Trafikte Bir Kişinin Ölümüne Neden Olma
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu
Taksirle öldürme – Madde 85
(1) Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Madde Gerekçesi
Madde metninde, taksirle öldürme suçu tanımlanmıştır. “Genel Hükümler” başlıklı Birinci Kitapta yer alan taksire ilişkin hükümler, bu suç açısından da geçerlidir.
Maddenin ikinci fıkrasına göre; fiilin, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla insanın ölümüyle birlikte, bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olması hâli, birinci fıkraya göre daha ağır ceza ile cezalandırılmayı gerektiren neden oluşturmaktadır.
Kısa süreli hapis cezasına seçenek yaptırımlar – Madde 50
(1) Kısa süreli hapis cezası, suçlunun kişiliğine, sosyal ve ekonomik durumuna, yargılama sürecinde duyduğu pişmanlığa ve suçun işlenmesindeki özelliklere göre;
a) Adlî para cezasına,
b) Mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle, tamamen giderilmesine,
c) En az iki yıl süreyle, bir meslek veya sanat edinmeyi sağlamak amacıyla, gerektiğinde barınma imkanı da bulunan bir eğitim kurumuna devam etmeye,
d) Mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle, belirli yerlere gitmekten veya belirli etkinlikleri yapmaktan yasaklanmaya,
e) Sağladığı hak ve yetkiler kötüye kullanılmak suretiyle veya gerektirdiği dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranılarak suç işlenmiş olması durumunda; mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle, ilgili ehliyet ve ruhsat belgelerinin geri alınmasına, belli bir meslek ve sanatı yapmaktan yasaklanmaya,
f) Mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle ve gönüllü olmak koşuluyla kamuya yararlı bir işte çalıştırılmaya,
çevrilebilir.
(2) Suç tanımında hapis cezası ile adlî para cezasının seçenek olarak öngörüldüğü hallerde, hapis cezasına hükmedilmişse; bu ceza artık adlî para cezasına çevrilmez.
(3) Daha önce hapis cezasına mahkûm edilmemiş olmak koşuluyla, mahkûm olunan otuz gün ve daha az süreli hapis cezası ile fiili işlediği tarihte onsekiz yaşını doldurmamış veya altmışbeş yaşını bitirmiş bulunanların mahkûm edildiği bir yıl veya daha az süreli hapis cezası, birinci fıkrada yazılı seçenek yaptırımlardan birine çevrilir.
(4) Taksirli suçlardan dolayı hükmolunan hapis cezası uzun süreli de olsa; bu ceza, diğer koşulların varlığı halinde, birinci fıkranın (a) bendine göre adlî para cezasına çevrilebilir. Ancak, bu hüküm, bilinçli taksir halinde uygulanmaz.
(5) Uygulamada asıl mahkûmiyet, bu madde hükümlerine göre çevrilen adlî para cezası veya tedbirdir.
(6) Hüküm kesinleştikten sonra Cumhuriyet savcılığınca yapılan tebligata rağmen otuz gün içinde seçenek tedbirin gereklerinin yerine getirilmesine başlanmaması veya başlanıp da devam edilmemesi halinde, infaz hâkimliği kısa süreli hapis cezasının tamamen veya kısmen infazına karar verir ve bu karar derhal infaz edilir. Bu durumda, beşinci fıkra hükmü uygulanmaz.
(7) Hükmedilen seçenek tedbirin hükümlünün elinde olmayan nedenlerle yerine getirilememesi durumunda, infaz hâkimliğince tedbir değiştirilir.
Madde Gerekçesi
Belli bir süreyle hapis cezasına mahkûm olmak, cezanın uyarı fonksiyonunu ve kişinin etkin pişmanlık duymasını sağlayabilir. Kişi, gördüğü eğitim, yaşadığı sosyal çevre, psişik ve ahlakî eğilimleri itibarıyla tesadüfi suçlu özelliği taşıyabilir. Bu kişilerin mahkûm oldukları cezanın infaz kurumunda çektirilmesi toplum barışı açısından bir zorunluluk göstermeyebilir. Ayrıca, kısa süreli hapis cezalarının infaz kurumunda çektirilmesinin doğurduğu sakıncalar nedeniyle, kısa süreli hapis cezasına mahkûm olan kişinin infaz kurumuna girmesini önleyecek seçenek yaptırımlara hükmedilmesi gerekebilir.
Hakkında seçenek yaptırımlardan birine hükmedilen kişinin bu yaptırımın gereklerine uygun hareket etmesi durumunda, bu ceza infaz edilmeyecek ve kişi açısından bu cezaya mahkûmiyete bağlı hukukî sonuçlar doğmayacaktır.
Ancak, Tasarıda benimsenen seçenek yaptırımlar esas itibarıyla korunmakla birlikte, bunlara yeni bazı seçenekler eklenmiş ve bunun yanında söz konusu yaptırımların etkin biçimde uygulanmasına yönelik ilave düzenlemelerde bulunulmuştur. Nitekim, kamunun uğradığı zararın giderilmesi, özellikle bir meslek veya sanat edinmeyi sağlamak amacıyla, barınma imkânı da bulunan bir eğitim kurumuna devam etme gibi yeni seçenek yaptırımlara yer verilmiştir.
Getirilen diğer bir yenilikle; ehliyet ve ruhsat belgelerinin geri alınması ile belli bir meslek ve sanatı yapmaktan yasaklama seçenek yaptırımlarına başvurulabilmesi, bunların sağladığı hak ve yetkilerin kötüye kullanılması veya gerektirdiği dikkat özen yükümlülüğüne aykırı davranılması koşuluna bağlanmıştır. Böylece, ancak suçun ehliyet ve ruhsatla ya da meslek ve sanatın icrasıyla bağlantılı olması hâlinde, ehliyet ve ruhsatların geri alınması ya da meslek ve sanatın yasaklanması yaptırımına hükmedilebilecektir.
Kısa süreli hapis cezasına mahkûm olan kişinin cezası, hâkim tarafından uygun görülmesi ve kendisinin de rızasının bulunması hâlinde kamuya yararlı bir işte çalıştırma tedbirine çevrilecektir. Hükümlünün çalışacağı kurumda kadrolu olması ve bir ücret alması da söz konusu değildir. Kısa süreli hapis cezasını gerektiren bir suçu işlemiş olan ve eğitim derecesi elverişli bulunan bir kişinin örneğin okuma yazma öğreten bir kursta öğretici olarak görev yapmasına karar verilmesi, bu seçenek yaptırıma örnek olarak gösterilebilir. Doğal olarak, bu tedbirin uygulanma usulü ayrı bir tüzük veya yönetmelikte belirlenecektir.
İkinci fıkrada, bir kanun maddesinde hapis cezası ile adli para cezasından birinin hâkimin takdirine göre seçimlik ceza olarak uygulanabileceği belirtilmiş ve hâkim, takdirini kullanarak hapis cezasına hükmetmiş ise artık bu cezayı, maddenin birinci fıkrasını uygulamak suretiyle, adli para cezasına çeviremeyeceği açıklanmıştır.
Maddenin üçüncü fıkrasında, kısa süreli hapis cezasının adli para cezası veya diğer seçenek tedbirlerden birine çevrilmesi açısından mahkemenin takdir yetkisinin olmadığı hâller belirlenmiştir. Bu hâllerde, mahkeme kısa süreli hapis cezasını adli para cezasına veya diğer seçenek tedbirlerden birine çevirecektir. Bunun, için kişinin daha önce hapis cezasına mahkûm edilmemiş olması ve hükmolunan hapis cezasının otuz günden fazla olmaması gerekir. Keza, daha önce hapis cezasına mahkûm edilmemiş olmak koşuluyla, fiili işlediği tarihte onsekiz yaşını doldurmamış veya altmışbeş yaşını bitirmiş bulunanların mahkûm edildiği bir yıl veya daha az süreli hapis cezası, birinci fıkrada yazılı seçenek yaptırımlardan birine çevrilir.
Dördüncü fıkrada, taksirli suçlardan dolayı hükmolunan hapis cezası uzun süreli olsa da fail hakkında birinci fıkranın (a) bendinin uygulanabileceği belirtilmiştir. Ancak bu hükmün “bilinçli taksir” hâlinde uygulanamayacağı açıklanmıştır.
Maddenin beşinci fıkrasında, hapis cezasının adli para cezasına veya tedbire çevrilmesindeki esas amaç göz önünde tutularak, asıl mahkûmiyetin artık çevrilen adli para cezası veya tedbir olduğu belirtilmiş, böylece, gerek cezanın ertelenmesi gerek tekerrür açılarından hürriyeti bağlayıcı cezanın yerine verilmiş olan para cezasına veya tedbire itibar olunması sağlanmıştır.
Altıncı fıkrada, kısa süreli hapis cezası yerine hükmolunan adli para cezasının veya tedbirin gereklerinin yerine getirilmemesinin hukukî sonuçları düzenlenmiştir. Buna göre, hüküm kesinleştikten sonra Cumhuriyet savcılığınca yapılan tebligata rağmen otuz gün içinde seçenek yaptırımın gereklerinin yerine getirilmesine başlanmaması veya başlanıp da devam edilmemesi hâlinde, hükmü veren mahkeme kısa süreli hapis cezasının tamamen veya kısmen infazına karar verir ve bu karar derhâl infaz edilir. Bu durumda, uygulamada kısa süreli hapis cezası esas alınacaktır.
Yedinci fıkrada ise, hükmolunan tedbire riayet etmek olanaksızlığının meydana çıkması hâlinde mahkemeye, bunun yerine başka bir tedbire karar vermek yetkisinin tanınması uygun görülmüştür.
Trafikte Bir Kişinin Ölümüne Neden Olma: Taksirli Suçlarda Uzun Süreli Hapis Cezası Adli Para Cezasına Çevrilebilir mi
Yargıtay Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2017/434 Karar No: 2019/316 Karar Tarihi: 11.04.2019
Özet: Bir kişinin ölümü nedeniyle yargılanan ve meydana gelen kazada asli kusurlu olan sanığın, ölenlerin yakınlarının uğradığı maddi ve manevi zararlarını giderdiğine dair dosya kapsamında bir bilgi ve belgenin mevcut olmaması, 13.03.2012 tarihli celsedeki çok pişman olduğuna ilişkin soyut beyanı dışında pişmanlığını gösterir herhangi bir davranışının dosyaya yansımaması karşısında; sanığı yargılama sürecinde bizzat gözlemleyen Yerel Mahkemece, hükmolunan hapis cezasının adli para cezasına çevrilmemesine dair sanığın kişiliği, sosyal ve ekonomik durumu ve suçun işlenmesindeki özellikler değerlendirilerek gösterilen gerekçenin dosya muhtevasına uygun, yasal ve yeterli olduğu, sanık hakkında hükmolunan hapis cezasının adli para cezasına çevrilmemesinde bir isabetsizlik bulunmadığı kabul edilmelidir.
İçtihat Metni
Kararı Veren Yargıtay Dairesi: 12. Ceza Dairesi
Mahkemesi: Asliye Ceza Mahkemesi
Taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçundan sanık …’in 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 22/6. maddesi de gözetilerek 85/1, 62 ve 63. maddeleri uyarınca 4 yıl 2 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve mahsuba ilişkin İzmir 18. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 13.03.2012 tarihli ve 482-207 sayılı hükmün sanık müdafisi ve katılanlar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 12.03.2014 tarih ve 14195-6248 sayı ile;
“1- Taksirli suçlar açısından temel cezanın belirlenmesinde 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 61/1 ve 22/4. madde ve fıkralarında yer alan ölçütlerden olan failin kusuru, meydana gelen zararın ağırlığı, suçun işleniş biçimi ile suçun işlendiği yer ve zaman nazara alınmak suretiyle TCK’nın 3/1. maddesi uyarınca işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı olacak şekilde maddede öngörülen alt ve üst sınırlar arasında hakkaniyete uygun bir cezaya hükmolunması gerektiği gözetilmeden, asli kusurlu olarak meydana getirdiği kaza sonucu bir kişinin ölümüne sebebiyet veren sanık hakkında, temel cezanın 5 yıl hapis cezası olarak belirlenmesi suretiyle sanığa fazla ceza verilmesi,
2- 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 50. maddesinin sanık hakkında uygulanıp uygulanmamasına karar verilirken, sanığın kişiliği, sosyal ve ekonomik durumu, suçun işlenmesindeki özellikler nazara alınarak, dosyaya yansıyan bilgi ve kanıtlar isabetle değerlendirilip, denetime olanak verecek ve somut gerekçeler de gösterilmek suretiyle takdir hakkının kullanılmasının gerektiği, dosya içeriğine göre; adli sicil kaydı bulunmayan sanığın olumlu kişilik özelliklerine, yargılama sürecindeki davranışlarına göre yasal ve yeterli olmayan gerekçe ile hükmedilen hürriyeti bağlayıcı cezanın TCK’nın 50/4. maddesi uyarınca adli para cezasına çevrilmemesine karar verilmesi,
3- Sanık hakkında temel ceza tayin edilirken, cezanın failin kusuruna göre belirlenmesine ilişkin TCK’nın 22/4. maddesi yerine, somut olayda uygulanma olanağı bulunmayan TCK’nın 22/6. maddesinin teşdit gerekçeleri arasında gösterilmesi,
4- Gerekçeli karar başlığında suçun işlendiği zaman diliminin gösterilmemesi suretiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 232/2-c maddesine aykırı davranılması,”
isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiş,
Karşı Oy Gerekçesi
Daire Üyesi M. Berber;
“Sanığın gelirinin bulunmaması mahkemenin adli para cezasına çevrilmemesine ilişkin gerekçeleri yerinde olup, dosya kapsamına da uygun bulunduğundan diğer bozma nedenlerine katılmakta birlikte 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 50/4. maddesinin uygulanmaması yerinde olduğundan bu yöndeki bozma düşüncesine katılmadığımdan çoğunluk kararına muhalifim.”
düşüncesiyle (2) numaralı bozma nedeni bakımından karşı oy kullanmıştır.
Direnme Kararı
İzmir 18. Asliye Ceza Mahkemesi ise 19.06.2014 tarih ve 302-408 sayı ile;
“…Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 12.03.2014 tarihli kararında belirtilen 3 ve 4 nolu yazım hatasına ve yazım eksikliğine dayalı bozma gerekçeleri yerine getirilmiş olup 1 ve 2 nolu bozma gerekçelerine ise uymak mümkün olmamıştır.
Yargıtay 12. Ceza Dairesi bozma ilamında temel cezanın belirlenmesinde failin kusuru, meydana gelen zararın ağırlığı, suçun işleniş biçimi ile suçun işlendiği yer ve zamanın nazara alınarak temel cezanın belirlenmesi gerektiğini belirtmiştir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 61/1. maddesinde cezanın belirlenmesinde göz önünde bulundurulacak gerekçeler belirtilmiş, bununla birlikte aynı Kanun’un 22/4. maddesinde taksirle işlenen suçlardan dolayı verilecek cezanın failin kusuruna göre belirleneceği belirtilmiş ve 3/1. maddede ise suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı cezaya hükmolunması gerektiği düzenlenmiştir. Mahkememiz kararında ve belirlediği temel cezada tüm bu düzenlemelere aykırı bir durum söz konusu değildir. Zira sanık olayda Mahkememizce hükme esas alınan bilirkişi raporunda da belirtildiği üzere asli kusurludur.
Meydana gelen zararın ağırlığına gelince maktul ve yakınları için her hâlde ölümden daha ağır bir zararın olabileceği düşünülemez, suçun işleniş biçimi ve işlendiği yer ve zaman aslında kusurun da belirlenmesinde esas alınan unsurlardır. Zira sanık İzmir, Buca ilçesi Çevik Bir Meydanında yani trafiğin kalabalık olduğu bir yerde ve kalabalık olduğu bir saatte hızını kesmeksizin ve tedbirsizce aracıyla seyrederek maktule çarpmış olup, suçun bu işleniş biçimi ve işlendiği yer de Mahkememizin temel cezayı teşdiden belirlemesinde göz önüne alınmıştır. Sonuç olarak 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 22/4. maddesi de gözetilerek aynı Kanun’un 3/1. maddesi uyarınca hakkaniyete uygun ve işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı bir ceza tayin edilmiştir.
Zararın ağırlığı yönünden şunu da belirtmek gerekir ki, sanık suçun işlenmesinden sonra herhangi bir şekilde maktulün yakınlarının maddi zararlarını gidermeye çalışmadığı gibi duruşma salonu dışında maktulün yakınlarına gidip herhangi bir özür dileme veya benzeri davranışta da bulunmamıştır. Bu nedenlerle Mahkememizin temel cezanın 5 yıl olarak belirlenmesine ilişkin kararında yasaya aykırılık görülmediğinden bu bozma gerekçesine direnmek gerekmiştir.
Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 2 nolu bozma gerekçesi yönünden yapılan değerlendirmeye gelince, Ceza Dairesi 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 50. maddesinin sanık hakkında uygulanıp uygulanmamasına karar verilirken sanığın kişiliği, sosyal ve ekonomik durumu, suçun işlenmesindeki özellikler nazara alınarak dosyaya yansıyan bilgi ve kanıtlar isabetle değerlendirilip denetime olanak verecek somut gerekçeler gösterilerek takdir hakkını kullanması gerektiği belirtilmiş, ancak aynı Ceza Dairesi sadece sanığın adli sicil kaydı bulunmaması ve yargılama sürecindeki davranışlarına göre 50. maddenin uygulanma koşullarının oluştuğu sonucuna varmıştır ve 50. madde uyarınca hapis cezasının para cezasına çevrilmemesine karar verilmesinden dolayı hüküm bozulmuştur. Bozma ilamında da belirtildiği üzere TCK’nın 50. maddesinde hapsin paraya çevrilme gerekçeleri açıkça belirtilmiştir. Bu gerekçeler suçlunun kişiliği, sosyal ve ekonomik durumu, yargılama sürecinde duyduğu pişmanlık ve suçun işlenmesindeki özellikten ibarettir. Somut olaya geldiğimizde dosyadan da açık olarak anlaşılacağı üzere, sanığın sosyal ve ekonomik durum itibarıyla 4 yıl 2 aylık hapis cezasına karşılık gelecek adli para cezasını ödeyebilecek ekonomik duruma sahip olmadığı anlaşılmaktadır. Sanık gerek bozma öncesi, gerekse bozma sonrası beyanlarında herhangi bir gelirinin olmadığını, mal varlığının bulunmadığını belirtmektedir. Hiçbir mal varlığı olmayan ve adli para cezasını ödeyebilecek bir geliri de bulunmayan bir kişi hakkındaki hapis cezasını paraya çevirmek öncelikle 5237 sayılı TCK’nın 50. maddesindeki belirtilen bu gerekçeye aykırılık teşkil eder. Kaldı ki, sanık olayın gerçekleşmesinden itibaren maktulün yakınlarının maddi kayıplarını karşılamak amacıyla hiçbir girişimde bulunmamış veya hiçbir ödeme de yapmamıştır.
Kaldı ki, adli para cezası sonuç itibarıyla ödeyemeyecek olan sanıklar yönünden sanığın aleyhine de sonuç doğurmaktadır. Zira 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 106/9. maddesinde adli para cezasından çevrilen hapsin infazının ertelenemeyeceği ve bunun infazında koşullu salıverilmenin uygulanamayacağı belirtilmiştir. Diğer gerekçeler yönünden değerlendirdiğimizde sanığın suçu işlemesindeki özellikle aynı zamanda yukarıda da belirtildiği gibi kusuru belirleyen sebeplerle maddi olarak benzer niteliktedir. Sanığın suçu gündüz vakti ve kalabalık bir meydanda kalabalık bir sokağa arabayla girerek gerçekleştirmesi şeklindeki özellikler sanık yönünden lehe değerlendirilebilecek hususlar ve özellikler değildir.
Sadece duruşmada pişmanlık göstermesi Mahkememizce yeterli görülmemiştir ve her sanık yönünden kişiliği hakkında mutlaka olumsuz bir yargıya varılmadığı takdirde 50. maddenin uygulanması gerekmemektedir. Diğer gerekçeler yönünden olumsuz kanaate varıldığı takdirde kişiliği hakkında olumsuz kanaate varılamasa bile sanık hakkında 50/4. maddesi uygulanmayabilir. Nitekim Mahkememizce de sanığın kişiliği dışındaki hususlar itibarıyla sanık hakkında 50/4. maddesinin uygulanması uygun görülmemiş ve takdiri bu şekilde ortaya çıkmıştır.
Kaldı ki, bazı Yargıtay Ceza Dairelerinin kararlarında da belirtildiği üzere, zararın giderilmemesi hâlinde veya etkin pişmanlık gibi indirim sebebi bulunduğu hâlde uygulanmaması durumlarında aynı Kanun’un 50/1-b maddesinin uygulanması kanun koyucunun amacına aykırılık taşıdığı ve maddenin düzenleniş amacının bu şekilde yorumlanamayacağı belirtilmiştir. Dava konumuz olay yönünden de bu kararlar dikkate alınarak bir değerlendirme yapıldığında olaydan itibaren maktulün yakınlarının zararlarını kısmen dahi ekonomik gücü nispetinde gidermeyen sanığın cezasının devlete para cezası olarak bir ödemeye dönüştürülmesinin her hâlde kanun koyucunun amacına uygun olduğu söylenemez.”
şeklindeki gerekçelerle (3) ve (4) numaralı bozma nedenlerine uyduğunu belirtmiş, (1) ve (2) numaralı bozma nedenlerine ise direnerek önceki hüküm gibi 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 22/6. maddesi de gözetilerek sanığın aynı Kanun’un 85/1, 62 ve 63. maddeleri uyarınca 4 yıl 2 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve mahsuba karar vermiştir.
Direnme kararına konu bu hükmün de sanık müdafisi ve katılanlar Ü. ve N. vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 09.04.2015 tarihli ve 299669 sayılı “bozma” istekli tebliğnamesi ile gelen dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 15.09.2015 tarih ve 5574-13425 sayı ile, direnme yönünden inceleme yapılmak üzere Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya Ceza Genel Kurulunca 07.12.2016 tarih ve 1142-880 sayı ile 6763 sayılı Kanun’un 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanun’a eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen Daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 12. Ceza Dairesince 22.03.2017 tarih ve 103-2270 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1- 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 85/1. maddesi gereğince 2 yıldan 6 yıla kadar hapis cezasını gerektiren suçta, temel cezanın 5 yıl olarak tayin edilmesinin isabetli olup olmadığı,
2- TCK’nın 50/4. maddesinin uygulanmamasına yönelik olarak gösterilen gerekçenin yasal ve yeterli olup olmadığı,
Hususlarının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
15.06.2011 tarihinde saat 13.35’te düzenlenen görgü ve tespit tutanağında; aynı tarihte saat 13.20 sıralarında meydana gelen trafik kazası ile ilgili olarak olay yerine gidildiğinde yol üzerinde kan lekelerinin görüldüğü, yaralı şahsın ve aracın olay yerinde olmadığı, araca ait herhangi bir fren izine rastlanmadığı, kazaya karıştığı iddia edilen 35 … plaka sayılı aracın olay yerinden yaklaşık 300 metre ileride yol üzerinde olduğu, araçta herhangi bir hasarın olmadığı açıklamalarına yer verildiği,
15.06.2011 tarihinde saat 15.37’de yapılan alkol ölçümüne göre; sanıkta alkole rastlanılmadığı,
05.07.2011 tarihli ölü muayene tutanağında; 15.06.2011 tarihinde geçirdiği trafik kazası sonucu yaralanan, önce Buca Seyfi Demirsoy Devlet Hastanesinde tedavi görüp 17.06.2011 tarihinde Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine sevk edilen ve burada anestezi yoğun bakım servisinde tedavi görmekte iken 05.07.2011 tarihinde vefat ettiği bildirilen ölen …’un 175 cm boylarında, 75-80 yaşlarında olduğu, sol göz dış yan tarafta ekimoz, sol ön kol ve sol el sırtında geniş ekimotik alanlar, sağ ön kolda yumuşak doku şişliği, sakral bölgede geniş yüzeyel sıyrık, kafada tepe kısmında 12 cm uzunluğunda üzeri dikişli ameliyat yarası, kafanın sol tarafta tedavi maksatlı kraniektomi alanı, sol bacak femoral bölge dış yan tarafta 10 cm uzunluğunda üzerindeki dikişler alınmış, cilt altına kafatası kemik dokusu yerleştirilmiş cerrahi alan, boyun ön yüzde tedavi maksatlı trakeostomi açıklığının olduğu, epikriz formlarının incelenmesinde 15.06.2011 tarihinde geçirmiş olduğu trafik kazası sonucu Buca Devlet Hastanesinde tedavi ve ameliyat edilen hastanın 17.06.2011 tarihinde sevkle getirilmiş olduğu, hastada epidural kanama, subdural kanama, klavikula kırığı ve radius şaft kırığı tespit edildiği belirtilerek kişinin ölümünün trafik kazası ile husulü mümkün kafa travması, epidural ve subdural beyin kanaması sonucu meydana geldiği yönünde kanaat bildirildiği,
Vakıfbank Çevik Bir Şubesinden alınan güvenlik kamera kayıtlarının çözümüne ilişkin 31.10.2011 tarihli bilirkişi raporunda; güvenlik kamera kayıtlarına göre, 15.06.2011 tarihinde saat 12.28.21’de Buca Çevik Bir Meydanında meydana gelen trafik kazasında, sanık …’in yönetimindeki aracın Uğur Mumcu Caddesini takiben Çevik Bir Meydanı istikametinden Koşu Yolu istikametindeki yola hızla girdiği, bu sırada yolun yayalara ayrılmış kısmında bulunan ölen …’un Vakıfbank Çevik Bir Şubesi istikametine doğru karşıdan karşıya geçtiği sırada yolun her iki yönünde park eden bir araç olmadığı ve yolun boş olduğu, yaya geçidinden geçmekte olan ölen …’a aracın hızla çarptığı, çarpmanın etkisiyle ölenin önce ayaklarının yerden kesilip aracın kaput bölümüne düştüğü, bu hızla havada takla attığı ve tekrar aracın kaput bölümüne düştüğü, daha sonra aracın kaput bölümünden ön tekerlek hizasına doğru asfalta yuvarlandığı, sanığın kaza anından sonra hız kesmeden yoluna devam ettiği ve bu sırada olay yerinden geçmekte olap polis ekiplerinin hemen olaya müdahale ettiği şeklinde açıklamaların bulunduğu,
Sanığın kusur durumuna ilişkin olarak aldırılan bilirkişi raporlarından;
1- Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan keşfe istinaden düzenlenen 18.07.2011 tarihli raporda; bahse konu kazanın meydana geldiği yerin trafik ışıklı yaya geçidi üzeri olduğu, trafik ışıklarının araç trafiğinin seyrettiği yöne doğru sarı flaşta yandığı, yaya trafiğine hitap eden ışıkların ise faal olmadığı, sanığın Buca Uğur Mumcu Caddesini takiben Çevik Bir Meydanı istikametinden Koşu Yolu istikametine seyir hâlinde iken bahse konu trafik ışıklı yaya geçidine geldiğinde aracının ön kısımları ile bu sırada gidiş istikametine göre yolun sol tarafından yolun sağ kısmına yaya geçidi üzerinden geçmekte olan …’a çarptığı, sanık …’in olay anında sevk ve idaresindeki aracıyla seyir hâlinde iken dikkatsiz ve tedbirsizce davrandığı, aracının hızını yolun ve mahallin durumuna uydurmadığı, trafik ışıklarına ve yaya geçitlerine yaklaşırken aracının hızını azaltmadığı, dikkatini yeterince seyir yönüne vermediği ve seyir hâlinde iken yayayı fark ettiği hâlde yayanın geçişini beklemeden bahse konu kazaya sebebiyet verdiğinden kazanın oluşunda asli ve tam kusurlu olduğu, ölen …’un ise kurallara uygun şekilde karşıya geçmeye çalıştığından kusursuz olduğu,
2- Mahkemece yapılan keşfe istinaden düzenlenen 24.11.2011 tarihli raporda; B sınıfı sürücü belgeli alkolsüz sanık …’in 15.06.2011 tarihinde gündüz saatlerinde, sevk ve idaresindeki hususi otomobil ile yağışsız ve açık havada, Özmen Caddesi istikametinden iki gidiş şeritli tek yönlü Çevik Bir Meydanı Uğur Mumcu Caddesi sol şeridini takiben Koşu Yolu istikametine seyir hâlinde iken mevcut CD’lerde de görüleceği üzere yolun her iki tarafında park hâlinde aracın olmadığı, yayalar için konulmuş ışıkların çalışmadığı, sanığın sarı fasılalı ışığın yanmakta olduğu yaya geçidine geldiği sırada seyir istikametine göre yolun sağ tarafından soluna, Vakıfbank tarafına doğru yaya geçidi üzerinde geçmekte olan yaya …’a aracının ön kısmıyla hızla çarptığı, çarpmanın etkisiyle ayakları yerden kesilen yayanın önce aracın kaput bölümüne düşüp sonra havada takla atarak tekrar aracın kaput bölümüne düştüğü, sonrasında da kaput bölümü üzerinden sağ ön tekerlek hizasına doğru asfalta yuvarlandığı, sanık sürücünün hız kesmeden seyrine devam ederek olay yerini terk ettiği, sanık …’in yaya geçidine yaklaşırken dikkatini yeterince yola ve seyir yönüne verip sarı fasılalı ışığa riayet ederek mevcut seyir hızını tehlike anında durabileceği asgari hadde düşürerek yaklaşması, önünde görüş alanı içinde bulunan ve seyir istikâmetine göre yolun sağ tarafından sol tarafına geçmekte olan müteveffaya yaya geçidi önünde durarak ilk geçiş hakkını vermesi, duramayacağını fark etmesi hâlinde ise yayaya gerekli ikazda bulunup direksiyon ve fren tedbirine başvurması gerekirken bu yükümlüklerini yerine getirmediği, sanığın bu şekildeki dikkatsiz, tedbirsiz ve kurallara aykırı davranışları nedeniyle asli kusurlu olduğu, ölen …’un ise karşıdan karşıya geçerken uymak zorunda olduğu güvenli geçiş kurallarına uymadığı, sol taraftan gelen araç trafiğinin uzaklık ve hızını kontrol etmemesi nedeniyle aracı görmesine rağmen tedbirsiz bir şekilde yaya geçidine girmekle kendi can güvenliğini riske soktuğundan kazanın oluşumunda tali kusurlu olduğu,
3- Adli Tıp Kurumu İstanbul Trafik İhtisas Dairesince düzenlenen 10.01.2012 tarihli raporda; olay akabinde trafik kazası tespit tutanağının düzenlenmediği, olay yerinin çekilen fotoğrafları ve olay anı görüntülerine ve dosya kapsamına göre, kazanın, gündüz vakti, açık havada, meskûn mahalde, 6,5 metre genişliğinde, asfalt kaplamalı, tek yönlü, iki şeritli yolda yaya geçidi üzerinde meydana geldiği, çarpmanın sol şeritte olduğu, araca ait fren izine rastlanılmadığı, sürücülere hitap eden sarı fasılalı ışığın mevcut olduğu belirtilerek dosyada mevcut soruşturma aşamasında düzenlenen 18.07.2011 tarihli sanığın asli ve tam kusurlu olduğu, müteveffanın kusursuz olduğuna ilişkin rapor ile Mahkemece yapılan keşfe istinaden düzenlenen 24.11.2011 tarihli sanık …’un asli, ölen yaya …’un tali kusurlu olduğuna ilişkin raporlardan 24.11.2011 tarihli raporun olayın oluşuna uygun düşüp isabetli olduğu, sanık sürücünün sevk ve idaresindeki vasıta ile olay mahalline gelmeden evvel, mahallin meskûn ve yaya geçidi olduğunu dikkate alarak her an bir yayanın yaya geçidini takiben karşıdan karşıya geçmek üzere, yola girebileceğini öngörüp tedbir alabilme adına hızını asgari hadde düşürerek yaya geçidine yaklaşması ve yaya trafiğini kontrol ettikten sonra müsait olması hâlinde teyakkuzla seyrini sürdürerek yaya geçidinden geçmesi gerekirken bu hususlara riayet etmediği, mahal şartları hız limiti üzerinde bir hızla mahale yaklaşarak sağ tarafından yaya geçidini takiben sol tarafa geçmek üzere kaplamaya giren yayayı fark ettiğinde durup yayanın geçmesini bekleyeceği yerde sahip olduğu hızla mahale yaklaşarak yaya geçidini takiben yola giren yayaya çarpmış olup kontrolsüz, tedbirsiz ve nizamlara aykırı hareketi ile olayın meydana gelmesine sebebiyet vermekle asli derecede (6/8 oranında) kusurlu olduğu, müteveffa …’un ise yaya araç trafiğine tek yönlü olarak açık olan yolda karşıdan karşıya geçmek üzere yaya geçidini takiben yola girmeden evvel her ne kadar ilk geçiş hakkına sahip ise de can güvenliğini düşünerek sol taraftan gelebilecek araç trafiğini kontrol etmesi, müsait olması hâlinde yaya geçidini takiben geçişini tamamlaması gerekirken bu hususlara riayet etmeyip sol taraftan yaklaşan otomobile rağmen geçiş için yola girerek can güvenliğini tehlikeye düşürmüş olmakla tali derecede (2/8 oranında) kusurlu olduğu,
Yönünde kanaat bildirildiği,
Anlaşılmaktadır.
Tanık … 14.07.2011 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan keşifte; olay mahallinde bulunan Sevcan Gıda isimli iş yerinde çalıştığını, olay günü öğle saatlerinde bahse konu yerde çalıştığı sırada dükkânın önüne denk gelen yaya geçidinde bir gürültü duyduğunu, dışarı çıktığında yaya geçidine yaklaşık 15 metre uzaklıkta yaşlı bir amcanın yattığını, yaya geçidinin üzerinde ise kazaya maruz kalan şahsın cüzdanının ve kimliklerinin etrafa yayıldığını, yatan şahsın yanına gittiklerini, çarpan aracın süratle olay yerinden kaçıp gitmiş olduğunu, aracın olay yerinde olmadığını ancak daha sonra aşağıda uzakta durduğunu öğrendiğini, Mahkemede; çarpma anını görmediğini, Mahkemece yapılan keşifte ek olarak; olay günü de trafik lambalarının sarı fasılalı olarak yandığını, yaya geçidindeki lambaların çalışmadığını,
Sanık tarafından gösterilen tanık E. Canpolat Mahkemede; olay günü sanıkla buluşacaklarını, kendisini Vakıfbank’ın dışında beklediğini, sanığın aracı ile Çevik Bir Meydanından sağa doğru yola girdiğini, yolun sağında araçların park hâlinde olduğunu, park hâlindeki araçların arasından ölenin yola çıktığını ve karşıya geçmek isterken yolun ortasına varmadan sanığın aracı ile yayaya çarptığını, sanığın fren yapamadığını ancak direksiyonu kırdığını, çarptıktan sonra A101 marketin önünde durduğunu, çarpma noktasına yakın yerde yaya geçidi olduğunu ancak olayın yaya geçidinden 10-15 metre sonra meydana geldiğini, Mahkemece yapılan keşifte; ölenin park hâlindeki araçların arasından çıkıp caddeye 1-1,5 metre girdikten sonra sanığın aracının ölene çarptığını, çarpma ile ölenin sendeleyerek yere düştüğünü, havada takla atma olayının olmadığını,
Tanık M. Doğan Mahkemece yapılan keşifte; olay yerinde bulunan bakkal dükkânında oturdukları sırada dışarıdan “pat” diye bir ses duyup çıktıklarında öleni yerde yatarken, arabayı da uzaklaşırken gördüğünü, ölenin evrakını yaya kaldırımı civarında ve yaya kaldırımından bankaya doğru olan kısımdan topladıklarını,
Tanık F. Ceyhan Mahkemece yapılan keşifte; olay günü çalıştıkları kuaför dükkânının önünde kardeşi ile birlikte oturduklarını, yüzünün kuaför dükkânına dönük olduğunu, kardeşinin tepkisi üzerine döndüğünde yaşlı amcayı yerde gördüğünü, araç görmediğini,
Tanık A. Ceyhan Mahkemece yapılan keşifte; olay günü Sim Kuaför isimli iş yerinde kardeşi Fatma ile beraber olduğunu, bir aracın kaputunun üzerinden maktulün yere düştüğünü ve kulaklarından kan geldiğini gördüğünü, çarpma anını ve motor kaputunun üzerine nasıl çıktığını görmediğini,
Beyan etmişlerdir.
Sanık … 16.06.2011 tarihinde Kollukta; 16.06.2011 tarihinde sevk ve idaresindeki 35 … plaka sayılı 1992 model, beyaz renkli Renault marka araç ile Uğur Mumcu Caddesinde normal hızla seyir hâlinde iken Çevik Bir Meydanını geçtiği sırada yolun sağ tarafından yaşlı bir amcanın aniden yola doğru hızlı adımlarla koşmaya başladığını, kurtarmak için direksiyonu sağa doğru kırdığını ancak aracın ön kısmı ile şahsa çarptığını, şahsın yere düşmesi üzerine panikleyerek aracı ile biraz ilerleyip sağ tarafta köşede durduğunu, aşağı inip koşarak şahsın yanına geldiğini, ambulansa ve polise haber verdiğini, yaralının ambulansla hastaneye gittiğini, olayda kusurunun bulunmadığını, Cumhuriyet Başsavcılığında; Uğur Mumcu Caddesi üzerinde normal hızla seyir hâlinde iken Çevik Bir Meydanından geçtiği sırada yolun sağ tarafından yaşlı bir adamın yola doğru fırladığını, direksiyonu sağa kırmasına rağmen şahsa çarptığını, herhangi bir kusurunun olmadığını, üzgün olduğunu, Sulh Ceza Mahkemesindeki sorgusunda; sürücü belgesini 9-10 ay önce aldığını, seyri sırasında yaşlı bir şahsı yolun üzerinde gördüğünü, kendisini kaldırımda veya kaldırımdan inerken görmediğini, hızının saatte 30 km civarında olduğunu, şahsı görmesinden sonra frene basabilmesi için çok az fırsatı olduğunu, frene dokunduğunu, aracın ön tamponunun ortası ile çarptığını, şoka girdiğini, hemen duramadığını, bir süre gittikten sonra sağa çekip aracı durdurduğunu, babası ve yakınlarının mağduru hastanede sürekli ziyaret ettiklerini, Mahkemede 06.10.2011 tarihli celsede; Buca Endüstri Meslek Lisesinde öğrenci olduğunu, aylık gelirinin ve üzerine kayıtlı bir malının olmadığını beyan ederek olay günü bir arkadaşıyla buluşacağını, Çevik Bir Meydanına geldiğinde sağına soluna baktıktan sonra yoluna devam ettiğini, meydandan geçerken aniden yayanın koşarak geldiğini, fren yapmaya fırsat bulamadan çarpmak zorunda kaldığını, olayın paniği ile bir süre sonra A101 marketinin yanında durduğunu, ehliyetini ve ruhsatını alıp olay yerine döndüğünü, çarpma sırasında hızının 40-50 km/saat olduğunu, çarpma yerinden biraz önce yaya geçidi olduğunu ancak yaya geçidini geçtikten sonra yayanın önüne çıktığını, 13.03.2012 tarihli karar duruşmasında; çok pişman olduğunu, bozmadan sonraki 19.06.2014 tarihli duruşmada; askerden yeni geldiğini, iş aradığını, liseyi terk ettiğini, önceki savunmalarını tekrar ettiğini savunmuştur.
Katılan vekili bozmadan sonraki 19.06.2014 tarihli duruşmada; bu güne kadar müvekkillerinden özür dilenmediği gibi herhangi bir ödeme yapılmadığını beyan etmiştir.
Yerel Mahkemece, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 85/1. maddesi uyarınca temel ceza 5 yıl olarak belirlenmiş, TCK’nın 50/4. maddesi uygulanmamış ve hüküm fıkrasında yukarıda belirtilen direnme gerekçelerine ilaveten temel cezanın 5 yıl olarak belirlenmesine ilişkin olarak “Sanığın … olaydaki kusur durumu nedeniyle 5237 sayılı TCK’nın 22/6. maddesi de göz önüne alınarak takdiren ve teşdiden” şeklinde, TCK’nın 50/4. maddesinin uygulanmamasına ilişkin olarak da “Sanığın kişiliği ve suçun işlenmesindeki özellikler, sanığın sosyal ve ekonomik durumu ile yaptığı işe göre 5237 sayılı TCK’nın 50. maddesinde belirtilen seçenek yaptırım ve tedbirlerinin sanığa uygulanmasının uygun görülmediği” şeklinde gerekçe gösterilmiştir.
Uyuşmazlık konularının sırayla değerlendirilmesinde fayda bulunmaktadır.
1- TCK’nın 85/1. maddesi gereğince 2 yıldan 6 yıla kadar hapis cezasını gerektiren suçta, temel cezanın 5 yıl olarak tayin edilmesinin isabetli olup olmadığı;
Taksirle öldürme suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 85. maddesinin birinci fıkrasında; “Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” şeklinde düzenlemiş, aynı Kanun’un “Taksir” başlıklı 22. maddesinin dördüncü fıkrasında da; “Taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek olan ceza failin kusuruna göre belirlenir.” hükmüne yer verilmiştir.
Temel cezanın belirlenmesine ilişkin ilkeler ise, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 61. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenmiştir;
“(1) Hâkim, somut olayda;
a) Suçun işleniş biçimini,
b) Suçun işlenmesinde kullanılan araçları,
c) Suçun işlendiği zaman ve yeri,
d) Suçun konusunun önem ve değerini,
e) Meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığını,
f) Failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığını,
g) Failin güttüğü amaç ve saiki,
Göz önünde bulundurarak, işlenen suçun kanuni tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırı arasında temel cezayı belirler.”
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun “Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi” başlıklı 3. maddesinin birinci fıkrasındaki; “Suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur.” biçimindeki hüküm ile de, işlenen fiil ile hükmolunan ceza ve güvenlik tedbirleri arasında “orantı” bulunması gerektiği vurgulanmıştır.
Kanun koyucu, cezaların kişiselleştirilmesinin sağlanması bakımından hâkime, olayın özelliği ve işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı bir şekilde gerekçesini göstererek iki sınır arasında temel cezayı belirleme yetki ve görevi yüklemiştir. Buna göre; 01.06.2005 tarihinden sonra işlenmiş olan herhangi bir suç nedeniyle alt ve üst sınırlar arasında bir ceza belirlenmesi gerektiğinde, kural olarak göz önünde bulundurulması gereken ölçüt, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 61. maddenin 1. fıkrasındaki düzenlemedir. Ancak taksirle işlenen suçlar açısından kanun koyucu, aynı Kanun’un 22. maddenin 4. fıkrası ile bir ölçüt daha eklemiştir. Bu durumda, taksirle işlenen suçlarda alt ve üst sınır arasında ceza belirlenirken, TCK’nın 61/1 ile 22/4. madde ve fıkralarında yer alan ölçütlerin birlikte göz önüne alınması gerekmektedir.
Ancak, TCK’nın 61/1. maddesindeki bu ölçütler genel nitelikli olup her suça uymayabileceğinden, her suç için tüm ölçütlerin değil sadece ilgili suça uyan kısımların nazara alınması gerekir. Bu açıdan taksirli suçlarda ancak kasıtlı suçlarda uygulanması mümkün olan 61/1. maddenin (b) bendinde yer alan “suçun işlenmesinde kullanılan araçlar”, (f) bendinde yer alan “failin kasta dayalı kusurunun ağırlığı” ve (g) bendinde yer alan “failin güttüğü amaç ve saik” ölçütleri uygulanamayacaktır.
Tüm bu kanuni düzenlemeler karşısında taksirli suçlarda temel cezanın belirlenmesi hususunda öncelikle failin kusurunun değerlendirilmesinin zorunlu olduğu, ancak kusurluluğun yanında “suçun işleniş biçimi“, “suçun işlendiği zaman ve yer“, “suç konusunun önem ve değeri” ile “meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı” ölçütlerinin de dikkate alınacağı sonucuna varılmaktadır.
Öte yandan, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 3. maddesi uyarınca işlenen fiil ile hükmolunan ceza ve güvenlik tedbirleri arasında “orantı” bulunması, böylelikle suç işlenmesiyle bozulan toplum düzeninde adaletin sağlanması için suç işleyen kimseye uygulanacak yaptırımın haklı ve ölçülü olması gerektiği de göz önünde bulundurulacaktır.
Bu nedenlerle taksire dayalı kusurun ağır olduğu durumlarda, alt sınırdan uzaklaşılarak, hafif olduğu durumlarda ise alt sınırdan veya alt sınıra yaklaşılarak temel ceza tayin edilmesi isabetli bir uygulama olacak ise de, bundan her hâlde ağır kusurlu fail hakkında en üst hadden, hafif kusurlu fail hakkında ise alt hadden ceza tayin edilmesi gerektiği sonucu çıkarılmamalı, TCK’nın 61/1. maddesindeki olaya uyan diğer ölçütler ve TCK’nın 3. maddesinde düzenlenen “orantılılık ilkesi” bir bütün hâlinde değerlendirilerek haklı ve ölçülü bir ceza belirlenmeli, somut olayın özellikleri itibarıyla bazı hâllerde alt hadden bazı hâllerde de üst hadden tayin edilecek cezanın haklı ve ölçülü bir ceza olacağı da gözden uzak tutulmamalıdır.
Öğretide de bu konuda “…5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 3/1. maddesi, 61. maddeden çok daha geniş bir anlamı barındırmakta, fail hakkında takdiri indirim nedeni de dahil olmak üzere, tüm indirim ve artırım maddelerinin uygulanmasında, daha açık bir deyişle bütüncül açıdan, failin eylemi ile cezanın ağırlığı arasında bir orantı denge olması gerektiğini belirtmektedir. Ayrıca TCK’nın 3. maddesi hükmü sadece temel cezanın belirlenmesinde değil, aynı zamanda her türlü indirim ve artırımın uygulanmasında, kesinleşen cezalar için uyarlama yargılamasında göz önünde tutulması gereken bir düzenlemedir. TCK’nın 3/1. maddesindeki adalet ve orantılılık ilkesi gereği, özellikle işlenen eylem ile verilecek cezanın orantısız olduğu durumlarda, uygulayıcı mümkün olduğu oranda, temel cezanın belirlenmesi, indirim ve artırım maddelerinin uygulanması ve cezanın şahsileştirme kurumunu gözeterek, adaleti sağlamaya çalışacaktır.” (Osman Yaşar-Hasan Tahsin Gökcan-Mustafa Artuç, Yorumlu Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, Adalet Yayınevi, 2. Bası, Ankara, 2014, s. 57-58.) şeklinde görüşler mevcuttur.
Bu aşamada, ilgili trafik mevzuatına da değinilmelidir.
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu‘nun “Hızın gerekli şartlara uygunluğunu sağlamak“ başlıklı 52. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde yer alan düzenlemeye göre;
“Sürücüler:
a) Kavşaklara yaklaşırken, dönemeçlere girerken, tepe üstlerine yaklaşırken, dönemeçli yollarda ilerlerken, yaya geçitlerine, hemzemin geçitlere, tünellere, dar köprü ve menfezlere yaklaşırken, yapım ve onarım alanlarına girerken, hızlarını azaltmak, …
Zorundadırlar.”
Anılan düzenleme ile sürücülerin yaya geçitlerine yaklaşırken hızlarını azaltmak zorunda oldukları da hüküm altına alınmıştır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanık …’in 15.06.2011 tarihinde saat 13.20 sıralarında, yerleşim yeri içerisinde, 2 şeritli, 6,5 metre genişliğindeki, asfalt kaplama, tek yönlü yolda seyir hâlinde iken sürücülere sarı fasılalı trafik ışığı yanan yaya geçidi üzerinden yolun sağ tarafından sol tarafına geçmekte olan …’a çarptığı, çarpmanın etkisiyle havada takla atarak yere düşen …’un önce Buca Devlet Hastanesine kaldırılıp burada tedavisine başlanıldığı, bilahare Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine sevk edilerek Anestezi Yoğun Bakım servisinde tedavisine devam edilmesine rağmen trafik kazasında maruz kaldığı kafa travmasına bağlı gelişen epidural ve subdural beyin kanaması sonucunda 05.07.2011 tarihinde vefat ettiği, olay yerinde sanığın kullandığı araca ait fren izine rastlanılmadığı, sanığın olay yerini terk etmesi nedeniyle trafik kazası tespit tutanağı düzenlenemediği, Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan keşfe istinaden düzenlenen 18.07.2011 tarihli bilirkişi raporunda ölenin yaya geçidinde sanığın seyir istikametine göre yolun solundan sağına doğru geçmeye çalıştığı sırada olayın meydana geldiği belirtilerek sanığın asli ve tam kusurlu olduğu, ölenin ise kusursuz olduğu, Vakıfbank Çevik Bir Şubesinden temin edilen güvenlik kamera kayıtları da incelenmek suretiyle Mahkemece yapılan keşfe istinaden düzenlenen 24.11.2011 tarihli bilirkişi raporu ile yine güvenlik kamera kayıtları dikkate alınmak suretiyle Adli Tıp Kurumu İstanbul Trafik İhtisas Dairesince düzenlenen 10.01.2012 tarihli raporda ise meskûn mahalde seyreden sanığın yaya geçidine yaklaşırken hızını azaltması gerekirken azaltmadığı ve yayanın yaya geçidinden geçtiğini fark edince ilk geçiş hakkını yayaya verip durması gerekirken durmadığı ve dikkatsiz, tedbirsiz ve kurallara aykırı hareketiyle asli kusurlu olduğu, müteveffanın ise ilk geçiş hakkı kendisine ait bulunmasına rağmen solundan gelen trafiği kontrol etmeyip kendi can güvenliğini tehlikeye sokmasından dolayı tali kusurlu olduğu yönünde görüş bildirildiği göz önüne alındığında, her ne kadar Yerel Mahkemece 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 85/1. maddesi uyarınca temel ceza 5 yıl olarak belirlenmiş ve 18.07.2011 tarihli bilirkişi raporunda sanığın asli ve tam kusurlu olduğu yönünde görüş bildirilmiş ise de; olay anını gösterir güvenlik kamera kayıtları incelenmeden ve ölenin sanığın istikametine göre yolun sağından soluna geçmesine rağmen ölenin sanığın istikametine göre solundan sağına geçtiği sırada meydana geldiğini kabul eden bu raporun oluşa uygun olmaması nedeniyle dikkate alınamayacak olması, güvenlik kamera kayıtlarını içerir CD’ler izlenerek düzenlenen ve sanığın asli, ölenin tali derecede kusurlu olduğu yönünde görüş bildiren 24.11.2011 tarihli rapor ile Adli Tıp Kurumu İstanbul Trafik İhtisas Dairesinin 10.01.2012 tarihli raporunun oluşa ve dosya kapsamına uygun olup sanığın olayda asli, ölenin ise tali derecede kusurlu olduklarının anlaşılması karşısında, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezasını gerektiren taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçundan sanık hakkında, suçun işleniş biçimi, suçun işlendiği yer ve zaman ile sanığın taksire dayalı kusurunun ağırlığı dikkate alınarak TCK’nın 85/1. maddesi uyarınca alt sınırdan biraz fazlaca uzaklaşılmak suretiyle makul bir ceza tayin edilmesi gerekirken TCK’nın 3. maddesindeki “orantılılık ilkesi” ihlal edilerek temel cezanın üst sınıra yakın olacak şekilde 5 yıl olarak belirlenmesinde isabet bulunmamaktadır.
Bu itibarla, Yerel Mahkemenin direnme kararına konu hükmünün, TCK’nın 85/1. maddesi uyarınca makul bir ceza tayin edilmesi gerekirken temel cezanın üst sınıra yakın olacak şekilde belirlenmesi suretiyle fazla ceza tayini isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
2- TCK’nın 50/4. maddesinin uygulanmamasına yönelik olarak gösterilen gerekçenin yasal ve yeterli olup olmadığı;
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun “Kısa süreli hapis cezasına seçenek yaptırımlar“ başlıklı 50. maddesinin 1. fıkrasında yer alan düzenlemeye göre;
“Kısa süreli hapis cezası, suçlunun kişiliğine, sosyal ve ekonomik durumuna, yargılama sürecinde duyduğu pişmanlığa ve suçun işlenmesindeki özelliklere göre;
a) Adlî para cezasına,
b) Mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle, tamamen giderilmesine,
c) En az iki yıl süreyle, bir meslek veya sanat edinmeyi sağlamak amacıyla, gerektiğinde barınma imkânı da bulunan bir eğitim kurumuna devam etmeye,
d) Mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle, belirli yerlere gitmekten veya belirli etkinlikleri yapmaktan yasaklanmaya,
e) Sağladığı hak ve yetkiler kötüye kullanılmak suretiyle veya gerektirdiği dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranılarak suç işlenmiş olması durumunda; mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle, ilgili ehliyet ve ruhsat belgelerinin geri alınmasına, belli bir meslek ve sanatı yapmaktan yasaklanmaya,
f) Mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle ve gönüllü olmak koşuluyla kamuya yararlı bir işte çalıştırılmaya,
Çevrilebilir.”
Aynı maddenin 4. fıkrasındaki; “Taksirli suçlardan dolayı hükmolunan hapis cezası uzun süreli de olsa; bu ceza, diğer koşulların varlığı halinde, birinci fıkranın (a) bendine göre adlî para cezasına çevrilebilir. Ancak, bu hüküm, bilinçli taksir halinde uygulanmaz.” şeklindeki düzenleme uyarınca taksirli suçlarda diğer şartların da varlığı hâlinde hapis cezasının uzun süreli de olsa adli para cezasına çevrilmesi mümkündür.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 50. maddesinin gerekçesinde, “…Kişi gördüğü eğitim, yaşadığı sosyal çevre, psişik ve ahlaki eğilimleri itibarıyla tesadüfi suçlu özelliği taşıyabilir. Bu kişilerin mahkûm oldukları cezanın infaz kurumunda çektirilmesi toplum barışı açısından bir zorunluluk göstermeyebilir…” denilmek suretiyle şartların oluşması hâlinde hapis cezasına mahkûm olan kişinin infaz kurumuna girmesini önleyecek adli para cezası seçenek yaptırımına ya da seçenek tedbirlerden birine hükmedilebileceği açıklanmıştır. Kanun koyucu taksirli suçlarda hürriyeti bağlayıcı cezanın para cezasına çevrilmesi hususunda bir sınırlama da getirmemiş, sanık lehine hareketle şartların oluşması hâlinde hapis cezasının uzun süreli de olsa adli para cezasına çevrilebileceğini kabul etmiştir.
Ayrıntıları 07.06.1976 tarihli ve 4-3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı ile Yargıtay Ceza Genel Kurulunun yerleşmiş kararlarında açıklandığı üzere, hürriyeti bağlayıcı cezanın para cezasına çevrilmesi, cezanın doğrudan doğruya sanığın kişiliğine uydurulmasını öngören kişiselleştirme kurumudur.
Kanun koyucu, cezaların kişiselleştirilmesi kapsamında hâkime 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 50. maddesinde yer alan şartlar çerçevesinde hükmolunan hapis cezasının adli para cezası seçenek yaptırımına ya da diğer seçenek tedbirlere çevrilip çevrilmeyeceğini belirleme yetki ve görevini yüklemiştir. Hâkimin, hükmolunan hürriyeti bağlayıcı cezanın TCK’nın 50/1. maddesindeki adli para cezası seçenek yaptırımına ya da seçenek tedbirlerden birisine çevrilmesi ya da çevrilmemesi konusundaki dayandığı gerekçenin dosya içeriğine uygun, kanuni ve yeterli olması gerekir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Ayrıntıları yukarıda (1) numaralı uyuşmazlık konusunda açıklandığı şekilde gerçekleşen olayda, sanığın 06.10.2011 tarihli celsede öğrenci olduğunu, aylık bir gelirinin ve üzerine kayıtlı bir malının olmadığını, 13.03.2012 tarihli celsede çok pişman olduğunu, bozmadan sonra yapılan 19.06.2014 tarihli celsede ise askerden yeni geldiğini, iş aradığını, liseyi terk ettiğini ifade ettiği, katılanlar vekilinin 19.06.2014 tarihli celsede müvekkillerinden özür dilenmediği gibi herhangi bir ödeme de yapılmadığını beyan ettiği anlaşılmakla; bir kişinin ölümü nedeniyle yargılanan ve meydana gelen kazada asli kusurlu olan sanığın, ölenlerin yakınlarının uğradığı maddi ve manevi zararlarını giderdiğine dair dosya kapsamında bir bilgi ve belgenin mevcut olmaması, sanığın çok pişman olduğuna ilişkin soyut beyanı dışında herhangi bir pişmanlığını gösterir davranışının dosyaya yansımaması karşısında; sanığı yargılama sürecinde bizzat gözlemleyen Yerel Mahkemece, hükmolunan hapis cezasının adli para cezasına çevrilmemesine ilişkin olarak sanığın kişiliği, suçun işlenmesindeki özellikler ile sanığın sosyal ve ekonomik durumu değerlendirilerek gösterilen gerekçenin dosya muhtevasına uygun, yasal ve yeterli olduğu, sanık hakkında hükmolunan hapis cezasının adli para cezasına çevrilmemesinde bir isabetsizlik bulunmadığı kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yerel Mahkemenin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun 50/4. maddesinin uygulamama gerekçesinin isabetli olduğuna karar verilmelidir.
Kayseri Ceza Avukatı
Alanında yetkin Kayseri ceza avukatı kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz; ceza yargılamalarında savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek taraflara avukatlık ve hukuki danışmanlık hizmeti vermektedir.
Ceza davalarında gerekli başvuru veya itirazların zamanında ve usulüne uygun yapılması açısından alanında uzman bir Kayseri ceza avukatı veya ağır ceza avukatından hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Yargılama sırasında herhangi bir mağduriyete ve hak kaybına uğramamak için güncel mevzuat ve Yargıtay kararlarının takip edilmesi önem arz etmektedir.
Alanında yetkin Kayseri Avukat kadrosu ve 15 yılı aşkın deneyimi ile Zülküf Arslan Hukuk Büromuz, savunma hakkını ve hak arama özgürlüğünü temin ederek Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde taraflara hukuki yardım sunmaktadır. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuru sürecinde herhangi bir mağduriyete veya hak kaybına uğramamak için gerekli başvuruların zamanında ve usulüne uygun yapılması büyük önem arz etmektedir. Bu süreçte, alanında uzman bir avukattan hukuki yardım alınması faydalı olacaktır. Zülküf Arslan Hukuk Bürosu olarak; Yalçınkaya Kararı başta olmak üzere AİHM kararlarının Türkçe çevirilerini yapan Eski AİHM Hukukçusu Dr. Orhan Arslan koordinatörlüğünde müvekkillerimize Anayasa Mahkemesi ve AİHM başvurusunun yanı sıra emsal AYM ve AİHM Kararları çerçevesinde yeniden yargılama başvurusu hususunda da hukuki destek vermekteyiz.
Kayseri ceza avukatı veya Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’ne başvuru yapmak ve süreci takip etmek için bir avukat arıyorsanız 15 yılı aşkın deneyimi ile avukat kadromuzdan dava süreci, hukuki statünüz, haklarınız ile başvuru ücret ve masrafları konusunda ön bilgi alabilir; detaylı bilgi ve tüm sorularınız için bizimle iletişime geçebilir veya yüz yüze görüşmek için Zülküf Arslan Hukuk Büromuzu ziyaret edebilirsiniz.