; taraflar arasında imzalanan sözleşmenin 21 ve 22. maddeleri kapsamında düzenlenen hakedişlerin ilgililerinden temin edilip, sözleşmenin 21.4. maddesinde gösterilen maliyet hesap kalemlerinin ayrı ayrı belirtilerek maliyet hesabının ne şekilde yapıldığının temyiz denetimine elverişli şekilde belirlendiği ek bilirkişiler kurulu raporu alınarak, alınan rapor içeriğine göre maliyet hesaplarının sözleşmeye uygunluğu da denetlenerek davanın yukarıda ıslah konusuyla ilgili olarak yapılan açıklamalar gözetilip, icra takibindeki taleple bağlı kalınmak suretiyle davalı şirket açısından sonuçlandırılması, diğer davalılar yönünden davanın pasif husumet yokluğundan dolayı reddine karar verilmesinden ibarettir.
Sonuç: Yukarıda 1. bentte açıklanan nedenlerle davacının tüm; davalı şirketin sair temyiz itirazlarının reddine, 2. bent uyarınca davalı şirketin, 3. bent uyarınca da davalılar S. ve S.’in temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün 2. bent uyarınca davalı şirket, 3. bent uyarınca davalılar S. ve S. yararına BOZULMASINA, 990,00.-TL duruşma vekalet ücretinin davacıdan alınarak Yargıtay duruşmasında kendilerini vekille temsil ettiren davalılara verilmesine, aşağıda yazılı bakiye 3,15.-TL temyiz ilam harcının temyiz eden davacıdan alınmasına, ödediği temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden davalılara geri verilmesine, 20.05.2013 gününde oybirliği ile karar verildi.
İtirazın İptali Davasında Ödemenin İspatı ve Cari Hesap ile Açık Hesabın Farkı
Faturaya bağlanmış alacağın tahsili için girişilen icra takibine vaki itirazın iptali davasında yapılan ödeme savunmasının yazılı delille ispatının gerekir. Taraflar arasında yazılı bir cari hesap sözleşmesi bulunmadığından aradaki ilişkinin açık hesap ilişkisi olarak değerlendirilmesi ve mahkemece sadece takip konusu faturalar ve ödeme savunması bakımından araştırma ve değerlendirme yapılarak bir karar verilmesi gerekir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2017/19-1634 Karar No: 2018/633
ÖZET: Dava faturaya bağlanmış alacağın tahsili için girişilen icra takibine vaki itirazın iptali istemine ilişkindir. Eldeki davada, ispat yükünün davalı tarafta bulunduğu, yapılan ödeme savunmasının da yazılı delille ispatının gerektiği, taraflar arasında yazılı bir cari hesap sözleşmesi bulunmadığından aradaki ilişkinin açık hesap ilişkisi olarak değerlendirilebileceği ve Özel Daire kararında belirtildiği gibi mahkemece sadece takip konusu faturalar ve ödeme savunması bakımından araştırma ve değerlendirme yapılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiği, aksi yönde yapılacak araştırmanın ise itirazın iptali davasının niteliği ile bağdaşmayacağı hususları açık olduğundan, mahkemece önceki kararda direnilmesi doğru değildir. (6102 S. K. m. 89) (2004 S. K. m. 62, 67, 68, 68/A) (6100 S. K. m. 114) (818 S. K. m. 84, 85, 86) (YHGK 03.05.2006 T. 2006/19-260 E. 2006/251 K.) (YHGK 09.06.2010 T. 2010/19-262 E. 2010/304 K.)
Dava: Taraflar arasındaki “itirazın iptali davası”ndan dolayı yapılan yargılama sonunda … 2. Asliye Ticaret Mahkemesince itirazın kısmen iptaline dair verilen 20.02.2013 gün ve … sayılı karar, davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 23.09.2013 gün ve 2013/10465 E., 2013/14493 K. sayılı kararı ile;
“…Dava; faturadan doğan toplam 14.847,38 TL alacağın tahsili amacıyla başlatılan icra takibine itirazın iptali istemine ilişkindir.
Davalı vekili; takibe konu edilen toplam 12.876,00 TL bedelli 2 adet fatura borcu için müvekkilinin çek ve havale yoluyla toplam 15.490,00 TL ödeme yaptığını savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece toplanan delillere göre; tarafların defter kayıtlarının fatura kayıtları yönünden birbirini teyit ettiği, farklılığın nedeninin davacı defterinde kayıtlı olup davalı defterinde kayıtlı olmayan 1.000,00 TL’lik davalı nakit ödemesi ve 4.437,00 TL’lik davalı borç dekontu ile davalı defterinde kayıtlı olup davacı defterinde kayıtlı olmayan 45,00 TL ödeme farkından kaynaklandığı, bunun yanında 4.437,00 TL’lik borç kaydının davalı tarafça sunulan belgelerde de kayıtlı olduğu, dolayısıyla davacının bu miktar kadar da davalıdan alacaklı olduğu, ayrıca davacı tarafın kendi kayıtlarında 450,00 TL olarak geçen ödemeyi 495,00 TL olarak kabul ettiği, bu durumda davacının davalıdan 10.252,53 TL alacaklı olduğu, ancak davalının faiz talebinin haksız olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava konusu icra takibinde iki adet faturaya dayanılmış, davalı ödeme savunmasında bulunmuştur. Bu durumda ispat külfeti davalıda olup davalı takibe konu fatura bedellerini ödediğini yazılı şekilde kanıtlamakla yükümlüdür. Mahkemece bilirkişi raporu alınmış, bilirkişi tarafından tarafların ticari defterleri incelenerek rapor tanzim edilmiş ise de raporda taraflar arasındaki tüm cari hesap ilişkisi irdelenip değerlendirilmiştir. Oysa davamızın konusu sadece iki faturadır. Nitekim davalı vekilince bu yönler bakımından bilirkişi raporuna itiraz edilmiştir. Bu durumda mahkemece dava konusu edilen faturalarla sınırlı olarak ve ödeme savunması gözetilerek inceleme yapılması gerektiğinden bilirkişiden itirazların da değerlendirileceği ek rapor veya gerektiğinde yeni bir bilirkişiden ayrıntılı ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınıp sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.”
gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Karar: Dava faturaya bağlanmış alacağın tahsili için girişilen icra takibine vaki itirazın iptali istemine ilişkindir.
Davacı vekili aralarındaki ticari ilişki uyarınca müvekkilinin davalıya mal satışı yaptığını ve fatura düzenlediğini, davalının fatura bedelini ödememesi üzerine aleyhine icra takibine geçildiğini, davalının fatura bedellerinin ödendiği iddiası ile takibe haksız yere itiraz ettiğini belirterek, itirazın iptali ile takibin devamına ve %40 oranında icra inkâr tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili davacı taraf ile müvekkili arasında ticari ilişki bulunduğunu, cari hesap ekstreleri incelendiğinde 26.05.2010 tarihinde 10.000,00 TL bedelli çek, 30.04.2010 tarihinde 2.990,00 TL EFT ile 29.05.2010 tarihinde 2.500,00 TL EFT ile ödeme olmak üzere toplam 15.490,00 TL ödeme yapıldığını belirterek, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, tarafların defter kayıtlarının fatura kayıtları yönünden birbirini teyit ettiği, farklılığın nedeninin davacı defterinde kayıtlı olup davalı defterinde kayıtlı olmayan 1.000,00 TL’lik davalı nakit ödemesi ve 4.437,00 TL’lik davalı borç dekontu ile davalı defterinde kayıtlı olup davacı defterinde kayıtlı olmayan 45,00 TL ödeme farkından kaynaklandığı, bunun yanında 4.437,00 TL’lik borç kaydının davalı tarafça sunulan belgelerde de kayıtlı olduğu, dolayısıyla davacının bu miktar kadar da davalıdan alacaklı olduğu, ayrıca davacı tarafın kendi kayıtlarında 450,00 TL olarak geçen ödemeyi 495,00 TL olarak kabul ettiği, bu durumda davacının davalıdan 10.252,53 TL alacaklı olduğu, ancak faiz talebinin haksız olduğu gerekçesiyle itirazın kısmen iptaline karar verilmiştir.
Davalı vekilinin temyiz itirazları üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçeler ile bozulmuştur.
Yerel mahkemece tarafların ticari kayıt ve belgelerinde yapılan incelemenin yeterli olduğu, yeni bir inceleme yapılmasına gerek olmadığı, tarafların ticari ilişkilerinin sadece dava konusu iki faturaya dayalı olmadığı, dava konusu faturaların 09.04.2010, 18.05.2010 tarihli olduğu, davalının ödeme yaptığını belirttiği 10.000,00 TL’lik ödemenin 08.04.2010 tarihinde davacının defterlerine ödeme olarak işlendiği, faturaların bu tarihten sonra düzenlendiği, kaldı ki davalının yaptığı ödemelerde hangi faturaya istinaden ödeme yaptığı hususunu belirtmediği, davacının ticari kayıtlarına göre en son 29.05.2010 tarihinde davalı tarafından yapılan nakit ödemenin bulunduğu, davalı tarafın ise yapmış olduğu tüm ödemeleri 31.01.2011 tarihi itibariyle defterine işlediği, bu durumda davalının ödeme iddiasının dava konusu faturalarla sınırlı olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı, taraflar arasındaki cari ilişkiye istinaden teslim edilen mallar ile yapılan ödemelerin birlikte değerlendirilmesi gerektiği gerekçeleri ile direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: Taraflar arasında var olan ticari ilişkiye istinaden yapılan mal satışı nedeni ile ödenmediği iddia edilen iki adet fatura alacağına bağlı olarak başlatılan icra takibine yapılan itirazın iptali davasında yapılacak olan incelemenin taraflar arasındaki tüm cari hesap ilişkisi gözetilerek mi, davaya konu edilen faturalar ile sınırlı olarak ve ödeme savunması gözetilerek mi yapılması gerektiği noktasında toplanmıştır.
Uyuşmazlığın çözümü bakımından öncelikle konu ile ilgili kavramların ve yasal düzenlemelerin incelenmesinde fayda bulunmaktadır.
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (TTK) 89. maddesine göre iki kişinin herhangi bir hukuki sebep veya ilişkiden doğan alacaklarını teker teker ve ayrı ayrı istemekten karşılıklı olarak vazgeçip bunları kalem kalem alacak ve borç şekline çevirerek hesabın kesilmesinden sonra çıkacak artan tutarı isteyebileceklerine ilişkin sözleşme cari hesap sözleşmesi olarak tanımlanmıştır. Aynı maddede cari hesap sözleşmelerinin yazılı yapılmadıkça geçerli olmayacağı belirtilmiştir. Buna göre, taraflar arasında yazılı bir cari hesap sözleşmesi bulunmadıkça TTK’ nın cari hesaba ilişkin hükümleri uygulanamayacaktır.
Açık hesap ilişkisi ise önceki borçlar tahsil edilmemesine rağmen taraflar arasındaki ticari ilişkinin devam etmesi durumudur. Açık hesap ilişkisinde taraflar tek taraflı ya da karşılıklı olarak alacaklarını hesaba kaydedip belirli hesap dönemlerine bağlı kalmaksızın hesaplaşma yaptıklarından, bu ilişkiye TTK’ daki cari hesaba ilişkin hükümleri uygulanamaz.
“İtirazın iptali davası 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 67 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir.
Ödeme emrine itirazın iptali davası, (konusu borçlunun itiraz etmiş olduğu alacak olan) bir eda davasıdır.
İtirazın iptali davası, takip alacaklısı tarafından, ödeme emrine (süresi içinde) itiraz etmiş (m.62) olan takip borçlusuna karşı açılır. Alacaklı davayı kazanırsa (yani, mahkeme borçlunun borçlu olduğu kanısına varırsa), mahkeme, borçlunun itirazının iptaline karar verir; işte bundan dolayı, bu davaya itirazın iptali davası denir.
2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu md.68-68/a’daki yazılı belgelerden birine sahip bulunmayan alacaklı, itirazın hükümden düşürülmesini sağlayabilmek (yani, itiraz ile duran icra takibine devam edilmesini isteyebilmek) için, yalnız itirazın iptali davası yoluna başvurabilir; icra mahkemesinden itirazın kaldırılmasını isteyemez.
Buna karşılık, alacağı 2004 sayılı Kanun md.68-68/a’daki yazılı belgelerden birine bağlı olan alacaklı, itirazın iptali için mahkemede dava açmak (m.67) veya itirazın kaldırılması için icra mahkemesine başvurmak (m.68-68/a) hususunda, bir seçim hakkına sahiptir.
İtirazın iptali davasının konusu, icra takibi konusu yapılmış olan alacaktır; bu nedenle, itirazın iptali davası açılmadan önce, borçlu itiraz ettiği borcu tamamen öderse, alacaklının itirazın iptali davası açmakta hukuki yararı (HMK m. l14/1-h) yoktur” (Kuru, B.: İstinaf Sistemine Göre Yazılmış İcra ve İflâs Hukuku Ders Kitabı, Eylül 2007, s.107).
İtirazın iptali davası icra takibine sıkı sıkıya bağlı; itiraz üzerine duran icra takibinin devam edebilmesini sağlayan ve takip hukuku içinde olmakla birlikte, maddi hukuk ilişkisinin incelenerek uyuşmazlığı kesin hükümle sonuçlandıran bir davadır. Davanın takibe bağlılığı alacağın miktarı bakımından söz konusu olduğu gibi alacağın kaynağı bakımından da geçerlidir.
Kısmi ifaya ilişkin kurallar (taraflar arasındaki sözleşmenin akdedildiği ve icra takibinin yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan) (mülga) 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 84 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. Kanunun 85 inci maddesinin birinci fıkrasına göre birden fazla borcu bulunan borçlu, ödeme zamanında bu borçlardan hangisini tediye etmek istediğini alacaklıya beyan etme hakkına haizdir. 86 ncı maddeye göre de yasal olarak geçerli bir beyan vaki olmadığı yahut makbuzda ödemenin hangi borca mahsup edileceği gösterilmediği takdirde, tediye muaccel olan borca mahsup edilir. Birden çok borç muaccel ise tediye, borçlu aleyhinde birinci olarak takip edilen borca mahsup edilir. İcra takibi yapılmamış ise tediye, vadesi daha önce gelmiş olan borca mahsup edilir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 03.05.2006 tarih, 2006/19-260 E.-2006/251 K., 09.06.2010 tarih, 2010/19-262 E.-2010/304 K. ve 27.01.2016 gün 2015/15-1830 E.-2016/98 K. sayılı kararlarında da bu yönde açıklamalar yer almaktadır.
Somut olayda ise, taraflar arasında bir borç ilişkisi bulunduğu ve borçlunun daha evvel bir kısım ödemeler yaptığı belirtilmekte, davacı davasını yalnızca iki adet faturaya dayandırmakta ve davalı da ödeme savunmasında bulunmaktadır.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında, eldeki davada, ispat yükünün davalı tarafta bulunduğu, yapılan ödeme savunmasının da yazılı delille ispatının gerektiği, taraflar arasında yazılı bir cari hesap sözleşmesi bulunmadığından aradaki ilişkinin açık hesap ilişkisi olarak değerlendirilebileceği ve Özel Daire kararında belirtildiği gibi mahkemece sadece takip konusu faturalar ve ödeme savunması bakımından araştırma ve değerlendirme yapılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiği, aksi yönde yapılacak araştırmanın ise itirazın iptali davasının niteliği ile bağdaşmayacağı hususları açık olduğundan, mahkemece önceki kararda direnilmesi doğru değildir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında davalı tarafça cari hesap ekstresi adı altında sunulan belgeden taraflar arasında bir açık hesap ilişkisi bulunduğu, bu itibarla takip öncesinde yapılan kısmi ödemelerin alacaklı yanca hangi borca mahsup edilmesi istenmişse bu iradeye üstünlük tanınması ve ödemelerin birden çok borcun vadelerine göre sıralanması gerektiği, kaldı ki tarafların defter ve belgelerinin de 1.000,00 TL’lik tek bir unsur dışında örtüştüğü, uyuşmazlığın ancak açık hesap ilişkisinin sonuna kadar incelenerek çözümlenebileceği ileri sürülmüşse de bu görüş açıklanan gerekçelerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
O hâlde Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
Sonuç: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş günlük yasal süre içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 28.03.2018 gününde oy çokluğuyla karar verildi.
İtirazın İptali Davasında İcra İnkar Tazminatı
Alacak miktarının, takip ya da dava tarihindeki koşullara göre belirlenmesinin, itirazın iptali davasında hükmolunan miktar üzerinden tahsiline karar verilebilecek bir tazminat türü olan ve bağımsız bir dava konusu yapılamayan icra inkar tazminatının miktarına da etkili olacağı açıktır. Borca haksız şekilde itiraz edilmesini önleme amacını taşıyan icra inkar tazminatı, itirazın iptali davasına özgü bir sonuçtur. Davacı lehine hükmedilen icra inkar tazminatı, itirazın iptaline karar verilen para üzerinden belirlenir.
Yargıtay 23. Hukuk Dairesi
Esas No: 2014/3925 Karar No: 2015/3364
ÖZET: Mahkemece itirazdan sonra davadan önce ödenmiş bulunan paraya ilişkin istemin hukuki yarara ilişkin dava şartı noksanlığından, Hukuk Muhakemeleri Kanunu uyarınca usulden reddine karar verilmesi ve davacı lehine hükmedilen icra inkar tazminatının itirazın haksız olduğu belirlenen ve itirazın iptaline karar verilen para üzerinden belirlenip hükmedilmesi, reddedilen meblağ üzerinden davalı yararına hükmedilmesi gereken vekalet ücretine esas miktara ilişkin miktarın da dahil edilmesi gerekirken, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun yerleşik uygulamasını yansıtmayan ve sonradan vazgeçilen ve Dairemizce de benimsenmeyen kararı esas alınmak suretiyle hüküm kurulması hükmün bozulmasını gerektirmiştir. (2004 S. K. m. 66, 67) (6100 S. K. m. 114, 115) (YHGK. 30.03.2005 T. 2005/19-200 E. 2005/210 K.) (YHGK. 19.10.2011 T. 2011/19-532 E. 2011/640 K.) (YHGK. 20.09.2013 T. 2013/3608 E. 2013/5586 K.) (YHGK. 23.01.2014 T. 2013/7155 E. 2014/387 K.) (YHGK. 16.10.1996 T. 1996/19-601 E. 1996/711 K.)
Dava ve Karar: Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
Karar
Davacı vekili, davalı şirketin 2004 yılından 2009 Nisan ayı sonuna kadar tüm uçak bilet alım ve araç kiralama işlerini müvekkili şirketten yaptığını, davalının müvekkili ile çalışmayı bıraktığı Nisan 2009 ayı sonu itibariyle 13.000,00 – 14.000,00 TL olan borcu ödenmediğini, bunun üzerine düzenlenen 08.11.2010 tarihli gecikme faizi faturasının davalıya tebliğ edildiğini, 20.482,10 TL alacağın tahsili için başlatılan icra takibinde davalının 2.682,68 TL’yi kabul ederek bakiye borca itiraz ettiğini, taraflar arasındaki 03.01.2005 tarihli sözleşme kapsamında faiz istenebileceğini, itirazdan sonra davalının 12.01.2011 tarihinde 4.407,47 TL, 17.02.2011 tarihinde 150,00 TL, 04.03.2011 tarihinde 908,69 TL ödeme yaptığını ileri sürerek, itirazın iptali ile dava açılmadan önce takipten sonra ödenen 5.446,16 TL’de dahil olmak üzere % 40 icra inkar tazminatının tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davacının taleplerinin zamanaşımına uğradığını, müvekkilinin tüm edimlerini yerine getirdiğini, davacıya borcu olmadığını, davacının dayandığı faturaların müvekkili şirkete tebliğ edildiğinin ispat edilmesi gerektiğini, davacı tarafından sunulan sözleşmenin imzasız olduğunu, vade farkı faturası kesilemeyeceğini, davadan önce yapılan ödemeler için icra inkar tazminatı talep edilemeyeceğini, alacağın likit olmadığını savunarak, davanın reddini ve % 40 kötü niyet tazminatının tahsilini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma, dosya kapsamı ve benimsenen bilirkişi raporuna göre; taraflar arasında ihtilaflı bulunan 6.853,00 TL miktarlı faturanın gecikme faizine ilişkin olup davacının dayandığı sözleşmede davalı tarafın imzasının bulunmadığı anlaşıldığından ve takipten önce de temerrüde düşürülmediğinden bu miktarın istenemeyeceği, davacı tarafından düzenlenen ve davalı ticari defterlerine de kayıt edilip bilahare defter kayıtlarından çıkarıldığı bilirkişi tarafından saptanan 2.220,53 TL miktarlı faturadan da davalının borçlu olduğu, davacının davalıya 2.743.284,25 TL miktarlı fatura kestiği, bu faturalardan 6.853,00 TL miktarlı faturanın gecikme faizi olup taraflar arasında ihtilaflı bulunduğundan bu faturanın düşülmesi sonucu davacının davalıya 2.736.431,25 TL miktarlı fatura kestiği, davalının takip tarihine kadar davacıya 2.725.765,54 TL miktarında ödeme yaptığı, bu ödeme miktarının düşülmesi sonucunda davacının davalıdan takip tarihi itibariyle 10.665,71 TL bakiye alacağı bulunduğu, davalının borca kısmi itirazından sonra, ancak davadan önce davacıya toplam 5.466,16 TL ödemede bulunduğu, takipten sonra ödenen bu miktarın da düşülmesi sonucu davacının davalıdan dava tarihi itibariyle 5.199,55 TL alacaklı olduğu, davalının davadan sonra da davacıya 2.817,68 TL ödemede bulunduğu saptanmış ise de bu miktar ödeme infaz sırasında dikkate alınacağından davacı alacağından düşülmediği, ayrıntıları Hukuk Genel Kurulu’nun 16.10.1996 gün ve 1996/19-601 E., 711 K. sayılı kararında da açıklandığı üzere, itirazın iptali davalarında haklılık durumu takip tarihi itibariyle belirleneceğinden davacının takipten sonra ödenen 5.466,16 TL alacak için icra inkar tazminatı talebinin yerinde olduğu gerekçesiyle, davanın kısmen kabulü ile itirazın 5.199,55 TL için iptaline, takibin bu miktar asıl alacak üzerinden devamına, davadan sonra ödenen meblağın icra müdürlüğünce infazda dikkate alınmasına, 5.199,55 TL alacak ile itirazdan sonra ve davadan önce ödenmiş olan 5.466,16 TL üzerinden % 40 icra inkar tazminatının davalıdan tahsiline, 822,36 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine karar verilmiştir.
Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.
1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
2- Davalı vekilinin, itirazdan sonra ve davadan önce ödenmiş olan miktara yönelik temyiz itirazları yönünden;
İtirazın iptali davası, müddeabihi takip konusu yapılmış ve borçlunun itiraz etmiş olduğu alacak olan, bir eda davasıdır. Mahkemenin davanın reddi ya da kabulü yönünde verdiği karar, maddi anlamda kesin hüküm teşkil edeceğinden; davanın reddi halinde alacaklı, borçluya karşı aynı alacaktan dolayı yeni bir alacak davası açamayacağı gibi, davanın kabulü halinde borçlu da, alacaklıya karşı bir menfi tespit veya istirdat davası açamayacaktır.
Bu nedenledir ki, mahkeme itirazın iptali davasında tarafların iddia ve savunmalarını genel hükümlere göre inceleyerek, borcun varlığını ve miktarını araştırmak zorundadır.
Yasal dayanağını 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 67. maddesinden alan itirazın iptali davası, alacaklının icra takibine karşı borçlunun yaptığı itirazın iptali ile İİK’nın 66. maddesine göre itiraz üzerine duran takibin devamını sağlamayı amaçlamaktadır. Takip hukukundan doğan bu davada tespit edilecek husus, borçlunun icra takibine yapmış olduğu itirazında haklı olup olmadığının belirlenmesidir.
Bu dava, yargılama usulü bakımından genel hükümlere tabidir (İİK. m. 67/1). Alacaklı, alacağının varlığını 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na göre caiz olan her türlü delil ile ispat edebilir. Dava, özünde tahsil istemini de barındırmakla, burada borçlunun takip sonrası yaptığı ödeme iddialarının da nazara alınması zorunludur. Borçlu, ödeme emrine itiraz ederken bildirmiş olup olmamasına bakılmaksızın, bütün itiraz sebeplerini ileri sürebileceğinden; mahkemenin, borcun sonradan ödendiği itirazını araştırarak, ödemenin takip konusu alacakla ilgili olduğunu belirlemesi halinde, alacaklının dava tarihi itibariyle talep edebileceği alacak miktarı üzerinden hüküm kurması gerektiğinde duraksama bulunmamaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki, alacak miktarının, takip ya da dava tarihindeki koşullara göre belirlenmesinin, itirazın iptali davasında hükmolunan miktar üzerinden tahsiline karar verilebilecek bir tazminat türü olan ve bağımsız bir dava konusu yapılamayan icra inkar tazminatının miktarına da etkili olacağı açıktır.
Henüz alacaklı tarafından itirazın iptali davasının açılmadığı bir evrede, borçlunun, itiraza konu borcu kısmen veya tamamen ödemesi mümkündür ve bunu engelleyen herhangi bir yasa hükmü yoktur. Borçlu, itirazın iptali davası açılmamış iken, itirazına konu borcu tamamen öderse, alacaklının itirazın iptali davası açmasına gerek kalmayacak ve böyle bir davayı açmakta hukuki yararı bulunmayacaktır. Zira, itirazın iptali davası açılmasında amaç, itiraz nedeniyle kanun gereğince kendiliğinden durmuş olan takibin devamını sağlamaktır. Takibin devamı yoluyla elde edilecek olan sonuç (alacağın tahsili), borçlunun tüm borcu ödemesiyle zaten gerçekleşmiş olacağına göre, gerçekleşmiş olan bu sonucu sağlamak üzere bir dava açılmasında hukuki yarar bulunmayacaktır. Bunun gibi, takibe konu borcun kısmen ödendiği durumlarda da, ödenmeyen borç tutarına yönelik itirazın iptali davasında, itirazdan sonra ödenmiş olan miktar bakımından itirazın iptalinin istenilmesinde hukuki yararın mevcut olmayacağı kuşkusuzdur.
İcra takibinden sonra ve itirazın iptali davası açılmadan önce borçlu tarafından ödeme yapılması halinde, yapılan bu ödeme düşüldükten sonra kalan miktar üzerinden dava açılması gerekir. Dolayısıyla, takipten sonra, ancak dava açılmadan önce yapılmış olan ödeme yönünden dava açılmasında, davacı tarafın hukuki yararı bulunmamaktadır.
İtirazın iptali davasına özgü bir sonuç olan icra inkar tazminatı, salt borca haksız şekilde itiraz edilmiş olmasının bir sonucu olduğundan ve borca haksız şekilde itiraz edilmesini önleme amacını taşıdığından, sonradan borcun kısmen veya tamamen ödenmiş olmasının, borçluyu bu tazminatı ödemekten kurtarmaması gerektiği düşünülebilir. Ne var ki, icra inkar tazminatı, niteliği gereği, ancak itirazın iptali davası sonucunda davanın tamamen veya kısmen kabulüne karar verilmesi koşuluna bağlı olarak, hükmolunan miktar üzerinden tahsiline karar verilebilecek bir tazminattır. Bu nedenle, takibe konu borcun tamamen ödenmiş olması halinde alacaklının itirazın iptali davası açmakta hukuki yararı bulunmadığından, açtığı dava bu gerekçeyle reddedileceği; böylesi bir davanın kısmen de olsa kabulü söz konusu olamayacağı için, icra inkar tazminatına da hükmedilemeyecektir. Bunun gibi, itirazdan sonra ve itirazın iptali davası açılmadan önce borcun kısmen ödendiği hallerde, alacaklının ödenen kısım yönünden dava açmakta hukuki yararı olmayacağından, ödenen miktar göz önüne alınmaksızın, borca itirazın tümüyle iptali istemiyle açılan dava, ödenen kısım yönünden reddedileceği için, bu kısım için de yine icra inkar tazminatına hükmedilemeyecektir. O halde, alacaklının icra inkar tazminatı isteme hakkının, borçlu tarafından borca tamamen veya kısmen itiraz edildiği anda, itiraza konu borç miktarı yönünden kendiliğinden doğan bir hak olduğu söylenemez. Tekrar vurgulanmalıdır ki, alacaklı yararına bu tazminata hükmedilebilmesi için, mutlaka, açılıp kısmen de olsa kabul ile sonuçlanmış bir itirazın iptali davası bulunmalıdır. Eş söyleyişle bu tazminat, kendiliğinden doğmaz, bir mahkeme hükmüne ihtiyaç gösterir. O halde, itirazdan sonra ve davadan önce yapılan ödemeler düşülmek suretiyle itirazın iptali davası açılması durumunda, alacaklının ödenen kısım yönünden icra inkar tazminatı isteme hakkının ortadan kalkacağı gibi bir gerekçeye dayanılarak, davadan önceki ödemelerin müddeabbihten düşülmemesi gerektiği ileri sürülemez.
Aynı ilke, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 30.03.2005 tarih ve 19-200 E., 210 K; 19.10.2011 gün ve 19-532 E, 640 K; Dairemizin 20.09.2013 tarih ve 3608 E., 5586 K; 23.01.2014 tarih ve 2013/7155 E., 2014/387 K. sayılı ilamlarında da benimsenmiştir. Davadan sonra kısmen ödeme yapılması halinde, dava tarihi itibariyle ödenmeyen kısım yönünden davanın kabulü ile bu kısmi ödemelerin icra aşamasında nazara alınmasına, tamamının davadan sonra ödenmesi halinde davanın konusu kalmadığından karar verilmesine yer olmadığına karar verilmelidir.
Bu durumda, mahkemece itirazdan sonra davadan önce ödenmiş bulunan 5.466,16 TL’ye ilişkin istemin hukuki yarara ilişkin dava şartı noksanlığından, HMK’nın 114/1-h ve 115/2. maddeleri uyarınca usulden reddine karar verilmesi ve davacı lehine hükmedilen icra inkar tazminatının itirazın haksız olduğu belirlenen ve itirazın iptaline karar verilen 5.199,55 TL üzerinden belirlenip hükmedilmesi, reddedilen meblağ üzerinden davalı yararına hükmedilmesi gereken vekalet ücretine esas miktara 5.466,16 TL’ye ilişkin miktarın da dahil edilmesi gerekirken, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun yerleşik uygulamasını yansıtmayan ve sonradan vazgeçilen ve Dairemizce de benimsenmeyen 1996 tarihli kararı esas alınmak suretiyle hüküm kurulması doğru olmamıştır.
Sonuç: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının reddine, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün davalı yararına BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 06.05.2015 tarihinde oybirliği ile, karar verildi.
İtirazın İptali Davası ile Menfi Tespit Davası
İtirazın iptali davasından sonra menfi tespit davası açılamaz ancak menfi tespit davasından sonra itirazın iptali davası açılabilir. Menfi tespit davasının itirazın iptâli davasından sonra açılması halinde, itirazın iptâli davasında borçlunun borçlu bulunup bulunmadığı zorunlu olarak inceleneceğinden bu halde borçlunun menfi tespit davası açmakta hukuki yararının bulunmadığı kabul edilmekle birlikte, menfi tespit davası icra takibinden önce ya da sonra açılmış olsa dahi, icra takibine yapılan itiraz üzerine duran takibe devam edilebilmesi ve alacaklının cebri icra işlemlerini sürdürebilmesi için itirazın iptâli ya da alacak davası açması zorunludur.
Yargıtay 15. Hukuk Dairesi
Esas No: 2020/917 Karar No: 2020/3079
Davacı … Ltd. ile davalı … Gemi İnşa Çelik Konst. San. ve A.Ş., birleşen 2014/1383 Esas sayılı davada davalı … Gemi İnşa Çelik Konst. San. ve A.Ş. ile davalı … Ltd. arasındaki davadan dolayı … 15. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen 19.04.2018 gün ve … sayılı hükmü duruşmalı olarak bozan Dairemizin 05.12.2019 gün ve 2018/4850 E.-2019/5026 K. sayılı ilamı aleyhinde davalı-birleşen dosya davacısı vekili tarafından karar düzeltilmesi isteğinde bulunulmuş ve karar düzeltme dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla dosyadaki kağıtlar okundu gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR
Asıl ve birleşen dava, eser sözleşmesinden kaynaklanmış olup; asıl dava iş sahibi tarafından yüklenici aleyhine açılan borçlu bulunmadığının tespiti, birleşen dava ise yüklenici tarafından iş sahibi aleyhine açılan alacağın tahsili için yapılan ilamsız icra takibine itirazının iptali takibin devamı ve icra inkâr tazminatı istemlerine ilişkindir.
Mahkemece davaların birleştirilerek yapılan yargılaması sonucunda asıl ve birleşen davanın kısmen kabulüne dair verilen kararın davacı-birleşen dosya davalısı iş sahibine temyizi üzerine Dairemizden verilen 05.12.2019 gün 2018/4850 Esas 2019/5026 Karar sayılı sair temyiz itirazları reddedilerek asıl ve birleşen davalarda kurulan hükmün bozulmasına dair ilamına karşı davalı-birleşen dosya davacısı yüklenici vekilince yasal süresi içerisinde karar düzeltme talebinde bulunulmuştur.
1- Yargıtay ilamında belirtilen gerektirici nedenler karşısında davalı-birleşen dosya davacısı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer karar düzeltme talepleri yerinde görülmemiş, reddi gerekmiştir.
2- Asıl dava menfi tespit istemine ilişkin olup; 24.09.2014 tarihinde … 1. Anadolu İcra Müdürlüğü’nün … sayılı takip dosyasında 26.09.2014 tarihinde başlatılan ilamsız icra takibinden ve bu icra takibine yapılan itiraz üzerine takibin durdurulması sebebiyle yüklenici tarafından 21.10.2014 tarihinde iş sahibi aleyhine açılıp … 17. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce … sayılı kararı ile birleştirilen itirazın iptâli davasından önce açılmıştır.
Menfi tespit davasının itirazın iptâli davasından sonra açılması halinde, itirazın iptâli davasında borçlunun borçlu bulunup bulunmadığı zorunlu olarak inceleneceğinden bu halde borçlunun menfi tespit davası açmakta hukuki yararının bulunmadığı kabul edilmekle birlikte, menfi tespit davası icra takibinden önce ya da sonra açılmış olsa dahi, icra takibine yapılan itiraz üzerine duran takibe devam edilebilmesi ve alacaklının cebri icra işlemlerini sürdürebilmesi için itirazın iptâli ya da alacak davası açması zorunludur. Derdestlik oluşturmayacağı gibi menfi tespit davası sonucunda borçlunun davasının reddine karar verilmiş olması alacağın cebri icra işlemlerine devam etmesine olanak sağlamayacağından alacaklının menfi tespit davasından sonra dahi olsa itirazın iptâli ile alacak davası açmakta hukuki yararı bulunmaktadır.
Taraflar arasında 16.07.2014 tarihli sözleşmenin düzenlendiği konusunda uyuşmazlık yoktur. Bu sözleşme, sözleşme ve dava tarihinde yürürlükte bulunan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 470 ve devamı maddelerinde düzenlenen eser sözleşmesi niteliğindedir. Sözleşme ile davacıya ait gemide birtakım tadilat işlemlerinin yapılması kararlaştırılmıştır. Uyuşmazlığın eser sözleşmesi hükümlerine göre değerlendirilip çözülmesi gerekli ve zorunludur. Karşılıklı edimleri içeren eser sözleşmelerinde yüklenicinin görevi eseri sözleşmesine, amacına ve tekniğine uygun tamamlayarak teslim etmek, iş sahibinin görevi ise, sözleşmede kararlaştırılan yükümlülükler varsa bunların yerine getirilmesiyle eserin bedelini ödemekten ibarettir. “Sözleşmenin tutarı” başlıklı sözleşmenin 7. maddesinde, “toplam tamir ücreti güvertedeki bütün işlerin bitiminde tersane tarafından 16.07.2014 tarihinde e-mail yolu ile gönderdiği teklif uyarınca belirlenecektir.” hükmüne yer verilmiştir. Davacı ve birleşen dosya davalısı iş sahibi tarafından yapılan iş nedeniyle yükleniciye 650.000 USD ödendiği çekişmesizdir. Mahkemece yargılama sırasında alınan 23.01.2008 tarihli bilirkişi raporu hükme esas alınmışsa da, alınan bilirkişi raporunda rapora ekli Türkçe tercümesi bulunmayan ve davalı yüklenici tarafından dosyaya sunulduğu anlaşılan liste üzerinde değişiklik yapılarak yüklenicinin yapmış olduğu işler karşılığında isteyebileceği toplam iş bedelinin hesaplandığı, bu durumun ise raporun denetimini imkânsız kıldığı görülmektedir. Taraf vekilleri tarafından da rapora teknik ve hukuki yönlerden itiraz edilmiştir. Yine bilirkişi raporunda davadan önce iş sahibi tarafından yaptırılan delil tespiti sonucunda düzenlenen tespit bilirkişi raporu incelenip değerlendirilmemiştir.
Mahkeme, çözümü hukuk dışında özel veya teknik bilgiyi gerektiren hallerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir (HMK md. 266/1). Taraflar bilirkişi raporunun kendilerine tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde, raporda eksik gördükleri hususların, bilirkişiye tamamlattırılmasını; belirsizlik gösteren hususlar hakkında ise bilirkişinin açıklama yapmasının sağlanmasını veya yeni bilirkişi atanmasını mahkemeden talep edebilirler (HMK md.281/1). Mahkeme bilirkişi raporundaki eksiklik yahut belirsizliğin tamamlanması veya açıklığa kavuşturulmasını sağlamak için bilirkişiden, yeni sorular düzenlemek suretiyle ek rapor alabileceği gibi tayin edeceği duruşmada, sözlü olarak açıklamalarda bulunmasını da kendiliğinden isteyebilir (HMK md. 281/2). Mahkeme gerçeğin ortaya çıkması için gerekli görürse yeni görevlendireceği bilirkişi aracılığıyla tekrar inceleme de yaptırabilir (HMK md.281/3). Hakim, bilirkişinin oy ve görüşünü diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendirir (HMK md.282/1).
Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarda birlikte somut olay değerlendirildiğinde; mahkemece denetime elverişli olmayan, tarafların itirazlarını karşılamayan, hesap yöntemi usul ve yasaya uygun bulunmayan, dava öncesi yaptırılan delil tespiti sonucu alınan raporu değerlendirmeyen bilirkişi raporu esas alınarak hüküm kurulması doğru olmamıştır.
Bu durumda mahkemece, HMK’nın 266 ve 281/3. maddeleri hükümlerine uygun olarak aralarında gemi inşaat mühendisinin de bulunduğu konusunda uzman yeni bir teknik bilirkişi kurulu oluşturularak, 16.02.2014 tarihli sözleşmenin 7. maddesi hükmü gereğince gönderildiği anlaşılan teklif de değerlendirilmek suretiyle iş bedelinin sözleşme fiyatlarıyla, yapılmış ise sözleşme dışı imalâtların vekâletsiz iş görme hükümleri gereğince yapıldığı yıl mahalli piyasa rayiçleriyle hesaplattırılması gerekir. Yine, davalı-birleşen dava davacısı yüklenicinin talepleri arasında imalât bedeli yanında havuz işgal bedeli, havuza gemi alınmaması sebebiyle ile iş kaybı bedeli, rıhtım işgaliye bedeli ve pompa kirası da bulunduğundan iş sahibinin temerrüde düşmesi halinde bu alacak kalemlerinin değerlendirilmesi mümkün olduğu gözetilerek, sözleşme hükümleri de dikkate alınmak suretiyle iş sahibinin temerrüde düşüp düşmediği belirlenip, bu alacak kalemleri ile ilgili de bedelin hesaplattırılarak asıl ve birleşen davada sonucuna uygun kararı verilmelidir.
Bu hususlar üzerinde durulmadan eksik inceleme ile asıl ve birleşen davada yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamıştır.
Yerel mahkeme kararının bu gerekçe ile bozulması gerekirken eksik inceleme yanında yüklenicinin menfi tespit davası açıldıktan sonra itirazın iptâli davası açmasında hukuki yarar bulunmadığı gerekçesi ile de bozulduğu bu kez yapılan incelemede anlaşıldığından, yüklenicinin buna ilişkin karar düzeltme talebinin kabulü uygun görülmüştür.
SONUÇ: Yukarıda 1. bentte açıklanan nedenlerle davalı-birleşen dosya davacısı yüklenicinin diğer karar düzeltme taleplerinin reddine, 2. bent uyarınca kabulü ile Dairemizin 05.12.2019 gün 2018/4850 Esas 2019/5026 Karar sayılı bozma ilamının kaldırılarak yerel mahkemece asıl ve birleşen davada kurulan hükmün yukarıda 2. bentte belirtilen değişik gerekçe ile davacı-birleşen dosya davalısı iş sahibi yararına BOZULMASINA, 2.037,00 TL duruşma vekâlet ücretinin davalı-birleşen dosya davacısından alınarak Yargıtay’daki duruşmada vekille temsil olunan davacı-birleşen dosya davalısı yükleniciye verilmesine, ödenenden 5766 sayılı Kanun’un 11. maddesi ile yapılan değişiklik gereğince 492 sayılı Harçlar Kanunu 42/2-d maddesi uyarınca alınması gereken 353,20 TL Yargıtay başvurma harcının mahsup edilerek, varsa fazla alınan temyiz harcının temyiz eden davacı-birleşen dosya davalısına iadesine, ödediği karar düzeltme harcının istek halinde karar düzeltme isteyen davalı-birleşen dosya davacısına geri verilmesine, 24.11.2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.
İtirazın iptali davası başta olmak üzere borçlar hukuku ile icra ve iflas hukuku dava ve uyuşmazlıklarında herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için borçlar hukuku/usul hukukunda uzman avukattan hukuki yardım alınması oldukça önemlidir. Dava sürecinde güncel mevzuat ve Yargıtay kararlarının takip edilmesi önem arz etmektedir. Alanında yetkin Kayseri icra avukatı kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz, icra ve iflas hukuku uyuşmazlıklarında taraflara avukatlık, arabuluculuk ve hukuki danışmanlık hizmeti sunmaktadır.
Kayseri icra avukatı arıyorsanız 15 yılı aşkın deneyimi ile avukat kadromuzdan icra ve iflas süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile dava ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz.