Askerlik Hizmeti Sırasında Verilen Zarar Nedeniyle Rücuen Tazminat Davasında Müteselsil Sorumluluk
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2017/4-1493 Karar No: 2019/386 Karar Tarihi: 02.04.2019
Özet: Özel Daire bozma kararında yer alan “davalının olaydaki kusuru belirlendikten sonra tazminat hesabı yapılmalı, mahkemenin ret gerekçesi de indirim nedeni olarak nazara alınmalıdır.” ifadelerinin karar metninden çıkartılarak, yerine “davalının olay tarihindeki nöbet saatleri araştırılarak Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği’nin 636. maddesindeki düzenlemeye uyulup uyulmadığı belirlenmeli, davalı askere silah ve diğer teçhizatın kullanımı ile ilgili gerekli eğitimlerin verilip verilmediği araştırılmalı, olay ile ilgili ceza dosyası getirtilerek incelenmeli, bu suretle haksız fillin gerçekleşmesinde kusurlu olup olmadığı belirlendikten sonra kusurlu olduğunun tespit edilmesi hâlinde kusur oranına göre rücu edilecek tazminat hesabı yapılmalı, mahkemece davanın reddine gerekçe olarak gösterilen hususlar ise hakkaniyet gereğince yapılacak olan indirim nedeni olarak nazara alınmalıdır.” ifadelerinin eklenmesine, bu hâliyle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen ve genişletilmiş nedenlerden dolayı bozulmasına karar verilmiştir.
(2709 S. K. m. 72) (6098 S. K. m. 41, 50, 51)
Taraflar arasındaki rücuen tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, … Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 20.07.2011 tarihli ve 2011/428 E., 2011/452 K. sayılı kararın davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 26.12.2012 tarihli ve 2012/690 E., 2012/20015 K. sayılı kararı ile,
“…Dava; askerlik hizmeti sırasında verilen zarar nedeniyle ödediği tazminatın, hadisenin oluşuna sebebiyet veren davalıya rucuuna ilişkindir. Yerel mahkemece, istemin tümden reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı vekili; davalının, 11.11.2009 tarihinde 1. Hd.Tb.3.Hd. bl….lığı Çobanpınar, Yüksekova/Hakkaride gündüz nöbetinde iken silahını elinden düşürüp, ateş alan silahın diğer nokta nöbeti tutan P. Er…’in 5. derecede maluliyet yaratacak şekilde yaralanmasına neden olduğunu belirterek davalının eyleminden dolayı davacı kurumun 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun kapsamında yaralanana ödediği tazminatın davalıdan rücuen tazmini isteminde bulunmuştur.
Davalı vekili davanın reddini savunmuştur. Yerel mahkemece; davalının anayasal bir görevi herhangi bir ücret almadan yerine getirdiği, davalının askerlik ödevini icra ettiği yerin mevcut koşulları ve askerin psikolojik durumu, davalının 18 saat nöbet tutarak amirlerinin bilgisi dahilinde nöbet yerinden ayrılıp boya ve badana işine de yardım ettiği sırada olayın gerçekleşmiş olduğu göz önüne alınarak hakkaniyet gereği tazminat ile sorumlu tutulamayacağı gerekçesi ile dava reddedilmiştir.
Rücuun amacı, birlikte sorumlular arasında hakkaniyete göre denge kurmaktır. Borçlar Kanununun 50. maddesi, hakimin takdirini temel almıştır. Anılan madde hükmüne göre, ilgililerin birbirine karşı rücu haklarının olup olmadığını ve varsa kapsamını hakim takdir edecektir. Bu madde, her ne kadar birden çok kimsenin ortak kusurlarıyla zarar oluşturmalarını düzenlemiş ise de onu izleyen 51. maddedeki (birden çok kişilerin değişik hukuksal nedenlerden sorumluluğunda da) belirtilen kural geçerlidir. Öyle ise çok tipli teselsülde de hakim, rücu kapsamını takdir durumundadır.
Hakkaniyet, kapsam belirlemede etkin ise de; kusur onun ile birlikte değerlendirilmesi gereken öğelerdendir. Davalının Anayasanın 72. maddesi gereği askerlik ödevi sırasında hizmetin karşılığında ücret almaması ve Anayasal ödevde bulunması, dolayısı ile onun tazminattan sorumlu tutulmaması kusur öğesinin kapsam belirlemede dikkate alınmamış olma sonucunu doğurur.
Şu durumda davalının olaydaki kusuru belirlendikten sonra tazminat hesabı yapılmalı, mahkemenin ret gerekçesi de indirim nedeni olarak nazara alınmalıdır. Bu nedenlerle eksik inceleme ve yazılı gerekçe ile davanın tümden reddine karar verilmesi doğru olmamış, bozulmasını gerektirmiştir…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun’dan kaynaklanan rücuen tazminat istemine ilişkindir.
Davacı vekili; davalının askerlik görevini yaptığı Hakkari Yüksekova 1. Hudut Taburu 3. Hudut Bölük Komutanlığında 11.11.2009 tarihinde gündüz nöbeti tutarken silahını elinden düşürdüğünü, ateş alan silahın diğer noktada nöbet tutan Piyade Er…’i 5. derecede maluliyet yaratacak şekilde yaraladığını, davalının eyleminden dolayı müvekkili idarenin yaralanan…’e 2330 sayılı Kanun gereğince 02.03.2011 tarihinde 20.599,71TL ödeme yaptığını, yapılan ödemenin davalıdan rücuen tazmini gerektiğini ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 20.599,71TL’nin ödeme tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı vekili; olayın 11.11.2009 tarihinde saat 17.38 sıralarında nöbet mevziinde meydana geldiğini, müvekkilinin 10.11.2009 tarihinde 12 saat süren nöbetini devredip 5 saat uyuduktan sonra aynı gün saat 12.00 de bir kez daha 6 saat sürecek gündüz nöbeti tutmaya başladığını, olayın meydana gelmesinde müvekkilinin son 24 saatinin 18 saatini nöbette geçirmesinin etkili olduğunu, nöbet süreleri ile ilgili Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliğinin 636. maddesindeki düzenlemeye uyulmadığını, müvekkilinin olay günü mevzide nöbet tutmakta iken telsiz anonsundan gelen emir ile nöbet yerini terk ederek boya ve badana malzemelerini başka bir yere taşımak zorunda kaldığını, olayda tüm sorumluluğun müvekkilini nöbet yerini terk etmeye zorlayan üstlerine ait olduğunu, müvekkilinin mevziden ayrıldığı sırada tüfeğinin duvara takıldığını ve yere düşerek patladığını, silahın ateş alması sonucu yaralanan…’in olay sırasında bu mevziin içinde bulunduğunu, mevziin dar fiziki koşullarının kazanın meydana gelmesinde etkisinin olduğuna, müvekkilinin kastı ve kusuru olmaksızın meydana gelen bir kaza nedeniyle yaralanan askere ödenen tazminatın müvekkilinden tahsil edilmesinin adalet ve hakkaniyet kuralları ile bağdaşmadığını, müvekkilinin Anayasa’nın 72. maddesi gereğince zorunlu askerlik görevini ifa ettiğini, bu hizmeti karşılığında herhangi bir ücret almadığını, Yargıtayın istikrarlı içtihatlarına göre kusurlu olsa bile hakkaniyet ilkesi uyarınca tazminatın tümünden sorumlu tutulmaması gerektiğini, kamu görevinin ifası sırasında meydana gelen zarar ile görevden kaynaklanan eylem arasında sıkı bir illiyet bağı bulunduğundan güvenliğin sağlanması ile ilgili hizmetlerden kast dışında meydana gelen zararların hizmet kusuru ilkesi uyarınca idarece karşılanması gerektiğini, rücuen tazminat davalarında BK’nın 50. maddesinin hâkimin takdirini temel aldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece; davalının anayasal bir görevi herhangi bir ücret almadan yerine getirdiği, dolayısıyla hakkaniyet ilkesi uyarınca tazminatın tümünden sorumlu tutulamayacağı, davalının askerlik ödevini ifa ettiği yerin mevcut koşulları ve askerin psikolojik durumu, olayın meydana geldiği günde davalının 18 saat nöbet tutarak amirlerinin bilgisi dahilinde nöbet yerinden ayrılıp boya ve badana işine yardım ettiği hususları da göz önüne alındığında tazminattan sorumlu tutulmasının hakkaniyet ilkesi ile bağdaşmayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece; davalının bulunduğu kurumda ast üst ilişkisi hiyerarşisine göre ast konumunda olup verilen emirleri yerine getirmek zorunda olduğu, emirleri yerine getirmemesi hâlinde kusurlu sayılacağı, yine TSK İç Hizmetler Yönetmeliği’nin 636. maddesinde nöbetin 4 saati geçemeyeceği belirtilmiş ise de kurumun kendi çıkartmış olduğu yönetmeliklere aykırı olarak yönetmelikte belirlenen süreden fazla nöbet tutturup, yine nöbeti sırasında kurallara aykırı olarak davalıyı amirlerinin bilgisi dâhilinde boya badana işine yardım etmekle görevlendirdikten sonra oluşan zarardan sorumlu tutulmasının hakkaniyet ilkeleri ile bağdaşmayacağı gerekçesiyle ve önceki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davalının Anayasa’nın 72. maddesi gereğince yerine getirdiği askerlik ödevi sırasındaki eylemi nedeniyle yaralanan askere ödenen tazminatın rücuen tazmininin gerekip gerekmediği, davalının hizmetinin karşılığında ücret almaması ve kendisine verilen emirleri yerine getirmesi hususlarının tazminattan sorumlu tutulmamasını mı yoksa belirlenecek tazminattan hakkaniyet gereğince indirim yapılmasını mı gerektirdiği noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle eldeki davada sorumluluğun kaynağını oluşturan haksız fiil ile ilgili yasal düzenlemelerin ve ilkelerin irdelenmesinde yarar vardır. Haksız fiilden doğan borçlar; 818 sayılı (mülga) Borçlar Kanunu’nun 41-60., 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu‘nun 49–76. maddeleri arasında düzenlenmiştir.
Olay tarihinde yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun “Mesuliyet şeraiti” başlıklı 41. maddesinde yer alan düzenlemeye göre;
“Gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur.
Ahlaka mugayir bir fiil ile başka bir kimsenin zarara uğramasına bilerek sebebiyet veren şahıs, kezalik o zararı tazmine mecburdur.”
Haksız fiil, kusurlu ve hukuka aykırı bir eylemle başkasına zarar verilmesidir. Bir haksız fiil sonucu zarara uğrayan kimse, uğradığı zararın tazminini bu haksız fiilden sorumlu olan kimseden veya kimselerden talep edebilir.
818 sayılı (mülga) Borçlar Kanunu’nun 41. maddesine göre haksız fiilden söz edilebilmesi için şu dört unsurun birlikte bulunması zorunludur: Öncelikle hukuka aykırı bir fiil bulunmalı, bu fiili işleyen kusurlu olmalı, kusurlu şekilde işlenen ve hukuka aykırı olan bu fiil nedeniyle bir zarar doğmalı ve sonuçta doğan zarar ile hukuka aykırı fiil arasında nedensellik bağı bulunmalıdır. Bu unsurların tümünün bir arada bulunmadığı, bir veya birkaç unsurun eksik olduğu durumlarda haksız fiilin varlığından söz edilemez.
Uyuşmazlığın çözümü açısından, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun teselsülü düzenleyen hükümlerinin de incelenmesi gerekmektedir.
Bilindiği üzere müteselsil borçluluk, alacaklının, borcun tamamının ifasını birden çok borçludan ve dilediğinden isteyebildiği, borcun tamamı ifa edilinceye kadar borçluların hepsinin sorumlu olduğu bir borç ilişkisidir.
Haksız fiil hâlinde müteselsil sorumluluk hâli 818 sayılı (mülga) Borçlar Kanunu’nun 50. maddesinde aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir:
“Birden ziyade kimseler birlikte bir zarar ika ettikleri takdirde müşevvik ile asıl fail ve fer’an methali olanlar, tefrik edilmeksizin müteselsilen mesul olurlar. Hakim, bunların birbiri aleyhinde rücu hakları olup olmadığını takdir ve icabında bu rücuun şumulünün derecesini tayin eyler.
Yataklık eden kimse, vakı olan kardan hisse almadıkça yahut iştirakiyle bir zarara sebebiyet vermedikçe mesul olmaz.”
Aynı Kanunun 51. maddesinde yer alan düzenlemeye göre de;
“Müteaddit kimseler muhtelif sebeplere (haksız muamele, akit, kanun) binaen mesul oldukları takdirde haklarında, birlikte bir zarar vukuuna sebebiyet veren kimseler hakkındaki hükümlere göre muamele olunur.
Kaideten haksız bir fiili ile zarara sebebiyet vermiş olan kimse en evvel, tarafından hata vaki olmamış ve üzerine borç alınmamış olduğu hâlde kanunen mesul olan kimse en sonra, zaman ile mükellef olur.”
Birinci hâlde; birden fazla kişiler, müşterek kusurları ile zarara sebep olmuşlardır. Bu durumda zarara sebep olmuş olanlar arasında tam teselsül bulunduğundan söz edilir (BK md.50). Aralarında tam teselsül olanlar, fiili işleyenle bu fiile iştirak etmiş olanlar arasında fark gözetilmeksizin zarar görene karşı müteselsilen sorumlu durumdadırlar.
İkinci hâlde ise; birden fazla kişinin, müşterek kusurları ile sebep olmadıkları ancak zarardan çeşitli hukuki sebeplerle sorumlu tutuldukları eksik teselsül (BK. md. 51) söz konusudur.
Görülüyor ki, 818 sayılı (mülga) Borçlar Kanunu’nun 51. maddesinde, aynı Kanun’un 50. maddesine atıf yapılarak birden çok kimseler, değişik nedenlerle (haksız fiil, sözleşme, Kanun) sorumlu oldukları takdirde zarar gören tam teselsülde olduğu gibi tazminat isteğinin bir bölümünü veya tamamını, bu sorumlulardan birinden ya da bir kaçından isteyebilecektir. Daha açık bir ifadeyle, zarar gören eksik teselsülde de, tam teselsülde olduğu gibi tazminat borçlularından herhangi birine müracaat edebilir ve tazminatın tamamının ödenmesini isteyebilir. Bundan başka borçlulardan birinin yaptığı ödeme, ödenen miktar oranında diğerini de borçtan kurtarır ve daha sonra ödeyenin onlara karşı rücu hakkı doğabilir.
Eş söyleyişle; birden çok kişinin gerek haksız fiil, gerek sözleşme ve gerekse Kanun kuralı gibi sebeplerden dolayı ve aynı zarar için zarara uğrayana karşı sorumlu oldukları durumda, bir zarara ortaklaşa sebep olanlar hakkındaki rücuya ilişkin kurallar uygulanır.
818 sayılı (mülga) Borçlar Kanunu’nun 51. maddesi, müteselsil sorumlu olan kişilerden birinin zararı tazmin etmesi hâlinde, diğerlerine rücu hakkını belli bir sıraya bağlamıştır. Kural olarak; en başta, haksız fiiliyle zarara yol açan sorumlu tutulmaktadır. Haksız fiil nedeniyle sorumlu kişi zararı tazmin etmişse diğerlerine rücu edemeyecektir. Sözleşme nedeniyle sorumlu olan kişi zararı tazmin etmişse, haksız fiil failine rücu edebilecek, Kanundan dolayı sorumlu olan kişiye rücu edemeyecektir. Kanundan dolayı sorumlu kişi zararı tazmin etmişse, sözleşme nedeniyle sorumlu kişiye ve haksız fiil failine rücu edebilecektir.
Tazminat hukukunun bir ilkesi olarak, sorumluluk şartları gerçekleştiği takdirde, zarar veren, zarar görenin mal varlığında oluşan eksilmeyi gidermekle yükümlüdür. Ne var ki, zararın tamamen giderilmesini amaçlayan “tam tazmin” ilkesinin katı uygulaması, haksız ve adil olmayan sonuçlara yol açabilmektedir. Bu düşünceden hareketle, bazı hâllerde somut olayda gerçekleşen özel durumlar nedeniyle tazminatta bazı indirimlerin yapılmasının hakkaniyete daha uygun düşeceği kabul edilmektedir.
Bu nedenledir ki, 818 sayılı (mülga) Borçlar Kanunu’nda zararın kapsamının belirlenmesine ilişkin iki hüküm mevcuttur. Bunlar, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 43 ve 44. maddelerinde yer alan hükümlerdir.
818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 44. maddesi ile 43. maddesi birbirini tamamlamaktadır. Zira Borçlar Kanunu’nun 43. maddesi hâkimin tazminatın miktarını hâl ve duruma ve kusurun ağırlığına göre belirlenmesini emretmişken, 44. maddesi tazminattan indirim yapılmasını gerektiren hâl ve durumlara işaret etmiştir. Her iki madde hâkime, tazminatın şeklini ve kapsamını tayin etme yetkisi verdiği gibi bazı olguların varlığı hâlinde, tazminattan indirim yapma veya gerektiğinde tamamen kaldırma yetkisi de tanımıştır.
818 sayılı Borçlar Kanunu’nun “Tazminat miktarının tayini” başlıklı 43. maddesinin 1. fıkrası ile; “Hâkimin, hâl ve mevkiin icabına ve hatanın ağırlığına göre tazminatın suretini ve şumulünün derecesini tayin edeceği” hükme bağlanmıştır.
Hâl ve mevkiin icabından amaç, somut olayın niteliğidir. Buna göre kaynağına, sebebine, zarar veren ile zarar gören arasındaki hukuki ilişkiye ve her somut olayda farklı şekillerde gündeme gelebilecek benzeri ölçütlere göre, zararın niteliği, kapsamı ve miktarı, her somut olayın kendine özgü yapısı içerisinde, değişen bir özellik gösterecektir. Bunun yanı sıra tazminatın kapsamının belirlenmesinde dikkate alınacak diğer husus hatanın (kusurun) ağırlığıdır. Zarar miktarının hesaplanmasından sonra, sorumlu kişinin kusurunun ağır olması durumunda, tazminat zarar miktarına eşit olabilir. Sorumlu kişinin kusuru hafif ise, hükmedilecek tazminat miktarı, zarara denk olmayabilir. Hâkim bu yorumu denetime açık bir şekilde yapmalı, somut olayın özelliklerini ve kusurun ağırlığını dikkate alarak tazminattan indirim yapılmasının gerekip gerekmediğini değerlendirmelidir.
Tüm bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında somut olay incelendiğinde;
Hakkâri, Yüksekova 1. Hudut Taburu 3. Hudut Bölük Komutanlığında askerlik görevini yapan davalının, 11.11.2009 tarihinde gündüz nöbeti tuttuğu sırada silahını elinden düşürdüğü, ateş alan silahın diğer noktada nöbet tutan Piyade Er…’i 5. derecede maluliyet oluşturacak şekilde yaraladığı, yaralanan askere davacı idare tarafından 2330 Kanun’un 3/b maddesi gereğince nakdi tazminat ödendiği anlaşılmaktadır.
Davacı vekili eldeki davada, yaralanan dava dışı askere 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun’un 3/b maddesine göre ödenen nakdi tazminatın davalıdan rücuen tazminini istemiştir.
Somut olayda dava dışı askerin yaralanması suretiyle meydana gelen zarardan, haksız fiil faili olan davalının, haksız fiil kurallarınca; davacı idarenin ise 2330 sayılı Kanun gereğince olmak üzere iki değişik nedenle müteselsilen sorumlu oldukları, bu nedenle de 2330 sayılı Kanun gereğince ödemekle yükümlü olduğu tazminatı zarar görene ödeyen davacı idarenin ödediği tazminatın haksız fiil faili olan davalıdan rücuen tazminini isteme hakkına sahip olduğu hususlarında kuşku bulunmamaktadır.
Hâkim rücu kapsamını takdir ederek birlikte sorumlular arasında hakkaniyete göre denge kurmak durumundadır. Hakkaniyet tazminatın kapsamının belirlenmesinde etkin ise de; kusur onunla birlikte değerlendirilmesi gereken öğelerdendir.
Açıklanan nedenlerle, yerel mahkemece işin esasına girilerek öncelikle davalının haksız fillin gerçekleşmesinde kusuru bulunup bulunmadığının tespit edilmesi, kusurunun bulunduğunun anlaşılması hâlinde kusur oranına göre rücunun kapsamının belirlenmesi, davanın reddine gerekçe olarak gösterilen hususların ise hakkaniyet gereğince yapılacak olan indirime esas olarak alınması gerekmektedir.
O hâlde, yerel mahkemece Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Ne var ki, Özel Daire bozma kararında davalının kusurlu olup olmadığının nasıl belirleneceği, gerekli olan araştırmanın nasıl yapılacağı konusunda yeterli açıklamaya yer verilmediği dikkate alınarak, bozma kararında yer alan “davalının olaydaki kusuru belirlendikten sonra tazminat hesabı yapılmalı, mahkemenin ret gerekçesi de indirim nedeni olarak nazara alınmalıdır.” ifadesinin metinden çıkarılmak suretiyle değişiklik yapılarak yerine “davalının olay tarihindeki nöbet saatleri araştırılarak Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği’nin 636. maddesindeki düzenlemeye uyulup uyulmadığı belirlenmeli, davalı askere silah ve diğer teçhizatın kullanımı ile ilgili gerekli eğitimlerin verilip verilmediği araştırılmalı, olay ile ilgili ceza dosyası getirtilerek incelenmeli, bu suretle haksız fillin gerçekleşmesinde kusurlu olup olmadığı belirlendikten sonra kusurlu olduğunun tespit edilmesi hâlinde kusur oranına göre rücu edilecek tazminat hesabı yapılmalı, mahkemece davanın reddine gerekçe olarak gösterilen hususlar ise hakkaniyet gereğince yapılacak olan indirim nedeni olarak nazara alınmalıdır.” ifadelerinin eklenmesi gerektiği kabul edilmiştir.
Hâl böyle olunca, direnme kararı yukarıda açıklanan genişletilmiş nedenlerle bozulmalıdır.
Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle Özel Daire bozma kararında yer alan “davalının olaydaki kusuru belirlendikten sonra tazminat hesabı yapılmalı, mahkemenin ret gerekçesi de indirim nedeni olarak nazara alınmalıdır.” ifadelerinin karar metninden çıkartılarak, yerine “davalının olay tarihindeki nöbet saatleri araştırılarak Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliğinin 636. maddesindeki düzenlemeye uyulup uyulmadığı belirlenmeli, davalı askere silah ve diğer teçhizatın kullanımı ile ilgili gerekli eğitimlerin verilip verilmediği araştırılmalı, olay ile ilgili ceza dosyası getirtilerek incelenmeli, bu suretle haksız fillin gerçekleşmesinde kusurlu olup olmadığı belirlendikten sonra kusurlu olduğunun tespit edilmesi hâlinde kusur oranına göre rücu edilecek tazminat hesabı yapılmalı, mahkemece davanın reddine gerekçe olarak gösterilen hususlar ise hakkaniyet gereğince yapılacak olan indirim nedeni olarak nazara alınmalıdır.” ifadelerinin eklenmesine, bu hâliyle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen ve yukarıda açıklanan genişletilmiş nedenlerden dolayı BOZULMASINA, kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 02.04.2019 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
Dava sürecinde etkin bir temsil için hukuk alanında deneyimli ve güncel mevzuat ile içtihatlara hakim bir avukattan hukuki destek almanız büyük önem arz etmektedir. Borçlar hukuku ve tazminat hukuku alanında yetkin avukat kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz, savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek hukuk davalarında sürece katılan taraflara avukatlık, arabuluculuk ve hukuki danışmanlık hizmeti vermekte ve taraflara hukuki yardım sunmaktadır.
Dava sırasında herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için güncel mevzuat ve Yargıtay kararlarının takip edilmesi önem arz etmektedir. Gerekli başvuru veya itirazların zamanında ve usulüne uygun yapılması ve herhangi bir hak kaybı yaşanmaması açısından alanında uzman bir avukattan hukuki yardım almaları faydalı olacaktır.
Kayseri tazminat avukatı arıyorsanız 15 yılı aşkın deneyimi ile avukat kadromuzdan dava süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile dava ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz.