Sendika Faaliyetleri ile Sendikal Hakların Engellenmesi Suçu
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası
Sendika kurma hakkı – Madde 51
Çalışanlar ve işverenler, üyelerinin çalışma ilişkilerinde, ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için önceden izin almaksızın sendikalar ve üst kuruluşlar kurma, bunlara serbestçe üye olma ve üyelikten serbestçe çekilme haklarına sahiptir. Hiç kimse bir sendikaya üye olmaya ya da üyelikten ayrılmaya zorlanamaz.
Sendika kurma hakkı ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâk ile başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebepleriyle ve kanunla sınırlanabilir.
Sendika kurma hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.
İşçi niteliği taşımayan kamu görevlilerinin bu alandaki haklarının kapsam, istisna ve sınırları gördükleri hizmetin niteliğine uygun olarak kanunla düzenlenir.
Sendika ve üst kuruluşlarının tüzükleri, yönetim ve işleyişleri, Cumhuriyetin temel niteliklerine ve demokrasi esaslarına aykırı olamaz.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu
Sendikal hakların kullanılmasının engellenmesi – Madde 118
(1) Bir kimseye karşı bir sendikaya üye olmaya veya olmamaya, sendikanın faaliyetlerine katılmaya veya katılmamaya, sendikadan veya sendika yönetimindeki görevinden ayrılmaya zorlamak amacıyla, cebir veya tehdit kullanan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Cebir veya tehdit kullanılarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla bir sendikanın faaliyetlerinin engellenmesi halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
Madde Gerekçesi
Madde metninde, sendikal hakların kullanılmasını engelleme fiilleri suç olarak tanımlanmıştır. Söz konusu suç tanımında çeşitli seçimlik hareketlere yer verilmiştir.
Maddenin birinci fıkrasına göre, bir kimseye karşı cebir veya tehdit kullanılarak, bir sendikaya üye olmaya veya olmamaya, sendikanın faaliyetlerine katılmaya veya katılmamaya ya da sendikadan veya sendika yönetimindeki görevinden ayrılmaya zorlanması, suç oluşturmaktadır. Bu suçun tamamlanmış şekline göre cezaya hükmedilebilmesi için, cebir veya tehdide maruz kalan kişinin sendikaya üye olması veya olmaktan vazgeçmesi, sendikanın faaliyetlerine katılması veya katılmaktan vazgeçmesi ya da sendikadan veya sendika yönetimindeki görevinden ayrılması gerekmemektedir. Bu amaçlarla, kişiye karşı cebir veya tehdit kullanılması, söz konusu suç tamamlanmış gibi cezalandırılabilmek için yeterlidir. Bu bakımdan söz konusu suç, bir teşebbüs suçu niteliği taşımaktadır.
Maddenin ikinci fıkrasında cebir veya tehdit kullanılarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla bir sendikanın faaliyetlerinin engellenmesi ayrı bir suç olarak tanımlanmıştır. Bir sendikanın faaliyetlerinin cebir veya tehditle ya da hukuka aykırı başka bir davranışla engellenmiş olması hâlinde, suç tamamlanmış olur.
Sendikal Nedenlerle İş Akdinin Feshedilmesi Halinde Sendikal Hakların Engellenmesi Suçu Oluşur mu
Yargıtay Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2019/285 Karar No: 2019/554 Karar Tarihi: 17.09.2019
Kararı Veren Yargıtay Dairesi: 18. Ceza Dairesi
Mahkemesi: Asliye Ceza Mahkemesi
İçtihat Metni
Sendikal hakların kullanılmasının engellenmesi suçundan sanıklar … ve …’nun beraatlerine ilişkin İzmir (Kapatılan) 9. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 29.03.2012 tarihli ve 796-668 sayılı kararın katılanlar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yüksek 18. Ceza Dairesince 10.02.2016 tarih ve 7995-2433 sayı ile;
“… Bireyin bir sendikaya girme veya girmeme, sendikal faaliyete katılıp katılmama iradesi Anayasa’nın 51., Siyasal ve Medeni Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 22., Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 11. maddeleri ile güvence altına alınmıştır.
Yasa koyucu da çağdaş bir yaklaşımla Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle koruma altına alınan bu hakkın, cebir veya tehdit kullanılarak engellenmesi eylemini, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 118. maddesinde yeni bir suç tipi olarak düzenlemiştir. Anılan Kanun maddesinin 1. fıkrasıyla bireysel sendika özgürlüğü, 2. fıkrasıyla da kolektif sendika özgürlüğü güvence altına alınmıştır. Ancak unsurları farklı olmakla beraber her iki suçun da sendikal özgürlüğe ilişkin aynı hukuksal değeri koruduğu kabul edilmelidir.
Anayasa’nın 51. maddesinde, ‘Çalışanlar ve İşverenler üyelerinin çalışma ilişkilerinde, ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için önceden izin almaksızın sendikalar ve üst kuruluşlar kurma, bunlara serbestçe üye olma ve üyelikten serbestçe çekilme haklarına sahiptir. Hiç kimse bir sendikaya üye olmaya ya da üyelikten ayrılmaya zorlanamaz.’
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 11. maddesinde, ‘Herkes barışçıl olarak toplanma ve dernek kurma hakkına sahiptir. Bu hak, çıkarlarını korumak amacıyla başkalarıyla birlikte sendikalar kurma ve sendikalara üye olma hakkını da içerir.’ Siyasal ve Medeni Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 22. maddesinde ise ‘Herkesin, kendi çıkarlarını korumak için sendikalar kurmak ya da bunlara girmek hakkı da dahil olmak üzere, başkalarıyla bir araya gelip dernek kurma hakkı vardır.’ hükümleri yer almaktadır.
Anılan özgürlüğe yönelik kanuni ve meşru amaçla yapılan müdahaleler bile AİHM kararlarında demokratik bir toplumda gereklilik yönünden irdelenmiştir.
AİHM’nin 27/03/2007 tarih ve B. No: 6615/03 sayılı Karaçay/Türkiye kararında;
‘c) Demokratik toplumda gerekli olması;
Başvuran, KESK’e bağlı bir sendikaya üye olmaması halinde kendisine benzeri bir disiplin cezasının verilmeyeceğini savunmaktadır. Başvuran, Valiliğin gönderdiği 5 Eylül 2002 tarihli yazıya atıfta bulunarak, yasal olarak tanınan bir sendikanın yürüttüğü faaliyetleri engellemeye ve eylem gününden önce ve sonra tedbirler alarak sendikanın etkililiğini azaltmaya yönelik idari bir uygulamanın bulunduğunu ileri sürmektedir. Başvuran, Valiliğin önce eylemi engellemeye çalışarak ve daha sonra bu eylem gününe katılan devlet memurları aleyhinde ceza kararlarının alınması yönünde talimat vererek, idarenin keyfi olarak hareket etmesini eleştirmektedir. İdare, başvurana uyarma cezasını verirken, böyle bir disiplin cezasının hukuki denetiminin yapılmadığını bilmekteydi.
Hükümet, başvuranın hâlâ söz konusu sendikanın üyesi olduğunu hatırlatmaktadır. Hükümet’e göre 11. madde, disiplin tedbirine konu teşkil eden sendika üyesi devlet memurlarına dokunulmazlık tanımamaktadır. Başvuran, 5 Haziran 2002 tarihinde işine gitmemesi nedeniyle disiplin cezası almıştır. Başvuran izin almadan sendika eylemine katılmış ve görevlerini yerine getirmediği gerekçesiyle disiplin cezası almıştır.
AİHM öncelikle, başvuranın bu eyleme katıldığını ulusal makamlar önünde inkar ettiğini not etmektedir. Başvuran, sunduğu savunma layihasında, söz konusu disiplin tedbirinin, Türkiye’nin ulusal ve uluslararası taahhütnameleri tarafından öngörüldüğü sekliyle sendikal haklarını ihlal ettiğini belirttiği açıkça ortadadır. Bundan dolayı başvuran, AİHS’nin 11. maddesine dayanarak yaptığı şikâyetini ulusal mahkemeler önünde ileri sürdüğünden dolayı, AİHM, olaylara itiraz etmesine rağmen şikâyetin esasını da inceleyecektir.
Daha sonra AİHM, dava konusu eylem gününün ulusal düzeyde önceden bildirildiğini ve eylem yapılmasına itiraz edilmediğini tespit etmektedir. Başvuran bu eyleme katılarak toplantı yapma özgürlüğünü kullanmıştır (Ezelin-Fransa, 26 Nisan 1991 tarihli karar).
AİHM, toplantı yapma özgürlüğünün önemini göz önünde bulundurarak, özellikle amaçlanan meşru amaçla orantılı olup olmadığını tespit etmek amacıyla dava konusu disiplin cezasını dosyanın tamamı ışığında incelemiştir. AİHM, devlet memurlarının maaşlarına yapılan düşük zammı protesto etmek amacıyla üyesi olduğu KESK’in düzenlediği eyleme katılması nedeniyle disiplin cezası adı altında başvurana uyarma cezasının verildiğini not etmektedir. Oysa verilen ceza, her ne kadar düşük olsa da kendisi gibi sendikaya üye kişilerin çıkarlarını savunmak amacıyla sendika üyelerinin grev ve eylemlere yasal olarak katılmamasına yönelik caydırıcı bir niteliğe sahiptir (sözü edilen Ezelin kararı).
AİHM, başvurana verilen uyarma cezasının ‘demokratik toplumda gerekli olmadığı’ sonucuna varmaktadır.
Bu nedenle AİHS’nin 11. maddesi ihlal edilmiştir.
AİHM’nin 15/09/2009 tarih, B. No:30946/04 sayılı Kaya ve Seyhan/Türkiye kararında;
‘c) Demokratik bir toplumda gereklilik
Hükümet, başvuranların yetkili mercilere haber vermeden ve geçerli bir gerekçe göstermeden görevlerini yerine getirmemeleri ve görev yerine gelmemeleri dolayısıyla, verilen uyarı cezasının acil bir sosyal ihtiyaca cevap niteliğinde olduğunu ve meşru bir önlem olarak değerlendirilmesi gerektiğini savunmaktadır. Hükümet, daha sonra bu tür bir önlemin hedeflenen amaçla orantılı olduğunu iddia etmektedir.
Başvuranlar, Hükümetin argümanlarına itiraz etmekte ve sadece üyesi oldukları KESK ve Eğitim-Sen sendikasının 11 Aralık 2003 tarihinde ulusal düzeyde düzenlediği bir günlük eyleme katıldıklarını belirtmektedir.
AİHM, söz konusu bir günlük eylemin önceden ulusal düzeyde bildirildiğini ve ilgili makamlarca yasaklanmadığını kaydetmekte ve başvuranların barışçıl toplantı özgürlüğü haklarını kullandıklarını eklemektedir (Enerji Yapı-Yol Sen davası ilgili bölüm, prg. 32 ve Fransa aleyhine Ezelin davası, 26 Nisan 1991, prg. 41, seri A no 202).
AİHM, ihtilaflı disiplin cezasının, barışçıl toplantı özgürlüğünün teşkil ettiği önemli yer bağlamında, hedeflediği iddia edilen meşru amaçla orantılı olup olmadığını dosyadaki tüm unsurlar ışığında incelemiştir. AİHM, başvuranların, üyesi oldukları KESK’in parlamentoda tartışılmakta olan kamu yönetimi kanun tasarısını protesto etmek üzere düzenlediği bir günlük eyleme katılmaları nedeniyle, disiplin cezası başlığı altında bir uyarı aldıklarını not etmektedir. Oysa, her ne kadar şikâyet edilen bu ceza çok küçük olsa da, sendika üyelerini çıkarlarını korumak için meşru grev ya da eylem günlerine katılmaktan vazgeçirecek bir nitelik taşımaktadır (Karaçay ilg.böl., prg. 37).
AİHM, başvuranlara verilen disiplin cezasının «acil bir sosyal ihtiyaca» tekâbül etmediğini tespit etmekte ve bu nedenle «demokratik bir toplumda gerekli» olmadığı sonucuna varmaktadır.
Bunun sonucu olarak, mevcut davada, başvuranların AİHS’nin 11. maddesi anlamında gösteri yapma özgürlüğünü etkili bir şekilde kullanma hakları orantısız olarak çiğnenmiştir.
Dolayısıyla, bu hüküm ihlal edilmiştir.’
biçiminde açıklamalara yer verilmiştir.
AİHM’nin önceki paragraflarda yer alan kararlarındaki özgürlükçü yaklaşımın, belirtilen hakka suç oluşturan eylemlerle müdahalelere ilişkin ceza soruşturma ve kovuşturmalarına da yansıtılması gerekmektedir. Böylece hem kanuni ve meşru amaçla hem de suç oluşturan müdahalelerle kullanılması engellenen sendika hakkının (özgürlüğünün), demokratik bir toplum açısından taşıdığı öneme uygun, birbirini tamamlayan ve birbiriyle örtüşen bir şekilde korunması mümkün olacaktır. Bu bağlamda anılan suça ilişkin ceza soruşturma ve kovuşturmalarında; delillerin, sendika hakkının (özgürlüğünün), demokratik bir toplum açısından taşıdığı önem dikkate alınarak toplanması ve değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bu suç, failin, mağduru bir sendikaya üye olmaya veya olmamaya, bir sendikanın faaliyetlerine katılmaya veya katılmamaya, sendikadan veya sendika yönetimindeki görevinden ayrılmaya zorlamak için cebir veya tehdit kullanmasıyla oluşur. Kanun maddesinde kullanılan cebir fiziki güç kullanılması anlamına gelmekte, tehdit ise manevi cebir niteliğinde olup mağdurun bireysel sendika özgürlüğünü kullanması yolunda iradesini sakatlayan, sendikal haklarını kullanması veya kullanmaya devam etmesi neticesinde kendisinin veya yakınlarının bir zarara uğratılacağını bildiren, belirli bir boyuta ulaşmış ve kolayca kurtulma olanağı bulunmayan her türlü davranıştır. Bu suçun oluşabilmesi için amacın gerçekleşmesi, başka bir anlatımla kişinin sendikaya üye olmaktan veya faaliyetlerine katılmaktan vazgeçmesi veya sendikadaki görevinden ayrılması zorunlu değildir. Bu amaçla mağdura karşı cebir veya tehdit kullanılması suçun tamamlanması için yeterlidir. Bu nedenle bu suç bir tehlike suçudur.
İncelenen dosyada; oluş ve dosya kapsamına göre, suça konu işyerinde üretim müdürü olarak görev yapan sanık …’in, yine iş yeri yönetiminde bulunan sanık …’nun sendikal faaliyetlerde bulunan işçilerin tespitine yönelik talimat verdiği, iş yerinde; servis sorumlusu olarak çalışan sanık …’ın, bölüm sorumlusu sanık …’ın ve işçi olarak çalışan …’in, verilen talimat doğrultusunda sendikaya üye olan işçilerin tespitine çalıştıkları ve sendikaya üye olduğunu tespit ettikleri işçileri, iş yeri yönetimine bildirdikleri, sanıklar … ve …’nun da katılanlarında arasında bulunduğu bir kısım işçiyi performans yetersizliğini bahane göstererek işten çıkardıkları, katılanların açmış oldukları işe iade davalarının, ‘feshin sendikal nedenlerle yapıldığı yolunda kanaat hasıl olması’ sebebiyle kabul edildiği anlaşılmakla; sendika üyesi olan işçilerin sendikal haklarını kullanmalarına engel olma, sendikalı olan ve olmayan işçiler arasında ayrım yapma ve bu işçilere baskı yaparak sendikadan istifa etmeye, sendikaya üye olmamaya zorlama şeklinde gerçekleşen eylemlerinin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 118/1. maddesindeki suçu oluşturacağı gözetilmeden yazılı şekilde beraat kararı verilmesi,”
isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Direnme Kararı
İzmir 30. Asliye Ceza Mahkemesi ise 15.07.2016 tarih ve 325-635 sayı ile;
“Sendikal hakların kullanılmasının engellenmesi suçunun oluşması için; bir kimseye karşı bir sendikaya üye olmaya veya olmamaya, sendikanın faaliyetlerine katılmaya veya katılmamaya, sendikadan veya sendika yönetimindeki görevinden ayrılmaya zorlamak amacıyla, cebir veya tehdit kullanılması gerektiğinden ve sanıkların müştekilere cebir veya tehdit kullandıklarına ve müsnet suçu işlediklerine dair mahkûmiyetine yeterli her türlü kuşkudan uzak somut, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığından, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 2. maddesindeki ‘Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez‘ hükmü de gözetilerek eski hükümde ısrar edilmesine ve sanıkların yeniden beraatlerine karar vermek gerekmiştir.”
gerekçesiyle bozma kararına direnerek sanıkların önceden olduğu gibi beraatlerine karar vermiştir.
Direnme kararına konu bu hükümlerin de katılanlar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 26.09.2016 tarihli ve 354287 sayılı “Bozma” istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gelen dosya, Ceza Genel Kurulunca 14.12.2016 tarih ve 1237-1752 sayı ile; 5320 sayılı Kanun’a, 6763 sayılı Kanun’un 38. maddesi ile eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen Daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 18. Ceza Dairesince 17.04.2019 tarih ve 540-7684 sayı ile, direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
İnceleme dışı sanık … hakkında sendikal hakların kullanılmasının engellenmesi suçundan verilen beraat kararı Özel Dairece onanmak suretiyle kesinleşmiş olup direnmenin kapsamına göre inceleme, sanıklar … ve … hakkında sendikal hakların kullanılmasının engellenmesi suçundan kurulan beraat hükümleri ile sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanıklara atılı sendikal hakların kullanılmasının engellenmesi suçunun oluşup oluşmadığının belirlenmesine ilişkin ise de Yargıtay İç Yönetmeliği’nin 27. maddesi uyarınca öncelikle davanın niteliğine göre ilgili sendikanın davaya katılma hakkının olup olmadığı, bu bağlamda kararın ilgili sendikaya tebliği ile temyiz incelemesinin buna göre yapılmasının gerekip gerekmediği de değerlendirilmelidir.
Ön sorun ve uyuşmazlık konusunun sırasıyla değerlendirilmesinde fayda bulunmaktadır.
1- Davanın niteliğine göre ilgili sendikanın davaya katılma hakkının olup olmadığı, bu bağlamda kararın ilgili sendikaya tebliği ile temyiz incelemesinin buna göre yapılmasının gerekip gerekmediği;
İncelenen dosya kapsamından;
Sanıklar hakkında katılanlar …, … ve …’a karşı 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 118. maddesinin birinci fıkrasındaki sendikal hakların kullanılmasının engellenmesi suçunu işledikleri iddiasıyla kamu davası açıldığı, İzmir (Kapatılan) 9. Sulh Ceza Mahkemesince sanıkların atılı suçtan beraatlerine karar verildiği,
Hükümlerin katılanlar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyanın incelendiği Yargıtay 18. Ceza Dairesince 10.02.2016 tarih ve 7995-2433 sayı ile sanıkların eylemlerinin atılı suçu oluşturduğundan bahisle bozma kararı verildiği,
İzmir 30. Asliye Ceza Mahkemesince 15.07.2016 tarih ve 325-635 sayı ile bozma kararına direnilerek sanıkların önceden olduğu gibi beraatlerine karar verildiği,
Yerel Mahkemece katılanların üyesi oldukları sendikaya duruşma davetiyesi çıkarılmadığı gibi gerekçeli kararın da tebliğ edilmediği,
Anlaşılmaktadır.
Temel hak ve hürriyetler kapsamında değerlendirilen sendikal haklar birçok uluslararası sözleşmenin yanı sıra Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda da birtakım düzenlemelere tabi tutulmuştur.
Bu bağlamda;
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından 17.06.1948 tarihinde kabul edilen ve ülkemiz tarafından onaylanıp 25.02.1993 tarihli ve 21507 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak iç hukukumuza aktarılan 87 No.lu Sendika Özgürlüğü ve Sendikalaşma Hakkının Korunması Sözleşmesi’nin 2. maddesinde yer alan düzenlemeye göre;
“Çalışanlar ve işverenler herhangi bir ayırım yapılmaksızın önceden izin almadan istedikleri kuruluşları kurmak ve yalnız bu kuruluşların tüzüklerine uymak koşulu ile bunlara üye olmak hakkına sahiptirler.”
Aynı Sözleşme’nin 11. maddesinde yer alan düzenlemeye göre;
“Hakkında bu sözleşmenin yürürlükte bulunduğu Uluslararası Çalışma Örgütünün her üyesi, çalışanların ve işverenlerin örgütleme hakkını serbestçe kullanmalarını sağlamak amacıyla gerekli ve uygun bütün önlemleri almakla yükümlüdür.”
Yine ILO tarafından 18.06.1949 tarihinde kabul edilen ve ülkemiz tarafından onaylanıp 14.08.1951 tarihli ve 7884 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 98 No.lu Örgütlenme ve Toplu Pazarlık Hakkı Sözleşmesi’nin 2. maddesinde yer alan düzenlemeye göre;
“İşçiler çalışma hususunda sendika hürriyetine halel getirmeye matuf her türlü fark gözetici harekete karşı tam bir himayeden faydalanacaktır.
Böyle bir himaye bilhassa,
Bir işçinin çalıştırılmasını, bir sendikaya girmemesi veya bir sendikadan çıkması şartına tabi kılmak;
Bir sendikaya üye olması yahut çalışma saatleri dışında veya işverenin muvafakatı ile çalışma saatlerinde sendika faaliyetlerine iştirak etmesinden dolayı bir işçiyi işinden çıkarmak veya başka suretle onu izrar etmek; maksatları güden hareketlere mütaallik hususlarda uygulanacaktır.”
Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmesi’nin 22. maddesinde yer alan düzenlemeye göre;
“1. Herkesin, kendi çıkarlarını korumak için sendikalar kurmak ya da bunlara girmek hakkı da dahil olmak üzere, başkalarıyla biraraya gelip dernek kurma hakkı vardır.
2. Bu hakkın kullanılmasına, yasalara uygun olarak konulmuş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik ya da kamu güvenliği, kamu düzeni bakımından ve kamu sağlığının, genel ahlakın korunması ya da başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması bakımından gerekli olan sınırlamalardan başka sınırlama getirilemez. Bu madde, silahlı kuvvetler ya da polis teşkilatı mensuplarına bu hakkın kullanılmasında yasal sınırlamalar konulmasını engellemez.
3. Bu maddenin hiçbir hükmü, Sendika Kurma Özgürlüğü ve Sendika Hakkının Korunmasına İlişkin 1948 tarihli Uluslararası Çalışma Örgütü Sözleşmesi’ne Taraf olan Devletlere, bu Sözleşme’de öngörülen güvencelere zarar verecek yasama tedbirleri alma ya da hukuki uygulamalarda bulunma yetkisini vermez.”
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 11. maddesinin birinci fıkrasında yer alan düzenlemeye göre ise;
“Herkes barışçıl olarak toplanma ve dernek kurma hakkına sahiptir. Bu hak, çıkarlarını korumak amacıyla başkalarıyla birlikte sendikalar kurma ve sendikalara üye olma hakkını da içerir.”
Anayasa’mızın “Temel Haklar ve Ödevler” başlığını taşıyan ikinci kısmının “Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler”in yer aldığı üçüncü bölümünün “Sendika kurma hakkı” başlıklı 51. maddesinde yer alan düzenlemeye göre de;
“Çalışanlar ve işverenler, üyelerinin çalışma ilişkilerinde, ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için önceden izin almaksızın sendikalar ve üst kuruluşlar kurma, bunlara serbestçe üye olma ve üyelikten serbestçe çekilme haklarına sahiptir. Hiç kimse bir sendikaya üye olmaya ya da üyelikten ayrılmaya zorlanamaz.
Sendika kurma hakkı ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâk ile başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebepleriyle ve kanunla sınırlanabilir.
Sendika kurma hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.
İşçi niteliği taşımayan kamu görevlilerinin bu alandaki haklarının kapsam, istisna ve sınırları gördükleri hizmetin niteliğine uygun olarak kanunla düzenlenir.
Sendika ve üst kuruluşlarının tüzükleri, yönetim ve işleyişleri, Cumhuriyetin temel niteliklerine ve demokrasi esaslarına aykırı olamaz.”
Görüldüğü üzere ülkemizce taraf olunan uluslararası sözleşmelerde ve Anayasamızda sendika hakkı temel bir insan hakkı olarak kabul edilmiş, devlete bu hakkın korunmasını ve serbestçe kullanılmasını sağlamak için gerekli bütün önlemleri alma görevi yüklenmiştir.
Anayasa‘nın 51. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen sendika hakkının kullanımına ilişkin şekil, şart ve usulleri belirlemek üzere 2821 sayılı Sendikalar Kanunu ile 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev Ve Lokavt Kanunu yürürlüğe girmiş, daha sonra ise işçi ve işveren sendikaları ile konfederasyonların kuruluşu, yönetimi, işleyişi, denetlenmesi, çalışma ve örgütlenmesine ilişkin usul ve esaslar ile işçilerin ve işverenlerin karşılıklı olarak ekonomik ve sosyal durumları ile çalışma şartlarını belirlemek üzere toplu iş sözleşmesi yapmalarına, uyuşmazlıkları barışçı yollarla çözümlemelerine, grev ve lokavta başvurmalarına ilişkin usul ve esasları düzenleyen ve anılan kanunları tek başlık altında toplayan 6356 sayılı Sendikalar Ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu 07.11.2012 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi TEK Gıda İş Sendikası-Türkiye kararında (B. No: 35009/05) sendika özgürlüğüne ilişkin olarak; “… Mahkeme, Sözleşme’nin 11. maddesinin, sendikaların toplu eylemleri ile sendika üyelerinin mesleki çıkarlarını koruma özgürlüğünü güvence altına aldığını, devletlerin bu kolektif eylemlere hem izin vermesi gerektiğini hem yürütülmesini ve geliştirilmesini mümkün kılması gerektiğine dair içtihadını hatırlatmaktadır (Demir ve Baykara/Türkiye [BD], No. 34503/97, § 140, AİHM 2008). Söz konusu maddenin 1. paragrafı sendika üyelerine, çıkarlarını korunması amacıyla, sendikalarının sesini duyurma hakkını tanımakta; ancak her Devlete bu amaca yönelik olarak kullanılacak yöntemleri belirleme imkânı tanımaktadır. Sözleşme, Sözleşme’nin 11. maddesine ters düşmeyecek şekilde, yasaların sendikalara üyelerinin çıkarlarını koruması için çalışma imkânı vermesini gerektirmektedir (Sindicatul “Păstorul cel Bun”/Romanya [BD], No. 2330/09, § 134, AİHM 2013 (özetler)).
Sözleşme’nin 11. maddesinin sendika özgürlüğünü, dernek özgürlüğünün özel bir yönü olarak düzenlediğine ve bu maddenin, asıl amacının bireyi güvence altına aldığı hakların kullanımına yönelik kamu otoritelerinin keyfi müdahalelerine karşı korumak olsa da, bu haklardan etkin bir şekilde faydalanılmasını sağlama pozitif yükümlülüğünü de gerekli kılabileceğine dair içtihadını hatırlatmaktadır (Demir ve Baykara, yukarıda anılan, §§ 109 ve 110, AİHM 2008). Mahkeme, Sindicatul “Păstorul cel Bun” kararında, Devletin Sözleşme’nin 11. maddesi çerçevesindeki pozitif ve negatif yükümlülükleri arasındaki sınırların, kesin bir tanım yapmaya elverişli olmadığını belirtmiştir. Bununla birlikte uygulanabilir ilkeler benzerdir. Dava, ister Devletin pozitif yükümlülüğü bakımından, isterse de kamu makamlarının müdahalesinin haklı olup olmadığı bakımından analiz edilsin, uygulanacak kriterler özü itibariyle farklı değildir. Her iki durumda da, bireyin ve bütün olarak toplumun çatışan menfaatleri arasında kurulması gereken adil dengenin göz önünde bulundurulması gerekmektedir (Sindicatul “Păstorul cel Bun”, yukarıda anılan, § 132).” şeklinde görüşlere yer vermektedir.
Anayasa Mahkemesi de 29.01.2014 tarihli ve 130-18 sayılı kararında, “sendika hakkının demokratik toplumun temeli olan örgütlenme özgürlüğünün bir parçası olduğunu, örgütlenme özgürlüğünün, bireylerin kendi menfaatlerini korumak için kolektif oluşumlar meydana getirerek bir araya gelebilmesini sağladığını, sendika hakkının da çalışanların, bireysel ve ortak çıkarlarını korumak amacıyla bir araya gelerek örgütlenebilme serbestisini gerektirdiğini ve bu niteliğiyle örgütlenme özgürlüğünün bir parçası olarak görüldüğünü, bireysel olarak zayıf durumda bulunan çalışanların, örgütlenmek ve sendikalaşmak suretiyle girişimci karşısındaki pazarlık güçlerini artırdığını, böylece gerek hak ve menfaatlerinin korunmasında gerekse sorunlarının çözümünde etkin bir konum elde ettiklerini, bu bakımdan sendikalaşmanın sosyal adaletin tesisine hizmet eden önemli bir demokratik araç olduğunu” vurgulamaktadır.
Anılan düzenlemeler ve kararlardaki görüşler doğrultusunda sendika hakkının genel anlamda işverenler ve çalışanların kendi örgütlerini serbestçe kurabilme, bireysel olarak bu örgütlenme içerisinde yer alarak üye olma, yönetim ve faaliyetlerine katılabilme özgürlüğünü ifade ettiği söylenebilir. Devletin, bu hakkın temini için engel olmama ve karışmama şeklinde negatif bir yükümlülüğü olduğu gibi bireylerin sendikal haklardan etkili bir biçimde yararlanmasına yönelik pozitif yükümlülükleri de bulunmaktadır.
Öğretide, sendika hakkının bireysel ve kolektif olmak üzere iki kısma ayrıldığı, bireysel sendika hakkının da kendi içinde olumlu ve olumsuz olarak iki grupta incelendiği görülmektedir. Olumlu bireysel sendika hakkına örnek olarak kişilerin özgürce sendika kurmaları, kurulmuş olan sendikalara üye olmaları veya sendikal faaliyetlerde bulunmaları, olumsuz bireysel sendika hakkına örnek olarak kişilerin sendikaya üye olmama, üye oldukları sendikadan ayrılma veya sendikal faaliyetlere katılmama hakları gösterilmektedir. Kolektif sendika hakkının ise sendikanın, kişilerden bağımsız tüzel kişi niteliğiyle kendi varlığını koruma (serbestçe kurulabilme, tüzüklerini ve örgütünü serbestçe düzenleyebilme gibi), sendikaya üye çekme faaliyetinde bulunma (propaganda) ve kendine özgü faaliyette bulunma olmak üzere üç yönü olduğu ifade edilmektedir. Görüldüğü üzere kolektif sendika hakkında kişilerin değil, sendikanın faaliyetleri korunmaktadır. Kolektif sendika hakkına örnek olarak sendikanın aidat toplaması, üye kaydetmesi, toplu iş sözleşmesi, grev veya lokavt yapması, faaliyetlerini serbestçe yürütmesi, konfederasyon kurması, konfederasyona üye olması veya üyelikten ayrılması örnek gösterilmektedir (Uğur Ersoy, Sendikal Hakların Kullanılmasının Engellenmesi Suçu (TCK m. 118), Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2016, C.XX, S.2, s. 479).
Bu aşamada ön sorunun isabetli bir şekilde çözümlenebilmesi Anayasa’nın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesi ve “Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunması” başlıklı 40. maddesi ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Kamu davasına katılma” başlıklı 237. maddesi hükümlerine de değinilmesi gerekmektedir.
Anayasa‘nın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesi; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.“; “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesine 4709 sayılı Kanun’un 16. maddesiyle eklenen ikinci fıkrasında da, “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” şeklinde hükümlere yer verilmiş, 40. maddenin ikinci fıkrasının gerekçesinde bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanmasının amaçlandığı, son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercisi ve sürelerin belirtilmesinin hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk hâline geldiği belirtilmiştir.
Genel olarak pozitif hukukça tanınmış hakların ön koşulu ve usuli güvencesi olarak anlaşılması gereken ve yargıya başvurma olanağını her olayda ve aşamada gerekli kılan hak arama özgürlüğü, Anayasa Mahkemesinin 19.09.1991 tarihli ve 2-30 sayılı kararında belirtildiği üzere sav ve savunma hakkı şeklinde birbirini tamamlayan iki unsurdan oluşmakta, hukuksal olanakları kapsamlı biçimde sağlama ve bu konuda tüm yollardan yararlanma haklarını içermektedir (Mesut Aydın, Anayasa Mahkemesi Kararlarında Hak Arama Özgürlüğü, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Yıl:2006, S. 3, s. 4-10). Bu bakımdan içerdiği sav unsuru nedeniyle davaya katılma hakkı, hak arama hürriyeti ile yakından ilgilidir.
Öte yandan katılma hakkına bağlı olan kanun yolu davası açma hakkı, karar veya hükümlerdeki hukuka aykırılıkları gidermek ve isabetli karar verilmesini sağlamak bakımından davanın tarafları yanında toplum için de önemli bir teminat oluşturduğundan temel haklar arasında sayılmaktadır.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun “Kamu davasına katılma” başlıklı 237. maddesinde yer alan düzenlemeye göre;
“(1) Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler.
(2) Kanun yolu muhakemesinde davaya katılma isteğinde bulunulamaz. Ancak, ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma istekleri, kanun yolu başvurusunda açıkça belirtilmişse incelenip karara bağlanır.”
Aynı Kanunun “Katılma usulü“ başlıklı 238. maddesinde yer alan düzenlemeye göre ise;
“(1) Katılma, kamu davasının açılmasından sonra mahkemeye dilekçe verilmesi veya katılma istemini içeren sözlü başvurunun duruşma tutanağına geçirilmesi suretiyle olur.
(2) Duruşma sırasında şikâyeti belirten ifade üzerine, suçtan zarar görenden davaya katılmak isteyip istemediği sorulur.
(3) Cumhuriyet savcısının, sanık ve varsa müdafiinin dinlenmesinden sonra davaya katılma isteminin uygun olup olmadığına karar verilir.”
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 237. maddesinde, mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanların, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek davaya katılabilecekleri hüküm altına alınmış, ancak kanun yolu muhakemesinde bu hakkın kullanılamayacağı esası benimsenmiştir. Bununla birlikte, istisnai olarak ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma isteklerinin, kanun yolu başvurusunda açıkça belirtilmesi hâlinde mercisince incelenip karara bağlanacağı kabul edilmiştir.
Bir tüzel kişinin kamu davasına katılması için, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun davaya katılmayı düzenleyen genel kural niteliğindeki 237. maddesinde belirtilen şartın gerçekleşmesi, başka bir deyişle suçtan doğrudan zarar görmüş olması veya herhangi bir kanunda, belirli bir tüzel kişinin bazı suçlardan açılan kamu davalarına katılmasını özel olarak düzenleyen bir hükmün bulunması gerekir. Örneğin 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun davaya katılmayı düzenleyen 18. maddesi uyarınca Gümrük İdaresinin, 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu’nun 18. maddesi uyarınca Maliye Bakanlığının, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 162. maddesi uyarınca Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun usulüne uygun başvuruda bulunmaları hâlinde kamu davasına katılacakları açıkça hükme bağlanmıştır.
Ön soruna ilişkin uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanıklar hakkında katılanlara karşı sendikal hakların kullanılmasının engellenmesi suçunu işledikleri iddiasıyla 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 118. maddesinin birinci fıkrası uyarınca kamu davası açıldığı, yapılan yargılama sonucu sanıkların beraatına hükmeden Yerel Mahkemece katılanların üyesi oldukları sendikaya duruşma davetiyesi çıkarılmadığı gibi gerekçeli kararın da tebliğ edilmediği dosya kapsamından anlaşılmış olup;
Gerçek kişilere karşı işlenebilen ve bireysel sendika özgürlüğünü koruyan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 118. maddesinin ilk fıkrasındaki sendikal hakların kullanılmasının engellenmesi suçu nedeniyle sendikanın faaliyetlerinin engellenmesi, üyelerini, aidat gelirlerini kaybetmesi veya toplu iş sözleşmesi yapma yetkisini kazanamama ya da kaybetme gibi dolaylı olarak zarar görme ihtimali bulunsa da, bu suçla korunan hukuki yararın bireysel sendika hakkı olması, sendika tüzel kişiliğinin suçtan zarar gören olarak kamu davasına katılması için doğrudan bir zarar görmesinin gerekmesi ve mevzuatta sendikaların bu suçlardan açılan kamu davalarına katılmasını özel olarak düzenleyen bir hükmün bulunmaması karşısında, ilgili sendikanın TCK’nın 118. maddesinin birinci fıkrası kapsamındaki suçlarda, suçtan zarar gören olarak kamu davasına katılma hakkının ve gelinen aşamada gerekçeli kararın ilgili sendikaya tebliğine gerek bulunmadığı kabul edilmelidir.
Ön sorunun bu şekilde çözümlenmesinden sonra uyuşmazlık konusunun değerlendirilmesine geçilmiştir.
2- Sanıklara atılı sendikal hakların kullanılmasının engellenmesi suçunun oluşup oluşmadığı;
İncelenen dosya kapsamından;
Katılanlar vekili 15.02.2011 havale tarihli dilekçesinde; sanıkların yönetici, sorumlu ve yetkili oldukları … isimli şirkette katılanların mutfak hizmetleri, servis, bakım ve onarım işlerinde çalışan işçiler olduklarını, 21.12.2010 tarihinde katılanların performans yetersizlikleri gerekçe gösterilerek iş akitlerinin feshedildiğini, ancak işten asıl çıkarılış sebeplerinin iş yerindeki sendikal örgütlenmenin önünün kesilmek istenmesi olduğunu, katılanlar ile diğer bazı işçilerin muvafakatleri olmaksızın iş yerinde denkleştirme süreli çalışmaya maruz bırakılması üzerine sendikal örgütlenmeye karar verdiklerini, sendika ile yapılan görüşmelerin ardından üye kayıtlarına başlanması ve üye sayısının giderek artması üzerine sendikal faaliyetlerde bulunan ve örgütlenmeyi sağlayan işçilerin kimler olduğunun araştırıldığını, tanık …’un sanık …’e, katılan …’ın ise … Karabacak adli işçiye sendikalı olmalarını teklif etmesinin ardından idarecilerden sanık …’in bu işçilere baskı yaparak örgütlenmeyi deşifre ettiğini ve iş yerinde tabiri caizse sendikalı avı başladığını, sanık …’ın talimatı ile servis bölümü sorumlusu sanık …’ın, mutfak bölümü sorumlusu sanık …’nun ve yemekhane görevlisi sanık …’in işçilerle bir bir görüşerek bütün sendikalı işçileri tespit etmeye çalıştıklarını, geçerli bir sebep olmadan ve yazılı savunmaları alınmadan katılanların 21.12.2010 tarihinde insan kaynakları müdürü Şenol Kaya ve üretim müdürü sanık … tarafından önceden hazırlanan fesih yazıları doğrultusunda işten çıkarıldıklarını, işten çıkarmaların sendikal nedenlerle yapıldığını ortaya koyan bazı olayların da daha önce yaşanmış olduğunu, bu bağlamda 17.12.2010 tarihinde sabah saat 08.20 sıralarında sanık …’ın katılan …’ın çalıştığı yere gelerek alaycı bir sesle “Eee …, sendika işleri nasıl gidiyor?” diye sorduğunu, katılan … tarafından “Ne o ağabey ağzımdan laf mı almaya geldin?” şeklinde karşılık verildiğini, sanık …’ın “Sen de sendikaya üye olmuşsun, ben bunu duydum.” diyerek üstelediğini, katılanın “Ağabey yanlış duymuşsun, benim sendikayla ne işim olur?” diye geçiştirmeye çalıştığını, bunun üzerine sanığın “Sen teknik kısımdan geldin, sendikanın örgütlenmesinde teknik kısımla köprü oluyormuşsun, iş yerinde sendikal faaliyette bulunanların da üye olanların da isimlerini bana ver.” dediğini, katılanın “Bugüne kadar ne kendimi sattım ne de arkadaşlarımı sattım!” şeklinde karşılık vermesi üzerine sinirlenen sanığın “Ben senin … ustanın, …’ın ve …’ın sendikayı örgütlediğini biliyorum. Buraya ne sendikayı sokarım ne de burada sendikalı barındırırım!” diyerek odayı terkettiğini, katılan …’ın araştırmaları sonucu kendi adını veren kişinin sanık … isimli işçi olduğunu öğrendiğini, 16.12.2010 tarihinde sanıklar … ile …’in görüştüğünü gören tanık … tarafından sanık …’e “Bizi sen mi ispiyonladın?” diye sorulduğunu, sanık …’in “Seni ben ispiyonlamadım, ben …’ın ismini söyledim.” diye cevap verdiğini, değinilen süreçte katılan işçilerin performansa bağlı olarak iş akitleri feshedilirken bir yandan da deneyimsiz kişilerin işe alındığını, bu şekilde iş yerinde sendikasızlaştırmanın devam ettiğini, iş yerinde kalan sendikalı işçilerin bezdirilmesi için de çeşitli uygulamalar yapıldığını, örneğin iş yeri hekiminin rapor vermeden önce işçinin bölüm sorumlusu ile görüştüğünü, işçinin sendikalı olması durumunda hekime rapor verilmemesinin söylendiğini, hekimin de rapor vermeden işçiyi çalışmaya gönderdiğini, iş yerinde sendikalı işçilerin her adımlarının takip edildiğini, en ufak hatalarının cezalandırıldığını, olur olmaz tutanaklarla istifaya ya da tazminat alarak işi bırakmaya zorlandıklarını, sanık …’ın katılanların çalıştığı bölümlerin sorumlusu olduğunu, bütün işlemlerin bu sanığın kontrolü, emir ve talimatları doğrultusunda gerçekleştirildiğini belirtmiştir.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İzmir Bölge Müdürlüğü’nün 04.03.2011 tarihli ve 4293 sayılı yazısına göre; … isimli işyerinde çalışan işçilerden 43 kişinin KOOP-İŞ Sendikasına üye olduğu, iş yerinde başka bir sendikaya üye olunduğuna dair bilgi ve belge bulunmadığı,
Katılanlar vekili tarafından dosyaya sunulan KOOP-İŞ Sendikası İzmir 1 No.lu Şubesi’nin 20.02.2012 tarihli yazısına göre; 2010 yılının Ağustos ayında katılanlar … ve …’ın sendikaya üye olmalarıyla …’da sendikal örgütlenmenin temellerinin atıldığı, aynı yılın Eylül ayında faaliyetlerin hız kazanarak katılan … ile tanıklar … ve …’un da sendikaya üye oldukları, ihbarcılar sayesinde iş yeri yönetiminin sendikal faaliyetlerden haberdar olduğu, işverence örgütlenmenin önüne geçmek için anılan kişilerin tespit edilip 2011 yılı Ocak ayında çeşitli gerekçelerle işten çıkarıldıkları, geride kalan sendikaya üye işçilerin işlerinden olmaması için örgütlenmekten kaçındıkları, sendika çalışmalarına ara verilerek yeni üye kaydedilmeden beklemenin tercih edildiği, hâlen …’da çalışan 36 sendika üyesi bulunduğu, toplu iş sözleşmesi akdedecek yeter sayı olmadığından örgütlenmenin beklendiği,
İzmir 1. İş Mahkemesince 12.09.2011 tarih ve 2-369 sayı ile; davacı katılan …’ın iş akdinin davalı … tarafından sendikal nedenlerle feshedilmesi nedeniyle feshin geçersizliğine ve katılanın işe iadesine karar verildiği, bu hükmün Yargıtay 22. Hukuk Dairesince 22.12.2011 tarih ve 15074-8108 sayı ile onandığı,
İzmir 8. İş Mahkemesince 25.05.2011 tarih ve 1-319 sayı ile; davacı katılan …’ın iş akdinin davalı … tarafından sendikal nedenlerle feshedilmesi nedeniyle feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verildiği, bu hükmün Yargıtay 22. Hukuk Dairesince 22.12.2011 tarih ve 6287-8101 sayı ile onandığı,
İzmir 10. İş Mahkemesince 25.05.2011 tarih ve 1-312 sayı ile; davacı katılan …’ın iş akdinin davalı … tarafından sendikal nedenlerle feshedilmesi nedeniyle feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verildiği, bu hükmün Yargıtay 22. Hukuk Dairesince 22.12.2011 tarih ve 8013-8102 sayı ile onandığı,
Anlaşılmıştır.
Katılan … soruşturma aşamasında; 01.03.2007 tarihinde …’da işe başladığını, servis görevlisi olarak hür türlü görevde çalıştığını, çoğu işçinin kendisi, katılanlar … ve … ile tanıklar … ve … ile beraber iş yerinde sendikanın örgütlenmesi için yaptıkları çalışmaları bildiğini, sanık …’den bizzat öğrendiğine göre iş yerindeki sendikal faaliyetler duyulunca sanık …’ın sanık … ile tanık Mahmet Karakaya’yı yanına çağırarak sendikalı işçileri ve bunları örgütleyenleri bulmalarını istediğini, sanık …’in de kendisinin ve katılanlar … ile …’ın isimlerini bildirdiğini, haksız yere işten çıkarıldıklarını, yerlerine başka işçiler alınıp tüm işçilerin maaşlarına yüzde on zam yapıldığını, tanık …’ın tüm bu olayları bildiğini,
Kovuşturma aşamasında; alacak yönünden sıkıntıları olduğundan ve birlik olmak istedikleri için sendikaya üye olmaya karar verdiğini, sendikaya üye olduktan sonra tanık … ile çalıştıkları bir gün sanık …’un yanlarına gelerek sanık …’ın sendikalı olan üyelerin isimlerini istediğini, hatta sendika faaliyetlerinin başını servis personelinin çektiğini öğrendiğini, isimleri vermemeleri hâlinde işlerinden olacaklarını söylediğini, sanık …’un “Bu yıl sonunu göremeyeceksiniz.” gibi sözler de söylediğini,
Katılan … aşamalarda; … Genel Müdürlüğüne bağlı gıda işletmelerinin unlu mamuller bölümünde işçi olarak çalıştığını, çalıştığı süre boyunca hiç bir geçimsizliğinin olmadığını, işini aksatmadan yaptığını, hiç uyarı almadığını, çalışma haklarının daha düzenli olacağı düşüncesiyle sendikal faaliyetlere giriştiğini, 16.06.2010 tarihinde sendikaya üye olduğunu, bu arada yönetimin bunlardan haberinin olduğunu, tanık …’in, isimlerini yönetime bildirdiğini, idarede bulunan sanık …’ın üretim müdürü sanık …’a talimat verdiğini, sanık …’ın da sanıklar … ve… vasıtasıyla isimleri tespit ettiğini, kendisine iş yerinden hiç bir sorumlunun sendikal faaliyetlerde bulunması hâlinde işten çıkarılacağına dair bir şey demediğini, ancak 21.12.2010 tarihinde performans düşüklüğü sebebiyle iş akdinin feshedildiğini, işten çıkarılmasının yasal dayanağının olmadığını düşündüğünü,
Katılan … aşamalarda; on yıla yakın süre … firmasında işçi olarak çalıştığını, haklarını tam alamadığını düşündüğü için arkadaşlarıyla örgütlenmeye karar verdiğini, bunun için diğer katılanlar ile tanıklar … ve …’la gruplaşmaya başladıklarını, daha sonra kendilerine yakın olan arkadaşlarını örgütlemeye çalıştıklarını, ancak yeterli sayıya ulaşamadıklarını, güvenmedikleri kişilere de olayları anlattığını, bu kişilerin kendilerini yönetime bildirmesi üzerine firmanın kendilerini işten çıkardığını, 17 Aralık 2010 tarihinde üretim müdürü olan sanık …’ın yanına gelerek kendisine “Sendika işleri nasıl gidiyor?” diye sorduğunu, sanığa öyle bir şey olmadığını söylediğini, ancak sanık …’ın diğer arkadaşlarının isimlerini de sayarak kendilerinin sendikal faaliyetlerde bulunduğunu öğrendiğini, kendisinden bu kişilerin isimlerini vermesini istediğini, isimlerini verirse kendisinin işten çıkarılmayacağını söylediğini, bu arada sendikal faaliyetlerde bulunanların işte kalamayacağını, hepsinin kafasını uçuracağını da belirttiğini, o sırada yanlarında tanık Bilal’in bulunduğunu, ancak tanık Bilal’in kendisine bu olaya şahitlik yapamayacağını, şahit olursa yalan beyanda bulunacağını söylediğini,
Tanık … soruşturma aşamasında; 2001 yılında …’da işe başladığını, katılan … ile 2007 yılından sonra yaklaşık üç yıl birlikte çalıştıklarını, iş yerinde sendikal yapılanmayı birlikte yürüttüklerini, bu durumu sanık … ile tanık …’in iş yeri yöneticilerine söylediklerini, sanık …’ın zaman zaman sendika faaliyetlerini yürüten kişileri araştırdıklarını ve işten çıkarılacaklarını söylediğini, sonra sendikal faaliyet yürüten işçilerin performans düşüklüğü bahane edilerek işten çıkarıldıklarını,
Kovuşturma aşamasında; 2001 yılında …’da çalışmaya başladığını, son dönemlerde haklarını alamadıkları ve haksızlığa uğradıklarını düşündüğü için beş arkadaşıyla birlikte sendikal faaliyetlere başladığını, kısa dönemde sayılarının doksan kişiye kadar ulaştığını, faaliyetlerinden haberdar olan yönetimin kendilerini araştırdığını, sorumlu amirlerden sanık …’un kendisine sendikal faaliyette bulunup bulunmadığını sorduğunu ve katılanlar … ile …’ın bu faaliyetlerde bulunduklarını tespit ettiklerini, bunları yönetime bildirdiklerini, sonlarının iyi olmayacağını ayrıca kendisinin de bu tür faaliyette bulunduğunu bildiğini ancak bunu henüz yönetime bildirmediğini söylediğini, “Sendikal faaliyette bulunup bulunmadığını sorup seni de bildireyim mi?” dediğini, bu konuşmadan bir süre sonra sendikal faaliyette bulunan arkadaşlarının ve kendisinin işten çıkarıldıklarını, işten çıkarılmalarının tamamen sendikayla ilgili olduğunu, bir keresinde arkadaşlarıyla şakalaşırken sanık …’ın kendilerine “Gülün gülün bu işin sonu kötü olacak, son gülen iyi gülecek.” şeklinde sözler söylediğini,
Tanık … kovuşturma aşamasında; …’da teknisyen olarak çalıştığını, arkadaşlarının 2010 yılında neden işten çıkarıldıklarını tam olarak bilemediğini, bu kişilere herhangi bir baskı yapıldığını sanmadığını, …’da bazı arkadaşların sendikal faaliyetlerde bulunduğunu bildiğini ancak işten çıkarılmalarının bununla bağlantılı olup olmadığını bilemeyeceğini, katılan …’la birlikte çalıştıklarını, bir keresinde müdürleri olan sanık …’ın katılan …’a sendikal faaliyetlerde bulunup bulunmadığını sorduğunu, katılan …’ın böyle bir faaliyet içerisinde olmadığını söylediğini, bu konuşma sırasında baskı içeren ya da tehditvari herhangi bir söz duymadığını, işçilerin bu görüşmeden ne kadar sonra işten çıkarıldığını bilmediğini,
Tanık … kovuşturma aşamasında; 2011 yılı Şubat ayına kadar …’da temizlik görevlileri sorumlusu olarak çalıştığını, görev yaptığı dönemde herhangi bir sendikal faaliyette bulunmadığını, ancak böyle faaliyetler olduğunu duyduğunu, görevdeyken yönetimde bulunan sanıklar … ve …’in “Sendikal faaliyetlerde bulunan çıban başlarını bulacaksınız.” şeklinde görev verdiğini, o zaman bu konuda çalışma yaptığını ve katılanlar … ve … ile …’ın isimlerini yönetime bildirdiğini, bu bildirimden birkaç ay kadar sonra bu şahısların işten çıkarıldıklarını, yönetimde görevli kişilerin sendikal faaliyette bulunanlara baskı kurduğuna veya onları tehdit ettiklerine dair görgü ve bilgi sahibi olmadığını, kendisi haricinde sanıklar… ve …’in de işverence çıban başı olarak nitelendirilen ve sendikal faaliyette bulunan işçileri tespit etmek üzere görevlendirildiklerini,
Tanık … kovuşturma aşamasında; 2004 yılında …’da işe başladığını, haklarını alamadıklarını düşündüğü için 2010 yılı içerisinde beş arkadaşıyla beraber sendikal faaliyetlerde bulunmaya karar verdiklerini, o dönemde iş yeri yönetiminin bundan haberdar olduğunu, bazı kişileri görevlendirip sendikal faaliyetlerde bulunanları tespit etmeye çalıştıklarını, ancak herhangi bir tehdit olayına bizzat tanık olmadığını, 2010 yılı sonlarında sendikal faaliyetlerde bulunan arkadaşları ile birlikte işten çıkarıldığını, iş yeri yönetiminin sendikal faaliyette bulunanları “Çıbanbaşı” olarak nitelendirdiğini, hâlen iş yerinde sendikalı çalışanların mevcut olduğunu,
Tanık … kovuşturma aşamasında; …’da servis görevlisi olarak çalıştığını, 2010 yılı içerisinde iş yerinde sendikal çalışmalar yapıldığını, yönetiminin bundan haberdar olması üzerine sendikal faaliyetlerde bulunanları araştırdığını ve takip ettirdiğini, ancak herhangi bir tehdit olayına tanık olmadığını, sendikal faaliyetlerde bulunan beş kişinin performans düşüklüğü nedeniyle 2010 yılı sonunda işten çıkarıldığını, işten çıkarılma olaylarından sonra sendikal faaliyetlerin bittiğini, çıkan işçilerin yerine pek çok eleman alındığını ancak görev yeri değişikliği olup olmadığını bilmediğini, işçiler hakkında yersiz tutanaklar tutulup tutulmadığı hususunda bilgi sahibi olmadığını, hâlâ sendika üyesi olduğunu ancak sendikasının iş yerinde herhangi bir faaliyeti olmadığını,
Tanık … kovuşturma aşamasında; 2011 yılının Ocak ayında …’da çalışırken işten çıkarıldığını, işten çıkarılmadan önce sendikaya üye olarak faaliyetlerde bulunduğunu, sendikal faaliyetler başladığında yönetimin sendikayı engellemek için baskı yaptığını, o dönemde sendikal faaliyetlerde bulunanlara sık sık tutanak tutulduğunu, kendisi için de sigara içme gibi gerekçelerle tutanaklar tutulduğunu, sonra da tazminatsız olarak işine son verildiğini,
Tanıklar … ve… kovuşturma aşamasında; olaya ilişkin bir bilgi veya görgülerinin olmadığını,
Beyan etmişlerdir.
İnceleme dışı sanık … aşamalarda; yaklaşık on yıldır …’da iş yeri hekimi olarak görev yaptığını, kendisiyle birlikte beş hekimin serbest bölgede bulunan yaklaşık 6000 kişiye hizmet verdiğini, sosyal güvenliği ya da özel sağlık sigortası bulunan bütün çalışanların kendilerinden veya dışarıdan sağlık hizmeti alabildiğini, hiçbir hekimin isteğe göre ya da birileriyle görüşerek rapor vermeyeceğini, çalışanlar vardiya dışı saatlerde dışarıdaki sağlık merkezilerinden muayene olup rapor alsalar bile bunları geçerli saydıklarını, en çok rapor verdikleri çalışan gruplarından birisinin yapılan işin hassasiyeti gereği gıda sektörü çalışanları olduğunu, katılanların sendika üyesi olup olmadıklarını bilmediğini, bu kişilere hem kendisinin hem de kurumdaki başka doktorların zaman zaman muayene sonucu istirahat vermiş olduğunu, …’dan aldığı bilgiye göre katılanların iş akitlerinin performans yetersizliğine dayalı olarak feshedildiğini,
Sanık … soruşturma aşamasında; yaklaşık on üç senedir … adlı iş yerinde servis görevlisi olarak çalıştığını, iş yeri sorumlusu olan sanık …’ın, katılanlar işten çıkarılmadan önce kendisini çağırarak iş yerinde sendikalı kişilerin araştırıldığını, bu konuda bir bilgisi olup olmadığını sorduğunu, sanık …’a bir bilgisi olmadığını söylediğini, bunun dışında bir şey konuşmadıklarını, iş yeri yetkililerine bir isim vermediğini, katılanların sendikalı olduklarını sonradan idari kısımdan öğrendiğini, ayrıca hâlen iş yerinde sendikalı olarak çalışan kişiler bulunduğunu,
Sanık … soruşturma aşamasında; yaklaşık yedi senedir …’da gıda işletmeleri üretim müdürü olarak görev yaptığını, her yıl sonu gelecek yılı planlamak üzere personel ve ekipmanları gözden geçirdiklerini, 2010 yılı sonlarında da ilave olarak alacakları personel sayısını belirleyip verimsiz olduğunu düşündükleri çalışanların işlerine son verdiklerini, katılanların haricinde iki kişinin daha bu şekilde iş akitlerini feshettiklerini, önceki yıllarda da benzer uygulamaları olduğunu, sendikalı olması nedeniyle katılanların işine son verme gibi bir durum olmadığını, çıkarılan işçilerin yerine yapılan alımların da planlı ve görüşmeler sonucu işçilerin yetkinlikleri değerlendirilerek gerçekleştirildiğini, iş yeri hekiminin sendikalı işçilere sağlık raporu vermemesi gibi bir durumun söz konusu olmadığını, aksine, raporlar incelendiğinde personellerine ve üretime verdikleri önem nedeniyle en çok raporun … Gıda İşletmelerinde kullanıldığının anlaşılacağı, iş yerinde hâlen sendikalı işçiler de çalıştığını ve kimseyle bir problem yaşanmadığını, katılan … ile sendika hakkında konuştuklarını, ancak katılanın yansıttığı gibi bir konuşma geçmediğini, katılan …’ın sorusu üzerine sendikanın kötü bir şey olmadığını, işçilerin haklarını savunduğunu söylediğini, neden sendikaya ihtiyacı olduğunu sorduğunda mesailerinin ödenmediğini aktardığını, bunun üzerine katılana mesai uygulamaları hakkında bilgi verdiğini, aralarında tehdit ya da hakaret içerikli bir konuşma geçmediğini, ayrıca sanık … ile yaptığı görüşmede sendikaya üye olanları herhangi bir art niyeti olmadan, işçilerin neden böyle bir şeye ihtiyaç duyduklarını öğrenmek için sorduğunu,
Sanıklar … ve … aşamalarda; on yıldan fazla süredir …’da görev yaptıklarını, her yıl sonu gelecek yılı planlamak üzere personel ve ekipmanları gözden geçirdiklerini, 2010 yılı sonlarında da ilave olarak alacakları personel sayısını belirleyip verimsiz olduğunu düşündükleri çalışanların işlerine son verdiklerini, katılanların haricinde iki kişinin daha bu şekilde iş akdini feshettiklerini, önceki yıllarda da benzer uygulamaları olduğunu, sendikalı olması nedeniyle katılanların işine son verme gibi bir durum olmadığını, çıkarılan işçilerin yerine yapılan alımların da planlı ve görüşmeler sonucu işçilerin yetkinlikleri değerlendirilerek yapıldığını, iş yeri hekiminin sendikalı işçilere rapor vermemesi gibi bir durumun söz konusu olmadığını, aksine raporlar incelendiğinde personellerine ve üretime verdikleri önem nedeniyle en çok raporun … Gıda İşletmelerinde kullanıldığını, katılanların sendikaya üye olup olmadıklarını da bilmediğini, atılı suçun unsurlarının oluşmadığını, katılanlara yönelik herhangi bir tehdit ya da cebirlerinin bulunmadığını, davaya konu olayın hukuki ihtilaf kapsamında kaldığını,
Sanık … aşamalarda; …’da yaklaşık on bir senedir temizlik görevlisi olarak çalıştığını, katılan …’ın ise teknisyen olarak görev yaptığını, katılan …’ı sendikalı olması nedeniyle yönetime bildirdiği yönündeki iddianın asılsız olduğunu, katılan …’ın işten çıkarıldıktan sonra yanına gelerek “Sen yönetime benim sendikalı olduğumu söylemişsin.” dediğini, kendisin ise “Benim haberim yok yönetim kendisi biliyordur.” diye cevap verdiğini, katılan …’ın da “Seninle görüşeceğiz.” diyerek iş yerinden ayrıldığını, aralarında başkaca bir konuşma geçmediğini, katılan …’ın ise işten çıkarıldıktan sonra facebook sayfasından kendisine küfürlü mesajlar gönderdiğini, katılan …’ı telefonla arayarak nedenini sorduğunda “Sen bizim sendikalı olduğumuzu söylemişsin.” dediğini, kendisinin ise “Seninle hiç bir işim yok.” diyerek konuşmayı bitirdiğini, katılanların sendikaya üye olup olmadıklarını da bilmediğini, atılı suçun unsurlarının oluşmadığını, katılanlara yönelik herhangi bir tehdit ya da cebrinin bulunmadığını, davaya konu olayın hukuki ihtilaf kapsamında kaldığını,
Savunmuşlardır.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Sendikal hakların kullanılmasının engellenmesi” başlıklı 118. maddesinde yer alan düzenlemeye göre;
“(1) Bir kimseye karşı bir sendikaya üye olmaya veya olmamaya, sendikanın faaliyetlerine katılmaya veya katılmamaya, sendikadan veya sendika yönetimindeki görevinden ayrılmaya zorlamak amacıyla, cebir veya tehdit kullanan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Cebir veya tehdit kullanılarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla bir sendikanın faaliyetlerinin engellenmesi hâlinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.”
Madde gerekçesinde yer verilen açıklamalara göre;
“Madde metninde, sendikal hakların kullanılmasını engelleme fiilleri suç olarak tanımlanmıştır. Söz konusu suç tanımında çeşitli seçimlik hareketlere yer verilmiştir.
Maddenin birinci fıkrasına göre, bir kimseye karşı cebir veya tehdit kullanılarak, bir sendikaya üye olmaya veya olmamaya, sendikanın faaliyetlerine katılmaya veya katılmamaya ya da sendikadan veya sendika yönetimindeki görevinden ayrılmaya zorlanması, suç oluşturmaktadır. Bu suçun tamamlanmış şekline göre cezaya hükmedilebilmesi için, cebir veya tehdide maruz kalan kişinin sendikaya üye olması veya olmaktan vazgeçmesi, sendikanın faaliyetlerine katılması veya katılmaktan vazgeçmesi ya da sendikadan veya sendika yönetimindeki görevinden ayrılması gerekmemektedir. Bu amaçlarla, kişiye karşı cebir veya tehdit kullanılması, söz konusu suç tamamlanmış gibi cezalandırılabilmek için yeterlidir. Bu bakımdan söz konusu suç, bir teşebbüs suçu niteliği taşımaktadır.
Maddenin ikinci fıkrasında cebir veya tehdit kullanılarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla bir sendikanın faaliyetlerinin engellenmesi ayrı bir suç olarak tanımlanmıştır. Bir sendikanın faaliyetlerinin cebir veya tehditle ya da hukuka aykırı başka bir davranışla engellenmiş olması hâlinde, suç tamamlanmış olur.”
Bu suç açısından ilk fıkrayla korunan hukuki yarar; sendikaya üye olup olmama, sendikanın faaliyetlerine katılıp katılmama, sendikadan veya sendika yönetimindeki görevden serbestçe ayrılabilme gibi bir takım bireysel sendika hakkına ilişkin haklar olup ikinci fıkrada ise kolektif sendika hakkı kapsamında sendikanın yasal faaliyetleri koruma kapsamındadır.
Sendikal hakların kullanılmasının engellenmesi suçu fail bakımından bir özellik arz etmeyip herkes tarafından işlenebilir. Dolayısıyla salt işverenler değil işçinin sendikal haklarını engelleme amacıyla hareket eden diğer işçiler de bu suçun faili olabilir. Suçun mağduru sendika üyesi olabilecek işçi, işveren ya da kamu görevlileri olup suçun zarar göreni ise sendikalardır. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 118. maddesinin birinci fıkrasındaki düzenleme açısından suçun maddi unsurunun hareket kısmı cebir veya tehdit kullanma şeklinde seçimlik hareketlerdir.
Anılan maddenin ikinci fıkrası açısından ise cebir veya tehdidin yanı sıra hukuka aykırı başka bir davranışla sendikanın faaliyetlerinin engellenmesi hâlinde de suçun işlenmesi mümkündür. Düzenlemeden anlaşıldığı üzere bu suç soyut tehlike suçu niteliğinde olup seçimlik hareketler sonucu zarar doğmasının ya da meydana çıkan zararın bir önemi bulunmamaktadır. Öte yandan maddede sayılan amaçlar doğrultusunda hareket edilmesi, söz konusu suçun tamamlanmış gibi cezalandırılabilmesi için yeterlidir. Dolayısıyla bu suç bir teşebbüs suçu niteliğindedir.
Suçun seçimlik hareketlerinden cebir, daha çok maddi zorlamayı ifade eder. Tehdit ise manevi cebir niteliğinde, ileriye dönük olarak mağdurun iradesini etkilemeye yöneliktir. Örneğin, işçinin ücretinde veya sosyal yardım alacaklarında sendikalı olmayan işçilere göre ayrım yapılacağından bahisle işçinin tehdit edilmesi halinde Türk Ceza Kanunu’nun 118. maddesinin ilk fıkrasındaki suç oluşacaktır.
Diğer taraftan sendikal hakların kullanılmasının engellenmesi suçu gibi çalışma hayatına ilişkin başka bir alanda cezai yaptırımlar içeren ve cebir veya tehdidin yanı sıra hukuka aykırı başka bir davranışla işlenmesi mümkün olan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 117. maddesinin ilk fıkrasındaki iş ve çalışma hürriyetinin ihlali suçu kapsamında “Hukuka aykırı davranış” unsurunu değerlendiren Ceza Genel Kurulu’nun 28.11.2017 tarihli ve 1015-498 sayılı sayılı kararında yer alan açıklamalara göre;
“Madde metninde yer alan ‘hukuka aykırı başka bir davranış’ ifadesinden, hukuk düzeninin belirlemiş olduğu emir veya yasak biçiminde bir içeriğe sahip olan her türlü hukuk kuralına aykırı fiiller anlaşılmalıdır. Maddede, sadece hukuka aykırılıktan bahsedildiği için bu davranışın aynı zamanda suç teşkil etmesi gerekmez. Bu bağlamda; haksız fiiller, emniyet tedbirlerini gerektiren fiiller ve idari yaptırım gerektiren fiiller de suçun hareket unsurunu oluşturan hukuka aykırı davranış olarak kabul edilmelidir…
Haksız fesih işlemi de nihayetinde hukuksal sonuçlar doğuran bir fesihtir ve iş sözleşmesi, haksız olarak yapılmış olsa da feshedilmiştir. Bu durumda da artık eylem hukuki nitelik kazanmıştır. Bu nedenle hukukça haklı olan, haksız fiil oluşturmayan sözleşmeye aykırılık veya sözleşmenin feshi durumlarının ortaya çıktığı hâllerde, yapılan davranışın hukuka aykırı başka bir davranış olduğu ileri sürülemez. Bunlar, hukuksal çerçevede halli gereken başka sorunlardır.”
Kanun’un düzenleniş şekli ve korunmak istenen hukuki yararlar göz önüne alındığında, salt bireylerin sendikal haklarına yönelik cebir veya tehdit içeren eylemlerin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 118. maddesinin ilk fıkrası, buna karşılık salt sendika tüzel kişiliğinin yasal faaliyetlerinin engellenmesine yönelik cebir, tehdit veya hukuka aykırı başka bir davranışla işlenen fiillerin ise anılan maddenin ikinci fıkrası kapsamında cezalandırılması gerekmektedir. Bu yorumun dışına çıkılması, bireysel ve kolektif sendika özgürlüklerinin birbirleriyle olan yakın etkileşimi nedeniyle bireysel sendika hakkına yönelik müdahaleler aynı zamanda dolaylı olarak sendikanın da zarar görmesine yol açtığından, sanıkların bu tip durumlarda daha ağır yaptırım içeren TCK’nın 118. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca cezalandırılması gibi hukuken kabulü mümkün olmayan bir sonuca neden olacak, anılan maddenin ilk fıkrasındaki suçun uygulanma imkânı kalmayacaktır. Aynı şekilde Türk Ceza Kanunu’nun 118. maddesinin ikinci fıkrasındaki “Hukuka aykırı başka bir davranış” hususunun, yasa koyucunun amacını aşacak şekilde aynı maddenin birinci fıkrası açısından uygulama imkânı bulunmamaktadır. Dolayısıyla, işçinin iş akdinin bir sendikaya üye olması nedeniyle feshedilmesi salt bireysel sendika hakkına yönelik müdahale olarak değerlendirilmeli, eylemde cebir veya tehdit ya da sendikaya yönelik hukuka aykırı bir davranış bulunmadığında fail hakkında TCK’nın 118. maddesinin uygulanmaması gerektiği kabul edilmelidir.
Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Katılanlar … ve …’ın … adlı iş yerinde işçi olarak çalıştıkları, sanıklardan …’ın genel bölüm sorumlusu, …’ın üretim müdürü, Tuğrul’un servis bölümü sorumlusu, …’in mutfak bölümü sorumlusu ve …’in yemekhane işçisi olduğu, katılanların 2010 yılı Ağustos ve Eylül aylarında Koop-İş Sendikasına üye olarak iş yerinde örgütlenmeye başladıkları, bu kapsamda çeşitli işçilerle görüşerek sendikaya üye kazandırdıkları, durumdan iş yeri yönetiminin haberdar olmasıyla örgütlenmeyi sağlayan işçilerin tespiti için çalışmalar yapıldığı, bu bağlamda sanık …’ın talimatıyla sanıklar…, … ve …’in ilk etapta katılanlar ile tanıklar … ve …’u sendika üyesi olarak belirledikleri, anılan işçilerin 21.12.2010 tarihinde iş akitlerinin feshedildiği, İzmir İş Mahkemelerinde görülen işe iade davaları sonucu katılanların iş akitlerinin sendikal nedenlerle feshedildiği kabulüyle işe iadelerine karar verildiği ve bu kararların temyiz incelemesi sonucu Yargıtayca onanarak kesinleştiği dosya kapsamından anlaşılmış olup;
Katılanların iş akitlerinin sendikal nedenlerle feshedilmesi işleminin bireysel sendika hakkına yönelik bir müdahale niteliği taşıması, bu işlemler dolayısıyla sendikanın bir takım faaliyetleri engellenmiş olsa bile eylemin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 118. maddesinin ikinci fıkrası kapsamında sendikaya yönelik hukuka aykırı bir davranış olarak kabulünün mümkün olmaması, diğer taraftan anılan maddenin ilk fıkrasındaki suç bireysel sendikal hakkını korumaya yönelik olup bu suçun oluşabilmesi için cebir veya tehdit kullanılmasının gerekmesi, katılan …’ın sanık … tarafından, katılan …’ın ise sanık … tarafından tehdit edildiğine ilişkin beyanlarına karşın bu beyanların dosyadaki tanık anlatımları ve diğer deliller ile desteklenmemesi, bu hâliyle tüm aşamalarda atılı suçlamayı kabul etmeyen sanıkların, katılanlar … ve …’ın soyut beyanları haricinde atılı suçu işlediklerine dair mahkûmiyetlerini gerektirir her türlü şüpheden uzak, kesin ve yeterli delil bulunmadığının kabulü gerekmektedir.
Bu itibarla Yerel Mahkeme direnme kararında bir isabetsizlik bulunmadığından hükümlerin onanmasına karar verilmelidir.
Sonuç:
Açıklanan nedenlerle;
1- İzmir 30. Asliye Ceza Mahkemesinin 15.07.2016 tarihli ve 325-635 sayılı kararında, sanıklar …, …, …, … ve …’a atılı sendikal hakların kullanılmasının engellenmesi suçunun sabit olmadığına ilişkin direnme gerekçesinin İSABETLİ OLDUĞUNA, usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararına konu hükümlerin ONANMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 17.09.2019 tarihinde yapılan müzakerede, ön sorun ve sanıklar …, … ve …’a atılı sendikal hakların kullanılmasının engellenmesi suçunun oluşup oluşmadığına ilişkin uyuşmazlık konusu bakımından oy çokluğuyla, sanıklar … ve …’na atılı sendikal hakların kullanılmasının engellenmesi suçunun oluşup oluşmadığına ilişkin uyuşmazlık konusu bakımından ise oy birliğiyle karar verildi.
Kayseri Ceza Avukatı
Alanında yetkin Kayseri ceza avukatı kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz; ceza yargılamalarında savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek taraflara avukatlık ve hukuki danışmanlık hizmeti vermektedir.
Ceza davalarında gerekli başvuru veya itirazların zamanında ve usulüne uygun yapılması açısından alanında uzman bir Kayseri ceza avukatı veya ağır ceza avukatından hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Yargılama sırasında herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için güncel mevzuat ve Yargıtay kararlarının takip edilmesi önem arz etmektedir.
Alanında yetkin Kayseri Avukat kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz, savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde taraflara hukuki yardım sunmaktadır. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde herhangi bir mağduriyete veya hak kaybına uğramamak için gerekli başvuruların zamanında ve usulüne uygun yapılması büyük önem arz etmektedir. Bu süreçte, alanında uzman bir avukattan hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Zülküf Arslan Hukuk Bürosu olarak; Yalçınkaya Kararı başta olmak üzere AİHM kararlarının Türkçe çevirilerini yapan Eski AİHM Hukukçusu Dr. Orhan Arslan koordinatörlüğünde müvekkillerimize Anayasa Mahkemesi ve AİHM başvurusunun yanı sıra emsal AYM ve AİHM Kararları çerçevesinde yeniden yargılama başvurusu hususunda da hukuki destek vermekteyiz.
Kayseri ceza avukatı veya Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’ne başvuru yapmak ve süreci takip etmek için bir avukat arıyorsanız 15 yılı aşkın deneyimi ile avukat kadromuzdan dava süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile başvuru ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz.