Kasten Öldürme Suçu ve Olası Kastla Öldürme Suçunda Suçun Nitelikli Hâlinde Hataya Düşülmesi
Özet: Eşi olan maktul ve iki çocuğuyla birlikte yaşayan sanığın, etrafı duvarla çevrili sitede bulunan üç katlı müstakil evinin birinci katında yer alan ve dışarıdan sızan ışığın etkisi ile alaca karanlık olan yatak odasının penceresinden ses gelmesi üzerine, herhangi bir uyarıda bulunmadan yastığının altında muhafaza ettiği yarı otomatik tabancayı eline alıp, 13 kez ateşleyerek yaklaşık 4 metre mesafedeki maktulü her biri öldürücü nitelikte 3 isabetle yaralayarak öldürmüş olması karşısında; sanığın daha dikkatli ve özenli davranması durumunda ateş ettiği kişinin, kendisine yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırı içindeki bir hırsız olmadığını anlayabileceği, bu nedenle sanığın söz konusu hatasının kaçınılmaz nitelikte olmadığı ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 30/3. maddesinde düzenlenen ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususundaki hata hükmünden yararlanamayacağı kabul edilmelidir.
Diğer yandan, saat 04.00 sıralarında pencereden sesler duyarak uyanan ve 14 gün önce yaşanan hırsızlık olayında olduğu gibi evine yine hırsız girdiği zannıyla pencerenin önünde bulunan kişiye ateş eden sanığın, kasten öldürme suçunun kanuni tanımındaki unsurları bilerek ve isteyerek hareket etmiş olması nedeniyle öldürme suçunu olası kastla değil doğrudan kastla işlediği; ancak TCK’nın 30/2. maddesi uyarınca pencere önündeki kişinin eşi olduğu hususunda suçun nitelikli hâlinde hataya düştüğünün ve bu hatanın kaçınılmaz özellikte bir hata değil normal bir hata olmasının yeterli olacağının anlaşılması karşısında, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 82. maddesinin (d) bendinden sorumlu tutulamayan sanığın doğrudan aynı Kanun’un 81. maddesi gereğince cezalandırılması yerine TCK’nın 21/2. maddesi delaletiyle 81. maddesi uyarınca olası kastla öldürme suçundan cezalandırılmasına karar verilmiş olması, suç niteliğinin değişmemesi ve aleyhe temyiz bulunmaması nedeniyle bozma nedeni yapılmamıştır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2018/27 Karar No: 2019/644 K. Tarihi: 07.11.2019
İçtihat Metni
Yargıtay Dairesi: 1. Ceza Dairesi
Mahkemesi: Ağır Ceza Mahkemesi
Sanık … hakkında kasten öldürme suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda, sanığın eyleminin olası kastla öldürme suçunu oluşturduğu kabul edilerek 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 81, 21/2, 62, 63 ve 54. maddeleri uyarınca 16 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, mahsuba ve müsadereye ilişkin Bakırköy 10. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 29.09.2010 tarihli ve 483-198 sayılı, karar tarihi itibarıyla resen temyize tabi olan hükmün sanık ve müdafisi tarafından da temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 13.03.2012 tarih ve 5142-1741 sayı ile onanmasına karar verilmiştir.
Özel Dairenin onama kararına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 06.03.2016 tarih ve 47983 sayı ile; “Sanık hakkında meşru savunmada sınırın aşılması ve ceza sorumluluğunu azaltan nedenlerde hataya düşülmesine ilişkin hükümlerin uygulanması gerektiği” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurulmuştur.
Dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 05.04.2016 tarih, 2184-1754 sayı ve oy çokluğuyla; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüyle 13.03.2012 tarih ve 5142-1741 sayılı onama kararının kaldırılmasına, Bakırköy 10. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 29.09.2010 tarihli ve 483-198 sayılı hükmün;
“…Oluşa ve tüm dosya kapsamına göre; olay günü saat 00.30 sıralarında eşi… ile birlikte yatak odasında uyumaya başlayan sanığın, saat 4.30 sıralarında gürültü üzerine uyanarak 15 gün önce evine hırsız girmesi nedeniyle yakınında bulundurduğu tabanca ile gürültünün geldiği pencereye doğru toplam 13 kez ateş ederek orada bulunmakta olan eşi…’yi sağ yüz, göbek üzeri ve sol uyluk bölgelerinden 3 isabet ile vurarak öldürdüğü anlaşılan olayda;
A- Sanığın gece vakti pencereden gelen ses üzerine 15 gün kadar önce evine hırsız girmesinin de etkisiyle evine hırsız girdiği konusunda kaçınılmaz bir hataya düşerek, tamamı aynı yöne olmak üzere tabanca ile 13 kez ateş ettiği dikkate alındığında pencerede bulunan kişiye yönelik olarak doğrudan ateş etmek suretiyle gerçekleştirdiğinden 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 30/2. maddesi gereğince nitelikli hâlde hatasından yararlanarak kasten öldürme suçundan ve aynı maddenin 3. fıkrasında belirtilen ceza sorumluluğunu azaltan haksız tahrikteki kaçınılmaz hatasından yararlanarak haksız tahrik hükümlerinin uygulanması suretiyle TCK’nın 81, 29 ve 62. maddeleri uyarınca cezalandırılması yerine delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması,
B- Sanık hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 53. maddesindeki hak yoksunluklarına karar verilmemesi,”
isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiş, Daire Üyeleri M. N. Öztürk ve M. V. Ekinci itirazın reddedilmesi yönünde görüş bildirerek karşı oy kullanmışlardır.
Bakırköy 10. Ağır Ceza Mahkemesi ise 27.09.2016 tarih ve 300-364 sayı ile 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 53. maddesi ile ilgili bozma nedenine eylemli olarak uymuş, (A) bendinde belirtilen bozma nedenine ise;
“…Olay tarihinde sanığın Kumburgaz’da bulunan evinde sabaha karşı ateşli silah ile ateş etmesi sonucu eşinin ölümüne sebebiyet verdiği, sanığın alınan savunmasında daha önce de evine hırsız girdiği için tabanca ile uyuduğunu, olay gecesi 04.00 sıralarında pencereden gelen bir ses ile uyandığından hırsız geldi düşüncesiyle sesin geldiği pencereye doğru silahı ile rastgele ateş ettiğini, eşinin yanında olmadığını fark edince oda içinde bulunan banyoda olduğunu düşünerek oraya baktığında maktul eşini göremediğini, oda kapısı da kapalı olduğundan o zaman eşini vurduğunu anladığını ve eşini dahi görmeden bu kanaatle kayınbiraderi Yusuf’un evine gittiğini beyan ettiği görülmüştür.
Maktule ait ATK Morg İhtisas Dairesinin 30.05.2008 tarihli otopsi raporuna göre maktulün ölümünün ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı mandibula, pelvis kaburga ve vertebra kırıkları ile birlikte iç organ büyük damar yaralanmasında gelişen iç kanama sonucu meydana gelmiş olduğu kanaatinin bildirildiği görülmüştür.
Yine oluş şekline göre, olay öncesi koşullar birlikte değerlendirildiğinde ceza sorumluluğunu ortadan kaldıran bir durumun varlığı da söz konusu değildir. Olayda varlığı kabul edilmeyen meşru müdafaaya bağlanabilir ‘heyecan, korku veya telaştan’ kaynaklı bir eylemden de bahsedilemeyecektir. Olayımızda sanıkta var olan amaç ve saik bulunduğu odada ateş ettiği yerdeki kişiyi etkisiz kılmaktır.
Sanığın kullandığı tabancanın yaralama ve ölüm neticelerini meydana getirmeye elverişli olduğu gibi, hiçbir kontrol, ikaz, araştırma yapmadan oda içerisinde yakın mesafeden 13 (on üç) adet mermi ateşlenmesi de varlığını düşündüğü savunma içeriğine göre hırsızı vurmaktır. Olayın gerçekleşme şekline göre atış mesafesi, atış sayısı, öldürmeye elverişli alet kullanılması da bu neticenin oluşmasının açıkça öngörülüp buna rağmen gerçekleştirilmesi şeklinde sübut bulmuştur.
Kabul edilen olay şekline göre eylemin taksirle işlendiğinin kabulü mümkün görülmemiştir.
Dinlenilen tüm tanık anlatımları Mahkememizce de kabul gördüğü üzere sanık ile maktul veya ailesi arasında bir husumetin var olmadığına yönelik olduğundan olay öncesi var olan koşullar ve ilişkiler için dikkate alınmış ancak olayın meydana geliş şekli, sanığın eyleminin hukuki nitelendirilmesinin etkiler nitelikte de olmadığı dikkate alınmıştır.
Netice itibarıyla; sanığın ceza ehliyetini ve sorumluluğunu etkileyecek herhangi bir rahatsızlığı olmadığı hâlde, yanında eşinin yattığı ortak yatak ve odada, yataktan kalkan, olay yerine yürüyüp perde arkasına geçen maktulü bu süreç içerisinde fark etmeyip, daha önce yaşandığı bildirilen hırsızlık olaylarıyla açıklanması mümkün olmayan koşullarda hiçbir kontrol yapmadan, öncelikle de hane halkının dahi o anki konumunu araştırmadan, yalnızca pencereye yönelik ardışık biçimde 13 el ateş etmesi ne taksir ne kaygı ve korku içerisinde ateş etme kavramları ile açıklanamaz bir durum olarak kabul edilmiştir. Böylece sanığın eşinin orada bulunduğunu bilmeden, sıradan bir kişiye ateş etme kastı taşıdığı sonucuna varıldığı, Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 2184-1754 sayılı ilamının yargılama konusu olaylarla ilgili tanzim edilmiş iddianame, sürdürülen yargılama ve neticesinde verilen kararın temyizi üzerine aynı Dairesince verilen onama kararı sonrası yasal yollara başvurulduğu, … Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine önceki onama kararının itirazen kaldırıldığı, bu kez önceki yargılama aşamasında değerlendirilen ve uygulama yeri olmadığı kanaatine varılan maddelerin uygulanması gerektiğinden bahisle bozma ilamı verilip önceki kararın kaldırılmasının bu hâliyle usul ve esasa aykırı olduğu, içerik itibarıyla da Mahkememizin önceki karar yerinde yaptığı usul ve esasa yönelik değerlendirmenin oluşa uygun olup, … bu hâliyle sanığın eyleminin TCK’nın 81/1 ve 21/2. maddeleri kapsamında değerlendirilmesinin gerekli olduğu,”
gerekçesiyle bozmaya direnerek sanığın önceki hüküm gibi cezalandırılmasına karar vermiştir.
Direnme kararına konu, 1412 sayılı (mülga) Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca uygulanması gereken 305. maddesine göre resen temyize tabi olan bu hükmün sanık müdafisi ve sanık lehine olarak Cumhuriyet savcısı tarafından da temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 08.11.2017 tarih ve 21892 sayılı “bozma” istekli tebliğnamesiyle dosya 6763 sayılı Kanun’un 36. maddesiyle değişik 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 307. maddesi uyarınca kararına direnilen Daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 1. Ceza Dairesince 28.12.2017 tarih ve 3178-5350 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gelen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Ceza Genel Kurulunda duruşmalı inceleme yapılabileceğine dair bir düzenleme olmadığından, 1412 sayılı (mülga) Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi gereğince uygulanması gereken 318. maddesi uyarınca, sanık müdafisinin duruşma isteminin reddine karar verilmiştir.
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 30. maddesinin 3. fıkrasının uygulanma koşullarının bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkin ise de yapılan müzakere esnasında, bir kısım Ceza Genel Kurulu Üyelerinin de talebinin olması nedeniyle Ceza Genel Kurulu Başkanı tarafından uyuşmazlık, önceki uyuşmazlığa ilaveten sanığın suçunun kasten öldürme suçunu mu yoksa olası kastla öldürme suçunu mu oluşturduğunun ayrıca tespit edilmesi şeklinde yeniden belirlenmiş olup uyuşmazlık konuları bu doğrultuda değerlendirilmiştir.
İncelenen dosya kapsamından;
29.05.2008 tarihli olay yeri inceleme ve tespit tutanağında; saat 04.30 sıralarında Kumburgaz Jandarma Karakol Komutanlığına telefonla yapılan ihbarda, İstanbul ili, Büyükçekmece ilçesi, Kumburgaz Semtinde bulunan Güneysu Villalarında ikamet eden maktul …’in, eşi sanık … tarafından ateşli silahla vurularak öldürüldüğünün bildirilmesi üzerine olay yerine gidildiği, olayın kamuya kapalı, etrafı duvarla çevrili arsa içerisinde dört adet villa bulunan sitedeki 34/D sayılı villada meydana geldiği, villanın bodrum, zemin ve 2 kattan oluştuğu, olay mahallinin villanın 1. katında yer alan yatak odası olduğu, yatak odasının giriş kapısı iç tarafında, yatağın sağ yanında 13 adet 9 mm çapında boş kovan, yatağın ön ve sol yan tarafında, zeminde 9 mm çapında 3 adet fişek, pencere duvarında bulunan kalorifer peteği üzerinde 2 adet mermi giriş deliği, peteğin altında 1 adet mermi çekirdeği ve mermi çekirdeği parçası, pencere aksamı üzerinde 1 adet deforme mermi çekirdeği, pencere pervazında 1 adet mermi giriş deliği, yatak üzerinde sürgüsü geride kalmış, atış yatağı ve şarjöründe mermi bulunmayan Canik 55 marka, 9 mm çapında mermi kullanan 1 adet tabanca, tabancaya takılı boş şarjör ile içerisinde 11 adet fişek bulunan ikinci bir şarjör bulunduğu, oda ve ev içerisinde herhangi bir boğuşma emaresi ve dağınıklık olmadığı, oda ve pencere kapılarında zorlama izi bulunmadığı bilgilerine yer verildiği,
29.05.2008 tarihli yakalama tutanağında; sanık …’in Selimpaşa Travmatoloji Hastanesinde yakalanarak gözaltına alındığının belirtildiği,
Yargılamayı yürüten Bakırköy 10. Ağır Ceza Mahkemesince 22.05.2009 tarihinde keşif işlemi yapıldığı, keşif sonrası İstanbul Emniyet Müdürlüğü Olay Yeri İnceleme Kimlik Tespit Şube Müdürlüğünde görev yapan Başkomiser bilirkişi tarafından düzenlenen 08.06.2009 tarihli rapor ile 06.07.2009 tarihli ek raporda; olay yerinde 13 adet 9 mm çapında boş kovan bulunduğu, sanığın yüzü pencereye dönük şekilde yatağın sol tarafında yattığı, yatağın 4 metre uzağında, karşısında yer alan pencere camında yerden 98, 99 ve 108 cm yüksekte 3 adet mermi isabet izi bulunduğu, yine pencerenin sol tarafında yerden 93,5 cm yüksekte 1 adet mermi giriş deliği yer aldığı, tül ve kalın perdede, perdenin alt kısmından 28, 16, 9, 14, 27 ve 15 cm yukarıda toplam 6 adet delik bulunduğu, atışların yatağın üzerinden ve sol tarafından yapıldığının değerlendirildiği, sanık ve dinlenen tanık anlatımları ile bulunan delillerin uygunluk gösterdiği, atışların yaklaşık 100 cm yüksekten başlayıp, perdedeki hareketi izleyerek aşağı yöne doğru takip ettiği, atış izlerinden sanığın duraksamadan perdede hareketliliğin olduğu bölgelere doğru atışa devam ettiğini gösterdiğinin ifade edildiği,
29.05.2008 tarihli ölü muayene tutanağı ile 25.06.2008 tarihli otopsi raporunda; 160 cm boyunda, 87 kg ağırlığında, 40-45 yaşlarındaki kadın cesedinde, yüzde sağ yanda 1 cm çapında, ksifoid üzerinde 1 cm çapında ve sol uyluk 1/3 orta bölgede 1 cm çapında olmak üzere, etrafında vurma halkası bulunan ancak atış artığı bulunmayan toplam 3 adet ateşli silah mermi çekirdeği giriş yarası buluduğu, sol lomber bölgede 1 cm çapında yırtık tarzında ateşli silah mermi çekirdeği çıkış yarası bulunduğu, cesetten 2 adet mermi çekirdeği elde edildiği, ölümün her biri müstakilen öldürücü 3 adet ateşli silah yaralanmasının meydana getirdiği mandibula, pelvis, kaburga ve vertebra kırıkları ile birlikte iç organ, büyük damar yaralanmasından gelişen iç kanama sonucu meydana geldiğine ilişkin tespitler yapıldığı,
Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal Polis Laboratuvarı Dairesi Başkanlığınca düzenlenen 29.05.2008 tarihli raporda; incelemeye konu silahın, 9 mm çapında Parabellum tipi fişek atan, Canik 55 marka, Light model, yarı otomatik bir tabanca olduğu, ateş etmesine mani mekanik arızasının bulunmadığı, olay yerinde bulunan 13 adet boş kovan ile incelemeye gönderilen 2 adet mermi çekirdeği ve 1 adet mermi çekirdeği gömlek parçasının incelemeye konu silahtan atılmış olduğu, 30.06.2008 tarihli raporda ise; sanığın el svab numunelerinde atış artığına rastlanılmadığı, maktulün giysileri üzerinde yapılan inceleme sonucu atışın uzak atış mesafesinden yapıldığı bilgilerine yer verildiği,
Silivri İlçe Emniyet Müdürlüğünün 09.06.2006 tarihli yazısından; sanığın 09.06.2006 tarihinde Silivri Kaymakamlığına müracaat ederek yönetim Kurulu Üyesi olduğu şirketin 2005 yılında 55.501.275,65 TL ciro yaptığından bahisle, Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Yönetmelik’in 9. maddesinin (H) bendi uyarınca silah taşıma ruhsatı talebinde bulunduğu, kendisine suçta kullanılan Canik 55 marka silaha ilişkin olarak 09.06.2011 tarihine kadar geçerli silah taşıma ruhsatı verildiğinin ifade edildiği,
Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığının 2008/11520 hazırlık sayılı dosyasından; suçun meydana geldiği sanığa ait müstakil evde olay tarihinden 14 gün önce 15.05.2008 tarihinde saat 05.00 sıralarında hırsızlık suçunun işlendiği, sanığa ait eve giren kimliği tespit edilemeyen kişi veya kişilerce, ikametin 1. katında bulunan sanığın yatak odasındaki pantolonun cebinden yaklaşık 400 TL tutarında paranın çalındığı, evin bahçesinde 3 adet izmarit bulunduğu, bunun dışında herhangi bir delile rastlanılmadığı, suçun fail veya failllerinin bulunamaması nedeniyle şüpheli veya şüphelilerin zamanaşımı süresince aranarak yakalanmalarını temin için Büyükçekmece İlçe Jandarma Karakoluna müzekkere yazıldığı,
Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) Sistemi vasıtasıyla alınan nüfus kayıt örneğinden, 1965 Rize, Güneysu doğumlu olan sanığın maktul ile 1983 yılında evlendiği, bu evlilikten 1994 doğumlu Hamza Yusuf ile 2001 doğumlu Sinan Talip isimli iki oğullarının bulunduğu, 2008 yılında gerçekleşen olay tarihi itibarıyla sanık ile maktulün yaklaşık 25 yıldır evli oldukları, sanığın olaydan 2 yıl 10 ay sonra 31.03.2011 tarihinde …’la evlendiği,
29.05.2008 tarihinde Büyükçekmece ilçesinde güneşin saat 05.33’te doğduğu,
Psikiyatrist Uzman Doktor …tarafından düzenlenerek sanık müdafileri tarafından Yerel Mahkemenin ilk hükmünden sonra dosyaya sunulan 25.05.2011 tarihli raporda, sanığın yapılan psikiyatrik muayenesi sonucunda anksiyete bozukluğu ile birlikte parasomnia tanısına varıldığının belirtildiği,
Anlaşılmaktadır.
Mağdur … Mahkemede; sanık ve maktulün oğlu olduğunu, olaydan yaklaşık 15 gün önce evlerine hırsız girdiğini, bu yüzden ailece tedirgin olduklarını, olay gecesi silah sesi duyması üzerine uyandığını, annesi ve babasının kaldığı yatak odasına gittiğini, odada babasını göremediğini, ancak dışarıdan babası olan sanığın olayı haber vermeye yönelik bağrışlarını duyduğunu, dışarıdan sızan ışığın etkisi ile alaca karanlık olan odada yolunu bularak pencere kenarında yerde yatan annesini gördüğünü, cesaret edemediği için annesinin yanına gidemediğini, aile içinde annesi ile babası arasında hiçbir tartışma ve gerginliğe tanık olmadığını, babası olan sanığın annesi maktulü herhangi bir nedenle vurabileceği iddiasını asla kabul etmediğini, böyle bir yaşam şekillerinin olmadığını, sanıktan da şikâyetçi olmadığını,
Mağdur … Cumhuriyet Başsavcılığında ve Mahkemede benzer şekilde; maktulün kardeşi, sanığın ise eniştesi olduğunu, maktul ile sanığın yaklaşık 25 yıldır evli olduklarını, aile çevresinde bu evliliğin örnek gösterildiğini, maktul ile sanık arasında bu süre zarfında hiçbir ciddi sorun yaşandığına tanık olmadığını, Kumburgaz’da bulunan 4 villalık Güneysu Villalarını ailece yaptırdıklarını, villaların birinde maktul ablası ve sanığın, bir diğerinde ise kendisinin ikamet ettiğini, şehre uzak olduğu için villalara sık sık hırsız girdiğini, sanığın evinde de olaydan önce hırsızlık olduğunu, geceleyin yatak odasına giren hırsızın sanığın pantolonunun cebinden para aldığını, bu durumun kendilerini tedirgin ettiğini, sanığın da bu olaydan sonra ruhsatlı silahını yastığının altında muhafaza etmeye başladığını, olay günü kendisinin şehir dışında olduğunu, eşi…’nin kendisine anlattığına göre olay gecesi kuvvetli rüzgâr nedeniyle pencerelerdeki sinekliklerin açılıp kapanmak suretiyle ses yaptığını, sanığın yatak odasındaki perdelerin tavandan zemine kadar indiğini, pencereyi kontrol etmek için bu perdenin arkasına geçilmesi gerektiğini, perde arkasındaki kişinin ise görünmesinin mümkün olmadığını, sanığın kendisine, “Olay gecesi duyduğu tıkırtı üzerine eve hırsız girdiğini zannedip, sese doğru ateş ettiğini, pencerenin önünde veya yakınlarında kimseyi görmediğini” aktardığını, zaten aksinin düşünülemeyeceğini, sanıktan şikâyetçi olmadığını,
Mahkemede; siteye 3 kez hırsız girdiğini, hırsızların yatak odalarına kadar girmesi nedeniyle panik hâlinde olduklarını, sanığın da bu korku nedeniyle olay sırasında rastgele ateş ettiğini düşündüğünü,
Bozmadan sonra Mahkemede vekili aracılığıyla; olay ile ilgili kanaatinin değiştiğini, sanığın eylemini kasten işlediğini, sanıktan şikâyetçi olduğunu ve davaya katılmak istediğini,
Tanık … Kollukta; maktulün kardeşi olan … ile evli olduğunu ve Kumburgaz’da bulunan Güneysu Villalarında ikamet ettiğini, olay gecesi saat 04.30 sıralarında sanığın bağrışmaları üzerine uyandığını, kalkıp yanına gittiğinde sanığın “Ben ne yaptım, ne ettim” diyerek dövündüğünü, kendisine “Hemen yukarı çık, ablanı sarsma” demesi üzerine, maktulün bulunduğu yatak odasına girdiğini, maktulü pencerenin yanında hareketsiz bir hâlde gördüğünü, delinen kalorifer peteğinden yere su sızdığını, maktulü kontrol ettiğini, vücudunun hâlâ sıcak olduğunu, seslenmesine karşın maktulden cevap alamadığını, maktulle sanığın mutlu bir evliliklerinin olduğunu, olay gecesi havanın rüzgârlı olması nedeniyle birkaç kez rüzgâr sesinden uyandığını,
Mahkemede; sanığın evi ile kendi evi arasında 30 metre mesafe bulunduğunu, olay gecesi silah sesi işitmediğini, sanığın ağlama ve bağırış seslerini duyarak uyandığını, sanık ile eşi …’ın ortak market işlettiklerini ancak işlerinin kötü gitmesi üzerine iş yerini sattıklarını, bu nedenle morallerinin bozulduğunu ancak iş nedeniyle tartışmadıklarını, hatta “Sattık, kurtulduk” dediklerini, olay gecesi yatak odasına girdiğinde pencerenin kapalı olduğunu,
Tanık… Kollukta; sanıkla iş ortaklığının bulunduğunu ve aynı sitede oturduklarını, olay gecesi site bahçıvanı Bayram Atalay’ın kendisini telefonla aradığını, “Teyzem vuruldu, koş gel” dediğini, olay yerine gittiğinde, kendinde olmayan sanığı feryat ederken gördüğünü, sanığın eve girmek istemediğini, olayın meydana geldiği yatak odasına girdiğinde, maktulü pencerenin yanında yerde gördüğünü, sanığı 15 yıldır tanıdığını, eşiyle en küçük bir tartışmasına şahit olmadığını, olay günü aradıkları cankurtaranın evi bulamaması üzerine sanığın ana yola giderek cankurtaranla beraber geldiğini,
Mahkemede; sanığın ruh sağlığı ile ilgili bir rahatsızlığının bulunmadığını, olay yerine gittiğinde maktulü yerde perdenin önünde, yüzü cama dönük, sırtüstü yatarken gördüğünü,
Tanık… Kollukta ve Mahkemede benzer şekilde; sanığın ikamet ettiği sitede bahçıvan olarak çalıştığını, maktulün yeğeni olduğunu, olay gecesi 34/A numaralı villada uyuduğu sırada sanığın bağrışlarını işiterek uyandığını, sanığın “Ben ne yaptım, ne ettim, hırsız değilmiş” şeklinde sözler söyleyerek dövündüğünü, ne olduğunu sorduğunda sanığın, “Hırsız sanıp teyzen…’yi vurdum, yukarı çık, bak teyzen yaşıyor mu, yaşıyorsa arabanın anahtarını al, hastaneye götürelim, jandarmaya da haber ver” demesi üzerine 112’yi arayarak cankurtaran çağırdığını, odaya girdiğinde maktulü yerde gördüğünü, sanıkla beraber maktulü cankurtarana bindirip hastaneye gittiklerini, üç yıldır sitede çalıştığını, bu süre içerisinde sanık ve maktul arasında en ufak bir tartışma, kavga yaşanmadığını, sanığın evine 2 yıl önce ve olaydan 15 gün önce hırsız girdiğini, sanığın bu yüzden silahını yanından ayırmadığını,
İfade etmişlerdir.
Sanık … Kollukta; 15 gün önce evine hırsız girdiğini, yatak odasında uyuduğu esnada pantolonunun cebinden parası, takım elbisesi ve dizüstü bilgisayarının çalındığını, jandarma karakoluna giderek şikâyetçi olduğunu, bu olayın kendisini çok etkilediğini, kendisini ve ailesini korumak için sürekli korku ve endişe ile yaşadığını, tedbirli ve temkinli davranmaya gayret ettiğini, ruhsatlı silahını yatarken yanında bulundurmaya başladığını, olay gecesi saat 00.30 sıralarında eşi maktul … ile uyumak için yatak odasına gittiğini, saat 04.00-04.30 sıralarında pencereden ses gelmesi üzerine uyandığını, uyku sersemliği ve hırsız geldiği düşüncesiyle hırsızı korkutmak için tabancasını alarak sesin geldiği yöne, pencerenin altına doğru rastgele ateş ettiğini, pencerede kalın perde ve güneşlik bulunduğunu, hırsızın perdenin gerisinde olması ihtimaline karşı o yöne doğru ateş ettiğini, kaç el ateş ettiğini hatırlamadığını, daha sonra yatağa baktığını, eşini yatakta göremediğini, banyoda olma ihtimaline binaen oraya baktığını ancak eşini banyoda da göremediğini, ateş ettiği yöne baktığında eşini vurduğunu anladığını, komşularına ve bahçıvana haber verdiğini, eşini hastaneye götürdüğünü, ancak 24 yıllık eşi olan maktulün hastanede hayatını kaybettiğini, müşterek 2 çocukları bulunan maktul ile evlilikleri boyunca en ufak bir tartışmalarının olmadığını, eşini çok sevdiğini, olayın daha önceki hırsızlık nedeniyle meydana gelen talihsiz bir kaza olduğunu, maktul eşini bu şekilde kaybetmenin kendisine korkunç bir üzüntü verdiğini, olaydan dolayı kahrolduğunu, çok sevdiği eşini, çocuklarının annesini kaybettiğini, ateş ettiği için çok pişman olduğunu,
Cumhuriyet Başsavcılığında ve Sorguda benzer şekilde; geceleyin yatak odasının camının açıldığını duyduğunu, perdenin hareket ettiğini, uyku sersemi iken refleksle yastığının altındaki tabancayı alarak pencereye doğru birkaç el ateş ettiğini, daha sonra karaltının eşi olduğunu gördüğünü ancak iş işten geçtikten sonra bunu fark ettiğini,
Mahkemede; olay günü ortağı olan…’in villasının bakımı ile ilgilendiklerini, tüm gün bedenen çalıştığı için akşam yorgun şekilde eve döndüğünü, evine 15 gün kadar önce hırsız girdiğini, tedbir olarak pencerelere mandal taktırdığını, uyku sorunları yaşamaya başladığını, gece saat 04.00 sıralarında bir ses işittiğini, jandarmadan bir gün önce de hırsızlık yapıldığını duyduğu için silahını alıp sesin geldiği yöne ateş ettiğini, kendisine geldiğinde eşini yanında göremediğini, odanın kapısının kapalı olduğunu, banyoda da göremeyince eşini vurduğunu anladığını, ışığı yakmadan panikle dışarı çıktığını, duyduğu sesin sıklıkla yaşanan rüzgârın tesiriyle meydana gelmiş olabileceğini, hatırladığı kadarıyla yatağın üzerinden pencere dibine doğru ateş ettiğini, nasıl, kaç kez ve ne yöne ateş ettiğini bilmediğini, herhangi bir psikolojik tedavi görmediğini, ancak eşinin 7-8 yıl önce Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde ayakta tedavi gördüğünü, alkol kullanmadığını, eşinin yanından kalktığını fark etmediğini,
Keşif sırasında; olayın meydana geldiği birinci kattaki yatak odası yüksekte olduğu için bu pencereye emniyet kilidi taktırmadığını, olay tarihinde ve keşif tarihi itibarıyla sitenin bahçesinde çevre aydınlatması bulunmadığını, eşi rahatsız olduğu için olay gecesi gece lambasını yakmadıklarını zannettiğini, ateş etme anında ve öncesinde eşinin sesini işitmediğini,
Savunmuştur.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Kasten Öldürme” başlığı altında düzenlenen 81. maddesi “Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır” şeklinde düzenlenmiş,
Kanun’un “Nitelikli hâller” başlıklı 82. maddesinde;
“(1) Kasten öldürme suçunun; …
d) Üstsoy veya altsoydan birine ya da eş veya kardeşe karşı, …
İşlenmesi hâlinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır“
düzenlemesiyle de eşin öldürülmesi, kasten öldürme suçunun nitelikli hâlleri arasında sayılmıştır.
Aynı Kanun’un “Kast” başlıklı 21. maddesi;
“(1) Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.
(2) Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır. Bu halde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur; diğer suçlarda ise temel ceza üçte birden yarısına kadar indirilir“
şeklinde düzenlenerek maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde doğrudan kast, ikinci fıkrasının birinci cümlesinde de olası kast tanımlanmıştır.
Olası kastın tanımlandığı 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 21. maddesinin 2. fıkrasının gerekçesinde;
“…Olası kast durumunda suçun kanuni tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşebileceği öngörülmesine rağmen, kişi fiili işlemektedir. Diğer bir deyişle, fail unsurların meydana gelmesini kabullenmektedir. Mevzuatımıza giren yeni bir kavram olan olası kastla ilgili uygulamadan bazı örnekler vermek yararlı olacaktır.
Yolda seyreden bir otobüs sürücüsü, trafik lambasının kendisine kırmızı yanmasına rağmen, kavşakta durmadan geçmek ister; ancak kendilerine yeşil ışık yanan kavşaktan geçmekte olan yayalara çarpar ve bunlardan bir veya birkaçının ölümüne veya yaralanmasına neden olur. Trafik lambası kendisine kırmızı yanan sürücü, yaya geçidinden her an birilerinin geçtiğini görmüş; fakat, buna rağmen kavşakta durmamış ve yoluna devam etmiştir. Bu durumda otobüs sürücüsü, meydana gelen ölüm veya yaralama neticelerinin gerçekleşebileceğini öngörerek, bunları kabullenmiştir.
Düğün evinde törene katılanların tabancaları ile odanın tavanına doğru ardı ardına ateş ettikleri sırada, bir kişinin aldığı alkolün de etkisi ile elinin seyrini kaybetmesi sonucu, yere paralel olarak yaptığı atışlardan bir tanesinden çıkan kurşun, törene katılanlardan birinin alnına isabet ederek ölümüne neden olur. Bu örnek olayda kişi yaptığı atışlardan çıkan kurşunların orada bulunan herhangi birine isabet edebileceğini öngörmüş; fakat, buna rağmen silâhıyla atışa devam etmiştir. Burada da fail silâhıyla ateş ederken ortaya çıkacak yaralama veya ölüm neticelerini kabullenmiştir.
Verilen bu örneklerde kişinin olası kastla hareket ettiğinin kabulü gerekir.”
şeklinde açıklamalara yer verilmiş ve olası kasta ilişkin örnek olaylar gösterilmiştir.
Buna göre, doğrudan kast; öngörülen ve suç teşkil eden fiili gerçekleştirmeye yönelik irade olup, kanunda suç olarak tanımlanmış eylemin bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi ile oluşur. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini bilmesi ve istemesi hâlinde doğrudan kastla hareket etmiş olacak, buna karşın işlemiş olduğu fiilin muhtemel bazı neticeleri meydana getirebileceğini öngörmesine ve bu neticelerin gerçekleşmesini mümkün ve muhtemel olarak tasavvur etmesine rağmen muhtemel neticeyi kabullenerek fiili işlemesi hâlinde olası kast söz konusu olacaktır.
Olası kast ile doğrudan kast arasındaki farkı ortaya koyan en belirgin unsur, doğrudan kasttaki bilme unsurudur. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini biliyorsa doğrudan kastla hareket ettiğinin kabulü gerekmektedir. Yine failin hareketiyle hedeflediği doğrudan neticelerle birlikte, hareketin zorunlu veya kaçınılmaz olarak ortaya çıkan sonuçları da, açıkça istenmese dahi doğrudan kastın kapsamı içinde değerlendirilmelidir. Belli bir sonucun gerçekleşmesine yönelik hareketin, günlük hayat tecrübelerine göre diğer bir kısım neticeleri de doğurması muhakkak ise, failin bu sonuçlar açısından da doğrudan kastla hareket ettiği kabul edilmelidir.
Olası kastı doğrudan kasttan ayıran diğer ölçüt; suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşmesinin muhakkak olmayıp muhtemel olmasıdır. Fail, böyle bir durumda muhakkak değil ama, büyük bir ihtimalle gerçekleşecek olan neticenin meydana gelmesini kabullenmekte ve “olursa olsun” düşüncesi ile göze almakta; neticenin gerçekleşmemesi için herhangi bir çaba göstermemektedir. Olası kastta fiilin kanunda tanımlanan bir sonucun gerçekleşmesine neden olacağı muhtemel görülmesine karşın, bu neticenin meydana gelmesi fail tarafından kabul edilmektedir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde “kanunda tanımlanmış haksızlık” olarak ifade edilen suç; kural olarak ancak kastla, kanunda açıkça gösterilen hâllerde ise taksirle de işlenebilir. İstisnai bir kusurluluk şekli olan taksirde, failin cezalandırılabilmesi için mutlaka kanunda açık bir düzenleme bulunması gerekmektedir. TCK’nın 22/2. maddesinde taksir; “Dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir” şeklinde tanımlanmıştır.
Taksirli suçlarda, gerek icrai, gerekse ihmali hareketin iradi olması ve meydana gelen neticenin öngörülebilir olması gerekmektedir. İradi bir davranış bulunmadığı takdirde taksirden bahsedilemeyeceği gibi, öngörülemeyecek bir sonucun gerçekleşmesi hâlinde de failin taksirli suçtan sorumluluğuna gidilemeyecektir.
Sonucun gerçekleşmesinde mağdurun taksirli davranışının da etkisinin olması hâlinde, diğer taksirli davranış nedensellik bağını kesmediği sürece bu durum, failin sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı gibi, taksirin niteliğini de değiştirmeyecektir. Türk Ceza Kanunu’nda kusurun derecelendirilmesi suretiyle herhangi bir ceza indirimi söz konusu olmadığından, bu hâl ancak temel cezanın tayininde dikkate alınabilecektir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda taksir; “basit taksir” ve “bilinçli taksir” olarak ikili bir ayrıma tabi tutulmuş, 22. maddesinin üçüncü fıkrasında bilinçli taksir; “Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi” şeklinde tanımlanmış, bu hâlde taksirli suça ilişkin cezanın üçte birden yarıya kadar arttırılacağı öngörülmüştür.
Basit taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayırt edici ölçüt; taksirde failin öngörülebilir nitelikteki neticeyi öngörmemesi, bilinçli taksir hâlinde ise bu neticeyi öngörmüş olmasıdır.
Bilinçli taksirde gerçekleşen sonuç, fail tarafından öngörüldüğü hâlde istenmemiştir. Gerçekten neticeyi öngördüğü hâlde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta kendi beceri veya bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin tehlikelilik hâli, bunu öngörememiş olan kimsenin tehlikelilik hâli ile bir tutulamayacaktır. Neticeyi öngören kimse, ne olursa olsun bu sonucu meydana getirecek harekette bulunmamakla yükümlüdür.
Türk Ceza Kanunu’nun 21. maddesinin ikinci fıkrasında; “Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi” şeklinde tanımlanıp başkaca ayırıcı unsura yer verilmeyen olası kast ile aynı Kanun’un 22. maddesinin üçüncü fıkrasında; “Kişinin, öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır” biçiminde tanımlanan bilinçli taksirin karıştırılacağı hususu öğretide dile getirilmiş, kanun koyucu da madde metninde yer vermediği “kabullenme” ölçüsünü aynı maddenin gerekçesinde; “Olası kast halinde suçun kanuni tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşeceği öngörülmesine rağmen, kişi fiili işlemektedir, diğer bir deyişle, fail unsurların meydana gelmesini kabullenmektedir” şeklinde açıklamak suretiyle, olası kastı bilinçli taksirden ayıracak kıstası ortaya koymuştur.
Kast, olası kast, bilinçli taksir ve taksir arasındaki ilişkiyi kısaca özetlemek gerekirse; gerçekleşmesi muhakkak görünen neticenin failce bilinmesi ve istenmesi hâlinde doğrudan kast, öngörülen muhtemel neticenin meydana gelmesine kayıtsız kalınması durumunda olası kast, öngörülen muhtemel neticenin meydana gelmesinin istenmemesine rağmen neticenin meydana gelmesinin engellenemediği ahvalde bilinçli taksir, öngörülebilir neticenin özen yükümlülüğüne aykırı hareket edilmiş olması nedeniyle öngörülmediği hâllerde ise basit taksir söz konusu olacaktır.
Öte yandan; günlük kullanımda “istemeyerek ve bilmeyerek yapılan yanlış, kusur, yanılma, yanılgı” anlamlarına gelen hata; ceza hukukunda, maddi veya normatif dünyaya ilişkin bir şeyin veya gerçekliğin olduğundan farklı biçimde algılanması veya değerlendirilmesi şeklinde tanımlanmıştır. (Francesco Antoliei, Manuale di Diritto Penale, Parte Generale, Milano 2003, s. 411.)
Ceza hukuku alanında hata, niteliği itibarıyla, fiil üzerinde ve kural üzerinde hata olarak iki biçimde ortaya çıkmaktadır. Kural üzerinde hata genel olarak mazeret sayılmaz. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 4. maddesinde de “Ceza kanunlarını bilmemek mazeret sayılmaz” hükmüyle tekrarlanan ve katı şekilde uygulanan bu ilke 08.07.2005 tarihli ve 25869 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5377 sayılı Kanun’un dördüncü maddesi ile eklenen “İşlediği fiilin haksızlık oluşturduğu hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, cezalandırılmaz” biçimindeki dördüncü fıkra ile esnetilme yoluna gidilmiştir. Böylece “Ceza kanunlarını bilmemek mazeret sayılmaz” hükmü, sadece fiilin haksızlığı konusunda kaçınılabilir hata ile sınırlandırılmıştır. (Nevzat Toroslu, Ceza Hukuku, Genel Kısım, Savaş Yayınevi, Ankara 2016, sayfa 261.) Fiil üzerinde hata ise belirli koşulların varlığı hâlinde kastı kaldıran bir neden olarak kabul edilmektedir. Fiil üzerinde hata, genellikle dış dünyaya ilişkin bir algılama hatasından kaynaklanır. Bu tür bir hata, hataya konu olan şeyin durumundan (uzaklık, ışık durumu gibi) kaynaklanabileceği gibi, kişiye ait bir özellik de (görme kusuru gibi) hatanın nedeni olabilir. (Ferrando Mantovani, Diritto Penale, Parte Generale, Milano 2001, s. 377.)
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Hata” başlıklı 30. maddesinde;
“Fiilin icrası sırasında suçun kanunî tanımındaki maddî unsurları bilmeyen bir kimse, kasten hareket etmiş olmaz. Bu hata dolayısıyla taksirli sorumluluk hâli saklıdır.
Bir suçun daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli hâllerinin gerçekleştiği hususunda hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır.
Ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır“
şeklinde düzenlenmiş iken, 08.07.2005 tarihli ve 25869 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5377 sayılı Kanun’un dördüncü maddesi ile eklenen “İşlediği fiilin haksızlık oluşturduğu hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, cezalandırılmaz” biçimindeki dördüncü fıkra ile son hâlini almıştır.
Madde gerekçesinde yer alan açıklamaya göre;
“Madde metninde çeşitli hata hâlleri düzenlenmiştir.
Birinci fıkrada suçun maddî unsurlarında hataya ilişkin hükme yer verilmiştir. Kast, suçun kanuni tanımındaki maddî unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir. Bu unsurlara ilişkin bilgisizlik, eksik veya yanlış bilgi sahibi olunması durumu ise, maddî unsurlarda hata olarak adlandırılır. Böyle bir hata kastın varlığına engel olur. Örneğin, kişi vestiyerden kendisininki zannederek başkasının paltosunu alır. Keza, kişi gece karanlığında vahşi bir hayvan zannıyla hareketli bir cisme ateş eder. Ancak, gerçekte bu hareket eden cisim bir insandır ve dolayısıyla; bu insan ölür veya yaralanır. Örnek olarak verilen bu olaylarda failin bilgisi gerçeğe uysaydı; işlediği fiil haksızlık teşkil etmeyecekti. Bu nedenle hata hâlinde kasten işlenmiş bir suçtan söz etmek mümkün değildir.
Fıkrada ayrıca, maddî unsurlarda hata hâlinde, taksirle sorumluluğa ilişkin hükme yer verilmiştir. Buna göre, meydana gelen neticeye ilişkin olarak gerekli dikkat ve özen gösterilmiş olsaydı böyle bir netice ile karşılaşılmazdı şeklinde bir yargıya ulaşılabiliyorsa; taksirle işlenmiş bir suç söz konusu olur. Ancak bu durumda neticenin taksirle gerçekleştirilmesinin kanunda suç olarak tanımlanmış olması gerekir. Bu nedenle, kendisinin sanarak başkasının çantasını alan kişinin yanılgısında taksirin varlığı kabul edilse bile; kanunda hırsızlık fiilinin ancak yararlanma kasdıyla işlenebileceği belirtildiği için; böyle bir olay dolayısıyla ceza sorumluluğu doğmayacaktır. Buna karşılık, av hayvanı zannederek gerçekte bir insana ateş edip onun ölümüne neden olan kişinin bu hatasında taksiri varsa, adam öldürme kanunda taksirle işlenen bir suç olarak da tanımlandığı için, böyle bir olayda fail, taksirle adam öldürme suçundan dolayı sorumlu tutulacaktır.
Kastın varlığına engel olan hata, suçun sadece temel şekline ilişkin unsurlar hakkında değil, aynı zamanda failin daha ağır veya hafif ceza ile cezalandırılmasını gerektiren nitelikli unsurları bakımından da ortaya çıkabilir. İkinci fıkra ile kişinin, suçun nitelikli unsurlarına ilişkin hatasından yaralanması öngörülmüştür.
Hükûmet Tasarısının 23 üncü maddesinin birinci fıkrasında 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu’nun 52. nci maddesinde düzenlemeye paralel olarak şahısta hata ve hedefte sapma hâli düzenlenmiştir.
‘Şahısta hata’ aslında bir ve ikinci fıkra hükümleri bağlamında düşünülmesi gereken bir durum olduğu için, bu hususa ilişkin ayrı bir hükme yer verilmesi gereksiz görülmüştür.
Keza, hedefte sapma hâli ile ilgili olarak bu madde kapsamında düzenleme yapılmasına gerek görülmemiştir. Çünkü hedefte sapma hâlinde bir hata söz konusu değildir. Bu durumda suçların içtimaı hükümleri kapsamında değerlendirilmesi gereken bir sorun söz konusudur. Nitekim, uygulamada da hedefte sapma, suçların içtimaı ve özellikle fikri içtima bağlamında ele alınmaktadır.
Hükûmet Tasarısının 23 üncü maddesinin 3 üncü fıkra veya bendinde düzenlenen ‘hukuka uygunluk nedenlerinde hata’ ile ilgili hüküm, bölüm başlığına paralel olarak değiştirilmiştir. Madde metnindeki ‘hukuka uygunluk nedenleri’ yerine, ‘ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenler’ ibaresi konulmuştur. Somut olayda söz konusu nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususunda hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanabilecektir. Ancak, bunun için hatanın kaçınılmaz olması gerekir. Hatanın kaçınılabilir olması durumunda ise, kişi işlediği fiilden dolayı sorumlu tutulacak ve fakat bu hata, temel cezanın belirlenmesinde göz önünde bulundurulacaktır.”
Maddede çeşitli hata hâlleri düzenlenmiş olup, maddenin birinci fıkrasında suçun maddi unsurlarında hataya ilişkin hükme yer verilmiştir.
Maddenin ikinci fıkrası ile kişinin, suçun daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli hâllerinin gerçekleştiği hususundaki hatasından yararlanması öngörülmüştür. Buna göre; kardeşi olduğunu bilmediği birisini öldüren fail, kasten öldürme suçunun nitelikli hâllerinden olan kardeşini öldürmekten değil, kasten öldürmenin basit hâlinden sorumlu olacak, değersiz zannederek değerli bir kolyeyi çalan fail hakkında da değer azlığı hükmü uygulanacaktır.
Üçüncü fıkrada ceza sorumluluğunu kaldıran ya da azaltan nedenlere ait şartların gerçekleştiği konusunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişinin, bu hatasından yararlanacağı hüküm altına alınmış, fıkrada hem hukuka uygunluk sebebinin maddi şartlarında hata, hem de kusurluluğu etkileyen hata hâlleri düzenlenmiştir. Failin bu hükümden yararlanabilmesi için, içerisinde bulunduğu şartlar bakımından hatasının kaçınılmaz olması gerekmektedir.
5377 sayılı Kanun ile eklenen dördüncü fıkrada ise, kişinin işlediği fiilden dolayı kusurlu ve sorumlu tutulabilmesi için, bu fiilin bir haksızlık oluşturduğunu bilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre fail, işlediği fiilin haksızlık oluşturduğu konusunda kaçınılmaz bir hataya düşmüş, diğer bir ifadeyle eyleminin hukuka aykırı olmadığı, haksızlık oluşturmadığı, meşru olduğu düşüncesiyle hareket etmiş ve bu yanılgısı içinde bulunduğu şartlar bakımından kaçınılmaz nitelikte bulunmuş ise artık cezalandırılmayacaktır. Hatanın kaçınılmaz olduğunun tespitinde kişinin bilgi düzeyi, gördüğü eğitim, içerisinde bulunduğu sosyal ve kültürel çevre şartları göz önünde bulundurulacaktır.
Üçüncü ve dördüncü fıkraların uygulanması yönüyle kişinin kaçınılmaz bir hataya düşmesi şartı aranmakta olup, hatanın kaçınılabilir olması durumunda kişi kusurlu sayılacak, diğer bir ifadeyle fiilinden dolayı sorumlu tutulacak, ancak bu hata temel cezanın tayininde dikkate alınacaktır.
Bu aşamada maddenin uyuşmazlıkla ilgili üçüncü fıkrasının daha ayrıntılı ele alınmasında fayda bulunmaktadır.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 30. maddesinin üçüncü fıkrasında “Ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır” hükmü yer almaktadır. Fıkrada hem hukuka uygunluk sebebinin maddi şartlarında hata, hem de kusurluluğu etkileyen hata hâlleri düzenlenmiştir. Hatanın kaçınılmaz olması hâlinde, fail bu hatasından yararlanacaktır. Hataya düşmenin kaçınılmaz olmasını, kusursuz olmak şeklinde anlamak gerekir. (Nevzat Toroslu, Ceza Hukuku, Genel Kısım, Savaş Yayınevi, Ankara 2016, sayfa 194.) Bunun için fail, fiili işledigi sırada ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususundaki hatası nedeniyle kınanamamalı, dikkatsiz ve özensiz davranmış olmamalıdır.
Bu açıklamalar akla şu sorunu getirmektedir. Peki, ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususunda hataya düşmekte kusurlu davranan kişinin sorumluluğu nasıl tayin edilecektir? Gerçekten de madde hükmünde ifade edilen durumda, failin ceza sorumluluğundan kurtulabilmesi, hataya düşmekte hiçbir şekilde kusurlu olmaması şartına bağlanmaktadır. Buna karşın ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususunda hataya düşmekte dikkatsiz ve özensiz davrandığının tespit edilmesi durumunda fail, fiilden dolayı kasten mi sorumlu olacaktır? Örneğin, fail biraz daha dikkat etmiş veya özenli davranmış olsaydı kendisine yönelmiş bir saldırının olmadığını anlayabilecekken, karşısındaki kişiye saldırarak o kişinin ölümüne veya yaralanmasına yol açtığı takdirde, dikkatsizliği veya özensizliği yüzünden düştügü hata nedeniyle fiilin kasıtlı şeklinden mi sorumlu tutulacaktır? Kanun’un madde gerekçesindeki “Hatanın kaçınılabilir olması durumunda ise, kişi işlediği fiilden dolayı sorumlu tutulacak ve fakat bu hata, temel cezanın belirlenmesinde göz önünde bulundurulacaktır” şeklindeki açıklama karşısında, Kanun koyucu tarafından Kanun’un 30. maddesinin 3. fıkrasında düzenlenen durumlarda hataya düşülmesinin “kaçınılmaz” olması şartının arandığı, hataya düşmekte kusurlu olması hâlinde ise failin kasten sorumlu tutulmak istendiği, anlamına geldiği savunulmuştur. (Nevzat Toroslu, Ceza Hukuku, Genel Kısım, Savaş Yayınevi, Ankara 2016, sayfa 194; Devrim Güngör, Ceza Hukukunda Fiil Üzerinde Hata, Ankara, 2007, Yetkin Yayınları, s. 69-70.)
Ceza sorumluluğunu azaltan nedenlerden olan haksız tahrikin varlığı konusunda da hataya düşülebilir. Haksız tahrikin varlığı konusunda kaçınılmaz hataya düşen fail haksız tahrik hükmünden yararlanacaktır. Fakat burada hatanın kaçınılmaz olması zorunludur. Buna karşılık, hata kaçınılabilir bir hata ise, yani failin kişisel özellikleri göz önüne alındığında, daha dikkatli ve özenli davranması durumunda hatasından kaçınabilecekse başka bir anlatımla hata meydana gelmeyecekse artık haksız tahrik hükümlerinden yararlanamayacaktır.
Haksız tahrikin varlığı konusunda kaçınılmaz hataya düşülmesine ilişkin olarak öğretide yer alan görüşlere göre;
“… örneğin, kendisine köy kahvesinde küfür eden B’yi kahve çıkışında dövmek için geçeceği yol üzerinde bekler. Yoldan geçenin görünüş olarak B’ye çok benzeyen C olduğunu gece karanlığının da etkisiyle fark etmeyip ona sopayla birkaç kez vursa kaçınılmaz bir hata içinde olduğu kabul edilebilirse A haksız tahrik hükmünden yararlanabilecektir. Ancak gerekli özeni gösterseydi gece de olsa yoldan geçenin C olduğunu fark edebilecek idiyse artık tahrikten yararlanamaz” (Veli Özer Özbek, Ceza Hukuku Dergisi, sayı 7, Türk Ceza Hukukunda Hata, s. 93.),
“Kusurluluğu azaltan bir nedenin maddi koşullarında hataya düşülmüşse (örneğin, haksız tahrik, …m.29), kişi yanılgısı kaçınılmaz nitelikteyse bundan istifade eder ve ilgili kusurluluğu azaltan hâlden faydalanır. Bununla birlikte, hatası kaçınılabilir mahiyette ise, artık kusurluluğu azaltan sebepten faydalanamaz” (M.Emin Artuk-Ahmet Gökcen-A.Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 7. Baskı, s. 531.)
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konuları birlikte değerlendirildiğinde;
Sanık … ile maktul …’in yaklaşık 25 yıldır evli oldukları, 7 ve 14 yaşlarında müşterek iki çocuklarının bulunduğu, İstanbul ili, Büyükçekmece ilçesi, Kumburgaz Semtinde etrafı duvarla çevrili bir arsada bulunan Güneysu Villaları isimli sitede ikamet ettikleri, sitedeki 4 villadan birinde sanığın iş ortağı da olan maktulün kardeşi …’ın, diğer bir villada ise yine sanığın iş ortağı tanık…’in ikamet ettikleri, şehir merkezine uzaklığı nedeniyle site ve çevresinde zaman zaman hırsızlık olaylarının meydana geldiği, olaydan 14 gün önce de sanık ve ailesi evde bulunduğu sırada içeri giren kişi veya kişilerce sanığın yatak odasında bulunan pantolonunun cebinden yaklaşık 400 TL tutarında paranın çalındığı, sanığın bu olayla ilgili olarak Kumburgaz Jandarma Karakoluna giderek şikâyetçi olduğu, Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığının 2008/11520 hazırlık sayılı dosyası üzerinden olayın soruşturulmaya başlandığı, olay gecesi eve yorgun gelen sanığın saat 00.30 sıralarında uyumak maksadıyla ikametinin 1. katındaki yatak odasına gittiği, maktulün yatağın sağ tarafına, sanığın ise yatağın sol tarafına yattığı, sabah saat 04.00 sıralarında sanığın dışarıdan sızan ışığın etkisi ile alaca karanlık olan yatak odası penceresinden ses geldiğini duyması üzerine, tedbir amacıyla yastığının altında muhafaza ettiği yarı otomatik tabancasını perde ile kapatılmış pencereye doğrultarak yaklaşık 4 metre mesafeden 13 kez tetiğe basarak silahının şarjöründe bulunan 13 merminin hepsini tek tek ateşlediği, maktulün vücudunun ön yüzünde olacak şekilde çene sağ kısım, sol bacak üst kısım ve karın bölgesine isabet eden her biri müstakilen öldürücü nitelikteki 3 ayrı ateşli silah mermi çekirdeği ile yaralandığı ve olaydan sonra çağrılan cankurtaranla kaldırıldığı Selimpaşa Travmatoloji Hastanesinde, mandibula, pelvis, kaburga ve vertebra kırıkları ile birlikte iç organ, büyük damar yaralanmasından gelişen iç kanama sonucu yaşamını yitirdiği anlaşılan olayda; eşi ve iki çocuğuyla birlikte yaşayan sanığın, etrafı duvarla çevrili sitede bulunan 3 katlı müstakil evinin birinci katında yer alan yatak odasında, eşi maktul ile bulunduğu sırada, pencereden ses gelmesi üzerine, yanında yatan eşi maktulün yatakta bulunup bulunmadığını kontrol etmek, ışığı açarak odayı aydınlatmak, işittiğini belirttiği sesin geldiği yöne seslenmek gibi basit bir dikkat veya özenli davranış göstermiş olması durumunda, kendisine yönelmiş bir saldırının bulunmadığını anlayabilecek durumda olmasına karşın, herhangi bir uyarıda bulunmadan, dışarıdan sızan ışığın etkisi ile alaca karanlık olan yatak odasında, yastığının altında muhafaza ettiği yarı otomatik tabancayı eline alıp 13 kez ateşleyerek yaklaşık 4 metre mesafedeki maktulü her biri öldürücü nitelikte 3 isabetle yaralayarak öldürmüş olması karşısında; sanığın daha dikkatli ve özenli davranması durumunda ateş ettiği kişinin, kendisine yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırı içindeki bir hırsız olmadığını anlayabileceği, bu nedenle sanığın bu hatasının kaçınılmaz nitelikte bir hata olmadığı, sanığın 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 30. maddesinin 3. fıkrasında düzenlenen ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususundaki hata hükmünden yararlanamayacağı kabul edilmelidir.
Diğer yandan, saat 04.00 sıralarında pencereden sesler duyarak uyanan ve 14 gün önce yaşanan hırsızlık olayında olduğu gibi evine yine hırsız girdiği zannıyla pencerenin önünde bulunan kişiye ateş eden sanığın, kasten öldürme suçunun kanuni tanımındaki unsurları bilerek ve isteyerek hareket etmiş olması nedeniyle öldürme suçunu olası kastla değil fakat doğrudan kastla işlediği; ancak pencere önündeki kişinin eşi … olduğu hususunda ise 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 30. maddesinin 2. fıkrasında hüküm altına alınan “Bir suçun daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli hâllerinin gerçekleştiği hususunda hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır.” hükmü uyarınca suçun nitelikli hâlinde hataya düşerek işlediğinin, bu hatanın kaçınılmaz özellikte bir hata değil normal bir hata olmasının yeterli olacağının anlaşılması karşısında, TCK’nın 82. maddesinin (d) bendinden sorumlu tutulamayan sanığın doğrudan TCK 81. maddesi gereğince cezalandırılması yerine aynı Kanun’un 21/2. maddesi delaletiyle 81. maddesi uyarınca olası kastla öldürme suçundan cezalandırılmasına karar verilmiş olması, suç niteliğinin değişmemesi ve aleyhe temyiz bulunmaması nedeniyle bozma nedeni yapılmamıştır.
Bu itibarla, belirtilen eleştiri saklı kalmak kaydıyla direnme gerekçesi isabetli olan Yerel Mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmelidir.
Kayseri Ceza Avukatı - Hukuki Yardım
Alanında yetkin Kayseri Ceza Avukatı kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz; ceza yargılamalarında savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek taraflara avukatlık ve hukuki danışmanlık hizmeti vermektedir.
Ceza davalarında gerekli başvuru veya itirazların zamanında ve usulüne uygun yapılması açısından alanında uzman bir Kayseri ceza avukatı veya ağır ceza avukatından hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Yargılama sırasında herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için güncel mevzuat ve Yargıtay kararlarının takip edilmesi önem arz etmektedir.
Kayseri ceza avukatı veya ağır ceza avukatı arıyorsanız 15 yılı aşkın deneyimi ile avukat kadromuzdan dava süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile dava ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz.