Konut Dokunulmazlığını İhlal Suçunda Dava Zamanaşımı Süresi
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu
Konut dokunulmazlığının ihlali – Madde 116
(1) Bir kimsenin konutuna, konutunun eklentilerine rızasına aykırı olarak giren veya rıza ile girdikten sonra buradan çıkmayan kişi, mağdurun şikayeti üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Birinci fıkra kapsamına giren fiillerin, açık bir rızaya gerek duyulmaksızın girilmesi mutat olan yerler dışında kalan işyerleri ve eklentileri hakkında işlenmesi hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine altı aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.
(3) Evlilik birliğinde aile bireylerinden ya da konutun veya işyerinin birden fazla kişi tarafından ortak kullanılması durumunda, bu kişilerden birinin rızası varsa, yukarıdaki fıkralar hükümleri uygulanmaz. Ancak bunun için rıza açıklamasının meşru bir amaca yönelik olması gerekir.
(4) Fiilin, cebir veya tehdit kullanılmak suretiyle ya da gece vakti işlenmesi halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
Konut Dokunulmazlığını İhlal Suçunda Dava Zamanaşımı Süresi ile Zamanaşımını Kesen Sebepler
Yargıtay Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2015/96 Karar No: 2018/623 Karar tarihi: 11.12.2018
Kararı Veren Yargıtay Dairesi: 4. Ceza Dairesi
Mahkemesi: Sulh Ceza Mahkemesi
İçtihat Metni
Konut dokunulmazlığının ihlâli suçundan sanıklar … ve …’un beraatlerine ilişkin Tomarza (Kapatılan) Sulh Ceza Mahkemesince verilen 30.07.2010 tarihli ve 137-186 sayılı hükümlerin, katılan … tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yüksek 4. Ceza Dairesince 31.03.2014 tarih ve 7352-9940 sayı ile; onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının İtirazı
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 16.05.2014 tarih ve 2011/37924 sayı ile;
”Konut dokunulmazlığının ihlali suçu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 116/1. maddesinde; ‘Bir kimsenin konutuna, konutunun eklentilerine rızasına aykırı olarak giren veya rıza ile girdikten sonra buradan çıkmayan kişi, mağdurun şikâyeti üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır‘ şeklinde düzenlenmiş, maddenin 4. fıkrasında; ‘fiilin, cebir veya tehdit kullanılmak suretiyle ya da gece vakti işlenmesi‘ cezayı ağırlaştırıcı bir neden olarak öngörülmüştür.
Konut dokunulmazlığını bozma suçu, bir kimsenin konutuna veya eklentilerine rızasına aykırı olarak girilmesi ya da rıza ile girildiği hâlde çıkılmamasıyla işlenmeye başlamakta ve konutun terk edilmesine, başka bir anlatımla hukuki ya da fiili kesintinin gerçekleşmesine kadar devam etmektedir.
Konut dokunulmazlığı bozma suçu, konutun eklentilerine girilmesi durumunda da oluşacağı kabul edilmektedir. Ancak Kanun’da nelerin eklenti sayılacağına ilişkin herhangi bir açıklık bulunmamaktadır.
Yargıtay kararlarında eklenti, konut ya da benzeri yapıların, kullanılış amaçlarından herhangi birini tamamlayan, konut dışındaki yapılar ve yerler olarak tanımlanmaktadır.
Öğretide ise bir kısım yazarlar eklentinin konuta bağlı olmayan ancak bitişik veya yakın olma şartı olan dış dünyadan belirli işaretlerle ayrılan ve rızaya aykırı olarak girildiğinde, konuttakilerin huzur ve sükununun bozulduğu yerler olarak tanımlanmaktadır.
Şen’e göre, eklenti, konutun ayrılmaz parçası niteliğini taşıyan bahçesi, taşınabilir olmakla beraber konutun yanına konulan kapalı yan mekanlar, bahçe duvarı içinde bulunan çadır, ahır, karavan gibi bireyin hürriyetinin ve güvenliğinin kontrol edildiği alanlar ve burada bulunan eşyalar olarak tanımlanmaktadır.
Bütün anlatımların sonucunda failin bulunduğu yerde konutta oturan mağdurun huzur ve sükûnunun bozulup bozulmadığının keşif yapılarak tespiti gerekmektedir, ayrıca eklentinin tespiti işlenen maddi olaya ve zamana göre de değerlendirilmesi gerekmektedir.
Maddi olayda, Tomarza ilçesi Sarımehmetli Mahallesinde oturan ve evde kiracı olarak bulunan katılan …’un ev sahibi olan sanık … ve sanık …’un katılan …’un evinin müştemilatına gelerek müştekiye evi tahliye etmesini söyledikleri ve katılan …’un evden çıkmak içen süre istemesi üzerine, aralarında tartışma çıktığı ve sanık …’un katılan …’a hitaben ‘Seni bu gece sinkaf edeceğim, senin a.. koyacağım’ diyerek hakarette bulunduğu ve ‘Evden çıkmazsan silahlar konuşacak, seni vururum’ diye tehdit ettiği, sanık …’un da …’a hitaben ‘Evden çık yoksa seni sinkaf ederim’ diyerek hakarette bulunduğu ve sanık …’un belinde bulunan ve ele geçirilemeyen silahı göstererek ‘Bu gece silahlar konuşur’ diyerek tehdit ettiği şeklinde gerçekleşen eylemde, mahkemece düzenlenen keşif tutanağında, suça konu evin duvarlarla çevrili avlusu olduğu, sadece bu avlunun giriş kapısının bulunmadığı belirtilmektedir. Söz konusu yer duvarla çevrili olup, bu yere girildiğinde huzur ve sükûnu bozacak nitelikte eklenti olduğunun kabulü gerekmektedir.
Bu itibarla sanık … ve sanık …’un, katılan …’un evinin müştemilatına gelerek müştekiye evi tahliye etmesini söyledikleri ve aralarında çıkan tartışma sonrasında tehdit ve hakarette bulunmaktan ibaret eylemin konut dokunulmazlığını bozma suçunu oluşturduğun gözetilmemesi”
isabetsizliğinden itiraz yoluna başvurmuştur.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 4. Ceza Dairesince 04.12.2014 tarih ve 26655-35069 sayı ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; konut dokunulmazlığının ihlali suçunun yasal unsurları ile oluşup oluşmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Katılan … 16.04.2010 havale tarihli dilekçesinde; köyde yirmi üç yıldan beri oturduğu evin kapı ve pencereleri sorunlu olduğundan, bunları köy halkından yardım almak suretiyle tamir ettirdiğini, sanıkların 14.04.2010 tarihinde geceleyin oturduğu eve gelerek sinkaflı sözlerle küfür edip silahlarını göstermek suretiyle kendisini öldürmekle tehdit ettiklerini, sanık …’in ayrıca evi terk etmesini istediğini, yaşananlara kızı olan tanık Yeliz Çömlekçi’nin şahit olduğunu belirterek şikâyetçi olduğu,
Kovuşturma aşamasında 11.07.2010 tarihinde düzenlenen keşif zaptında; olayın, bir avlu içerisinde, etrafı taştan duvarla çevrili bir yerde gerçekleştiği, kapı büyüklüğünde bir girişinin bulunduğu, ancak buraya kapı yapılmadığı gözlemlerine yer verildiği,
Keşif sonrası düzenlenen 12.07.2010 tarihli bilirkişi raporuna göre; Tomarza ilçesi Sarımehmetli Mahallesi Yaşar Doğu Caddesi No.50 sayılı yerdeki evin mülkiyetinin sanık …’e ait olduğu, suç tarihinde katılanın ikamet ettiği evin keşif gününde boş olduğu, evin cümle giriş yerinin caddeden ayrılan ara yerde bulunduğu, taş üzeri, ağaç direkli ve kâgir tabir edilen eski bir ev olduğu, cümle giriş yerinde kapısının bulunmadığı, girişten avluya ve soldaki merdivenlerden yukarı çıkılarak katılanın ikamet ettiği basit krokide gösterilen eve geçildiği, keşif gününde alt kısımdaki avlu içine bakan bütün odaların ağaç direklerinin yıkılmış ve ikamet olarak kullanılan evin pencerelerinin sökülmüş olduğu, ekte sunulan basit krokide belirtilen ve kapısı olmayan, takriben 80 cm genişliğindeki girişten başka konut alanına girişin olmadığı, avlunun konut müştemilatı içerisinde kaldığının belirtildiği,
Tomarza İlçe Emniyet Amirliğinin 29.04.2010 tarihli yazısına göre; sanık …’a ait ruhsatlı tabanca kaydına rastlanmadığı, şahıs adına kayıtlı bir adet av tüfeğinin bulunduğu,
Kovuşturma aşamasında incelenmek üzere dosya arasına alınan Tomarza Sulh Hukuk Mahkemesinin 2010/4 sayılı dosyasına göre; sanıklardan Tevfik’in “Tespit isteyen” sıfatıyla, suç tarihinden iki gün önce 12.04.2010 tarihinde katılanın eşi olan … aleyhine, müşterek ortağı olduğu evde kiracı olarak bulunan …’dan evi terk etmesini istemesine rağmen adı geçenin evin kapı ve pencerelerini söküp avlu duvarını yıkarak evi kullanılmaz hâle getirdiğinden bahisle tespit isteminde bulunduğu, talebin kabul edilerek 15.04.2010 tarihinde keşfe gidildiği, keşif sonrası düzenlenen bilirkişi raporuna göre taşınmazın zemin ve birinci kattan müteşekkil, avlulu, toprak damlı, 50-55 yıllık kâgir bir yapı olduğu, keşif günü itibarıyla kullanılmayan yıpranmış ve bakımsız bu yapının zemin katının hayvan barınağı olarak kullanıldığı, bölmelerde olması gereken kapıların mevcut olmadığı, birinci katta ev olarak kullanılan bölümde de pencere ve kapıların, gömme dolabın ve davacı tarafından var olduğu iddia edilen ahşap döşemelerin söküldüğü, avlu duvarı olarak da kullanılan avlu köşesindeki tuvaletin tavanının ve bir kısım duvarının yıkıldığı, yapılan hesaplamalar sonucu 1.975,59TL zararın bulunduğunun belirlendiği, tespite karşı katılan ve eşi…’ın; kendilerine iftira atıldığını, tespitin yerinde olmadığını, davacı ile ilgisi olmayan bu yerde yirmi üç yıldan beri oturduklarını, meskenin oturulmaya müsati olmaması nedeniyle tutanakta belirtilen yerlerin kendileri tarafından sökülmüş gibi gösterildiğini, kapı ve pencereleri Zahide Ünal ve Mevlüt Adaca isimli şahıslardan aldıklarını, Hamdi Gülbaz ve Raşit Gündüz isimli şahısların ise bunları taktığını, davacının bir yıl önce tapuyu aldığını belirterek rapora itiraz ettikleri,
Anlaşılmıştır.
Katılan … aşamalarda; oturduğu evin kapı ve pencerelerinin olmadığını, evi buralara branda çekerek kullandığını, Z. Ünal ve M. Adaca adlı şahısların kendisine yardım etmek amacıyla kapı ve pencere verdiklerini, olay günü sanıkların evine gelerek aynı gün evi boşaltması gerektiğini söylediklerini, kendisinin de sanık …’dan iki gün daha müsaade istediğini, bunun üzerine sanık …’ın “Senin a…na koyacağım.” şeklinde kendisine hakaret ederek, daha sonra belindeki silahı gösterip “Bu gece silahlar konuşacak, azdan az çoktan çok gidecek.” dediğini, sanık …’in de kendisine “A…na koyacağım” şeklinde hakarette bulunduğunu, müştemilatına girmelerine rağmen çıkmadıklarını, kızı Yeliz’in yaşananlara şahit olduğunu,
Tanık Y. Çömlekçi aşamalarda; ailesiyle birlikte S. Özcan’ın evinde ikamet ettiklerini, evin sanıklara satıldığını, olay tarihinde sanıkların akşam ezanından sonra eve gelerek kendilerinden evden çıkmalarını istediklerini, annesi olan katılanın ise yeni aldıkları evin iki gün daha işi olduğunu söyleyerek birkaç gün daha müsaade etmelerini istediğini, bunun üzerine sanıkların hemen çıkmaları gerektiğini belirterek sanık …’ın katılana sinkaflı küfür ettiğini, ceketinin altından silahını gösterip “Evden çıkmazsanız bu akşam silahlar konuşacak, azdan az çoktan çok gider.” dediğini, sanık …’in de katılana sinkaflı küfür ettiğini, katılanın sanıklardan bahçeden çıkmalarını istediğini, ancak sanıkların çıkmadıklarını, polisi arayacaklarını söylemeleri üzerine çıkıp gittiklerini,
Tanık … kovuşturma evresinde; olay günü sanıklarla birlikte katılanın evine gittiklerini, kapıyı açan katılanın kızından, babasını çağırmasını istediklerini, katılan ve eşi…’ın geldiğini, kendilerine Nisan ayına kadar evden çıkmalarını, evde tadilat yapıldıktan sonra sanık …’ın burada oturacağını söyleyerek sanıkların ayrıldıklarını belirtmesi üzerine, Yerel Mahkemece iddianamede suç tarihinin 14 Nisan olarak gösterilmesi hususuyla, beyanı arasındaki çelişkinin nedeni sorulunca, olayı tam hatırlamadığını, tarihleri yanlış söylemiş olabileceğini,
Beyan etmişlerdir.
Sanık … aşamalarda; daha önceden katılanın oturduğu evin yarı hissesinin kendisine ait olduğunu, 2009 yılının Haziran ayı civarında da diğer yarısını satın aldığını, bu evde oturmak istediği için katılan ve eşinden evinden çıkmalarını istediğini ancak bu kişilerin her defasında süre istediklerini, çıkmamak için ayak diretmeleri üzere eve gidip boşaltmalarını istediğini, iddia edildiği gibi hakaret ve tehditte bulunmadığını, eve girmediğini, hatta iftira edeceklerini bildiği için katılanın evine hiç yalnız gitmediğini, tanık Ahmet’in olay yerinde bulunduğunu,
Sanık … aşamalarda; S. Özcan’a ait evi satın aldıklarını, daha sonra içinde oturan katılana çıkması için 2009 yılının Ekim ayından itibaren süre verdiklerini, 1 Nisan 2010 tarihinde eve giderek katılan ve eşinden evden çıkmasını istediklerini, ancak katılanın 10 gün daha süre istediğini, en son, olay günü olan 14 Nisan’da tekrar eve gittiklerini, katılan evden çıkmayınca bu yaptığının adilik olduğunu, “Artık çık.” dediğini, iddia edildiği gibi silah göstermediğini, sinkaflı sözlerle küfür etmediğini, müştemilata izinsiz girmediğini,
Savunmuşlardır.
Konut dokunulmazlığının ihlâli suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Kişilere Karşı Suçlar” kısmının “Hürriyete Karşı Suçlar” bölümündeki 116. maddesinde düzenlenmiştir;
“1) Bir kimsenin konutuna, konutunun eklentilerine rızasına aykırı olarak giren veya rıza ile girdikten sonra buradan çıkmayan kişi, mağdurun şikâyeti üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
2) Birinci fıkra kapsamına giren fiillerin, açık bir rızaya gerek duyulmaksızın girilmesi mutat olan yerler dışında kalan işyerleri ve eklentileri hakkında işlenmesi hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine altı aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.
3) Evlilik birliğinde aile bireylerinden ya da konutun veya işyerinin birden fazla kişi tarafından ortak kullanılması durumunda, bu kişilerden birinin rızası varsa, yukarıdaki fıkralar hükümleri uygulanmaz. Ancak bunun için rıza açıklamasının meşru bir amaca yönelik olması gerekir.
4) Fiilin, cebir veya tehdit kullanılmak suretiyle ya da gece vakti işlenmesi hâlinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.”
Madde gerekçesinde yer verilen açıklamalara göre;
“Madde, Anayasanın 21 inci maddesinde güvence altına alınan konut dokunulmazlığını ihlâl fiillerini suç olarak tanımlamaktadır. Konut dokunulmazlığının ihlâli, kişinin kendisine özgü barış ve sükûnunu ve yuvasındaki yaşamının sulh ve selametle cereyanı için var olması gerekli güvenlik duygusunun sarsılmasını ifade etmektedir.
Bireylere karşı işlenen ve aynı zamanda onların muhtaç oldukları güvenlik ve sükûnu ihlâl eyleyen bu fiillerin, hürriyete karşı işlenen suçlar arasında bir suç olarak tanımlanması uygun görülmüştür”
Madde gerekçesinde de özenle vurgulandığı üzere konut dokunulmazlığının ihlali ile mülkiyet ve zilyetlik hakkı değil, kişi hürriyeti korunmaktadır. Kanun’da mülkiyet ve zilyetliği koruyan başka hükümler bulunmakta olup, bu suçla kişilerin konutlarındaki güvenlik duygusu, sükûn ve huzurlarının korunması amaçlanmaktadır.
Ceza Genel Kurulunun 11.03.1993 gün ve 25-67, 21.06.1993 gün ve 155-184 ile 27.12.1993 gün ve 169-354 sayılı kararlarında konut; “Kişilerin, devamlı veya geçici olarak yerleşmek ve barınmak amacıyla oturmalarına elverişli yerlerdir” şeklinde tanımlanmıştır.
Öğretide, “Eklenti” kavramı ile ilgili olarak;
“Doğrudan doğruya veya dolaylı olarak konuta bağlı olup fiilen konutun kullanılmasına özgülenen veya onu tamamlayan, o yerin başkasına aidiyetini simgeleyen, engellerle dış dünyadan ayrı tutulmuş yer” (Durmuş Tezcan, Mustafa Ruhan Erdem, Murat R. Önok, Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku, 15. Baskı, Ankara, 2017, s. 528);
“Binaya doğrudan veya dolayısıyla bağlı olan ve binanın hizmetine tahsis edilen, onu tamamlayan mahaller” (Nur Centel, Hamide Zafer, Özlem Yenerer Çakmut, Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, Cilt 1, 3. Baskı, İstanbul, 2016, s. 321);
“Konuta bitişik veya yakın olması şart olmayan, dış dünyadan belirli işaretlerle ayrılan ve rıza hilâfına girildiğinde konuttakilerin huzur ve sükûnunun bozulduğu yerler” (Veli Özer Özbek, Koray Doğan, Pınar Bacaksız, İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, 12. Baskı, Ankara, 2017, s. 432)
şeklindeki tanımlamalara yer verilmiştir.
Bir yerin eklenti sayılabilmesi için etrafının mutlaka çevrili olması veya kapı ile kapalı ve kilitli olması şart değildir. Önemli olan o yerin başkasının hâkimiyetinde bulunduğunu ve başkalarının buraya girmesine rıza gösterilmeyeceğini belirtecek şekilde çit, tel örgü, ağaç dalları vb. gibi dış bir engelle ayrılmış olmasıdır (Mahmut Koca, İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, 2. Baskı, Ankara, 2015, s. 560).
Konut dokunulmazlığının ihlali suçu kasten işlenebilen bir suçtur. Failin, başkasının konut dokunulmazlığını bilerek ve isteyerek ihlal etme iradesi suçun manevi unsurudur. Bu suçun manevi unsuru bakımından doğrudan ve genel kastın bulunması yeterli olup failin suçu işleme saikinin bir önemi bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu suçta özel kast aranmamaktadır.
Suçun maddi unsurunu ise, failin, hak sahibinin rızası hilafına konuta veya eklentisine girmesi veya girdikten sonra çıkmaması oluşturmaktadır. Rızaya aykırılık, failin hak sahibinin iradesine aykırı hareket ettiğini, hak sahibinin girmeye izin vermediğini ya da bulunmasını istemediğini tasavvur etmesi anlamına gelir. Rızanın olmaması fail açısından psikolojik bir engel olup, sarih ya da zımni olması mümkündür. Dolayısıyla hak sahibinin iradesini dış dünyaya gösteren bir takım maddi işaretler bulunabileceği gibi (bahçe kapısına zil takmak, dış duvara bir tabela asılması) bazı durumlarda o an ki hâl ve şartlara göre olayın niteliğinden de anlaşılabilir. Konuta veya eklentiye mağdurun rıza göstermesinin düşünülemeyeceği hareketleri gerçekleştirmek için girilmesi veya rıza ile girildikten sonra çıkılmaması durumunda rızanın varlığından söz edilemez. Ayrıca fail ile mağdur arasındaki önceki ilişkiler de rızanın bulunup bulunmadığını belirlemede yardımcı olacaktır (Veli Özer Özbek, Koray Doğan, Pınar Bacaksız, İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, 12. Baskı, Ankara, 2017, s. 437-438; Durmuş Tezcan, Mustafa Ruhan Erdem, R. Murat Önok, Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku, 13 Baskı, Ankara, 2016, s. 523; M. Emin Artuk, Ahmet Gökcen, M. Emin Alşahin, Kerim Çakır, Ceza Hukuku Özel Hükümler, 16. Baskı, Ankara, 2017, s. 300).
Öte yandan, ceza muhakemesinin amacı, her somut olayda kanuna ve usulüne uygun olarak toplanan delilerle maddi gerçeğe ulaşıp adaleti sağlamak, suç işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasının önüne geçebilmek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmektir. Gerek 1412 sayılı (mülga) CMUK, gerekse 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu; adil, etkin ve hukuka uygun bir yargılama yapılması suretiyle maddi gerçeğe ulaşmayı amaç edinmiştir. Bu nedenle ulaşılma imkanı bulunan bütün delillerin ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir. Diğer bir deyişle adaletin tam olarak gerçekleşebilmesi için, maddi gerçeğe ulaşma amacına hizmet edebilecek tüm kanuni delillerin toplanması ve tartışılması zorunludur.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde,
Katılan ve ailesinin kiracı olarak kalmakta olduğu evi satın alan ve burayı kendilerinin kullanacağını söyleyen sanıkların olay tarihinden önce birkaç defa katılandan söz konusu evi boşaltmasını istedikleri, ancak katılanın süre isteyerek bu isteği yerine getirmediği, olay tarihinden iki gün önce sanık …’in “Tespit isteyen” sıfatıyla, müştereken ortaklığı bulunduğu evde kiracı olarak bulunan katılanın eşi … aleyhine evi tahliye etmesini istemesine rağmen, kapı ve pencerelerini söküp, avlu duvarını yıkarak evi kullanılamaz hâle getirdiğinden bahisle Tomarza Sulh Hukuk Mahkemesinden tespit isteminde bulunduğu, suç tarihinde de sanıkların akşam saatlerinde bir kez daha katılandan evi boşaltmasını istemek için suça konu eve gittikleri ve burada tartıştıklarının anlaşıldığı olayda;
Yerel Mahkemece yapılan keşif, keşif sonrası düzenlenen kroki ve bilirkişi raporu ile Tomarza Sulh Hukuk Mahkemesinin 2010/4 sayılı tespit dosyası ile sabit olduğu üzere, katılanın kiracı olarak kalmakta olduğu evin içerisinde bulunduğu avlunun, maddi bir kapısı olmasa da etrafının taştan bir duvarla çevrili olduğu, özel bir hâkimiyet alanı altında bulunduğu ve bu hâliyle başkalarının buraya girmesine rıza gösterilmeyeceğini belirtecek şekilde bir engelle dış dünyadan ayrılmış olması nedeniyle konut eklentisi niteliğinde bulunduğu, taraflar arasında kiracılık ilişkisinden dolayı önceden husumetin var olduğu ve sanıkların suç tarihinde taşınmazı fiilen kullanan katılanın evi boşaltması için tehdit ve hakaret eylemlerinde bulunmak üzere bu yere girmeleri ile de suçun maddi unsurunun oluştuğu kabul edilmelidir.
Öte yandan sanıkların konut dokunulmazlığının ihlali suçunu işledikleri sabit olmakla beraber, suç tarihi itibarıyla gece vakti işlenip işlenmediği noktasında katılan ve tanıkların anlatımları, sanık savunmaları ve tüm dosya içeriğinde bir açıklık bulunmadığından bu hususun araştırılması ve buna bağlı olarak dava zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediğinin de değerlendirilmesi gerekmektedir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 21.06.2011 gün ve 94-133; 22.11.2011 gün ve 203-238 sayılı kararlarında; Yargıtay ilgili Ceza Dairesince bir mahkûmiyet hükmü onanmakla kesinleşeceğinden, kesinleşme anına kadar işleyen dava zamanaşımının bu aşamada sona ereceği, bu karara karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazı üzerine yapılan incelemede, Ceza Genel Kurulunca itirazın kabulü hâlinde, Özel Daire onama kararı ile Ceza Genel Kurulunun karar tarihi arasında geçen sürenin, dava zamanaşımının hesaplanmasında göz önünde bulundurulmayacağı, ancak itirazın kabulü üzerine dosyanın derdest hale gelmesi nedeniyle yargılamaya devam edildiğinde, Ceza Genel Kurulunca itirazın kabulü tarihinden itibaren geçerli olmak üzere sürenin işlemeye devam edeceği ve dava zamanaşımının buna göre hesaplanması gerektiği belirtilmiştir. İncelemeye konu dosyada ise, Özel Dairece onanmasına karar verilen hüküm, mahkûmiyet olmayıp beraat olduğundan, bu hükmün kesinleşmesinin zamanaşımını kesen, durduran veya sona erdiren bir sebep olarak değerlendirilemeyeceği gözetilmelidir.
Buna göre; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 116/4. maddesindeki nitelikli konut dokunulmazlığının ihlâli suçu için bir yıldan üç yıla kadar hapis öngörülmüş olup birden fazla kişiyle birlikte işlenmesi nedeniyle aynı Kanun’un 119/1-c maddesi uyarınca yapılacak bir kat artırım sonucu öngörülen cezanın üst sınırı altı yıl olacağından aynı Kanunun 66/1-d maddesi uyarınca bu suçun tabi olduğu asli dava zamanaşımı süresi 15 yıl, 67/4. maddesi göz önüne alındığında kesintili dava zamanaşımı süresi ise 22 yıl 6 aydır. Ancak suçun gece vakti işlenmediğinin belirlenmesi durumunda suçun temel şekli için TCK’nın 116/1. maddesinde altı aydan iki yıla kadar hapis öngörülmüş olup aynı Kanun’un 119/1-c maddesi tatbik edilerek yapılacak bir kat artırım sonucu cezanın üst sınırı dört yıl olacağından aynı Kanunun 66/1-e maddesi uyarınca bu suçun tabi olduğu asli dava zamanaşımı süresi 8 yıl, 67/4. maddesi göz önüne alındığında kesintili dava zamanaşımı süresi ise 12 yıl olacaktır.
Bu durumda, 14.04.2010 tarihinde gerçekleştirilen suçla ilgili olarak, dava zamanaşımını kesen son işlem sanıkların 11.06.2010 tarihli sorguları olup, bu tarihten sonra dava zamanaşımını kesen veya durduran başkaca bir işlem olmadığı gözetildiğinde, suçun gece vakti işlenip işlenmediği araştırılarak sonucuna göre sanıkların hukuki durumunun tayininde zorunluluk bulunduğu kabul edilmelidir.
Bu itibarla haklı nedene dayanan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilmelidir.
Sonuç:
Açıklanan nedenlerle,
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 01.07.2013 tarihli ve 29701-20758 sayılı onama kararının KALDIRILMASINA,
3- Tomarza (Kapatılan) Sulh Ceza Mahkemesinin 30.07.2010 tarihli ve 137-186 sayılı hükmünün, “Sanıkların üzerlerine atılı konut dokunulmazlığının ihlali suçunun yasal unsurlarıyla oluştuğunun gözetilmemesi ve eylemin gece vakti işlenip işlenmediği araştırılarak bu bağlamda zamanaşımı yönünden sanıkların hukuki durumunun belirlenmesi gerektiği” isabetsizliğinden BOZULMASINA,
4- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 11.12.2018 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.
Kayseri Ceza Avukatı
Alanında yetkin Kayseri ceza avukatı kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz; ceza yargılamalarında savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek taraflara avukatlık ve hukuki danışmanlık hizmeti vermektedir.
Ceza davalarında gerekli başvuru veya itirazların zamanında ve usulüne uygun yapılması açısından alanında uzman bir Kayseri ceza avukatı veya ağır ceza avukatından hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Yargılama sırasında herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için güncel mevzuat ve Yargıtay kararlarının takip edilmesi önem arz etmektedir.
Alanında yetkin Kayseri Avukat kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz, savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde taraflara hukuki yardım sunmaktadır. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde herhangi bir mağduriyete veya hak kaybına uğramamak için gerekli başvuruların zamanında ve usulüne uygun yapılması büyük önem arz etmektedir. Bu süreçte, alanında uzman bir avukattan hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Zülküf Arslan Hukuk Bürosu olarak; Yalçınkaya Kararı başta olmak üzere AİHM kararlarının Türkçe çevirilerini yapan Eski AİHM Hukukçusu Dr. Orhan Arslan koordinatörlüğünde müvekkillerimize Anayasa Mahkemesi ve AİHM başvurusunun yanı sıra emsal AYM ve AİHM Kararları çerçevesinde yeniden yargılama başvurusu hususunda da hukuki destek vermekteyiz.
Kayseri ceza avukatı veya Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’ne başvuru yapmak ve süreci takip etmek için bir avukat arıyorsanız 15 yılı aşkın deneyimi ile avukat kadromuzdan dava süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile başvuru ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz.