Yapı Tatil Tutanağı Sonrası Ruhsatsız İnşaata Devam Edilmesi Halinde Zincirleme Suç Hükmü Uygulanır mı

Yapı Tatil Tutanağı Sonrası Ruhsatsız İnşaata Devam Edilmesi Halinde Zincirleme Suç Hükmü Uygulanır mı - Kayseri Ceza Avukatı - Kayseri Ağır Ceza Avukatı - Zülküf Arslan Hukuk Bürosu 0352 222 1661

Ruhsatsız İnşaata Devam Edilmesi

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu

İmar kirliliğine neden olma – Madde 184

(1) Yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapan veya yaptıran kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Yapı ruhsatiyesi olmadan başlatılan inşaatlar dolayısıyla kurulan şantiyelere elektrik, su veya telefon bağlantısı yapılmasına müsaade eden kişi, yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır.

(3) Yapı kullanma izni alınmamış binalarda herhangi bir sınai faaliyetin icrasına müsaade eden kişi iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(4) Üçüncü fıkra hariç, bu madde hükümleri ancak belediye sınırları içinde veya özel imar rejimine tabi yerlerde uygulanır.

(5) Kişinin, ruhsatsız ya da ruhsata aykırı olarak yaptığı veya yaptırdığı binayı imar planına ve ruhsatına uygun hale getirmesi halinde, bir ve ikinci fıkra hükümleri gereğince kamu davası açılmaz, açılmış olan kamu davası düşer, mahkum olunan ceza bütün sonuçlarıyla ortadan kalkar.

(6) İkinci ve üçüncü fıkra hükümleri, 12 Ekim 2004 tarihinden önce yapılmış yapılarla ilgili olarak uygulanmaz.

Zincirleme suç – Madde 43

(1) Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Ancak bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır. Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır.  Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır.

(2) Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır.

(3) Kasten öldürme, kasten yaralama, işkence ve yağma suçlarında bu madde hükümleri uygulanmaz.

3194 sayılı İmar Kanunu

Ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı olarak başlanan yapılar – Madde 32

Bu Kanun hükümlerine göre; ruhsat alınmadan yapıya başlandığı veya ruhsat ve eklerine veya ruhsat alınmadan yapılabilecek yapılarda projelerine ve ilgili mevzuatına aykırı yapı yapıldığı ilgili idarece tespiti, fenni mesulce tespiti ve ihbarı veya herhangi bir şekilde bu duruma muttali olunması üzerine, belediye veya valiliklerce o andaki inşaat durumu tespit edilir. Yapı mühürlenerek inşaat derhal durdurulur. Yapının imar mevzuatına aykırı olduğuna dair bilgi, tapu kayıtlarının beyanlar hanesine kaydedilmek üzere ilgili idaresince tapu dairesine en geç yedi gün içinde yazılı olarak bildirilir. Aykırılığın giderildiğine dair ilgili idaresince tapu dairesine bildirim yapılmadan beyanlar hanesindeki kayıt kaldırılamaz.

Durdurma, yapı tatil zaptının yapı yerine asılmasıyla yapı sahibine tebliğ edilmiş sayılır. Bu tebligatın bir nüshası muhtara bırakılır, bir nüshası da Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğüne gönderilir.

Bu tarihten itibaren en çok bir ay içinde yapı sahibi, yapısını ruhsata uygun hale getirerek veya ruhsat alarak, belediyeden veya valilikten mühürün kaldırılmasını ister.

Ruhsata aykırılık olan yapıda, bu aykırılığın giderilmiş olduğu veya ruhsat alındığı ve yapının bu ruhsata uygunluğu, inceleme sonunda anlaşılırsa, mühür, belediye veya valilikçe kaldırılır ve inşaatın devamına izin verilir.

Aksi takdirde, ruhsat iptal edilir, ruhsata aykırı veya ruhsatsız yapılan bina, belediye encümeni veya il idare kurulu kararını müteakip, belediye veya valilikçe yıktırılır ve masrafı yapı sahibinden tahsil edilir. Yapı tatil tutanağının düzenlendiği tarihten itibaren bir ay içinde yapı sahibi tarafından yapının ruhsata uygun hale getirilmediğinin veya ruhsat alınmadığının ilgili idaresince tespit edilmesine rağmen iki ay içinde hakkında yıkım kararı alınmayan yapılar ile hakkında yıkım kararı alınmış olmasına rağmen altı ay içinde ilgili idaresince yıkılmayan yapılar, yıkım maliyetleri döner sermaye işletmesi gelirlerinden karşılanmak üzere Bakanlıkça yıkılabilir veya yıktırılabilir. Yıkım maliyetleri %100 fazlası ile ilgili idaresinden tahsil edilir. Bu şekilde tahsil edilememesi halinde ilgili idarenin 5779 sayılı Kanun gereğince aktarılan paylarından kesilerek tahsil olunur. Tahsil olunan tutarlar, Bakanlığın döner sermaye işletmesi hesabına gelir olarak kaydedilir.

İdare tarafından ruhsata bağlanamayacağı veya aykırılıkların giderilemeyeceği tespit edilen yapıların ruhsatı üçüncü fıkrada düzenlenen bir aylık süre beklenmeden iptal edilir ve mevzuata aykırı imalatlar hakkında beşinci fıkra hükümleri uygulanır.

Yapı Tatil Tutanağı Sonrası Ruhsatsız İnşaata Devam Edilmesi Halinde Zincirleme Suç Hükmü Uygulanır

Yargıtay Ceza Genel Kurulu        

Esas No: 2015/270 Karar No: 2019/257 Karar Tarihi: 26.03.2019

Kararı Veren Yargıtay Dairesi: 4. Ceza Dairesi

Mahkemesi: Asliye Ceza Mahkemesi

Özet: 25.12.2008 tarihli yapı tespit ve tatil tutanağı uyarınca açılan kamu davasında suç tarihinin, sanığın ilk eylemi nedeniyle düzenlenen 14.04.2011 tarihli iddianamenin düzenlenmesinden önce olması dolayısıyla hukuki kesintinin oluşmadığı ve imar kirliliğine neden olma suçunun işleniş biçimi ve özellikleri gözetilip, sanığın gerçekleştirdiği iki eylem arasındaki zaman aralığı ve her iki yapı tatil tutanağının, inşaatın farklı yapım aşamalarına ait bulunduğu hususları birlikte değerlendirildiğinde, sanığın aynı suç işleme kararının icrası kapsamında, atılı imar kirliliğine neden olma suçunu değişik zamanlarda ve birden fazla işlemesi nedeniyle 21.02.2012 tarihli iddianameyle açılan kamu davasının mükerrer olmadığı ve eylemlerin zincirleme imar kirliliğine neden olma suçunu oluşturduğu anlaşıldığından kamu davasının reddine karar verilemeyeceği kabul edilmelidir.

Ulaşılan sonuç karşısında, hükümden sonra 18.05.2018 tarihli ve 30425 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren 7143 sayılı Vergi ve Diğer Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 16. maddesi ile 3194 sayılı İmar Kanunu’na eklenen geçici 16. madde uyarınca sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.

İçtihat Metni

Sanık … hakkında imar kirliliğine neden olma suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda, mükerrer açılan kamu davasının 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 223/7. maddesi uyarınca reddine ilişkin Bursa 13. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 14.06.2012 tarihli ve 359-821 sayılı hükmün, katılan … vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yüksek 4. Ceza Dairesince 31.10.2014 tarih ve 26255-31318 sayı ile;

“Sanık hakkında, suça konu yer ile ilgili olarak düzenlenen 24/04/2008 tarihli yapı tatil zabtını esas alan 14/04/2011 tarihli iddianame üzerine yapılan yargılamada, Bursa 14. Asliye Ceza Mahkemesinin 2011/489 Esas sayılı dosyasında verilen kararın kesinleşmesi, aynı yer ile ilgili olarak 25/12/2008 tarihli yapı tatil zaptı uyarınca açılan davada suç tarihinin, ilk iddianame tarihinden önce olması nedeniyle hukuki kesintinin oluşmaması ve ilk tutanaktan sonra da inşaata devam edilmesi karşısında, ‘zincirleme suç’ hükümlerinin uygulanması gerektiği”

gerekçesiyle bozulmasına karar verilmiş,

Karşı Oy Gerekçesi

Daire üyesi N. Meran;

“5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 184. maddesinde yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapan veya yaptıran kişinin cezalandırılması öngörülmüştür.

3194 sayılı İmar Kanunu’nun 5. maddesinde, bina, ‘Kendi başına kullanılabilen, üstü örtülü ve insanların içine girebilecekleri ve insanların oturma, çalışma, eğlenme veya dinlenmelerine veya ibadet etmelerine yarıyan, hayvanların ve eşyaların korunmasına yarayan yapılar’ olarak tanımlanmış, ‘Yapı’ kavramı ise, ‘Karada ve suda, daimi veya muvakkat, resmi ve hususi yeraltı ve yerüstü inşaatı ile bunların ilave, değişiklik ve tamirlerini içine alan sabit ve müteharrik (hareketli) tesisler’ olarak ifade edilmiştir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 43. maddesinde ise, bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedileceği öngörülmüştür.

Sanığın kastı ruhsatsız bina yapmaktır. Bina yapılıncaya kadar, binayı tamamlamaya yönelik gerçekleştirilen her inşa faaliyeti, aslında ruhsatsız bir binanın yapım eylemidir. Ortada ruhsatsız bina yapılması kararının icrası kapsamında işlenen birden fazla binanın tamamlanması değil, bir binanın tamamlanmasına yönelik inşa işlemleri vardır. Belediye ya da yetkili merciler tarafından tutulan yapı tatil tutanakları, Kanuna aykırı olarak yapılan bir eylemin tespit işlemi ve bunun belgelendirilmesidir.

Yapı tatil tutanağı tutulmuş olmasa bile binanın yapımı aşamasındaki her inşa faaliyeti zaten belli bir sürece yayılmış olacağından, örneğin temel ile duvarların çıkılması, çatının yapılması bile değişik zaman kavramı içinde işlenmiş ayrı birer bir suç hareketi olarak kabul edilebileceğinden, zincirleme suç hükümlerinin yapı tatil tutanaklarından sonra faaliyete devam edilmesi ile nitelenmeden her tamamlanmış bina hakkında uygulanması gerekir ki bu mümkün değildir. Zira ortada 184/1. madde hükmünde öngörüldüğü üzere bir binanın yapımı suç kabul edilmiş olduğundan, bina tamamlanıncaya kadar her yapı ve inşa faaliyeti tek suça vücut verir. Ancak yapı tatil tutanağı ya da tutanaklarından sonra, iddianame ile dava açılıp belli bir hukuki kesinti oluşmaksızın binanın yapımına devam edilmişse, bu durumda sanık hakkında, suç işlemeye yönelik ısrarı nedeniyle 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 61/1. maddesinde öngörülen ölçütlerden ‘Suçun işleniş şekli ve failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığı’na dayanılarak cezanın belirlenmesi ve alt sınırdan uzaklaşılarak verilmesi söz konusu olabilir.

Ayrıca, sanığın ruhsatsız bina yapma suçuna ilişkin yapı tatil tutanaklarından sonuncusuna/sonraki tutanağa dayanılarak açılan kamu davasının yargılaması sonucunda verilen hüküm kesinleştikten sonra, aynı binanın yapımı sırasında düzenlenen önceki tutanaklar hakkında açılmış davalardan ayrıca 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 184. maddesi uyarınca ceza verilip 43. madde uygulandıktan sonra, cezanın yalnızca 43. madde artırımı kadar verilmesi, aslında tek suç oluşturan eylemden, suçun zincirleme işlendiği kanaatiyle birden fazla cezalandırılması anlamına gelecektir. Bu yaklaşımın hukuka uygun olmadığını, bina tamamlanıncaya kadar yapılan inşa faaliyetlerinin değişik ya da aralıklı zamanlarda olsa dahi tek suç oluşturacağını, inşa faaliyetleri hakkında iddianame ile dava açılıp hukuki kesintiden sonra gerçekleşen binanın yapımına devam eylemlerinin ise ayrı suç oluşturacağı,”

düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının İtirazı

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 21.12.2014 tarih ve 242565 sayı ile;

“Uyuşmazlığın konusu sanığın ruhsatsız ya da ruhsata aykırı nitelikte yaptığı inşaatın suçun oluşması ile tamamlanmasının ne zaman gerçekleştiği ve imar kirliliği suçunda birden fazla düzenlenen yapı tatil tutanağının zincirleme suçu oluşturup oluşturmadığına ilişkindir.

“İmar kirliliğine neden olma” başlıklı 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 184. maddesinde yer alan düzenlemeye göre;

‘(1) Yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapan veya yaptıran kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Yapı ruhsatiyesi olmadan başlatılan inşaatlar dolayısıyla kurulan şantiyelere elektrik, su veya telefon bağlantısı yapılmasına müsaade eden kişi, yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır.

(3) Yapı kullanma izni alınmamış binalarda herhangi bir sınai faaliyetin icrasına müsaade eden kişi iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(4) Üçüncü fıkra hariç, bu madde hükümleri ancak belediye sınırları içinde veya özel imar rejimine tabi yerlerde uygulanır.

(5) Kişinin, ruhsatsız ya da ruhsata aykırı olarak yaptığı veya yaptırdığı binayı imar planına ve ruhsatına uygun hale getirmesi halinde, bir ve ikinci fıkra hükümleri gereğince kamu davası açılmaz, açılmış olan kamu davası düşer, mahkum olunan ceza bütün sonuçlarıyla ortadan kalkar.

(6) İkinci ve üçüncü fıkra hükümleri, 12 Ekim 2004 tarihinden önce yapılmış yapılarla ilgili olarak uygulanmaz.’

İmar kirliliğine neden olma suçuyla imar mevzuatıyla belirlenen usul ve esaslara aykırı olarak inşa edilen binaların suç kapsamında olduğu kabul edilerek her türlü ruhsatsız ya da ruhsata aykırı olarak yapılan inşaatların çevrede görüntü kirliliği oluşturmaması ve çarpık ve düzensiz bir kentleşmenin önüne geçilmesi amacıyla eylemler müeyyide altına alınmıştır.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 184 maddesinin 4. fıkrası ruhsatsız ya da ruhsata aykırı bina yapma veya yaptırma eyleminin suç oluşturabilmesi için, belediye sınırları içinde ya da özel imar rejimine tabi olan yerlerde yapılmasını zorunlu kılmaktadır.

Zincirleme suç, Türk Ceza Kanunu’nun 43. maddesinin ilk fıkrasında; ‘Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir.’ şeklinde düzenlenmiştir.

Zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için,

a- Aynı suçun değişik zamanlarda birden fazla işlenmesi,

b- İşlenen suçların mağdurlarının aynı kişi olması,

c- Bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlenmesi gerekmektedir. Maddenin açıklığı karşısında, öğretide zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için suçların farklı zamanlarda işlenmesi gerektiği konusunda görüş birliği bulunmaktadır.

Zincirleme suçtan söz edebilmek için failin, başlangıçta genel bir niyet ve suç işleme kararı ile aynı suçu aynı mağdura karşı birden fazla kez işlemesi gerekmektedir. Buna göre ‘Suç işleme konusunda tek kararı’ olmayıp, ikinci eylemde suç işleme kararı yenilenmiş ise her bir fiil bağımsız suç olarak kabul edilecek ve zincirleme söz konusu olmayacaktır. Sanığın iç dünyasına ilişkin olan bu gereklilik sübjektif bir şart olup, mahkemelerce denetime imkân sağlayacak şekilde tespit edilerek karara yansıtılması gerekecektir.

Ceza Genel Kurulunun konuya ilişkin 03.12.2013 gün ve 1475-577, 30.05.2006 gün ve 173-145, 08.07.2003 gün ve 189-207, 13.10.1998 gün ve 205-304, 20.03.1995 gün ve 48-68 ile 02.03.1987 gün ve 341-84 sayılı kararlarında ‘aynı suç işleme kararı’ kavramından, kanunun aynı hükmünü birçok kez ihlal etme hususunda önceden kurulan bir plan, genel bir niyetin anlaşılması gerektiği, bu bağlamda failin suçu işlemeden önce bir plan yapmasının veya bu suça niyet etmesinin, fakat fiili bir defada yapmak yerine, kısımlara bölmeyi ve o surette gerçekleştirmeyi daha uygun görmesinin, hareketinin önceki hareketinin devamı olmasının ve tüm hareketleri arasında sübjektif bir bağlantı bulunmasının anlaşılması gerektiği kabul edilmiş, ilk eylemle ikinci eylem arasında makul sayılamayacak uzunca bir sürenin geçmesinin, sanığın aynı suç işleme kararıyla değil, çıkan fırsatlardan yararlanmak suretiyle suçu işlediğini gösterdiği belirtilmiştir.

Öğretide ise aynı suç işleme kararının, kanunun aynı hükmünü müteaddit defa ihlal etmek hususunda önceden kurulan bir plan ve genel bir niyet anlamında bulunduğu (Sulhi Dönmezer-Sahir Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza hukuku, Beta Basım Yayım, 14. bası, İstanbul, 1997, s.528 vd), çok genel bir birliğin, genel bir saik birliği sonucuna götüreceği, saik birliğinin, kararda birliği meydana getiremeyeceği, suç saiki, niyeti, amacı ile kararının karıştırılmaması gerektiği, yine fırsat çıktığı zaman suç işlemek için verilen genel bir kararın, müteselsil suçun bu sübjektif şartını oluşturmayacağı (Türkan Yalçın Sancar, Mütesessil Suç, Seçkin Yayınevi, Ankara, 1995, s.70 vd), failin çıkacak her fırsattan yararlanmak hususunda genel ve soyut bir kararının varlığının aynı suç işleme kararının kabulünü gerektirmeyeceği (Kayıhan İçel, Suçların İçtimaı, İstanbul, 1972, s. 136-137; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 6. bası, Ankara, 2013, s. 490), kanunda kullanılan karar tabirinden anlaşılması gerekenin, failin daha baştan itibaren birden fazla suçu kısım kısım işlemeye yönelik tasavvuru olduğu, önceden bir plan yapmış, niyetini oluşturmuş, fakat bunu bir defada gerçekleştireceği yerde, kısımlara bölmeyi ve o suretle gerçekleştirmeyi daha uygun görmüş ve bu plana göre hareket etmiş olduğu için zincirleme suçun kabul edildiği (Hakan Hakeri, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara, 2011, s.507), zincirleme suç halinde failin somut fiile ve fiillerin bütününe yönelik olmak üzere iki iradesinden söz edilebileceği, zincirleme suç işlemeye yönelik iradenin, yani bir suç işleme kararının her bir suça ilişkin kasıttan önce geldiği (Hamide Zafer, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayımcılık, 3. Bası, İstanbul, 2013, s. 475), zincirleme suçun sübjektif şartının bir suç işleme kararının icrası kapsamında işlenen suçlar arasında manevi bir bağ bulunması olduğu (İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 9. bası, Ankara, 2013, s. 553), suçların işleniş biçimindeki benzerlik, aynı türden fırsatları değerlendirme, suçla korunan hukuki değer, hareketin yöneldiği maddi konunun nitelik ve başkalıkları ve suçlar arasındaki zaman aralığı gibi dışa yansıyan veri ve davranışlardan yararlanılarak tespit edilecek olan bir suç işleme kararının kanunun aynı hükmünü ihlal etmek hususundaki failin genel planı olduğu (Mehmet Emin Artuk-Ahmet Gökçen-Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 7. Bası, Ankara, 2013, s. 645-646) görüşleri ileri sürülmüştür.

Suç kastından daha geniş bir anlamı içeren suç işleme kararı, suç kastından daha önce gelen genel bir karar ve niyeti ifade eder. Önce suç işleme kararı verilir ve bundan sonra bu genel kararın icrası farklı zamanlardaki suçlarla gerçekleştirilir. Kararın gerçekleştirilmesi için gerekli suçların her birinde ayrı suç kastları, bir başka deyişle bir suç için gerekli olan maddi ve manevi unsurlar ayrı ayrı yer alır. Böylece suç işleme kararı denilen genel plân, niyet veya karar, zinciri oluşturan ve her biri birbirinden bağımsız olan suçları birbirine bağlayan ortak bir zemini oluşturur.

Suç işleme kararının yenilenip yenilenmediği, birden çok suçun aynı karara dayanıp dayanmadığı, aynı zamanda suçlar arasındaki süre ile de ilgilidir. İşlenen suçların arasında kısa zaman aralıklarının olması suç işleme kararında birlik olduğuna; uzun zaman aralıklarının olması ise suç işleme kararında birlik olmadığına karine teşkil edebilir. Yine de çeşitli suçlar arasında az veya çok uzun zaman aralığının var olması, bu suçların aynı suç işleme kararının etkisi altında işlendiğini ya da işlenmediğini her zaman göstermez. Diğer bir anlatımla, sürenin uzunluğu kararın yenilendiğini düşündürebileceği gibi, kısalığı da her zaman kararın yürürlükte olduğunu göstermeyebilir. Diğer taraftan, hukuki veya fiili kesintiler olduğunda farklı değerlendirmeler yapılacaktır. Ancak bu değerlendirme her olayda ayrı ayrı ve diğer şartlar da dikkate alınarak yapılmalıdır. Bu nedenle, başlangıçta belirli bir süre geçince suç işleme kararı yenilenmiş ya da değişmiş olur demek, soyut ve delillerden kopuk bir değerlendirme olacaktır. Failin iç dünyasını ilgilendiren bu kararın varlığının her olayın özelliğine göre suçun işleniş biçimi, suçun işlenmesindeki özellikler, fiillerin işlendikleri yer ve işlenme zamanı, fiiller arasında geçen süre, korunan değer ve yarar, hareketin yöneldiği maddi konunun niteliği, olayların oluşum ve gelişimi ile dış dünyaya yansıyan diğer tüm özellikler değerlendirilerek belirlenmesi gerekecektir.

Görüldüğü üzere, zincirleme suçun oluşumu için işlenen suçlar arasında ne kadar zaman geçmesi gerektiği konusunda genel ve mutlak bir kural koymak mümkün olmadığından, hangi süre içerisinde işlenirse işlensin, işlenen suç başlangıçtaki genel niyete veya suç işleme konusundaki tek karara dayanıyor ise zincirleme suç hükümleri uygulanacak, ancak işlenen suç failin yeni bir suç işleme kararına dayanıyorsa artık zincirleme suç söz konusu olmayacaktır.

Bu açıklamalar çerçevesinde, maddi olayda, sanık … Osmangazi Belediyeden ruhsat almaksızın kendine ait taşınmaz üzerinde, inşaat yaptığı, sanık hakkında 24/04/2008 tarihli ilk yapı tatil tutanağı uyarınca Bursa C. Başsavcılığının 2011/7110 sayılı soruşturma evrakı ile soruşturma yapılıp 14/04/2011 tarihli iddianamesi sonucunda Bursa 14. Asliye Ceza mahkemesine kamu davasının açıldığı, yapılan yargılama sonucunda, Bursa 14. Asliye Ceza Mahkemesinin 2011/489 Esas sayılı dosyasıyla verilen hükümlülük kararının kesinleştiği,

Daha sonra suça konu taşınmaz hakkında, 25/12/2008 tarihinde düzenlenen ikinci yapı tatil tutanağıyla ilgili olarak Bursa 6 Asliye Ceza Mahkemesinin 2012/359 Esas sayılı dava dosyasıyla ilgili açılan kamu davasında, mahkemece yapılan yargılama sonrasında, sanık hakkında Bursa 14. Asliye Ceza Mahkemesinin 2011/489 Esas ve 2011/969 Karar sayılı ilamıyla, suça konu taşınmaz aleyhine imar kirliliğine neden olma suçundan aynı nitelikte mükerrer dava açıldığı nedenle, sanık hakkında açılan kamu davasının reddine karar verildiği,

Yüksek Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 31/10/2014 gün ve 2013/26255 Esas, 2014/31318 Karar sayılı bozma kararında sanık hakkında, suça konu yer ile ilgili olarak düzenlenen 24/04/2008 tarihli ilk yapı tatil tutanağını esas alan 14/04/2011 tarihli iddianame üzerine yapılan yargılamada, Bursa 14. Asliye Ceza Mahkemesinin 2011/489 Esas sayılı dosyasında verilen kararın kesinleşmesi, aynı yer ile ilgili olarak 25/12/2008 tarihli ikinci yapı tatil zaptı uyarınca açılan davada suç tarihinin, ilk iddianame tarihinden önce olması nedeniyle hukuki kesintinin oluşmaması ve ilk tutanaktan sonra da inşaata devam edilmesi karşısında, ‘zincirleme suç’ hükümlerinin uygulanması gerektiği gözetilmeden kamu davasının reddine ilişkin karar verilmesi usul ve yasaya aykırı görüldüğünden hükmün bozulmasına karar verildiği,

Yüksek Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 31/10/2014 gün ve 2013/26255 Esas, 2014/31318 Karar sayılı bozma kararının hukuka aykırı olduğu ve sanık …’in eyleminin tek suç oluşturduğu ve zincirleme suç hükümlerinin uygulanmasının söz konusu olmadığı kabul edilmelidir.

Bilindiği üzere, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 184. maddesinde yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapan veya yaptıran kişinin cezalandırılması öngörülmüştür.

İmar Kanununun 5. maddesinde, bina, ‘Kendi başına kullanılabilen, üstü örtülü ve insanların içine girebilecekleri ve insanların oturma, çalışma, eğlenme veya dinlenmelerine veya ibadet etmelerine yarayan, hayvanların ve eşyaların korunmasına yarayan yapılar’ olarak tanımlanmış, ‘Yapı’ kavramı ise, ‘Karada ve suda, daimi veya muvakkat, resmi ve hususi yeraltı ve yerüstü inşaatı ile bunların ilave, değişiklik ve tamirlerini içine alan sabit ve müteharrik (hareketli) tesisler’ olarak ifade edilmiştir.

Maddi olayda, sanık …’in kastı ve amacı ruhsatsız bina yapmaktır. Bina yapılıncaya kadar, binayı tamamlamaya yönelik gerçekleştirilen her inşa faaliyeti, aslında ruhsatsız bir binanın yapım eylemidir. Ortada ruhsatsız bina yapılması kararının icrası kapsamında işlenen birden fazla binanın tamamlanması değil, bir binanın tamamlanmasına yönelik inşaat işlemleri vardır. Belediye ya da yetkili merciler tarafından tutulan yapı tatil tutanakları, Kanuna aykırı olarak yapılan bir eylemin tespit işlemi ve bunun belgelendirilmesidir.

Yapı tatil tutanağı tutulmuş olmasa bile binanın yapımı aşamasındaki her inşa faaliyeti zaten belli bir sürece yayılmış olacağından, örneğin temel ile duvarların çıkılması, çatının yapılması bile değişik zaman kavramı içinde işlenmiş ayrı birer bir suç hareketi olarak kabul edilebileceğinden, zincirleme suç hükümlerinin yapı tatil tutanaklarından sonra faaliyete devam edilmesi ile nitelenmeden her tamamlanmış bina hakkında uygulanması gerekir ki bu mümkün değildir. Zira ortada 184/1. madde hükmünde öngörüldüğü üzere bir binanın yapımı suç kabul edilmiş olduğundan, bina tamamlanıncaya kadar her yapı ve inşai faaliyeti tek suça vücut verir. Ancak yapı tatil tutanağı ya da tutanaklarından sonra, iddianame ile dava açılıp belli bir hukuki kesinti oluşmaksızın binanın yapımına devam edilmişse, bu durumda sanık hakkında, suç işlemeye yönelik ısrarı nedeniyle 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 61/1. maddesinde öngörülen ölçütlerden ‘Suçun işleniş şekli ve failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığı’na dayanılarak cezanın belirlenmesi ve alt sınırdan uzaklaşılarak verilmesi söz konusu olabilir.

Ayrıca, sanığın ruhsatsız bina yapma suçuna ilişkin yapı tatil tutanaklarından sonuncusuna/sonraki tutanağa dayanılarak açılan kamu davasının yargılaması sonucunda verilen hüküm kesinleştikten sonra, aynı binanın yapımı sırasında düzenlenen önceki tutanaklar hakkında açılmış davalardan ayrıca 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 184. maddesi uyarınca ceza verilip 43. madde uygulandıktan sonra, cezanın yalnızca 43. madde artırımı kadar verilmesi, aslında tek suç oluşturan eylemden, suçun zincirleme işlendiği kanaatiyle birden fazla cezalandırılması anlamına gelecektir.

Bu yaklaşımın hukuka uygun olmadığını, bina tamamlanıncaya kadar yapılan inşa faaliyetlerinin değişik ya da aralıklı zamanlarda olsa dahi tek suç oluşturacağı kabul edilmelidir. Bunun dışında, ilk düzenlenen yapı tatil tutanağı sonrasında, idari makamlar tarafından düzenlenen her suç tutanağının 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 203/1 maddesinde yazılı mühür bozma suçunu oluşturduğu sanığın hukuka aykırı nitelikteki her eylemi müeyyide altına alındığı gözden uzak tutulmamalıdır.

Ayrıca suça konu taşınmaz üzerinde yapılan her türlü inşaat faaliyetinin iddianame düzenlendikten sonra gerçekleşmesi durumunda ayrı bir imar kirliliğine neden olma suçunu oluşturduğu konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır.

Bu itibarla sanığın aynı taşınmaz üzerinde, gerçekleştirdiği binanın yapımına ilişkin, kesinleşmiş hükme dayalı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 223. maddesi uyarınca sanık hakkında verilen kamu davasının reddine ilişkin hükmün onanması gerektiği”

görüşüyle itiraz yoluna başvurmuştur.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 4. Ceza Dairesince 29.01.2015 tarih, 53649-2375 sayı ve oy çokluğuyla itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; 21.02.2012 tarihli iddianameyle sanık hakkında imar kirliliğine neden olma suçundan açılan kamu davasının mükerrer olup olmadığı ve bu bağlamda açılan davanın reddine karar verilmesinin gerekip gerekmediğinin belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

Yerel Mahkemece 14.06.2012 tarihli oturum sırasında mübaşir vasıtasıyla celp edilerek okunan ve aynı yere ilişkin olduğu görülen Bursa 14. Asliye Ceza Mahkemesinin 2011/489 esas sayılı dosyasına ait onaysız bir örneği dosya arasına eklenen 22.06.2011 tarihli ve 969 sayılı kararının incelenmesinde; Osmangazi Belediyesi görevlilerince yapılan kontrolde sanık …’in ruhsatsız olarak bina yaptığı ileri sürülerek Bursa Cumhuriyet Başsavcılığının 14.04.2011 tarihli ve 2011/4033 sayılı iddianamesi ile imar kirliliğine neden olma suçundan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 184/1 ve 53. maddelerinin uygulanması istemiyle kamu davası açıldığı, Bursa 14. Asliye Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucu, sanığın TCK’nın 184/1 ve 62. maddeleri uyarınca 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği, suç tarihinin 24.04.2008 ve suç yerinin Hüdavendigar Mahallesi Hasbahçe Sokak No.15 yanı olduğu,

UYAP’tan yapılan kontrolde Bursa 14. Asliye Ceza Mahkemesinin 22.06.2011 tarihli ve 489-969 sayılı kararının itiraz edilmeksizin 30.06.2011 tarihinde kesinleştiği,

İncelemeye konu dosyada ise; 25.12.2008 tarihinde Osmangazi ilçesi Hüdavendigar Mahallesi Hasbahçe Sokak Kapı No. 15 yanı adresinde yapılan kontrolde 24.04.2008 tarihli ve 97-4812 sayılı zapta riayet etmediği ve inşaata devam edip “72 m²’lik zemin katı meskûn hâle getirdiği, 1. normal katın kolon kiriş ve tabliye betonlarını döktüğü” belirtilerek 25.12.2008 tarihli ve 37-1849 sayılı yapı tespit ve tatil tutanağı düzenlenen sanık hakkında Bursa Cumhuriyet Başsavcılığının 21.02.2012 tarihli ve 5019-2864 sayılı iddianamesi ile imar kirliliğine neden olma suçundan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 184/1 ve 53. maddelerinin uygulanması istemiyle kamu davası açıldığı,

25.12.2008 tarihli yapı tespit ve tatil tutanağı uyarınca açılan kamu davasında suç tarihinin, sanığın ilk eylemi nedeniyle düzenlenen 14.04.2011 tarihli iddianameden önce olması nedeniyle hukuki kesintinin oluşmadığı,

06.01.2009 tarihli ve 179 sayılı Encümen kararı ile; sanığa İmar Kanunu’nun 42. maddesi uyarınca 3.300 TL para cezası verilmesine ve kaçak inşaatın aynı Kanun’un 32. maddesi uyarınca Belediyece yıktırılmasına ve yıkım masrafının yapı sahibinden tahsiline karar verildiği,

… İmar ve Şehircilik Müdürlüğünün 13.03.2012 tarihli ve 8329/14076 sayılı yazısı ile ekli imar planı örneğine göre; Osmangazi ilçesi Hüdavendigar Mahallesi Hasbahçe Sokak Kapı No. 15 yanı adresindeki suça konu taşınmazın belediye sınırları dâhilinde kaldığı, özel imar rejimine tabi yerlerden olmadığı, binanın ruhsatsız olduğu, inşaatın imar planına uygun hâle getirilmediği ve hisseli parsel olması nedeniyle inşaat izni verilmesinin mümkün olmadığı,

Anlaşılmıştır.

Sanık … aşamalarda; suça konu taşınmazın kendisine ait olduğunu, oğlu ve gelininin burada ikamet ettiğini, 1989 yılında imar kaydına uymak şartıyla Belediyenin kendisine üç katlı bina yapma izni verdiğini, birinci katı yaptıktan sonra ikinci katı yapmak için Belediyeden izin istediğini, ancak yasal hakkı olmasına rağmen kendisine izin verilmediğini, bir süre bekledikten sonra mecburen ikinci katı çıktığını, bu binayla alakalı olarak daha önce de yargılandığını savunmuştur.

Ceza muhakemesi yapılabilmesi için bir takım “Olmazsa olmaz” (sine qua non) şartlar aranır. Bu bağlamda muhakeme yapılabilmesinin şartlarından birisi de “Non bis in idem” olarak ifade edilen, aynı fiilden dolayı verilmiş bir hükmün veya açılmış bir davanın bulunmamasıdır.

Kanunlarda açıkça yazılı olmadan da uygulanan bir hukuk normu olarak doktrinde de kabul olunan ve muhakeme hukukunun ana ilkelerinden olan “Non bis in idem” ilkesi 1412 sayılı (mülga) CMUK’nın 253. maddesinin üçüncü fıkrasında; “Aynı konuda, aynı sanık için evvelce verilmiş bir hüküm veya açılmış bir dava var ise davanın reddine karar verilir”, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Duruşmanın sona ermesi ve hüküm” başlıklı 223. maddesinin yedinci fıkrasında ise; Aynı fiil nedeniyle, aynı sanık için önceden verilmiş bir hüküm veya açılmış bir dava varsa davanın reddine karar verilir.” şeklinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerden anlaşılacağı üzere, aynı fiil nedeniyle, aynı sanık hakkında önceden verilmiş bir hüküm veya açılmış bir dava varsa, sonradan açılmış olan davanın reddine karar verilecektir.

“Non bis in idem” ilkesine uluslararası sözleşmelerde de yer verilmiş olup, konu İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 7 numaralı Ek Protokolü’nün “Aynı suçtan iki kez yargılanmama ve cezalandırılmama hakkı” başlıklı 4. maddesinin ilk fıkrasında; “Hiç kimse bir devletin ceza yargılaması usulune ve yasaya uygun olarak kesin bir hükümle mahkum edildiği ya da beraat ettiği bir suçtan dolayı aynı devletin yargısal yetkisi altındaki yargılama usulleri çerçevesinde yeniden yargılanamaz veya mahkum edilemez.” şeklinde ifade edilmiştir.

Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözülebilmesi için “Zincirleme suç” hükümleri üzerinde de durulmalıdır.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘na hakim olan ilke gerçek içtima olduğundan, bunun sonucu olarak,Kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza” söz konusu olacaktır. Nitekim bu husus Adalet Komisyonu raporunda da; “Ceza hukukunun temel kurallarından birisi, ‘Kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır.” şeklinde ifade edilmektedir. Bunun istisnaları, suçların içtimaı bölümünde belirlenmiştir. Bu istisnalar dışında, işlenen her bir suçla ilgili olarak ayrı ayrı cezaya hükmedilecektir. Böylece verilen her bir ceza, bağımsızlığını koruyacaktır. Bu kuralın istisnalarına ise, Türk Ceza Kanunu’nun “Suçların içtimaı” bölümünde, 42 (bileşik suç), 43 (zincirleme suç) ve 44. (fikri içtima) maddelerinde yer verilmiştir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 43. maddesinin birinci fıkrasında; Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Ancak bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır. Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır. Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır.” biçiminde zincirleme suç, ikinci fıkrasında; “Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır.” denilmek suretiyle aynı neviden fikri içtima düzenlemesine yer verilmiş, üçüncü fıkrasında da zincirleme suç ve aynı neviden fikri içtima hükümlerinin uygulanmayacağı suçlar belirtilmiştir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 43/1. maddesi uyarınca zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için;

a- Aynı suçun değişik zamanlarda birden fazla işlenmesi,

b- İşlenen suçların mağdurlarının aynı kişi olması,

c- Bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlenmesi gerekmektedir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 43/1. maddesinde bulunan, “Değişik zamanlarda” ifadesi nedeniyle zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için, suçların mutlaka değişik zamanlarda işlenmesi gereklidir ki, bunun sonucu olarak, aynı mağdura, aynı zamanda, aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda tek suçun oluşacağı kabul edilmiştir. Bu hâlde zincirleme suç hükümleri uygulanarak artırım yapılamayacak, ancak bu husus TCK’nın 61. maddesi uyarınca temel cezanın belirlenmesinde göz önüne alınabilecektir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 43/1. maddesinin açıklığı karşısında öğretide de, zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için suçların farklı zamanlarda işlenmesi gerektiği konusunda görüş birliği bulunmaktadır.

Öte yandan, kanunumuz zaman konusunda olduğu gibi, suçların işlendikleri yer bakımından da bir sınır koymamıştır. Ancak, suçların aynı yerde işlenmeleri, suç işleme kararındaki birliğin bir işareti olarak kabul edilebilir.

Aynı suç işleme kararının varlığının, olaysal olarak suçun işlenmesindeki özellikler, suçun işleniş biçimi, fiillerin işlendikleri yer ve işlenme zamanı, fiiller arasında geçen süre, mağdurların farklı olup olmadıkları, ihlal edilen değer ve yarar ile korunan değer ve yarar, olayların oluşum ve gelişimi ile tüm özellikleri değerlendirilerek belirlenmesi gerekmektedir.

Suç kastından daha geniş bir anlamı içeren suç işleme kararı, suç kastından daha önce gelen genel bir karar ve niyeti ifade etmektedir. Önce suç işleme kararı verilmekte ve bundan sonra bu genel kararın icrası farklı zamanlardaki suçlarla gerçekleştirilmektedir. Kararın gerçekleştirilmesi için gerekli suçların her birinde ayrı suç kastları, bir başka deyişle bir suç için gerekli olan maddi ve manevi unsurlar ayrı ayrı yer almaktadır.

Suç işleme kararının yenilenip yenilenmediği, birden çok suçun aynı karara dayanıp dayanmadığı, aynı zamanda suçlar arasındaki süre ile de ilgilidir. İşlenen suçların arasında kısa zaman aralıklarının olması suç işleme kararında birlik olduğuna; uzun zaman aralıklarının olması ise suç işleme kararında birlik olmadığına karine teşkil edebilecektir. Yine de suçlar arasında az veya çok uzun zaman aralığının var olması, bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlendiğini ya da işlenmediğini her zaman göstermeyecektir. Diğer bir anlatımla, sürenin uzunluğu kararın yenilendiğini düşündürebileceği gibi, kısalığı da her zaman kararın yürürlükte olduğunu göstermeyebilecektir. Diğer taraftan, hukuki veya fiili kesintiler olduğunda farklı değerlendirmeler yapılması mümkündür. Ancak bu değerlendirme her olayda ayrı ayrı ve diğer şartlar da dikkate alınarak yapılmalıdır. Bu nedenle, başlangıçta belirli bir süre geçince suç işleme kararı yenilenmiş ya da değişmiş olur demek, soyut ve delillerden kopuk bir değerlendirme olacaktır. Failin iç dünyasını ilgilendiren bu kararın varlığının her olayın özelliğine göre suçun işleniş biçimi, suçun işlenmesindeki özellikler, fiillerin işlendikleri yer ve işlenme zamanı, fiiller arasında geçen süre, korunan değer ve yarar, hareketin yöneldiği maddi konunun niteliği, olayların oluşum ve gelişimi ile dış dünyaya yansıyan diğer tüm özellikler değerlendirilerek belirlenmesi gerekecektir.

Öte yandan, hükümden sonra 18.05.2018 tarihli ve 30425 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 7143 sayılı Vergi Ve Diğer Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 16. maddesi ile 3194 sayılı İmar Kanunu‘na eklenen geçici 16. maddede yer alan;

“Afet risklerine hazırlık kapsamında ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı yapıların kayıt altına alınması ve imar barışının sağlanması amacıyla, 31/12/2017 tarihinden önce yapılmış yapılar için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve yetkilendireceği kurum ve kuruluşlara 31/10/2018 tarihine kadar başvurulması, bu maddedeki şartların yerine getirilmesi ve 31/12/2018 tarihine kadar kayıt bedelinin ödenmesi halinde Yapı Kayıt Belgesi verilebilir. Başvuruya konu yapının ve arsasının mülkiyet durumu, yapı sınıf ve grubu ve diğer hususlar Bakanlık tarafından hazırlanan Yapı Kayıt Sistemine yapı sahibinin beyanına göre kaydedilir.

Yapının bulunduğu arsanın 29/7/1970 tarihli ve 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanununa göre belirlenen emlak vergi değeri ile yapının Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca belirlenen yaklaşık maliyet bedelinin toplamı üzerinden konutlarda yüzde üç, ticari kullanımlarda yüzde beş oranında alınacak kayıt bedeli başvuru sahibi tarafından genel bütçenin (B) işaretli cetveline gelir kaydedilmek üzere merkez muhasebe birimi hesabına yatırılır. 6306 sayılı Kanun kapsamında kullanılmak üzere kaydedilen gelirler karşılığı Bakanlık bütçesine ödenek eklemeye Maliye Bakanı yetkilidir. Bu ödenek, dönüşüm projeleri özel hesabına aktarılarak kullanılır. Kayıt bedeline ilişkin oranı iki katına kadar artırmaya, yarısına kadar azaltmaya, yapının niteliğine ve bölgelere göre kademelendirmeye, ayrıca başvuru ve ödeme süresini bir yıla kadar uzatmaya Bakanlar Kurulu yetkilidir.

Yapı Kayıt Belgesi yapının kullanım amacına yöneliktir. Yapı Kayıt Belgesi alan yapılara, talep halinde ilgili mevzuatta tanımlanan ait olduğu abone grubu dikkate alınarak geçici olarak su, elektrik ve doğalgaz bağlanabilir.

Yapı Kayıt Belgesi verilen yapılarla ilgili bu Kanun uyarınca alınmış yıkım kararları ile tahsil edilemeyen idari para cezaları iptal edilir.

Yapı ruhsatı alıp da yapı kullanma izin belgesi almamış veya yapı ruhsatı bulunmayan yapılarda, Yapı Kayıt Belgesi ile maliklerin tamamının muvafakatinin bulunması ve imar planlarında umumi hizmet alanlarına denk gelen alanların terk edilmesi halinde yapı kullanma izin belgesi aranmaksızın cins değişikliği ve kat mülkiyeti tesis edilebilir. Bu durumda, ikinci fıkrada belirtilen bedelin iki katı ödenir.

Beşinci fıkra uyarınca kat mülkiyetine geçilmiş olması 6306 sayılı Kanunun ek 1 inci maddesinin uygulanmasına engel teşkil etmez.

Yapı Kayıt Belgesi alınan yapıların, Hazineye ait taşınmazlar üzerine inşa edilmiş olması halinde, bu taşınmazlar Bakanlığa tahsis edilir. Yapı Kayıt Belgesi sahipleri ile bunların kanuni veya akdi haleflerinin talepleri üzerine taşınmazlar Bakanlıkça rayiç bedel üzerinden doğrudan satılır. Bu durumda elde edilen gelirler bu maddenin ikinci fıkrasına göre genel bütçeye gelir kaydedilir. Ayrıca bu gelirler hakkında 29/6/2001 tarihli ve 4706 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 5 inci maddesinin beşinci fıkrası hükmü uygulanmaz.

Yapı Kayıt Belgesi alınan yapıların belediyelere ait taşınmazlar üzerine inşa edilmiş olması halinde, Yapı Kayıt Belgesi sahipleri ile bunların kanuni veya akdi haleflerinin talepleri üzerine bedeli ilgili belediyesine ödenmek kaydıyla taşınmazlar rayiç bedel üzerinden belediyelerce doğrudan satılır.

Üçüncü kişilere ait özel mülkiyete konu taşınmazlarda bulunan yapılar ile Hazineye ait sosyal donatı için tahsisli araziler üzerinde bulunan yapılar bu madde hükümlerinden yararlandırılmaz.

Yapı Kayıt Belgesi, yapının yeniden yapılmasına veya kentsel dönüşüm uygulamasına kadar geçerlidir. Yapı Kayıt Belgesi düzenlenen yapıların yenilenmesi durumunda yürürlükte olan imar mevzuatı hükümleri uygulanır. Yapının depreme dayanıklılığı hususu malikin sorumluluğundadır.

Bu madde hükümleri, 18/11/1983 tarihli ve 2960 sayılı Boğaziçi Kanununda tanımlanan Boğaziçi sahil şeridi ve öngörünüm bölgesi içinde ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alan ile İstanbul tarihi yarımada içinde ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alanlarda ve ayrıca 19/6/2014 tarihli ve 6546 sayılı Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığı Kurulması Hakkında Kanunun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde belirlenmiş Tarihi Alanda uygulanmaz.

Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Bakanlık ve Maliye Bakanlığı tarafından müştereken belirlenir.”

şeklindeki düzenleme, maddede belirtilen şartların yerine getirilmesi hâlinde ruhsatsız veya ruhsat eklerine aykırı yapılarla ilgili yapı kayıt belgesi verilmesini sağlaması bakımından sanık lehine hükümler içermektedir.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Sanık … hakkında 24.04.2008 tarihinde “Hüdavendigar Mahallesi Hasbahçe Sokak No.15 yanı” adresinde ruhsatsız olarak bina yaptığı iddiasıyla Bursa Cumhuriyet Başsavcılığınca 14.04.2011 tarihinde açılan kamu davası üzerine yapılan yargılama sonucunda Bursa 14. Asliye Ceza Mahkemesince sanığın 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 184/1 ve 62. maddeleri uyarınca 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği ve verilen kararın 30.06.2011 tarihinde kesinleştiği, 25.12.2008 tarihinde suça konu yerde Osmangazi Belediyesi İmar ve Şehircilik Müdürlüğü Yapı Kontrol Bürosu görevlilerince yapılan ikinci kontrolde, 24.04.2008 tarihli zapta riayet etmediği ve inşaata devam ederek “72 m2’lik zemin katı meskûn hâle getirdiği, 1. normal katın kolon kiriş ve tabliye betonlarını döktüğü” gerekçesiyle sanık hakkında 25.12.2008 tarihli ve 37-1849 sayılı yapı tespit ve tatil tutanağı düzenlendiği, Bursa Cumhuriyet Başsavcılığınca 21.02.2012 tarihinde açılan kamu davası üzerine yapılan yargılama sonucunda, Bursa 6. Asliye Ceza Mahkemesince sanık hakkında aynı yere ilişkin açılan kamu davasının mükerrer olduğu gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 223/7. maddesi uyarınca davanın reddine karar verildiği olayda;

25.12.2008 tarihli yapı tespit ve tatil tutanağı uyarınca açılan kamu davasında suç tarihinin, sanığın ilk eylemi nedeniyle düzenlenen 14.04.2011 tarihli iddianamenin düzenlenmesinden önce olması dolayısıyla hukuki kesintinin oluşmadığı ve imar kirliliğine neden olma suçunun işleniş biçimi ve özellikleri gözetilip, sanığın gerçekleştirdiği iki eylem arasındaki zaman aralığı ve her iki yapı tatil zaptının, inşaatın farklı yapım aşamalarına ait bulunduğu hususları birlikte değerlendirildiğinde, sanığın aynı suç işleme kararının icrası kapsamında, atılı imar kirliliğine neden olma suçunu değişik zamanlarda ve birden fazla işlemesi nedeniyle 21.02.2012 tarihli iddianameyle açılan kamu davasının mükerrer olmadığı ve eylemlerin zincirleme imar kirliliğine neden olma suçunu oluşturduğu anlaşıldığından kamu davasının reddine karar verilemeyeceği kabul edilmelidir.

Öte yandan, ulaşılan sonuç karşısında, hükümden sonra 18.05.2018 tarihli ve 30425 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 7143 sayılı Vergi Ve Diğer Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 16. maddesi ile 3194 sayılı İmar Kanunu’na eklenen geçici 16. maddesi uyarınca sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.

Bu itibarla, haklı nedene dayanmayan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.

Kayseri Ceza Avukatı

Alanında yetkin Kayseri ceza avukatı kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz; ceza yargılamalarında savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek taraflara avukatlık ve hukuki danışmanlık hizmeti vermektedir.

Ceza davalarında gerekli başvuru veya itirazların zamanında ve usulüne uygun yapılması açısından alanında uzman bir Kayseri ceza avukatı veya ağır ceza avukatından hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Yargılama sırasında herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için güncel mevzuat ve Yargıtay kararlarının takip edilmesi önem arz etmektedir. 

Alanında yetkin Kayseri Avukat kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz, savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde taraflara hukuki yardım sunmaktadır. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde herhangi bir mağduriyete veya hak kaybına uğramamak için gerekli başvuruların zamanında ve usulüne uygun yapılması büyük önem arz etmektedir. Bu süreçte, alanında uzman bir avukattan hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Zülküf Arslan Hukuk Bürosu olarak; Yalçınkaya Kararı başta olmak üzere AİHM kararlarının Türkçe çevirilerini yapan Eski AİHM Hukukçusu Dr. Orhan Arslan koordinatörlüğünde müvekkillerimize Anayasa Mahkemesi ve AİHM başvurusunun yanı sıra emsal AYM ve AİHM Kararları çerçevesinde yeniden yargılama başvurusu hususunda da hukuki destek vermekteyiz.

Kayseri ceza avukatı veya Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’ne başvuru yapmak ve süreci takip etmek için bir avukat arıyorsanız 15 yılı aşkın deneyimi ile avukat kadromuzdan dava süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile başvuru ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz.